Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11.Bölüm

@samiraertennn

Sarı ile birlikte günlerimiz çok güzel geçiyordu ve geçmeye de devam ediyordu. Onunla birlikteyken tamamlanmıştım.


Ve galiba onu seviyordum.


Hayır, kesinlikle onu seviyordum.


Ve bu sevgi eskisi gibi bir sevgi değildi, aşk benim kapımı çalmıştı.


Sarı ile geçirdiğimiz dördüncü haftanın ilk gününe tekrar gözlerimi açmıştım. Ve kahvaltımızı yapmıştık. Yeni işe giren yardımcı kız kahvaltı masasını toplarken benle Sarı içerideki koltuklarda oturuyorduk.


Ben can sıkıntısından onun karşısındaki üçlü koltuğa uzanmış ve nefes alıp vermekten başka hiçbir şey yapmamaya başlamıştım. "Sarı," dedim mırıltıyla. Beni duyup duymadığını kontrol edemiyordum çünkü gözlerim tavanda dolaşmaya çıkmıştı. "Ben çok sıkıldım." Dudaklarımı öne doğru büzdüm.


Sarı kaşlarını kaldırıp başını da aynı zamanda telefondan kaldırarak bana baktı. "Bugün şirkete gitmeyeceğim o zaman." Dedi. "Geçer mi can sıkıntın?"


Gözlerimi devirdim, "çok komik." Gülmememiştim. "Evde oturmak istemiyorum. Bana lunapark gibi bir sürpriz daha hazırlasana."


Sarı da alayla sırıttı. "Bakıyorum, iyi alıştın beni çocuk parklarına sürüklemeye."


"Aman be! Ben lunapark istemedim, sürpriz istedim." Uzandığım yerde doğrularak oturur pozisyona geldim. Ayaklarımı oturduğum yerden aşağıda sallamaya başlamıştım.


"Tamam, akşam sürpriz yapacağım sana." Deyince ona inandım.


"Bakalım, neymiş sürprizin."


"Bakalım." Dedi keyifli bir ses tonuyla.


~


Bahçede tek başıma etrafıma bakınıyorken birisinin bana seslenmesiyle etrafıma daha dikkatli bakmaya başladım. Sesin nereden ve kimden geldiğini ayırt edemiyordum. "Balpeteği." Dedi birisi fısıltıyla. Sesi çok kısık ve fısıltı tarzında olduğundan hiç ayırt edememiştim.


Ama galiba bana seslenen kişi villanın dışından sesleniyordu çünkü etrafımda kimsecikler yoktu. Arkama bakındım, Sarı akşam için hazırlık yapacağını söyleyip odasına çıkmıştı. O gelene kadar ben de dönerim diyerek villanın dışına doğru ilerledim.


Bahçe kapısından dışarı çıktığım gibi önce sağıma sonra da soluma baktım. Ve o an Sönmez'i görünce mutluluktan ağlayacağımı düşündüm. Tam şimdi bir arkadaşa ve sırdaşa ihtiyacım vardı. Sönmez tam zamanında yardımıma yetişmişti. Koşarak ona gittim ve boynuna atladım.


Kahkahayla sarılmama karşılık verirken ayaklarım yerden kesilmişti. Beni kendi etrafında döndürdükten sonra ayaklarım yerle buluştu. Ciddi anlamda mutluluktan ağlamıştım, gözümdeki bir damla yaşı silerken Sönmez gözyaşıma baktı. "Hayır," dedi yutkunurken. Sevinmişti ama o duygularını kazanmadığı için gösteremiyordu. "Sen duygularını geri kazanmışsın." Tekrar yutkundu. Çok şaşkın gözüküyordu. "Gözlerinde parıltılar var!" Onun da sevinçli olduğunu hissedebiliyordum.


Başımı salladım heyecanla.


"Ve bunu tek başına yapmadın değil mi?" Neredeyse sevinçten çığlık atmak üzereydi fakat bunu yapamıyordu çünkü o benim gibi duygularını kazanamamıştı.


Başımı iki yana sallayınca bakışlarını bu sefer de villaya çevirdi. "Ezhel'di değil mi? Puset."


"Evet." Dedim gözlerimden yaşlar boşanırken. "Ona aşık oldum."


Sönmez şimdi de benim için üzülmüştü, belli edemiyordu fakat üzüldüğünü hissedebiliyordum. Çünkü onunla ayrılacağımı biliyordu. Sarı mafya olmasa bile benim ihanetimi affedemezdi ki... biz olamazdık onunla.


"Ona ihanet etmemek için hapise bile girmeyi göze aldım ben, Sönmez." Mutluluk gözyaşlarım birden bire hüzne dönüşmüştü. Yıllardır yaşayamadığım duygular birikmişti bu yüzden her şeye mutlu olabiliyor ya da hemen üzülebiliyordum. "Denedim, ona ihanet etmemeyi denedim. Ama mafyalığına göz yumamazdım. Bu kötülüğün bitmesi için her şeyden vazgeçtim, aşkımdan vazgeçtim ben. Hapse girmeyi göze alsam da kötülüğün bitmesi için Sarı'ya ihanet ediyorum."


"Kardeşim," dedi Sönmez başımı çekip göğsüne yaslarken. Derin bir iç çektim ve içimde biriken gözyaşlarımı saniyeler içinde akıttım. "Sen duygularını yaşayabiliyorsun. Aşkı tatmışsın ve sevildiğin insan tarafından iyileştirilmişsin."


Başım hâlâ onun göğsüne yaslıyken gözlerimi kapatınca kirpiklerimde asılı kalan birkaç gözyaşı aşağı doğru düştü. Yaklaşık bir dakika böyle bekledikten sonra başımı havaya kaldırdım. Sönmez buraya neden gelmişti ki?


"Sen neden geldin?" Diye sordum kısık bir sesle. "Buraya gelerek hem kendini hem de beni tehlikeye attın."


Kaşları çatıldı, büyük bir sıkıntıda olduğunu görebiliyordum. "Irmak," deyip yutkundu. "Sahte kız kardeşim var ya, durumu çok kötü. Hastaneye kaldırıldı apar topar ve hayati tehlikesi çok fazla." Bir eliyle ensesini ovaladı.


"Eğer ölürse..." dedim onun lafını tamamlamak ister gibi ama üzüntüden dolayı devam edemedim.


O benim yerime devam etti, "planım yerle bir olacak. Onun evinde kalmamın nedeni ölüm döşeğindeki kız kardeşimdi. Şimdi eli yüzü düzgün adamı neden evinde durduk yere baksın ki?"


Haklıydı. Bütün planı kız kardeşi üstünden yapmıştı ve kendini hiç hesaba katarak ikinci planı düşünmemişti. "Sonuçta kız ölüm döşeğindeydi, sen bunu göze almadın mı? Sönmez niye bu kadar dikkatsiz davrandın?"


İçinde tuttuğu nefesi verdi. Bu haline içim parçalanmıştı. "Bilmiyorum," dedi kendine olan kızgınlığıyla. "Nasıl kendimi bu plana odakladım, bilmiyorum."


"Her neyse." Dedim onu daha da üzmemek adına. "Sen Aren ile aranı çok iyi tut. Kalacak bir yerim yok de. Ve gidemeyeceğini söyle. Zaten acın olduğu için direkt seni kovacak değil ya! Sonuçta vicdan vardır diye düşünüyorum. Daha yeni kız kardeşi ölmüş birini direkt evden kovacak değildir." Tedirginlikle, "değil mi?" Diye sordum.


Omuzlarını "bilmem" dercesine kaldırıp indirdi. "Bilmiyorum ki. Dört hafta oldu ama onu hiç tanıyamadım. Benim acilen başka bir plan düşünmem lazım."


"Ben de düşüneceğim," diyerek bir elimi omzuna yerleştirdim ve dostça sıvazlayarak güvende hissetmesini sağladım. "Yalnız değilsin Sönmez. Ben senin yanındayım. Gerekirse bir şekilde beraber bir şeyler yaparız, elbette bir yolunu buluruz. Daha dört haftamız var."


Sönmez bu duyduklarıyla rahatlamış gibi yüz hatları gevşedi. "Belki de kız kardeşim kurtulur." Dedi.


Başımı salladım. "Benim şimdi içeri geçmem lazım. Sarı yokluğumu fark etmiş olabilir."


"Tamam." Dedi hızlıca. "Görüşürüz."


"Görüşürüz." Deyip dudaklarımı birbirine bastırdım ve arkamı dönüp villanın bahçesine girdim.


Hızlıca eve doğru ilerleyerek sürgülü kapıdan tekrardan içeri girdim. Tahmin ettiğimin aksine Sarı hâlâ yukarıdaydı ve bana bakmak için aşağıya inmemişti. En azından bir yalan daha söylemek zorunda kalmayacaktım. Rahat bir nefes aldım ve mutfağa doğru girdim.


Kendim için bir bardak soğuk kahve yapacaktım. Gerekli malzemeleri çıkarıp yapmam yaklaşık on dakikamı aldı. Ve bardağın yarısından fazlası buzla kaplıydı. Çarşıya çıktığım zaman aldığım cam pipetle kahvemi içerken içeri doğru adımlarımı attım ve rastgele bir koltuğa yığılırcasına oturdum.


Akşama daha saatler vardı çünkü kahvaltıyı sabah erkenden yapmıştık. Bu yüzden sıkıntıdan dolayı saatleri devirmeye çalışmaktan başka hiçbir çarem olmadığının farkına vardım.


~


Elimdeki bahçe sulama aletini karşımdaki telefonla ilgilenen Sarı'ya tuttuğumda bir anlığına gülümser gibi oldu ve telefonu kapatıp cebine yerleştirdi. "Çocuk musun?" Diye ciddi bir tavırla sorunca daha çok sinirlendim ve suyu bu sefer daha uzun süre tuttum.


"Bu geçmişteki sevgililerin için!" Diye bağırıp uzun süre ona doğrulttum.


Hiç sudan kaçmaya çalışmadı ve ifadesiz bir şekilde beni izledi. Ben kahkaha atıp suyu ondan çektim ve havaya tuttum. Su havadan tekrar yere doğru düşerken kendi etrafımda dönerek kahkahalar atmaya başladım. Döndükçe daha çok kahkahamı arttırıyordum.


Sarı'ya kaydı bakışlarım, beni ilgiyle izliyordu. Bakışlarında aşk vardı ve galiba aşk bizim kapımızı çalmıştı. Gülümseyerek ona baktım ve tekrardan ıslattım onu.


Yanıma doğru ilerledi ve bir anda suyu elimden aldı, ben ona engel olamamıştım. Suyu benim üzerime tutunca, "bunu sen istedin, güzelim." Dedi ve suyu üzerime tutmaya devam etti.


Ben ise kahkaha atmaya devam ederek kendi etrafımda döndüm. Yıllardır içimde kahkahalarını tutan çocuk, şimdi kahkahalarını özgürce atabiliyordu. Çünkü burada onu azarlayan öğretmeni yoktu, kahkahası serbestti ve ceza almayacaktı.


Sarı'nın yanında çocuklaşabiliyordum.


"Eğleniyor musun?" Diye sordu Sarı, sesindeki eğlence tınısında hiç alay yoktu ve o da benim mutluluğumla eğleniyordu. Benim kahkaham onun hoşuna gidiyordu, ben onun hoşuna gidiyordum.


Yeterince döndükten sonra yüzüm ona dönük şekilde durdum. Adımlarım yerde çivilenirken bakışlarımı Sarı'ya kilitledim. Sudan dolayı ıslanan saçlarının bir kısmı alnına yapışmıştı ve yüzünden sular dökülüyordu. Gömleğindeki ıslaklık da belli oluyordu.


"Bir dakika..." dedim yanaklarıma yerleşen kırmızılığı önemsemeden. "Sen bana az önce güzelim mi dedin?" Gözlerimi kırpıştırdım ve başımı yana doğru eğip ona merakla baktım. Duymuştum ama tekrar demesini istiyordum.


"Evet, dedim." Dedi dürüstçe. Bu şekilde direkt demesini beklemiyordum. "Benim için en güzel kadın sensin çünkü."


"Hayatında başka kadınlar da mı var?"


Sesimde trip sezince beni alttan almak ister gibi bir hal oluştu yüzünde. "Hayır, hayatımdaki tek kadın ve güzel sensin."


"Peki, hayatında başka kadın olsaydı da yine güzel ben mi olurdum?" Diye sordum masumca.


"Benim için hiçbir kadın senden güzel olamaz; benim bu gözlerim bir tek senin güzelliğini görüyor, diğer kadınları değil."


Biz bu konuşmaları neden yapıyorduk, bilmiyorum. İkimiz de aramızda bir şeyler olduğunu hissedebiliyorduk ama aramızdaki ilişkiyi bir türlü adlandıramıyorduk. O bana adım atıyordu ama ben kıskanmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Çünkü ona adım atamazdım. Ne kendimi ona bağlamayı ne de onu kendime bağlamayı istemezdim.


Islanan kıyafetlerimizle bahçenin ortasına dikilmiştik ve hâlâ Sarı'nın elindeki fıskiye bizi ıslatmaya devam ediyordu ama buna rağmen göz temasımızı ikimiz de bozamıyorduk. Onun mavi gözleri huzurlu hissettiriyordu. Dakikalarca onun mavi gözlerine bakabilirdim, çok güzeldi.


"Sarı," deyip yutkundum. Konuşamadım, devamını getiremedim ama o anladı. Bakışlarımı yere doğru indirdim. Ne o konuştu ne de ben. Sessizliğimizi dinledik, çıkan tek ses suya aitti. Çok güzeldik biz. Hem de çok.


Ömrümü sonuna kadar geçirmek istediğim kişi Sarı'ydı hem de hayat arkadaşım yani eşim olarak. Ben onunla kalplerimizi imzalarımızla birleştirmek istiyordum, ona evet demek istiyordum. Birlikte yaşlanmak ve belki de çocuklarımıza masal okumak istiyordum.


Ben onunla tüm klişe hayallere vardım. Hem de çok vardım.


Gözlerimi sudan dolayı açmakta zorlanıyorken başımı havaya kaldırdım ve suya tamamen kucak açtım. Onun tam iki adım önünde kollarımı iki yana açmış ve suyu kabullenmiştim.


Sarı'nın elini tuttum sıkıca ve gözlerimizi yine birleştirdim. "Bu eli bırakmayacağına dair söz verdin, hatırladın mı?" Diye sordum. Başını salladı. "Sarı, günler hızlıca bitiyor. Birbirimizi bırakmayalım olur mu? Ne olursa olsun elimi bırakma."


Tuttuğum elindeki elimi dudaklarına götürdü ve avucumun içine dudaklarını bastırdı. "Bu eli bırakmam. Bir kere tuttuysam, bırakmam." Fiziksel tutmadan elbette bahsetmiyordu. Benim bırakma derken ki dediğimi kastediyordu.


Derin bir nefes verdim dışarı. Daha sonra da ıslanmış kıyafetlerimize baktım. Ayak parmaklarımda yükselerek Sarı'nın tuttuğu su fıskiyesini aldım ve kapatarak rastgele bir yere attım. "Şu üstümüzü değiştirdikten sonra çıkarız değil mi?"


"Evet," dedi.


Ve ben daha duşa girecektim. "Duşa giriyorum, haberin olsun. Sonra geç kaldık diye söylenme."


"Hayır de." Deyince gülerek başımı olumsuz anlamda salladım. Gözlerinde beni beklemekten yorulmuş gibi bir ifade geçince yüksek sesle bir kahkaha patlattım.


Hızlıca koşarak salona girdiğimde o da ağır adımlarla peşimden geliyordu. Ben hızlıca merdivenleri ikişer ikişer çıkıp odama girdim ve hiç oyalanmadan kendimi duşa attım.


Yaklaşık yarım saat boyunca duşta kaldıktan sonra aceleyle çıktım. Sarı en sonunda beni beklemeden giderse günümü görecektim. Ama Sarı tam bir İstanbul beyefendisiydi, bunu yapmazdı diye düşündüm ama daha sonra arada sırada kadın ruhundan anlamadığını da düşününce buna azıcık da olsa ihtimal vermiştim.


Aceleyle güzel, şık bir bordo elbise giyindikten sonra saçımı ve makyajımı da yaptım. Topuklu ayakkabı ve çantayla da kombinimi tamamladıktan sonra aynadaki görüntüm tam bir efsane olmuştu. Kendi etrafımda bir süre döndüm.


Sarı'yı daha fazla bekletmemek için dışarı çıktığımda sanki aynı günleri defalarca kez yaşıyormuşum gibi hissediyordum artık ve hayatımda bir kaos istiyordum.


Sarı yanıma geldi ve "Harika olmuşsun." Dedi.


Bu iltifat karşısında kalbim heyecanla çarparken şımarmıştım. "Dünya güzeli olduğumu söyle."


"Hiç kimsenin güzeli olamazsın," sanki gerçekten böyle deyince herkesin güzeli olacakmışım gibi sinirlenmişti. Ciddi anlamda sinirlenmişti. "Benim güzelimsin, bu yetmez mi?"


Bakışlarım anında yumuşarken vücudum bu iltifatlar karşısında gevşemişti. "Yeter." Dedim sondaki e harfini uzatarak.


Yanılıyordum, bu adam kadın ruhundan anlıyordu. Hem de çok iyi anlıyordu.


"E o zaman?" Diye sordu tek kaşını havaya kaldırırken.


"Yok, bir şey." Sevinçten üstüne atlayıp sarılmak istesem de elbette bunu yapmadım.


~


Geldiğimiz yer bir sahil kenarıydı, gece saat epey geç olduğundan sahilde çok fazla kişi yoktu ve hatta neredeyse hiç kimse yoktu. Olanlar ise bizim bulunduğumuz yerden epey uzaktalardı.


Şaşkınlıkla sahildeki kumların üstünde yer alan yeşil örtüye baktım. Üzerinde bir sürü abur cubur ve meyveler vardı. Sahil çok güzeldi ve deniz bugün sanki ayrı bir huzurlu gözükmüştü. Hava tamamen kararmıştı. Deniz mavi değildi artık, gece olunca her zamanki gibi lacivert rengine bürünmüştü.


Ve yeşil örtünde dikkatimi çeken şey ise bir ses bombasıydı. Derin bir iç çekip Sarı'nın yanından geçerek yeşil örtünün oraya doğru koşturdum. Yeşil örtünün de yanından geçerek denizin dibinde durdum. Kollarımı iki yana açıp gözlerimi kapattım ve yine derin bir nefes aldım. Gözlerimi aralayarak aldığım nefesi yavaş yavaş verdim.


Sarı telefonunu bana uzatıp başıyla ses bombasını işaret etti. "Yalnız başımıza hiç dans etmedik ve bunu istediğini tahmin edebiliyorum."


Heyecanla başımı ardı ardına salladım. "Evet, hem de çok." Mutluluktan ağlamak üzereydim.


Hızlıca telefondan şarkı açtıktan sonra telefonu Sarı'ya vermek yerine yeşil örtünün üstünde rastgele bir yere bıraktım. Ve ses bombasından açtığım şarkı duyulmaya başladı.


Ben kollarımı Sarı'nın boynuna dolarken onun da elleri incitmekten endişe edercesine nazik bir tavırla belimi kavramıştı. Bir o yana bir bu yana dans etmeye başlarken şarkı sözleri kulağımıza doluşmaya başladı.


Gelse bile son günüm


Koluna alsa ölüm


Gözlerimin önünde


Seninle geçen günüm


Şarkı devam ederken Sarı bir elimi tutup beni kendi etrafımda döndürdü ve tekrar eski pozisyonumuza döndük.


Senden sonra kalbimi


Sevgilere kapadım


Ben seninle o günü


Bin yıl gibi yaşadım


Ben de şarkıya eşlik ediyordum. Dans ritimlerimiz birbiriyle aşırı uyumluydu ve tıpkı bir bütün gibi dans ediyorduk. Sanki yıllardır birbirimizle dans ederek bu uyumu yakalamış gibiydik.


"Sarı," dedim, dilimin ucuna sürekli bir şeyler geliyor ama bir türlü ne söyleyeceğimi kestiremiyordum. Ona bir şeyler demek istiyordum. Hissettiğim şeyleri onunla paylaşmak ve onun da aynı hisleri yaşayıp yaşamadığını öğrenmek istiyordum. Ama nasıl cümle kuracağımı dahi bilmiyordum. Bir şey demedi ve ben de bir şey demedim. Bu anın tadını çıkarmaya karar verdim çünkü sayılı günlerimiz kalmıştı.


Son arzum nedir diye


Gelip de bana sorsalar


Gözlerime bakıp da


Her şeyi anlasalar


Gözlerine bakıp dans etmeye devam ettim. İkimizin ellerini birleştirip geriye doğru çekildim bir süre ve daha sonra yine eski pozisyona geçtik. Beni tekrar kendi etrafında döndürdü ve sonra tekrar eski pozisyona geçtik. Bu gece çok farklıydı, bu gece ikimiz de çok farklıydık. Gözlerimizde yaşanan yoğun hisler vardı, adı aşk olan.


Son arzum nedir diye


Gelip de bana sorsalar


Gözlerime bakıp da


Her şeyi anlasalar


Şarkıya eşlik etmeye devam ettim. Teşkilatta arada sırada telefonu verdiklerinde hep şarkı dinler ve şarkıları ezberlerdim. Çünkü ayda sadece bir kere telefon ya verilir ya da verilmezdi bu yüzden bütün şarkıları ezberlemeye çalışır ve gece yatmadan beynimde tekrarlayarak rahatça uykuya dalardım.


Açık gitmez gözlerim


Ölsem bile sevgilim


Kulaklarımda çınlıyor


Beni anlatan sözlerin


Aşkıma hiç dokunma


Bırak öylece kalsın


Gerçek sevgi neymiş


Bilmeyenler anlasın


Şarkıya kapılmış gidiyorduk. Etrafımızdaki insanları umursamadan yalnızca kendimize odaklanmıştık. Öyle bir odaklanmıştık ki aşk doluydu bu bakışlar.


Biz aşık olmuştuk.


Ve onun gözlerindeki hislerden de anladığım üzere aşk yalnızca benim değil onun da kapısını çalmıştı. Aşk kapımızı çaldı...


Aşk bizim kapımızı çaldı. İkimizin kapısını. Ve bizim aşkımız.


Aşık olmak, nasıl bir duygu diye sorsalar çok tuhaf bir duygu derdim. Çünkü ona olan hisleriniz bir anda olmuyordu, günler sürüyordu. Ama o zamanlar aşk aşamasında olduğunuzun farkında bile olmuyordunuz. Ve bir anda aşık olduğunuzu sanıyordunuz.


Son arzun nedir diye


Gelip de bana sorsalar


Gözlerime bakıp da


Her şeyi anlasalar


Bağırarak şarkıya eşlik ederken Sarı'dan ses çıkmıyordu. Şarkı veya dans, hiçbirisi umrunda değildi, umrunda olan gözlerimmiş gibiydi.


Son arzun nedir diye


Gelip de bana sorsalar


Gözlerime bakıp da


Her şeyi anlasalar


Daha da güzel uyum içinde dans ettik. Öyle bir dans ettik ki uyumumuza bayılmıştım. Muhteşem uyum ve bütün içinde partnerler...


Harika duygular.


Ve aşk.


Son arzun nedir diye


Gelip de bana sorsalar


Gözlerime bakıp da


Her şeyi anlasalar


Bu paragraf tam üç kere daha tekrarlandıktan sonra şarkı bitmişti ve biz birbirimizden ayrılmıştık. O an etrafımıza baktığımda etraftan büyük bir alkış sesi ve ıslıklar yükseldi. Hiçbiri yakınımızda değildi ama uzaktan bizi izliyorlardı.


Hepsine el sallayıp içten bir tebessüm gönderdim.


Sarı'ya baktım. "Teşekkür ederim."


"Mutlu olman yeterli." Deyip ifadesiz bir yüzle bana baktı. Mutlu olamıyordu çünkü duygularını göstermemesi gerektiğini daha küçük yaşta ona öğreten öz babasıyla amcasıydı.


Yeşil örtüye doğru ilerleyip boşluğa yatay bir şekilde uzandığımda Sarı da hemen yanıma oturdu. Önümüzde ise abur cuburlar duruyordu. Ben sırt üstü uzanmış ve yüzüm gökyüzüne dönük bir şekildeydim.


Hafif başımı yan döndürüp "kaçıncı sınıfa kadar okudun?" Diye sordum.


"Hiç okula gitmedim," diye bir itirafta bulundu. "Lise sona kadar evde özel hocalarla eğitim gördüm."


Şaşkınlıkla dudaklarım bir karış açık kaldı. "Neden ki?"


Yüz hatlarında oluşan gerginlik gözle görülüyordu. Sır vardı aramızda hem onun hem de babasının. Babası sırf mafya olduğu için ailesini herkesten gizliyordu yakalanmamak için. Herkesten saklanmalı bir hayat yaşamışlardı. Çocukları okula göndermemişler fakat geri kalmalarını da istememişlerdi. "Bilmem." Dedi bir süre duraksadıktan sonra. "Okul pek benlik bir yer değildi, yani o öyle söylüyordu."


O dediği kişi büyük ihtimalle amcasıydı ve gözlerinde ona dair belli bir soğukluk vardı. Öfkeliydi ve bu öfkesi de babasıyla annesineydi. Ama nefret yoktu. Onlardan nefret etmediği için kendinden nefret ediyordu belki de . "Okul, çocuklar içindir."


"Ben hiç çocuk olmadım." Keskin ve boğuk sesi, sohbeti bir anda kesti. Arada sırada bana karşı yumuşak oluyordu ama hemen sonra eski haline geri bürünüyordu. Sert, soğuk ve duygusuz bir adam oluyordu. Bana karşı bile olsa duvarını birkaç istisna harici indirmiyordu.


Uzandığım yerde doğrulup onun yanına doğru yaklaştım. Onun vücudu bana doğru yan bir pozisyonda duruyordu. Dizinin üstündeki elini tuttum, hep yara bere olmuş elinin üstüne dokundum. Canı şu an yanmıyordu ama zamanında çok yanmıştı. Avucunun içini çevirdiğimde elinin ortasında kocaman bir yanık izi daha vardı. Sormadım, anlatmazdı.


Alnımı bana dönük olan omzuna yasladım. Gözlerim hâlâ elinin üstündeydi. Çok yumruk atmıştı bu ellerle, kanlarla kaplanmıştı belki de. O bir suç şüphelisiydi ve suçlu olma ihtimali her gün daha da artıyordu. Her ihtimal arttığında benim de canım yanıyordu. Benimle olmasa bile en azından suçsuz olup hayatına devam etmesini istiyordum. Benimle olmasın ama yeter ki hayatına devam etsin istemiştim. Benden nefret etse dahi hapse girmemesini istemiştim.


Elim hâlâ elinde, alnım hâlâ omzundaydı. Hiçbir tepki vermiyor ya da hiçbir şey söylemiyordu. Bu pozisyonda sabaha kadar kalabilirdim. "Senden bir gün ayrılma ihtimalini düşündükçe çok kötü hissediyorum. Benden nefret etme ihtimalin aklıma geliyor ve ağlayasım da geliyor."


Bir şey demedi. Çünkü defalarca beni bırakmayacağına dair söz vermişti. Yani beni sevmeyi bırakmayacağına dair söz vermişti.


"Seni seviyorum, Sarı." Dedim. "Seni seviyorum. Ama bu sevgi, bir bağ adı değil." Alnımı onun omzundan ayırıp gözlerine bakarken iki elimle yanaklarını kavradım. Gözlerim yaşlarla dolarken bir damla yaş yanağımla buluştu. "Ben sana aşık oldum, Sarı."


Şaşkınlıkla bana baktı. Benim ona aşık olduğumu belki biliyordu ama bunu söylememi beklemiyor gibi bir hali vardı. Ona sıkıca sarıldım, bir şey demesine izin vermeden. Kollarımı onun boynuna dolamış ve ifadesini göremeyecek bir şekilde ona sıkıca sarılmıştım.


Bana karşılık verince huzurla gözlerimi yumdum. O da bana karşı boş değildi. Gözlerimden akan yaşları saymadım. Hıçkırıklarım boğazımda düğümlenirken ona daha sıkı sarıldım, hiç bırakmak istemiyormuş gibi daha çok sıkı sarıldım.


Bırakmak istemedim.


Ben aşık olmayı hissettim.


Bir duygu daha hissettim ve o duyguyla da bütün duygularımı.


Aşık olduktan sonra mutlu olmayı, ağlamayı tekrar hatırladım.


Sarı'ya aşık olmuştum.


Ve ihanet gününe yaklaşık dört hafta kalmışken...


Bunu umursamadım. Her ne kadar bağlanıp ikimize de ne kadar acı çektireceğimi tahmin etsem de... ilk defa bencillik yaptım belki de. Onunla olmak istedim, acı çekeceğimi bile bile. Belki birlikte olursak bütün engellere rağmen baş edebilirdik.


Ben onunla dikenli yollara vardım.


Benden ayrıldıktan sonra alnıma minik bir buse kondurup sağ yanağımı avucunun içine aldı. "Benim biricik güzelim," yanağımdaki eli saçlarıma gitti ve saçlarımda dolaşırken dudaklarında çok minik bir tebessüm oluşmuştu.


Daha önce hiç mutlu olmadığım kadar mutluydum, sevdiğim adamlaydım. Ve biz birleşmiştik. İleride ne olurdu, bilmiyorum. Ne hallere düşerdik, bilmiyorum ama bildiğim tek şey bu zamana kadar yaşadığım en güzel hisleri yaşadığımdı.


Ben de tıpkı onun pozisyonunda oturdum, yüzüm denize dönüktü ve hemen yanımda sevdiğim adam vardı. Başımı onun göğsüne yaslayıp bir elimi göğsünün altına doladım. O da bir elini omzumdan sarkıttı.


Sabaha kadar bu pozisyonda kalabilirdim hem de hiç sıkılmadan.


Sarı'nın telefonu çaldığında Sarı bu güzel an bozulduğu için kaşlarını çattı ve telefona uzanıp aldı. Kimin aradığını göremeden kulağına götürmüştü. "Söyle,"


Karşı taraftan bir sesler geliyordu fakat anlamıyordum. "Tamam, geliyorum." Telefonu kapatınca merakla ona baktım.


"Kim aradı?"


"Ateş." Deyince meraklandım.


"Neden aramış? Nereye gidiyorsun?" Diye art arda iki soru sıraladım.


"Akif'in kardeşi ölmüş. Aren'in evine taziye ziyaretine gitmemiz gerekiyor." Galiba bu mafyalık şeysinde racon böyleydi, her ne kadar düşman da olsalar birisi vefat edince gidilmesi gerekiyordu.


Bir dakika!


Akif?


Sönmez'di.


Sönmez'in kardeşi Irmak vefat etmişti.


"'Ne?" Diye mırıldandım zorlukla ama o benim ruh halimi anlayamamıştı çünkü belli etmemiştim.


"Cenaze yarın sabah kalkacakmış." Diye bir açıklamada daha bulundu.


~


Taziye evine ilk adım attığımızda boğuk bir hava bizi karşıladı. Etraftan soğuk rüzgarlar esiyor gibi hissediyordum. İçeride kadınlar ve erkekler bulunuyordu. Herkes baş sağlığına gelmişti.


Sarı bütün ciddiyetiyle içeri girince ben de peşinden gittim. Hemen sol köşedeki koltukta ağlayan Aren Arsal ve onun yanında da Sönmez duruyordu. Sarı üstüne düşen görevi yerine getirmek amacıyla elini Aren'e uzattı. Aren gözyaşlarını sildi ve Sarı'nın elini tuttu. "Başın sağ olsun."


"Eyvallah." Dedi Aren ve ellerini ayırdılar.


Sarı aynı şekilde Sönmez ile de konuştu ve koltukta bir yere oturdu. Aren'in elini sıkmak yerine karşısında durdum. "Başınız sağ olsun."


Aren başını salladı. "Dostlar sağolsun."


Sönmez'in karşısında durduğumda gözyaşları öyle bir akıyordu ki sahte olduğunu bilsem dahi ona sarılmak istemiştim çünkü gözleri çaresizce bakıyordu. "Akif bey, başınız sağ olsun. Çok üzüldüm. Gerçekten."


"Sağ olun, Adal hanım." Dedi ve gözlerime teşekkür edercesine baktı. Fırsatını bulduğumuz ilk dakika acilen bir plan yapmamız gerekiyordu.


Teşkilattaki dört kişilik ekibimizde rakip olmadığım tek kişi Sönmez'di ve onun da kazanması için elimden geleni yapacaktım. Sarı'nın yanındaki Gamze'ye ters bir bakış gönderdim ve ikisinin arasına oturmak için "Sevgilim yana kayar mısın?" Diye sordum. Gamze kudururken Sarı benim dediğimi yaparak yana kaydı ve ben de Gamze ile Sarı'nın ortasına oturdum.


Gamze'nin yanında Timsah, Timsah'ın yanında da Kimliksiz ile Demir oturuyordu. Koltuk epey büyük olduğu için hepimiz sığmıştık. Diğer koltuklarda ise tanımadığım birkaç erkek ve iki kadın oturuyordu.


Sönmez, kardeşini kaybetmiş bir abiyi oynamaya devam ederek hıçkırıklara boğuldu saniyeler içerisinde. Yüzünü ellerinin arasına gömdü.


Timsah, "bize de selam vermek yok mu?" Diye sordu alaylı bir tavırla.


"Selam, Asır." Deyip yapmacık olduğu belli olan bir tebessüm takındım. "Oldu mu?"


"Sevgilimle muhattap olma." Dedi Gamze sinirle aramıza girerek.


"Dedi, sevgilimin kapısına dayanan kız." Deyip yapmacık, küçük bir kahkaha attım.


Timsah uğradığı hayal kırıklığıyla, "Gamze ne demek bu?" Diye sordu.


Gamze hızlıca yalana başvurarak, "saçmalıyor işte." Dedi fısıltılı bir sesle.


"Sen saçmalama asıl!"


"Bana bak," deyip bana doğru bir hamlede bulunmaya çalışınca Timsah, Gamze'yi tuttu.


Sarı korumak istercesine bir elini omzumdan atarak beni kendine doğru çekti. Gamze bu hareketini gördükçe daha da kudurduğuna emindim. Oh olsun!


Kimsenin görmediğine emin olarak Kimliksiz'in dikkatini çekmek için ona bakmaya başladım. Gözlerimi üstünde hisseden Kimliksiz bana baktı. Kaş göz işaretiyle ona bir şeyler anlatmaya çalışıp başımı arkaya yaslayarak mutfağı gösterdim.


Kimliksiz beni onaylayıp Demir'e bir şeyler fısıldadı ve hızlıca oturduğu yerden kalkıp mutfağa gitti.


"Ben su içip geleceğim," deyince omzumdaki elini üstümden çekti ve ben de ayağa kalktım.


Koltuklar arasındaki boşluktan geçerek Kimliksiz'in gittiği yolu takip ettim hızlıca ve mutfağa girdim. Mutfaktaki aralık kapıyı görünce hiçbir şey konuşmadan Kimliksiz'in kolunu kavradım ve balkon kapısından ikimizi de dışarı çıkarttım.


"Ne oldu?" Diye sordu Kimliksiz, saçlarını düzelterek. Rüzgar saniyeler içerisinde epey esmiş ve saçlarını bozmuştu.


"Kıvanç Ateş," deyip yutkununca bakışları derinleşti. Ve bir şeyler düşündü.


"Soyadı..." dedi sessizce. "Ateş. Demir ile bir bağlantısı var. Kim bu?"


Öne doğru eğilip kulağına yaklaştım. Söyleyeceğim çok gizli bilgilerdi, kimseye yakalanmak istemiyordum. "Demir'in abisi." Deyince şaşırmadı, büyük ihtimalle bunu bekliyordu zaten. Eli ensesine gitti ve oradaki bir bölgeyi ovuşturdu, düşününce hep bu hareketi yapardı. "Demir'in abisi Kıvanç Ateş, Sarı'nın ablası Nazlı'yı öldürmüş."


"Ne?!" Bir anda yüksek sesle bağırınca elim refleks halinde dudaklarının üstünü örttü.


"Sakın, bağırma. Sus." Deyip yavaş yavaş elimi onun dudaklarından ayırdım. "Düşmanlıkları, Sarı'nın mektubu bulmasıyla başlamış. Yani öyle tahmin ediyorum. Kıvanç, Sarı'ya bir mektup yazmış. Elinde kanıt var ama Kıvanç kimliğini değiştirip kendisini ölü olarak göstermiş. O yüzden hiçbir yerde bulunamıyor."


"Oha." Dedi Kimliksiz, tepkisinden bu kadarını beklemediği ortadaydı. Afallamıştı, onun bu hali birkaç saniyelik gülme isteği uyandırsa da gülmedim. Duygularımı yaşayabildiğim için ve içimde biriken duygularım yüzünden her duygumu en uç noktada yaşıyordum.


"Ortada bir kan davası varmış, sen söyledin." Diye sesli düşündüm. "Yani Sarı ailesinin büyüklerinden birisi Ateş ailesinden birisini öldürmüş. Kıvanç'ın babası da kan davası için Kıvanç'a sorumluluğu vermiş. Bir de..." deyip alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. "Sarı'nın babasından bir mektup vardı. İşte mafyalık işlerini devam ettirsin diye bir mektuptu. Sonra Sarı on dört yaşındaki haliyle bir mektup yazmış, onu da buldum. Amcasının ona bütün savunma ve saldırı derslerini öğrettiğine dair bir mektuptu. Tıpkı bizim teşkilattaki derslerimiz gibi. Sarı da bizim gibi yetiştirilmiş. Ama o bir mafya."


"Bensiz dedikodu mu yapıyorsunuz yoksa?" Timsah'ın sesini duyduğum gibi arkamı döndüm. "Siz ikiniz," deyip benle Kimliksiz'i işaret etti. "Ne zamandan beri kanka oldunuz? Sen Balpeteği," deyip tam karşıma doğru geldi. "Ne ara ona bu kadar güveniyorsun ve ona bir şeyler anlatarak yardımcı oluyorsun? Kazanan her zaman senin olman gerekmez mi? Sen onun hapse girmesini istemiyor musun?"


"Bencil düşüncelerini kendine sakla," deyip kollarımı göğsümde birleştirdim. "Bencilliği senden öğrendim ben, Timsah."


"Bencil olmak benim için bir iltifat," deyip pis pis sırıtınca yüzüne bir yumruk atmak istemiştim.


"Kötü kalplisin," dedi dudaklarını öne doğru bükerek.


"Susun artık." Dedi Kimliksiz. "Birinci olmak için Timsah hariç üçümüz de çok çabalıyoruz. Bu konuda rakibiz. Fakat içimizden birisinin de hapise girmesi bizim işimize yaramaz. Sonuçta sekiz yıllık oda arkadaşıyız, iyi veya kötü bir şekilde geçindik. Aklımızı başımıza toplamamız lazım." Fısıltılı şekilde konuşuyordu. "Bu dört şüphelinin de ortak noktaları var. Eğer birlikte hareket edersek başarmamız çok kolay olur." Ben zaten SBS çalıştırmayı bildiğim için içim rahattı. O yüzden onlara yardım edecektim.


"Gamze kolay," dedi Timsah. "Ben başardım, dostlar."


"Bu kadar bencil olmayı keser misin?" Dedi Kimliksiz ve Timsah'ın omzuna yumruk attı.


Timsah bu yumruktan hiç etkilenmemiş gibi umursamadı. "Benimle sevgili oldu bile. Hem Ezhel'i kıskandırmak için de değil. Gerçekten sevgili oldu."


"Ama bu seni sevdiği için değil. İlişkiniz oyun değil, evet ama o seni sevmiyor ve bu ilişkinin temelinde sana söylemese dahi Ezhel'i kıskandırma amacı olduğu çok belli." Dedi Kimliksiz ben tam konuşmadan önce.


"Gamze, Sarı'nın kapısına geldi, Timsah." Diye acı gerçeği yüzüne vurdum. "Öyle sana aşıkmış gibi umutlanma. Sana güvenmeyebilir."


"Dostlar," dedi Timsah yanağımdan bir makas alarak. "Benim için endişelenmeyin çünkü ben şu an dünyanın en mutlu adamı olabilirim. Ayaklarım çoktan yerden kesilmiş gibi..."


"Bu arada..." deyip surat salladım. "Biz Sarı ile sevgili olduk."


İkisi de aynı anda "ne?" Diye sordular. Hepsi ilk günden beri ilişkimizin sahte olduğunu biliyorlardı çünkü bu kadar kısa sürede Sarı'nın benimle sevgili olmayacağını tahmin etmişlerdi. Şimdi ise sahte ilişkimizi gerçeğe dönüştürdüğümüze şaşırmışlardı.


"Evet," dedim. "Demir aramadan hemen önce olduk hem de. Sahil kenarında oturuyorduk." Tatlı tatlı gülümsedim. "Çok yakışıklı ama değil mi dostlar?"


Timsah "ben ondan daha yakışıklıyım değil mi Kimliksiz?" Diye sordu. "Ben çok yakışıklı ve kaslıyım." Kollarını iki yana açıp kasınca ortaya bayağı büyük kasları çıktı.


"Kesinlikle." Dedi Kimliksiz. "Benim yakışıklı düşmanımı yakışıklılık konusunda hangi erkek geçebilir ki?"


"Ama düşman falan ayıp oluyor, dostum." Dedi Kimliksiz'in yanağından da makas alarak. "Seni seviyorum, güzelim." Alayla kahkaha atıp elini geri çekti.


"Ben sevmiyorum." Diye somurttu.


"Çok mutlu oldum." Dedi Timsah didişmeye devam ederken. "Benden uzak dur, yeter."


"Hey, hey. Çocukluk yapmanın zamanı değil. Sönmez'in başı dertte, farkındaysanız? Çocuğun bütün planı alt üst oldu." Diye araya girdim.


Timsah'ın pek umrunda olmuş gibi gözükmüyordu. "Ölüm döşeğindeki kız üzerinden plan yapmasaydı o da."


"Hatırlarsan biz de aşk üzerinden yaptık," dedim. Daha sonra elimle ikisini işaret ettim. "Sizin şüphelileriniz birilerinden hoşlanıyorlarken hem de. Hatta Kimliksiz bile şu an risk içinde, bilmem farkında mısın?"


"Risk alın diye ben mi dedim?" Savunması gerçekten çok komikti.


"Sus, Timsah, sus!" Deyip bir ayağımı sertçe çimenlerin üstünde vurdum. "Sen pisliksin, duydun mu beni?"


"Duydum," dedi yapmacık bir şekilde üzülürken. "Sen kötü kalpli bir kadınsın. Hep öyleydin. Vicdansız."


"Kes." Dedim göz ucuyla ona bakarak.


"Kesmiyorum."


Kimliksiz derin bir nefes aldı. "Susmanız gerekiyor. Sönmez keşke gelebilseydi."


"Çok oyalandık." Yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Kimliksiz ilk sen geldin, eminim dikkat çekmişsindir yeterince."


"Tamam," deyip öne doğru atıldı.


Bahçede Timsah ile tek kalmıştık. Sessizlik içinde geçen saniyeler sonucunda ilk o konuştu. "Gerçekten sevilmek nasıl bir his, sevdiğin adam tarafından?" Bakışları bende değildi, evin üstündeydi.


"Çok güzel bir his," dedim. O, Gamze tarafından gerçekten sevilmediğini biliyordu. Ve bu hissi tadamamıştı. "Ve sen bunu yaşamadığını biliyorsun."


"Biliyorum, o kadın Ezhel'i seviyor. Bu kadar kısa sürede ona onu unutturmam pek mümkün değil, bunun bilincindeyim. Ama aşık olmak da güzel,"


"Bir gün sevildiğinde sevilmenin daha güzel olduğunu göreceksin." Dedim. "Sevilmek o kadar güzel ki... biz hiç sevilmedik, Timsah. Sevilseydik biraz ailemiz tarafından şu an burada olmazdık belki de. Bizi bırakmasalardı eğer."


"Ben hiçbir zaman sevilmeyecek miyim?" Diye masum sesle sorunca ona sarılmak istedim ama aramızdaki duvarlar engel oldu.


"Belki sevilirsin, bir gün."


"Belki de..." dedi zorlukla. Bir süre durdu. "Belki sevilseydim bu kadar bencil bir insan olmazdım. Hiç sevilmedim ki sevmeyi öğreneyim. Özür dilerim, eğer dediğin kadar sana bencil davrandıysam." Bir iç çekti. "Eğer birazcık sevilseydim belki öğrenirdim sevmeyi, bu kadar bencil olmazdım. Sen sevmeyi öğrendin, bana da öğretsene." Utangaç bir tavır takındı yüzüne. Çok masum duruyordu.


Daha fazla dayanamadım ve ona sıkıca sarıldım. Dostça bir sarılmaydı. "Bak, böyle işte." Bana karşılık vermedi çünkü bunu beklemiyordu. Bana sarılmadı çünkü sarılmayı bilmiyordu. Ne yapacağını, nasıl karşılık verileceğini bilmiyordu. Aldırış etmedim. Belki bir kadın girerdi hayatına ve o, ona sarılmayı öğretirdi. Ondan ayrıldığımda küçük bir kahkaha attı.


"Çok güzelmiş. Sıcacık hissettim, bu buz gibi havaya rağmen. İyi geldi, dostum. Eyvallah."


İçten bir tebessüm gönderdim.


"Şimdi benim gitmem gerekiyor, birazdan da sen gel." Deyince başını olumlu anlamda salladı.


İçeri doğru ilerlemeye başlayıp onu arkamda bıraktım.


Loading...
0%