Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.Bölüm

@samiraertennn

Nihayet gideceğimiz eve vardığımızda arabadan inmiş ve kapının önünde dikilmiştik. Sarı'dan hızlı davranarak kapı ziline birkaç saniye basılı tuttum ve daha sonrasında parmağımı çektim. Evin bembeyaz, küçük altın döşemelerden oluşan kapısı açıldı.


Bizi karşılan yirmi beş yaşlarında bir kadındı. Kırmızı, sıfır kollu ve kalem elbisesiyle çok güzel görünüyordu. Saçı kahverengiydi ve kulak bitimine kadar kesmişti. Gözleri hafif çekikti. Boynuna taktığı gümüş kolyenin pahalılığından bile oldukça zengin olduğu anlaşılıyordu.


Gayet sevecen bir tavır takındı yüzüne. Sarı ile ikimize bakarak daha çok gülümsedi. "Hoş geldiniz," dedi karşımızdaki kadın ve içeri doğru geçmemiz için birkaç adım geriledi.


"Hoş buldum," deyip elimi ona uzattım. Sarı da peşimden içeri girdi.


Kadın uzattığım eli tutunca ilk ismini söyleyen ben oldum. O da "ben de Emel," diyerek kendisini tanıttı. Bir süre el sıkışıp gülümsedikten sonra ellerimiz ayrıldı.


Daha sonra elini Sarı'ya uzattı. "Gelerek bizi çok mutlu ettin, Ezhel. Hoş geldin." Dedi.


Sarı da gayet dostça bir tavırla kadının elini sıktı. "Hoş buldum." Dedi kısaca ve ellerini ayırdılar.


Mutfaktan bize doğru gelen adama baktım. Kadınla aynı yaşta gözüküyordu ve yüksek ihtimalle de Adnan bey olmalıydı. Gri bir takım elbise giyinmişti. Ve yüzünde her zaman koruduğu değişik bir ifade vardı, bunun ne olduğunu tam anlamıyla çözemeden yanımıza geldi. Ve Sarı ile tokalaştılar.


Adam elini bana doğru uzatınca ben de onunla kısaca tanıştım. Ve bizi salonlarına doğru götürdüler. Koyu kahve koltuk takımlarına yerleşince üçlü koltukta benle Sarı oturmuştuk. Onlar ise bizim çaprazımızda duran tekli koltuklarda, karşılıklı şekilde oturmuşlardı.


"Uzun zamandır görüşemiyoruz, Ezhel." Adnan içten bir şekilde gülümsedi. "Eskiden iki günde bir görüşür, bir şeyler yapardık." Daha sonra bana döndü. "Yenge sen mi bırakmıyorsun?"


Bu sorusuyla yapmacık olduğu belli olmayan bir kahkaha attım. "Biz Sarı ile sevgili değiliz, Adnan bey." Deyince Adnan'ın uğradığı büyük şok, yüzünden okunuyordu.


Büyük bir hızla Sarı'ya dönünce Emel de direkt bana baktı. Karı-koca aynı anda, "nasıl yani?" Diye sordular. "Şirkette herkes sizi konuşuyor. Dedikodular çoktan duyuldu."


Elimle alnıma vurup arkama yaslandım. "Olamaz," dedim. "Alt tarafı diğerlerinin saçma sorularından ve Gamze'den kurtulmak için söylediğimiz bir yalandı. Ne ara bu kadar çok büyüdü?"


Emel kahkahayla sözü devraldı, "Aren'in ağzında bakla mı ıslanır, ayol?" Kocasıyla birlikte kahkahalara boğuldular. "İyi veya kötü haber... onun için hiç fark etmiyor. Ne duysa, doğruluğunu ve yanlışlığını bilmeden hemen yayıyor. Herkes onun adını dedikoducuya çıkarmış ama onun haberi kendisinden yok. Çok gülüyorum ona."


Aren Arsal'ı da çok yanlış tanıdığımın farkına vardım birden bire. Ve şaşırmadan edemedim. "Aren bey mi?"


Adnan gülerek "ne beyi ya?" Dedi. "O adam nasıl bu kadar iyi şirket adamı olabildi hâlâ aklım almıyor? Bana kalsa televizyondaki programlara falan katılıp bol bol dedikodu yapmalı."


Bunu demesiyle Sarı'ya baktım. "Cidden öyle birisi mi?" Diye sordum. Onlara inanmadığım için değildi bu, sadece şaşkınlığımı üstümden atamıyordum.


Sarı iki gözünü kapatıp açarak beni onayladı. "Aynen de öyle."


Aren Arsal mafya olmayabilirdi çünkü benim bildiğim mafyalar biraz daha soğuk olurdu, geveze değil. Yani nasıl derler, kalıbının adamı mıydı? Ağır abi olması gerekiyordu sanırım.


"Hatta ne oldu biliyor musun?" Diye sordu Emel gülmemek için kendini zorlarken. Adnan'a baktı ve dayanamayıp güldü.


Adnan heyecanla "onu mu anlatacaksın?" Diye sordu.


Neyden bahsettiklerini ikisi de anlamıştı. Emel başını salladı. "Evet," deyince ikisi de güldüler.


Emel, "şimdi biz Aren ile evlilik yolundaydık. Hani ben her ân evlilik teklifi alabilirdim, öyle bir şey yani. Sonra meğerse Adnan da bana gemide evlilik teklifi hazırlama aşamasındaymış. Sonra işte Adnan ile Aren bir ara çok yakın arkadaştı. Ben de hani bir şeyler anlıyorum, farkındayım. O yüzden güzelce hazırlanarak gittim. Bir baktım o da orada, bizden önce hazırda bekliyor. Bütün şirkete haber salmış. Baş başa bir teklif istiyorduk biz. Bir baktım kabile var orada!" Bunu sinirleri bozuk bir şekilde gülerek anlattı. "Adnan ile ben de şok olmuşum hani. O da kendi kendine alkış tutuyor ve şarkı söylüyordu."


Ben de dayanamayıp güldüm. Emel de fazla sinirli değildi, sonuçta bayağı yıl geçmişti. Bunun için o güzel günlerini kötü hatırlaması gerekmezdi. En iyisini yapıyor ve makaraya vuruyordu.


"He bu arada," dedi Emel, Sarı'ya baktı. "Gamze şimdi sevgilin olduğunu sanıyor, rahat bırakmaz kızı."


Sarı'dan önce sözü ben aldım. "Aksine. Sarı ile sevgiliyim diye umudu tam kesmiş sayılmaz ama en azından bana karışmıyor. Eğer sevgili olmasaydım, ikisinin arasında bir engel olarak beni görecekti ve bana ikinci kadın muamelesi yapacaktı."


Emel de böyle düşününce bana hak verdi. "Haklısın, hiç böyle düşünmedim." Dedi. "Neden aynı evde kalıyorsunuz?"


Bunu ne sen sor, ne de ben düşüneyim ya da söyleyeyim. "Bir puset meselesi." Deyip gülümsemeye çalıştım. "Daha üç aylıkken biyolojik ailem beni sokağa bırakmışken Sarı buldu beni. Daha altı yaşındaydı ve ailesini kaybettiği için yardım istemek amacıyla dışarı çıkmıştı. Sonra beni gördü, kendi ailesi için yardım aramayı bırakarak bana yardım etti. Yetimhaneye beni bırakırken de pusetin içerisine kendi fotoğrafını koymuş." Bu hikayeyi defalarca da anlatsam sıkılmazdım. "Fotoğrafa sarılıp uyumadığım tek bir gece bile olmadı. Ailem bildim onu. Çünkü benim ailem hiç olmadı. Yara izlerinin yerine kadar ezberledim. Sonra yine aynı o günkü gibi kimsesiz kalınca her yerde onu aradım. En sonunda da buldum."


Adnan ve Emel bunları duyduğu gibi şok geçirmiş bir şekilde bize baktılar. "Bu ne?" Dedi Emel. "Harika bir şey bu! Birbirinize aşık olsanıza, ne bekliyorsunuz?"


Sarı ile ben birbirimize baktık. Emel'e baktım daha sonrasında. Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Bu anda kalmak istiyorum. Ne gerisi, ne sonrası. Sadece bu anımda... ve her şeyin kendiliğinden gelişmesini istiyorum. Acele edilen hiçbir duygu güzel değil bana göre." Cevabım net değildi çünkü net konuşamıyordum.


Sarı'ya bir yandan aşık olmak istesem de bir yanım ondan hep uzak duruyordu. Durmak zorundaydım çünkü. İkimiz için de bu en doğrusu gibi geliyordu. Çünkü birbirimize ne kadar bağlanırsak o kadar acı çekerdik. Ama insan kalbine de söz dinletemiyordu.


Aradan geçen dakikalar sonra sohbet gittikçe koyulaşırken bu evin yardımcısı olarak düşündüğüm kız yanımıza doğru geldi. "Emel hanım, bahçedeki sofra hazır. Her şey istediğiniz gibi oldu."


Emel kıza bakarak, "tamam Buseciğim, biz geliyoruz." Dedi.


Adının Buse olduğunu öğrendiğim kız geldiği yöne yani mutfağa doğru yürürken Adnan ayağa kalktı. "Acıktık." Deyip sırıttı.


Sarı da ayağa kalkınca ben de ayağa kalktım. Emel de koltuğun üzerinden telefonunu aldıktan sonra ayağa kalktı. Salonun içindeki sürgülü kapıya doğru yürüdük hepimiz. Bu kapı villanın bahçesine çıkıyordu.


Kapının hemen sol tarafında kalan dört kişilik masa ve masanın üstündeki küçük küçük ışıklandırmalar vardı. Masanın üzerine baktığımda ağzım tam anlamıyla açıkta kalmıştı. Her şey özenle hazırlanmış ve sunuma da oldukça önem verilmişti.


Emel eliyle sofrayı gösterip, "buyrun." Dedi ve gülümsedi.


Sarı benim için bir sandalyeyi çekip başıyla işaret etti, bakışları donuktu. Oraya doğru ilerlemeye başladım ve benim için çektiği sandalyeye oturdum. Emel de benim karşıma geçince Sarı benim yanıma, Adnan da Emel'in yanına geçti.


Hepimiz güzelce yerlerimize yerleştikten sonra önümdeki yemeklere bir süre bakındım. Her şey tam anlamıyla iştah kabartıcı olarak görünüyordu. Emel hızlıca, "başlasanıza." Dedi ve yemeklerin üzerindeki servis kaşık veya maşalarla tabağına yiyeceği şeyleri doldurmaya başladı. "Ben çok acıktım. Balım yüzünden bir şey yiyecek vakit bulamadım."


Balım?


O kimdi?


Kafamın karıştığı fark eden Adnan gülerek lafa karıştı: "Balım bizim kızımız." Dedi. "Kendisi henüz bir yaşında. Odasında uyuyor."


Başımı salladım. "Allah bağışlasın." Deyip içten bir tebessüm ettim.


Adnan gülümseyip teşekkür etti. Emel de aynı şekilde karşılık verince sarma olan tabağın üstündeki servis maşasını elime aldım. Tabağıma doldurmaya başlarken Sarı'nın yalnızca su içtiğini gördüm. Bir şeyler oluyordu sanki ama beni bir o kadar hayatının içine alıyor ve bir o kadar da beni kendisinden uzak tutuyordu ki onunla alakalı hiçbir şey göremiyordum. Onun yarasına dokunamıyordum, bakışlarımla onu iyileştiremiyordum. Yalnızca ona iyi geldiğimi söylemişti ama ben onun yaralarını değil yalnızlığını sarmış ve evindeki kocaman boşluğu bedenimle doldurmaya çalışmıştım.


Servis maşasını sarmanın üstüne bırakırken gözlerimi Sarı'dan çektim. Ve bu sefer de kırmızı renkte bir meze gördüm. Servis kaşığının ucuyla azıcık tabağıma aldıktan sonra da gözlerim mantıya kaydı. Çok severdim. Yetimhanede sürekli yesem de teşkilat bunu ayda yılda bir yapar ya da yapmazdı. Mantıyı da tabağıma doldurduktan sonra bir dilim de börek aldım. Biraz da et aldıktan sonra tabağımdakileri yemeye başladım.


"Yemeği ve mekanı nasıl buldunuz?" Dedi Emel yediği şeyi içecek yardımıyla yutarken.


Gözlerimi azıcık açtım. "Tek kelimeyle harika. Ben bayıldım."


Emel bu söylediklerimde samimiyetime inanmıştı. O da en az benim kadar mutlu olarak, "çok sevindim o zaman." Dedi.


Adnan, Sarı'ya dönerek "e, ortak madem Adal ile sevgili değilsiniz, hayatında birisi var mı peki? Gerçi varsa Adal sizin evde kaldığı günden itibaren de bitmiştir." Dedi ve sanki bu dedikleri çok komikmiş gibi gülmeye başladı. Ben bu dedikleriyle uğradığım şaşkınlıkla yediğim lokma boğazımda kaldı ve öksürmeye başladım.


Sarı sırtıma hafifçe vurup rastgele bir bardağın içine doldurulan suyu bana içirdi. Birkaç yudum aldıktan sonra nefesim düzene girmişti ve Sarı bardağı benden uzaklaştırıp masanın üstünde koymuştu.


"Bozuldun sanki?" Diye sordu Adnan bana bakarak.


Emel kocasını dürttü ve gülmemek için yanaklarının içini ısırdı.


Kaşlarımı sinirle çatıp Sarı'ya baktım. "Hayatında birisi varsa ben çıkabilirim." Dedim. Çenemle arkadaşını gösterdim. "Var değil mi? Ondan bana imada bulunuyor."


Sarı sinirle arkadaşına baktı. "Adal'ın benim sevgililerime karşı takıntısı var, gözünü seveyim sus."


"Sevgililerim?" Dedim kaşlarımı daha çok çatarak. "Pislik herif! Kaç tane var?"


Sarı tahammülsüz bir nefes verdi. "Yine mi başlıyoruz?"


Oturduğum yerde bir hışımla ayağa kalkınca sandalye geriye doğru devrildi. "Sıkıldın benden değil mi?!" Diye bağırdım. "Tabii sonuçta sevgilin varken benim nazımı, kaprisimi neden çekeceksin ki? Sevgilim misin, kocam mısın?! Çekme benim tribimi!"


Sarı başını diğer ikisine çevirdi. "Gördünüz, kendi kendine parladı. Ben ağzımı bile açmadım." Bakışlarını bana çevirince yüzündeki eğlenen ifadeyi saklama gereksinimi duymadı. Ona karşı bu şekilde davranmam hoşuna gidiyordu ama öfkem arttığı gibi kendime zarar vereceğimden dolayı da her an tetikte duruyor gibiydi sanki.


"Kendi kendime parlarım, kendi kendime de sönerim tabi. Sakın beni sakinleştirmeye de çalışma. Boşa çaba ya zaten!" Diye öfkemi kusmaya devam ettiğimde Sarı'nın eğlenen ifadesi gittikçe daha da genişledi.


Emel yanıma geldi ama gülmemek için zor tutuyordu kendini. Onun bu hali gittikçe daha da sinirlendirdi beni ve dayanamadım. "Ben gidiyorum!" Diye bağırıp tam geriye doğru gidecektim ki kolumda bir el hissettim.


Başımı geriye çevirdiğimde bu mavi gözlerin sahibinin ne ara sandalyesinden kalktığını anlamamıştım. "Lütfen," dedi. "Oturur musun?"


Bir süre düşünür gibi yaptım. Öfkemi kat be kat arttırarak ona bakmayı sürdürüyordum.


"Lütfen," diye yineledi bir kez.


"Tamam," deyince Adnan yüksek sesle bir kahkaha patladı.


Emel de sanki kocasının gülmesini bekliyormuş gibi içinde biriktirdiği kahkahaları dışarı saldı. Onların bu haline sinirlenmiştim. "Ne gülüyorsunuz?" Diye tersledim onları.


Adnan ellerini karnına sararak kahkahasını daha da yükseltti. "Hiç." Dedi.


Emel gülmekten sandalyesine yığılmıştı. "Sadece kırk yıllık evliymişsiniz gibi didişiyorsunuz!" Emel daha da gülmeye devam etti. "Bir de aramızda bir şey yok diyorlar." Resmen bizimle alay ediyorlardı. Sinirlenmiştim.


Adnan, "kardeşim, sen bu kızı kaçırma. Bas nikahı. Çok yakışıyorsunuz, ciddiyim." Dedi ve tekrar kahkaha attı.


Sarı ile bir süre bakınca ben de gülmeye başladım. "Eski sevgililerinden fırsat bulduğum ilk dakika nikahı kıyacağım." Bunu elbette sinirle, bir anlık gafletle söylemiştim fakat sonra dikkatlice düşününce de yanaklarıma basan kırmızılık benim fenalık geçirmeme neden oldu.


Sarı bunu dememle dudakları hafif kenara kıvrıldı. "Eski sevgililerimi görmeyecek bir ülkeye gidelim. O zaman evlilik teklifimi kabul eder misin?"


Yüzümü buruşturdum, "çok beklersin!" Diyerek altta kalmamayı başardım. "Adnan bir anda öyle deyince bir anlık boşluğuma geldi." Daha sonra birden köpürerek, "çok sinirlenmiştim! Ne söylediğimin farkında mıyım ki ben?!" Diye bağırdım.


Adnan, "nikah şahidiniz ben olmazsam nikahınızı bozmak için elimden gelenin ardına koymam." Dedi.


Sinirle Adnan'a dönerek, "ne yaparsın?" Diye sordum. Onun düşünmesine fırsat vermeden, "nikaha eski sevgililerini getirip Sarı'nın tekrar onlara aşık olmasını mı sağlarsın?" Dedim.


Adnan sinsice sırıttı, "harika fikirmiş."


Suratım daha da asıldı.


Emel yanıma gelip beni kendine doğru çekiştirdi. "Çok fazla kıskanma, bu erkek milleti hemen şımarıyor." Diye kulağıma yaklaşıp fısıldadı.


Sanki hepsi anlaşmış gibi beni delirtmeye mi çalışıyordular? "Kesin şunu! Ben bu adamı kıskanmıyorum."


Adnan öyle bir kahkaha attı ki bir an kulaklarımın sağır olacağını falan düşünmüştüm. "Üçüncü dünya savaşı gerginliği vardı burada!"


"Kıskançlık değildi ama." Diye ufak bir savunmada bulundum, kısık sesle.


Emel benden uzaklaşıp tekrar kocasının yanına oturdu ve ikisi birlikte kahkahalarına devam ettiler.


Hemen arkamda bir bebek ağlamasının sesini işittiğimde merakla arkama döndüm. Adının Buse olduğunu öğrendiğim yardımcı kız kucağında ağlayan bir bebekle gelmişti. Galiba Balım'dı. Daha bir yaşında olduğu için çok küçük sayılmasa da büyük değildi.


"Onu kucağıma alabilir miyim?" Diye sordum ailesine bakarak.


Emel gözlerini kapatıp açıp beni onaylayınca yardımcı kızın yanına doğru ilerledim. Bebek hâlâ ağlamaya devam ederken kucağıma aldım, hafif hafif sağlarken ağlamasını daha da güçlendirmişti.


Emel'e doğru giderken Sarı benim önüme geçti ve bebeği ona vermemi işaret etti. Dediğini yapıp kucağımdaki bebeği ona verdim. Balım'ın başı Sarı'nın huzur dolu göğsüyle buluştuğu gibi yavaş yavaş ağlaması kesildi.


"Ezhel amcasını çok seviyor," dedi Emel kahkahalarının arasında. "Ben de bile durmadığı zaman Ezhel onu kucağına alıp susturabiliyor."


Şaşkınlıkla Sarı'ya baktığımda küçücük bebeği güvenli kollarının arasında tutuyordu.


O çok güzel bir baba olabilirdi, diye düşündüm.


"Ezhel'in çocuğu çok şanslı olmaz mı sizce?" Diye sordu Emel.


Adnan, "babalık çok yakıştı benim kardeşime." Dedi gururlu bir ses tonuyla.


Sarı ise onları umursamadan işaret parmağının tersiyle Balım'ın alnını okşadı. Harika bir babaydı o. Bakışlarındaki şefkat buna en büyük kanıttı. Bir an için Balım'ı ikimizin çocuğu olarak düşündüm.


Evlenmişiz ve güzeller güzeli bir kızımız var. İsmi Deniz. Deniz, özgürlük demekti benim için. Benim gibi sarı saçları, babasının gözlerine sahip bir kız çocuğu. Ben onun saçlarını örüyorum, babası ise onu seviyor. Daha sonra ikisi birbirlerine sarılırken ben kıskanıp ben de Sarı'ya sarıldığımın hayalini de kurdum. Derin bir iç çektim bu hayalime. Gözlerim uzaklara dalmıştı.


Sadece küçük bir an bile olsa bu hayal çok güzel hissettirmiş ve içimden gerçek olmasını istemiştim. Hatta çok istemiştim.


"Çok güzel bir baba olacaksın..." diye mırıldandım Sarı'ya. Beni duyup duymadığını bilmiyordum çünkü sesim daha kendime bile ulaşmamıştı.


Sarı onu kucağında tutmaya devam ederken onu hafif döndürmüştü. Yani az önce yatay bir pozisyonda kucağındayken şimdi ise dikey bir pozisyondaydı. Sarı'nın bir eli onun sırtını sıkıca kavramıştı. Balım ise halinden memnun bir şekilde Sarı'ya sıkıca sarılmıştı. Başı onun omzunda, gözleri uykuya daldı dalacak gibi gözüküyordu.


O kadar güzel görünüyorlardı ki gülümsemeden edemedim. Sarı da halinden gayet memnundu. Balım anlaşılmayan mırıltılar çıkardıkça ben daha çok gülümsüyordum. Bu kare o kadar güzeldi ki ömrümün sonuna kadar bu kareyi izleyebilirdim.


Sarı çok güzel bir baba olacaktı, tabii ben onun hayatına girmeseydim. Belki mafya değilse, ileride beni unutup başka birisiyle evlenebilirdi. Benimle olmasa da başka bir kadınla baba olabilirdi. Belki o kadın Sarı'yı daha çok severdi, ihanet etmeyecek kadar. Bu düşünceler neden aklıma geliyordu ve neden canımı bu kadar yakıyordu? Sarı'yı başka birisiyle düşünmek neden bu kadar kalbimi acıtıyordu?


Balım, Sarı'nın omzunda uyuyakalmıştı. Sarı hiç onu kucağından indirmeden eski yerine oturunca ben de onun yanına oturdum.


Emel, "ben onu yarım saatte uyutamazdım tekrar." Deyince istemsizce güldüm. "Baksanıza, iki dakikada uyudu."


"Onun omzunda insan kendini güvenli hissediyor ve uykusu geliyor." Dedim gözlerim uzaklara kayarken.


Bir dakika!


Ben onu dışımdan söylemiş olamam değil mi?


Sarı da dahil herkesin bakışlarını üstümde hissediyordum. "Yani herhalde öyledir demek istedim." Diyerek kaçmaya çalıştım.


Konu hızlı bir şekilde kapanınca derin bir nefes aldım.


~


"Çok tatlı insanlardı bence." Deyip eve ilk adımımı attım.


Sarı da içeri girmişti. Ben dış kapıyı hızlıca kapattım.


"Öyledirler." Dedi kısaca. "Ben yukarı çıkıp yatacağım."


"Keyfine bak, ben de çıkarım şimdi."


Sarı başını sallayıp merdivenlere ilerleyince ben de salona doğru ilerledim. Belki de SBS'i bu evde bulabilirdim. Vaktim daralıyordu ve uykuyla kaybedecek bir saniyem bile yoktu. Madem şirkete bu saatte gidemiyordum, o zaman ben de ilk başta evi aradan çıkarırdım.


Televizyon ünitelerinin çekmecelerini tek tek açıp kapatarak bakmaya başladım. Her yerden çıkabilirdi, belli olmazdı. Ama şu anlık bir yerde gözükmüyordu. Bütün çekmece ve dolapların hepsini karıştırdım ama bazı eşyalardan başka hiçbir şey bulamadım. Belki bahçede bir şeylere rastlayabilirim diye sürgülü kapıyı ittirip dışarı çıktım.


Soğuk hava tenimi okşarken gözlerim bahçedeki çimlerin üzerinde gezinip bir süre elma ağacında durdu. Bu ağaç diğerlerinden daha yaşlı gözüküyordu. Ağacın altına doğru baktım, olduğu yere. Çimlerin bitiş noktası ve toprağın başlangıç yerine dikilmişti. Hızlıca oraya doğru gittim ve yere doğru eğildim.


Toprağın üstüne bastırınca sert bir şeyler olduğunu anlamıştım. Bu ağacın altı ilk günden beri dikkatimi çekiyordu ama bir türlü bakmaya fırsat bulamamıştım. Sert cismin üstünü kapatan toprakları hızlıca üstünden atıp üst kısmı görünen siyah kutuyu kaldırdım. Siyah kutunun etrafındaki toprakları iyice temizledim.


Heyecanla kutuyu açarken gördüklerim birkaç katlanmış kağıttan başka bir şey değildi. Umutsuzluk içinde kağıtlara bakarken suratımı astım. Kendimi o kadar çok SBS'e kaptırmıştım ki neredeyse bu kutudan çıkacağına emin olmuştum. Hayallerim yıkılmışken kaşlarım merakla çatıldı.


Eğer bu kağıtlar önemli olmasaydı toprağın altına gömülmezdi diye düşündüm ve içinden rastgele bir kağıt aldım.


Kıvanç Ateş


Yıllar önce intikam ateşiyle büyüdüm. Babam, annem ve diğer aile büyüklerim herkes intikamla büyüttü beni ve kalbimi nefretle kararttı. Ben kötü birisiyim, iyi birisi olmayı hiç istemedim. Nefretten beslenen bir adamım ve böyle olmayı ben istedim.


Bu mektubu okurken belki yaşıyorumdur belki de yaşamıyorumdur ama asla hapiste değilim, bunu bilin. Yakalanmak, ölüm gibi değil; onur kırıcı.


Beni çok seven küçük Nazlı'yı kan davası yüzünden öldürdüm. Babamın bana verdiği bir görevdi bu.


Ezhel Sarı, büyüyünce öfkeli bir genç delikanlı olacaksın. Beni bulmak isteyecek ve hatta intikam bile almak isteyebilirsin. Delikanlı, bazen yapmak zorunda olduğun şeyler yüzünden de pişmanlık duyarsın.


Peki ben bunu neden yaptım? Pişman olacağımı bile bile.


Kötü olmak için. Ben normal bir insan değilim. Bazen ataklar gelip gidiyor bana ve ben bu mektubu normal halimle yazıyorum. İyi birisi olamayacaktım, bari ben de kötü biri olayım dedim.


Ellerim kan kokuyor, kafamın içinden Nazlı'nın cansız bedeni gitmiyor. Onu düşünmeden geçirdiğim bir günüm bile yok. Onun yaşı daha çok küçüktü, masumdu. Beni çok sevdi, bütün masum duygularıyla sevdi hem de... hem de ondan yaşça büyükken, o küçük bir çocukken.


Onu sevmedim, küçük bir çocuğun nesini sevebilirdim ki? Sırf bana güvensin diye onu kendime aşık ettirdim. Bir abinin kız kardeşe baktığı gibi ona baktım, bir gün olsun yan gözle ona bakmadım.


Çok kötü birisiyim. Kirlenen ruhum ve kanlı ellere sahibim. Babamın yıllar önce verdiği görev yüzünden mi bu haldeydim, yoksa kendi yüzümden mi, bilmiyorum. Hem galiba artık bunun bir önemi de kalmadı.


Ezhel, kardeşim Demir'den intikam alma. O zaten seninle yaşıt, ablanı öldürdüğüm zaman haberi bile olmadı hiçbir şeyden. Benim yerimi de bilmiyor, o yüzden ona hiçbir şey sorma.


Eğer yerimi bilseydi sana söylerdi, bunu biliyorsun. Zaten Demir, benim yerime hep seni öz kardeşi bildi ve seni benden daha çok sevdi. Ondan nefret etme, onun hiçbir suçu yok. Bir gün büyüyeceksin ve bu mektubumu görüp ablanın katilinin benim olduğumu öğreneceksin. Bu anlattıklarıma rağmen Ateş soyadından nefret edeceksin ve her ne kadar onun suçu olmadığını bilsen de Demir'i düşman bileceksin.


Ama hiçbir zaman benim gibi kötülükten beslenen birisi olma, bu da benden sana bir abi tavsiyesi.


Kağıt parçası elimden düşerken okuduklarım beni şok içinde bırakmıştı. Gözlerim satırlarda dolaşırken dolmuş ve sağ gözümden bir damla yaş düşmüştü. Demek ki Demir'in abisi Kıvanç'tı. Ve Kıvanç da Sarı'nın ablasını öldürmüştü.


Demir ile Sarı arasındaki düşmanlık ise Sarı'nın mektubu görmesinden sonra ortaya çıkmıştı. Gamze, Sarı'nın omzunda ağlarken kız kardeşi olarak gördüğünü söylediği kişi Nazlı'ydı.


Bütün gerçekler gün yüzüne çıkmıştı. Peki bu kan davası neydi? Galiba onu hiçbir zaman öğrenemeyebilirdim çünkü Sarı'nın bunları okuduğumu bilmemesi gerekiyordu.


Kağıdı katlayıp tekrar kutunun içine yerleştirdim ve diğer kağıtlardan birisini aldım. Bu da annesinden yazılmıştı.


Canan Sarı, annen


Benim yakışıklı, aslan oğlum. Sarı'm. Daha altı yaşındasın, bu mektubu yazdığımı bile görmüyorsun çünkü ablanın ölü cesedini uyandırmaya çalışıyorsun. O kadar küçüksün ki onun öldüğünü bile bilmiyorsun. Uyudu sanıyorsun.


"Anne ablamın bedeni çok soğuk, neden örtü örtmüyorsun?" Diye bana kızmıştın. Bu mektubu okuduğunda eminim ki hatırlamazsın. Ben bu soruyu sorduğunda kilitlendim, ne diyeceğimi dahi bilemedim. Sen de başka bir şey sormadın, sanki bir şeyleri anlıyor gibiydin.


Son kez saçlarını okşamıştım, son kez yanaklarına öpücükler kondurmuştum. Ve senin elini son kez tutmuştum. Bu hayatta seni kimsesiz bırakıyorum oğlum, etrafında kim olursa olsun annesiz olan birisi hep kimsesiz kalır.


Belki hayatına birisi gelir ve o sana bizim acımızı unutturur. O yüzden hayata sakın küsme, her daim gül. Senin gülümsemeni çalan ilk kişi benle ablan, başka kimsenin çalmasına izin verme. Kimsenin kalbini kırmasına ve üzmesine izin verme.


Seninle henüz altı yıldır birlikteyiz, daha birbirimize hiç doyamadık annem. Benim acımı unut ama beni unutma. Seni çok seviyorum oğlum, tahmin edemeyeceğin kadar çok.


Belki benden nefret edeceksin. Belki de her gün nefretin daha da artacak bana karşı. Ama içindeki o küçük çocuğu hiçbir zaman kaybetme, kimsenin kaybettirmesine de izin verme. Ve ben ölürken son kez elimi tut, tut ki hep beni hatırla.


Bir annen olduğunu ama benim ne kadar kötü bir insan olduğumu hatırla. Senin gibi güzel yüzlü, güzel kalpli bir çocuğun sevgisini haketmiyorum, bari nefretini göster bana. Ama bana karşı ifadesiz olma; kız, bağır ve nefretini kus. Sakın benden nefret etmememizlik yapıp kendinden nefret etme.


Biliyor musun, oğlum? Seni doğurduktan sonra ilk kucağına alışımda başın göğsümde yerini aldı. O an anneliği Nazlı'dan sonra tekrar yaşadım. Sıcacık tenin, buz gibi tenime ilaç oldu anneciğim. Minik bir şeydin, şimdi ise altı yaşında bir delikanlı oldun. Evet, sen artık çocuk değilsin; ben seni büyüttüm oğlum. Ben giderek seni erkenden büyütüyorum.


Gitmemek için çok çabaladım oğlum, seni bırakmamak için çok direndim ama kafamdaki sesleri susturamıyorum. Kalbimin acısı gittikçe katlanıyor. Ablanın ölümünden geçen her saniye benim için acı. Ablanın ölü bedeni hâlâ bahçede. Baban desen evden öfkeyle çıktı, nerededir bilmiyorum.


Eğer bir gün babanı görürsen ona onu çok sevdiğimi söyleyebilir misin? Şevket seni ömrümün sonuna kadar sevmiş oluyorum. Hayatımdaki ilk ve son aşkımsın. Bazı aşklar yarım kaldı. Biz de yarım kalıyoruz.


Sarı'm, ileride baba olduğun zaman beni çok iyi anlayacaksın. Bir annenin ya da babanın evladına ne denli hisler beslediğini göreceksin. Seni bırakmayı hiç istemiyorum. Ama kafamdaki sesleri de susturamıyorum. Her dakika elim silaha gidiyor, sonra aklıma gözlerin geliyor. Vazgeçiyorum.


Ama elim en sonunda silah yerine kaleme gitti ve bu mektubu sana yazdım. Bu mektup aslında silahtı. Sana yazdıktan sonra elim silaha gidecek, oğlum.


Bu sana yazdığım, söylemek istediğim son satırlar. İçindeki masumluğu hiçbir zaman kaybetme ve her zaman gül. Gülmek, benim oğluma yakışıyor. Seni çok seviyorum, annen seni çok seviyor oğlum.


Kendine iyi bak, bu bir veda mektubu...


Gözlerimden istemsizce süzülen bu yaşlara hıçkırıklarım da eşlik etmişti. Sarı'nın bu mektubu okuduktan sonra neler hissettiğini tahmin bile edemiyordum. Annesi, Sarı ile aynı evdeyken silahı patlatıp kendini öldürmüştü. Bu bir vahşetti, vicdansızlıktı.


Nasıl kıymıştı oğluna? Nasıl kıymıştı kendine?


Bu nasıl yapabilmişti? Benim aklım almıyordu.


Gözyaşları içinde kağıdı bıraktım ve başka bir kağıt aldım elime.


Şevket Sarı


Ben baban, Sarı. Şevket Sarı. Altı yaşında senden ayrıldım, o yüzden adımdan hatırlamayabilirsin. Sen benim oğlumsun. Sarı ailesinin benden sonraki babasısın, oğlum. Ablan gitti, ben de gidiyorum. Annen kaldı bir tek. Ona dikkat et.


Düşmanımız Ateşlerin evine yangın verdim. Hepsi öldü. Bir tek çocukları kayıp. Karı, koca öldüler. Kırk beş yıl hapis yedim.


Bu mektubu cezaevinden bir şekilde sana ulaştırmaya çalışacağım. Sana çok önemli bir sır veriyorum oğlum.


Yeraltı mafyalarından birisiydi senin baban. Birçok hasmım ve aynı zamanda birçok dostum var. Eğer onların arasında hayatta kalmak istiyorsan bunun için çabala. Ben olmadığım için senin üzerine yürüyecekler ve seni öldürecekler. Kendini koru.


Baban olarak bana ait olan her şey senin adına geçti.


Sen büyüyene dek geçici süreliğine amcan ilgilenecek ama sen büyüdüğünde amcandan sana geçecek. Mücadele et, oğlum. Ve itibarımızı düşürme.


Baban gibi ol. Erkek ol. Ağlama, gülme, yeri geldiğinde az ve öz konuş. Cesaretli ol. Duygularına sakın kapılma. Hayatına da kimseyi alma.


Bir gün aşık olsan da dahi benim yaptığım hatayı yaparak o kadını hayatına alma, o kadının da hayatını mahvetme.


Kimseyi sevme ve herkesten nefret et. Kimseye güvenme. Robot gibi büyü. Sadece kendini dinle, oğlum. Bütün insanlar sanki senin kötülüğünü istiyormuş gibi düşün ve kimseye haddinden fazla yakın davranma.


İfadesizliğini koru. Tavrından ödün verme.


Benim aslan oğlum, ben sana güveniyorum. Bu zorlu savaşta düşmanlarına yenilme. Duygularını kapat. Kapatamasan da umursama. Her zaman mantığınla hareket et. Unutma, bu oyunda başarısız olursan hiçbir zaman güçlü olamazsın. Her zaman zavallı birisi olarak hatırlanırsın.


Sana güveniyorum. Ve unutma, babalar oğullarını her zaman çok sever ama bunu asla söyleyip onları şımartmaz. Anneler vicdanlıdır; öperler, sarılırlar ama babalar öyle değildir. Babalar sevgisini göstermek istemezler, hep güçlü durmanız için.


Bir çocuk babasız kalırsa erken büyür, unutma oğlum.


Hapishanede ziyaretime gel, aklın başına gelince amcan hangi cezaevinde olduğumu sana söyler.


Bu bir veda mektubu değildi oğlum, her cezaevine geldiğinde beni görebileceğin uzaklıktayım.


Kağıdı da kutuya bırakırken tamamen ifadesizdim. Mafya aileler ne kadar vicdansızdı böyle. Bir baba, bir anne altı yaşındaki çocuğa nasıl böyle bir sorumluluk yükleyebilirdi ki?


Ve galiba Sarı'nın mafya olduğuna emin olmuştum. Omuzlarım yenilgiyle çöktü. Babasının dediği gibi duygularını umursamıyordu. Babasını dinlediğine göre onun mafya işlerinin başına da geçmişti.


Bir baba elinden geldiğince onu uzak tutmaya çalışırken bu adam onu mafyaların içine atmıştı. Yıllardır bu işi yapan tecrübeli mafyalar arasında gencecik, toy bir çocuk başarmıştı.


Başka bir kağıt da vardı. Onu da aldım.


On dört yaşındaki Ezhel


Sarı ismini bana değer verdiklerim söylerdi. Hayatımda bana değer vermeyen kimse kalmadığı için ben Ezhel oldum.


Ablamdan nefret etmiyorum, o beni isteyerek bırakmadı. Ama annemle babam beni göz göre göre bıraktılar. Canımı çok yaktılar. Onlardan nefret ediyorum.


İnsan ailesiz kalınca kötü mü olurdu? Amcam bana bugün bir şeyler anlattı ama hiçbir şey anlamadım.


Silah gördüm bugün, amcam beni onunla tanıştırdı. Tutarken elim titredi ama bana nişan almayı öğretti. Bunu neden öğrendiğimi sorduğumda ise birkaç yıl sonra bunu neden öğrendiğimi anlayacağını söyledi. Ama ben silahtan, altı yaşından beri nefret ederdim. Çünkü o sesten sonra annem yatağın üstünde kanlar içinde uzanıyordu. Seslendim ama uyanmamıştı.


Onları çok özlüyorum ama aynı zamanda da nefret ediyorum. On dört yaşındayım ve amcamın acımasızlığıyla bir savaş yaşıyorum. Bunu benim iyiliğim için yaptığını söylese de vücudumda kapanmayan yaralar açıyor.


Eğer annem burada olsaydı amcamın bana böyle davranmasına izin vermez ve bana sıkıca sarılır, yaralarımı da sarardı. Ama o beni bırakıp gitmişti. Ablamın acısı onu öyle bir kör etmişti ki gözü beni bile görmemişti.


Beni hiç düşünmediler ne babam ne de annem.


Ben de amcam sayesinde ayaklarım üzerinde duruyorum. Galiba benim yaşımdaki herkes bu şekilde eğitim görüyor olmalı. Mesela amcam bana silahla ateş ettiğinde reflekslerimle kurtulmaya çalışıyorum. Defalarca bu şekilde ölümlerden dönmüştüm. Ama bunlar yarın öbür gün hayatta kalmam için de lazımmış, amcam öyle söylüyor.


Amcam sonuçta, baba yarısı. Ailemden bir tek o kalmıştı.


Bir de... yeşil gözlü bebek. İsmini bilmiyorum. Ama onu kucağıma alıp pusetini taşıdığımda ağlama sesleri beni çok üzmüştü. Yeşil gözlerinden süzülen yaşlar sinirlenmeme neden olmuştu.


Ben ailemi kaybettiğimde ona sarıldım. Galiba o da terk edilmişti. Altı yaşındayken onu yetimhaneye götürdüm. Cebimde annemin öldükten sonra elinde tuttuğu fotoğrafım vardı. Onu müdireye teslim ederken pusetin içine de fotoğraf koyup müdireye verdim. Beni anlatmasını istedim ona ve beni bulmasını da.


O benim ailemdi.


Yeşil gözlü bebek benim ailemdi.


Satırları okurken her bir hücremde üzüntüyü hissettim. Kağıtları katlayıp kutunun içine koyarken bile gözyaşlarım toprağa damladı. Bunları okuduğumu Sarı'nın anlamaması gerekiyordu bu yüzden kendimi hızlıca toparlayıp kutuyu tekrardan toprağın içine bıraktım. Kenarda biriktirdiğim toprağı tekrardan kutunun üstüne atarak düzelttim.


Elimdeki toprakları temizledikten sonra ayağa kalktım ve toz toprak olan elbisemi de temizlemeye çalıştım. Arkamı dönerek eve doğru ilerledim ve sürgülü kapıdan içeri girdikten sonra da kapıyı kapattım.


Salonun ışığını kapattıktan sonra merdivenlere yönelip bir bir çıktım basamakları. Sarı'nın odasının önünde durduğumda bir süre bekledim. Bir yanım içeri girmek istese de diğer yanım içeride ne yapacağımı sorguluyordu. İçeri girmeli miydim? Eğer onun yerinde ben olsaydım, yüksek ihtimalle Sarı gelip bana sıkıca sarılırdı. Sarı'da vicdan vardı.


Derin bir nefes alıp tekrar ne yapacağımı düşündüm. En sonunda da kapıya vurmaya karar verdim. İçeriden ses gelmedi ve ben de yavaşça kapıyı açtım. İçeriye göz attım. Sarı yatakta uzanıp tavanı izliyordu. Derin düşüncelere daldığından kapıya vurma sesimi bile duymamıştı ve hatta şu an kapıyı açtığımı bile fark etmemişti.


"Sarı," diye mırıldandım.


Sesin geldiği yöne bakınca şaşırdığını görmüştüm. Benim geldiğimi fark etmemişti.


Yattığı yerden doğrulduktan sonra ağır adımlarla yanıma doğru geldi. Uykuya dalmakta olan gözlerine baktım.


"İyi geceler demek için gelmiştim." Deyip gülümsemeye çalıştım.


Bir şey demedi. Ve ben ona sıkıca sarıldım. Ellerimi onun beline dolarken başım yine göğsüne sinmişti. Bir süre bekledi ve en sonunda o da ellerini belime yerleştirip bana karşılık verdi.


"Ne şimdi bu?" Alaylı sesini duyunca kıkırdadım.


"İçimden geldi."


"Gelsin bakalım, içinden böyle şeyler." Çenesini başıma yasladı ve derin bir nefes aldı.


Kokusu yine uykumu getirmişti, ona sarılmak bile uykumu getirebiliyordu. Çünkü insanın güvendiği alanda uykusu gelir ve kendini çok rahat uykuya bırakırdı.


Mektuplar ise bu gecenin bir dönüm noktası olmuştu...


Loading...
0%