@samankizi
|
Asya, Mert ve Seda, eski ve yıpranmış binanın bodrum katında, dar ve karanlık bir odada bir araya geldiklerinde etraflarında sadece uğursuz bir sessizlik hâkimdi. Mert’in elindeki cihazdan yayılan hafif ışık, duvarlara soluk bir parlaklık veriyordu. Bu yer, zamanla unutulmuş bir laboratuvardan farksızdı. Tavanın köşelerinde örümcek ağları, duvarda soyulmuş boyalar vardı; her şey, terk edilmişliğin izlerini taşıyordu.
Asya, Mert’in elindeki cihazı dikkatle izliyordu. Kalbi, karışık duygularla hızlanmıştı. Çocukluktan beri bu anı beklemişti; dedesinin anlattığı o eski hikayelerin peşinden gitme fırsatı… Şimdi ise gerçeklik ve hayal arasında sıkışıp kalmıştı. Zihninde hep aynı soru yankılanıyordu: “Gerçekten bu işe kalkışmalı mıyım?”
Mert ise son ayarları yaparken yüzünde heyecanlı bir gülümseme belirmişti. Onun için bu an, yıllardır üzerinde çalıştığı teorilerin gerçeğe dönüşmesiydi. "Tamam," dedi, cihazın üstündeki ekranı kontrol ederken. "Son birkaç düzenleme kaldı. Sadece bir dakikanı alacak."
Seda, kollarını göğsünde birleştirerek duvara yaslandı. Bakışları Mert ve Asya arasında gidip geliyor, her ikisinin de ne kadar ciddi olduğunu görebiliyordu. Ama yine de bu yolculuğun sonuçları onu düşündürüyordu. "Bu sadece bir deneme olabilir," diye fısıldadı kendi kendine.
soğukkanlı görünmeye çalışıyordu. Parmakları cihazın üzerinde hızla hareket ederken, içindeki heyecanı gizlemek için derin bir nefes aldı. Zaman makineleri üzerine yıllarca süren çalışmaları sonunda meyvesini vermek üzereydi. Ancak ne olacağını tam olarak bilmiyordu. Göz ucuyla Asya'ya baktı; o kadar derin bir düşünceye dalmıştı ki, sanki bu anın gerçek olup olmadığını sorguluyordu.
“Asya, hazır mısın?” diye fısıldadı Mert, cihazın ekranına son kez bakarak. Cihazın üzerinde beliren tarihler, onları bambaşka bir zamana götürecekti. 1940'ların sonlarına, dedesinin yaşadığı dönemlere doğru.
Asya, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. Bu, hayatının dönüm noktası olabilirdi. Belki de dedesiyle ilgili her şeyi öğrenebilecekti. Gözlerini yeniden açtığında kararlı bir ses tonuyla konuştu. “Hazırım.”
Seda ise, olan biteni dikkatle izliyordu. Gazeteci kimliğiyle bir adım geride durup, olayların doğal akışını bozmamak için beklemeyi tercih etmişti. Ama içindeki merak, ona sabırsızca fısıldıyordu: "Bir adım öne çık, daha yakından bak, bu haber dünyayı değiştirebilir." Ancak Seda, bu anın sıradan bir haber olmadığını, tarihe tanıklık eden bir devrim olduğunu hissediyordu. Yine de, Mert ve Asya kadar duygusal bağları yoktu. O sadece gerçeğin peşindeydi.
Mert’in “Başlıyoruz” demesiyle birlikte, odadaki hava aniden değişti. Cihaz, düşük bir titreşimle çalışmaya başladı, etraflarında garip bir enerji dalgası yayıldı. Zaman adeta ağırlaştı, her şey bulanıklaştı. Sesler uzaklaştı, sanki tüm dünya bir anlığına durdu. Asya’nın kalbi hızla atmaya başladı, avuç içleri terlemişti. Gözlerini sıkıca kapattı ve dedesinin yüzünü zihninde canlandırmaya çalıştı.
Birdenbire, ışık patlamasıyla her şey karardı. Ne Asya ne de Mert bir şey hissedebildi. Sadece sarsıcı bir soğukluk... Cihazın titreşimleri aniden durdu, odadaki enerji kayboldu ve her şey eski sessizliğine büründü. Mert elleriyle cihazı kavradı, şaşkınlıkla ekrana baktı. Hiçbir şey olmamış gibiydi; zamanın akışı normal şekilde devam ediyordu, oda hâlâ eski kütüphaneydi. Asya da aynı yerde, aynı pozisyonda duruyordu. Kalbinin hızla attığını hissetti ama beklenen o olağanüstü an gelmemişti.
Asya gözlerini yavaşça açtı ve önce çevresine, sonra Mert’e baktı. Yüzündeki hayal kırıklığını gizlemeye çalışsa da başaramadı. "Bu muydu? Oldu mu şimdi?" diye sordu, sesi titriyordu.
Mert cihazı hızla kontrol ederken yüzü kararmıştı. Birkaç düğmeye basıp sonuçları kontrol etti, ancak cihaz hiçbir şekilde tepki vermiyordu. "Sanırım... olmadı," dedi fısıldar gibi. Gözleri cihazın üzerinde kaybolmuşken, içindeki başarısızlık hissi yüzüne vurdu. Onca yılın emeği, hazırlıkları, tüm o bilimsel veriler ve teoriler—hepsi bir anda anlamsızlaşmış gibiydi.
Asya, sessizliği bozan derin bir nefes aldı. İçindeki umut kırıntıları birer birer yok oluyordu. Dedesiyle ilgili belirsizlik, hayatındaki boşluk hâlâ orada duruyordu. "Belki de bu, mümkün değil," diye mırıldandı, daha çok kendine konuşuyordu sanki. "Belki de geçmişe gitmek sadece bir hayalden ibaret."
Mert’in kaşları çatıldı. “Hayır,” dedi aniden, inatla. “Bu sadece bir deneme. Sorunun ne olduğunu bulabiliriz. Bu makine çalışmalı.” Onun bilimsel tutkusunun yerini hırs almıştı; bir şekilde bu denemeyi başarıya ulaştırmak istiyordu. Ama gerçek şu ki, o an hiçbir şey olmamıştı ve Asya için bu, yalnızca hayal kırıklığından ibaretti.
Seda da köşede bu sahneyi sessizce izliyordu. Ona göre bu bir haberi mahveden, başarısız bir deneydi. Ama aynı zamanda insan doğasının sınırlarını zorlayan bir girişimdi. İçinden "Belki de geçmişe müdahale etmemek en iyisidir" diye geçirdi, fakat bu düşüncesini yüksek sesle dile getirmedi.
Asya, Mert’e döndü, gözlerinde derin bir yorgunluk vardı. “Belki de artık bırakmalısın, Mert. Her şeyin bir sınırı vardır,” dedi yumuşak ama kesin bir sesle.
Mert’in yüzündeki hırs, Asya’nın sözleriyle bir an için yumuşadı. Gözleri, karşısında duran Asya’nın yüzüne kaydı. O da en az kendisi kadar yorgundu, belki de daha fazla. Asya’nın, geçmişin peşinde koşarak yitirdiği yıllar ve kaybettiği insanlar için duyduğu acıyı düşündü. Dedesiyle olan bağını bir kez daha yakalama umudunun nasıl bir boşluğa düştüğünü gördüğünde, içindeki hayal kırıklığı bir kat daha arttı. "Bırakamam," dedi Mert sessizce. "Sadece bir hata yaptık. Sorunu bulabilirsek, her şeyi çözebiliriz."
Asya, Mert’in bu kararlılığı karşısında bir an sessiz kaldı. İçindeki iki ses çatışıyordu: biri onunla devam etmesini, bir şeylerin değişebileceğine inanmaya devam etmesini söylüyordu, diğeri ise bu takıntının, onun hayatını nasıl ele geçirdiğini hatırlatıyordu. "Peki ya hiç bulamazsak? Ya hep aynı döngüde sıkışıp kalırsak? Her seferinde aynı hayal kırıklığını yaşamak zorunda kalmak istemiyorum," dedi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar kısık.
Mert’in gözleri parladı. "Bu bir süreç, Asya. Bilim, deneme ve yanılma üzerine kuruludur. Bir kez başarısız olduk diye her şeyden vazgeçmek mi istiyorsun? Bu, senin geçmişine ulaşman için belki de tek şansımız." Mert, kelimeleri dile getirirken daha fazla inançla doldu. Ancak her bir cümle Asya’nın ruhundaki yükü biraz daha ağırlaştırıyordu.
Asya’nın bakışları yere kaydı, ayaklarının altında eski ahşap döşeme. Burası, onu dedesine götürecek olan yoldu, ya da en azından öyle sanıyordu. Ancak şu an bulunduğu yer, sadece bir başarısızlığın gölgesiydi. "Bazen, geçmişi olduğu gibi kabul etmemiz gerektiğini düşünüyorum," dedi Asya, sesi yorgun ama kararlıydı. "Bunu değiştirmek bizi gerçekten mutlu edecek mi?"
Mert, Asya’nın söylediklerini düşündü. Onun için bu sadece bir bilimsel keşif değil, aynı zamanda kendi kariyerinin ve hayallerinin bir dönüm noktasıydı. Ancak Asya için bu, çok daha kişiseldi. Onun acısını ve karmaşasını anlamaya çalıştı, ama anlamak zordu. "Eğer bu deneyi başarırsak, belki sadece senin geçmişin değil, tüm insanlık için bir dönüm noktası olacak. Geçmişi değiştirme, kaybedilenleri geri getirme şansı... Bu, düşündüğümüzden daha büyük bir şey."
Asya, Mert’in ideallerine hayran olmaktan kendini alıkoyamıyordu, ama içinde bir şeyler yanlış hissediyordu. Zihninde dedesinin yüzü belirdi. O her zaman ona geçmişin önemini öğretmişti, ama bir yandan da geleceğe bakmanın ne kadar kıymetli olduğunu anlatırdı. "Belki de bazı şeyleri olduğu gibi bırakmalıyız," diye fısıldadı. "Bazı kayıplar, değiştirilmemesi gereken derslerdir."
Mert bir an duraksadı. Asya’nın gözlerinde gördüğü hüzün, onun bu yolculuktan ne kadar etkilendiğini hatırlattı. "Belki de haklısın," dedi, beklenmedik bir yumuşaklıkla. "Ama bunu denemekten vazgeçmek, ne kadar mümkün bilmiyorum." Cihazı yavaşça kapattı ve derin bir nefes aldı. "Şimdilik burada bırakalım."
Seda, bu duygusal anın ardından sessizliğini bozdu. "Gerçekten inanıyor musunuz?" diye sordu, soğukkanlı bir tavırla. "Geçmişi değiştirebileceğimize... ve bunun iyi bir şey olacağına?"
Asya, Seda’nın bu sorusuna bir an cevap vermedi. İçinde bir şeyler değişmeye başlamıştı. Geçmiş, onun için bir zamanlar değiştirilebilecek bir seçenekti; şimdi ise onu kabullenmek zorunda olduğu bir gerçek haline geliyordu. "Bilmiyorum," dedi sonunda, ama sesinde bir kesinlik vardı. "Belki de bazı şeyler sadece bizim kontrolümüzde değildir."
Sessizlik, odada yankılandı. Üçü de kendi iç dünyalarında, farklı düşüncelerle baş başa kaldı.
|
0% |