Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6.Bölüm

@samiraertennn

İki gündür her şey yine oldukça sıradan gidiyordu. Silah -pek kanıt olarak sayılmasa da- dışında hiçbir kanıt bulamamıştım. Bu işin sonucu hapiste bitmesin diye kafayı yemek üzereydim. Ne SBS'i bulabiliyordum ne de bir kanıt. Bugünlerde Sarı şirkete gitmiyordu, sürekli başka yerlerde toplantıları vardı bu yüzden SBS'i aramak için şirkete dahi gidemiyordum.


Birazdan Sarı gidecekti ama ben de onunla gidecektim. İş için iki geceliğine Antalya'daki ormanlık alanda yer alan bungalov evlere gidecektik. Üstelik sadece Sarı ile ben olmayacaktık. Diğer üç ajan olan oda arkadaşlarım ve diğer şirket adamları da orada olacaktı. Demir Ateş, Kimliksiz, Aren Arsal, Irmak, Sönmez, Gamze Ersoy ve son olarak Timsah da orada olacaktı.


Bir yandan bavulumu sürüklüyor bir yandan da sırt çantasının diğer ucunu sağ kolumdan geçirmeye çalışıyordum. Karşımda beni Sarı bekliyordu. Kapı hafif açık olduğundan ben onu görebiliyordum ama o ise koridorda oyalanacak başka şeylere bakıyordu.


Sarı çıkan sesler yanına yaklaştıkça gözlerini bana değdirdi ve birkaç adımda yanıma gelerek taşıdığım valizi boşta kalan eliyle tutup havaya kaldırdı. Diğer elinde de kendi siyah valizi vardı.


"Çok ağır olmadı mı?" Diye sordum çantamı kollarıma iyice geçirerek.


"Sen mi taşıyacaksın?" Diye alayla sorunca gülmeden edemedim.


"Evde bir kas yığınıyla yaşarken valize gözümün ucuyla bile bakmayı tercih etmiyorum." Bunu dememle dudakları hafif kıvrılır gibi oldu ama gülümsemedi. "Çok güzel olacak." Deyip heyecanıma mani olamadım.


Önden hızlı hızlı inmeye başlarken o da hemen arkamdan geliyordu. Nihayet merdivenleri bitirdiğimizde sabah kahvaltısı için dün geceden hazırladığım sandviçleri almak için dolaba ilerledim. Bilerek dün geceden hazırlayıp dolaba koymuştum ki sabaha buz gibi olsun diye. Hızlıca iki sandviçi alıp birisini Sarı'ya uzattım. "Ben yemeyeceğim, bir kahve alırım yolda."


Dudaklarımı hüzünle öne doğru büzdüm. "Ben yaptım ama bunu." Diye homurdanıp sandviçi ona uzatmaya devam ettim. Alması için kolumu titreştirdim.


"Sen ye. Ben ekmek tüketmiyorum." Dedi.


"Ne inatçısın sen!" Diye haykırıp öne doğru gittim. "Ağlarsam vicdan azabı çek tamam mı?"


Arkamdan bana baktı. "Bunun için ağlar mısın? Yemediğim için mi?"


"Boşa giden emeklerim için ağlarım."


"Ağlarsan ver o zaman." Deyip sandviçe uzanacaktı ki hızlıca ondan kaçırdım. "Ne yapıyorsun?" Diye sordu sorgularcasına.


"İkisini de ben yiyeceğim."


Sinirle homurdandım ve kapıya doğru yürüyecektim ki son anda nazikçe kolumu tutup beni durdurdu. Bana doğru bir adım attı ve başını sağa doğru eğdi. Kaşlarını kaldırıp, "seni üzmek istemedim. Gerçekten." Dedi. Hiç kavga etmeye de gelmiyordu bu adam, hemen gönlümü alıyordu. "Şimdi ver onu." Deyip hiç zorlanmadan sandviçi elimden aldı. "Arabaya geçip birlikte yeriz."


Masumca gözlerimi kırpıştırdım. Bu hareketlerim, bu yapmacık hareketlerim tam anlamıyla kendimden nefret etmeme sebep oluyordu. Ben bu değilim, diye haykırmak istiyordum. Ben böyle birisi değilim. Bir erkek kalbimi kırdı diye ağlayacak kadın değilim. Bu hayat çok güzeldi ama. Nazımı, tribimi çeken birisinin olması çok güzeldi ama ben bu karaktere ait değildim. Trip atmaz, üzülmez, kalbi kırılmaz bir robottum. Ne çok isterdim böyle tatlı, masum ve saf bir kız olmayı...


İki valizi tekrar havaya kaldırınca ben de önden hızlı yürüyüp kapıyı açtım ve önden çıktım.


~


Uçak pistinin oraya geldiğimizde bir havaalanından geçmediğimizi ve direkt buraya geldiğimizi görünce şaşırmıştım. Önceki ajanlık serüvenimde havaalanından uçakla başka bir şehre gitmek zorunda olduğumda görmüştüm.


"Buraya neden geldik?" Sorumla birlikte Sarı bana baktı. "Havaalanına gitmemiz gerekmiyor muydu?"


"Yok," dedi. "Benim helikopterimle gideceğiz."


Şaşkınlıkla uçak pistinde yer alan kahverengi helikoptere baktım. Gerçekten helikopterle gidecektik. Heyecanım gözlerimden okunuyordu. Aceleyle Sarı'yı bile beklemeden arabadan atladım. Sarı da indi arabadan ve bagajdaki valizleri yine tutup kaldırdı. Onları havaya kaldırıp taşırken hiç zorlanıyor gibi gözükmüyordu.


Helikoptere doğru ilerledik. Önde şoför vardı, aşağıya indi. "Hoşgeldiniz." Deyip Sarı'nın elindeki valizleri aldı. "Bunları arkadaşıma teslim ediyorum. Sizden önce gideceğiniz bungalov evlerde olacak."


Sarı başını salladı ve helikoptere binmem için elimi nazikçe kavradı. Beni merdivenlerden yukarı çıkardıktan sonra ben helikopterin arka koltuğuna oturdum. O da yanıma yerleştikten sonra şoför hızlıca kapıları kapattı. Ön tarafı göremiyorduk, önümüz kapalıydı ve bulunduğumuz arka tarafta yalnızca iki koltuk vardı. Yanlarımızdaki camlardan dışarısı gözüküyordu. Oturduğumuz koltuklar deri ve siyahtı.


"Beğendin mi?" Diye sordu.


Ben ise bilerekten içeriyi heyecanla inceliyormuş gibi yapmaya devam ediyordum. Sorusuna karşılık abartılı bir tavırla başımı üst üste salladım. "Çok." Deyip gülümsedim ama gülümsememin dozunu bir tık kaçırmış olacaktım ki az daha dudaklarım çatlayacaktı. Role bazen kendimi fazla kaptırıyordum.


Helikopterin pervanesi çalışmaya başlayınca içeriyi aşırı yüksek bir gürültü kaplamıştı. Ve yavaş yavaş pistte düz yürüdüğümüzü gördüm camdan. Hâlâ havalanmamıştık ama helikopterin hızlanmasından az sonra kalkış yapacağımızı az çok tahmin ediyordum.


"Daha önce hiç bungalova gittin mi?" Daha sonra bu sorumu kendim cevaplayarak, "gerçi, öyle yerlere tek gidilmez. Sıkılırsın, değil mi?" Dedim. Gözlerimi bilerek pörtlettim.


"Merak ediyorsan..." deyip keyifle arkasına yaslandı. "Daha önce hiç sevgilim olmadı."


"Neden?" Bu soruma karşılık bana anlamsız bir bakış atmıştı.


Neden sevgilisinin olmadığını sormuştum ben az önce değil mi? Şu an bu ortamdan deli gibi kaçmak ve bir daha Sarı'nın yüzüne bile bakmamak istiyordum. Bu sorduğum soruyla çok utanmıştım.


"Yani bilemiyorum." Gözlerindeki alay gittikçe büyüdü. Benimle eğleniyordu ve bunu belli edip beni utandırmaktan hiç çekinmiyordu. Sinirle somurttum. "Acaba neden hiç sevgilim olmamış ki?"


"Sana soruyorum işte." Çenesini tutamamış bir kız rolüne girebilirdim bu sayede. Daha demin sorduğum için utandığım soru şimdi de benim için yeni bir yola başlangıç ettirmişti.


"Sevdiğim birisi hiç olmadı," az önceki alaylı tavrı silindi.


"Hiç mi olmadı?" Diye şaşkınlıkla sordum. Ağzım merakla aralandı. "Niye olmadı? Hiç mi birini sevmedin?"


"Hiç." Dedi. Bunu söylerken bir an bile düşünmemişti ve gözlerinde hiç tedirginliğe rastlamamıştım. Kendinden emin ve netti; bu tavır ona çok ayrı bir hava katıyordu. Karizma katıyordu. Cevapları birbirinden kısa ve netti. Arada sırada cevapları düşündürse de kaçmıyordu sorudan.


Gözlerim cama kayınca bulutların üstünde olduğumuzu yeni farkettim. Heyecanla ellerimi cama yapıştırdım. "Sarı!" Diye çığlık attım. "Baksana, bulutların üstündeyiz." İşaret parmağımla bizim altımızda olan kuşu işaret edip kıkırdadım. Ve kuşa el salladım. "Bak, kuş." Dedim.


O ise bir şey demedi ama mutlu olmamdan dolayı mutlu olmuştu, bunu hissedebiliyordum.


~


Helikopterden indikten sonra bir arabaya binmiş ve yarım saat içerisinde ormanlık alana girmiştik. Ormanlık alandaki patikanın üstüne park edilen arabadan indik Sarı ile birlikte.


Tam karşımızda dört adet yan yana duran bungalov evler vardı. Sarı ile birlikte yan yana dört evin yanına doğru yürürken, "hangisi bizim?" Diye sordum.


En baştaki evi çenesiyle gösterdi. "Orası bizim evimiz." Küçük bir evdi ve dış cephesi kremle kahverengiydi.


Evin önüne kadar yürüyüp iki basamaklı merdiveni çıktık. Sarı, anahtarla evin kapısını açtı. Üçgen tarzı bu evin dış kapısı normal evlerin ki gibi dikdörtgendi ve siyahtı. Evin içerisine geçtik. Sarı kapıyı kapattı.


Ahşap zeminin üstünde durduğumuzda gözüm pembe valizime ve Sarı'nın siyah valizine kaydı, getirmişlerdi bizden önce. Etrafıma bakındım.


Solda çift katlı ranza vardı. Ve iki yatak arasında ahşaptan bir merdiven yapılmıştı. Yatakların yanında küçük bir elbise dolabı da yer alıyordu ama fazla küçük değildi. En azından Sarı ile benim kıyafetlerimin sığacağını düşünüyordum. Evin en sol köşesinde ise lavabo sandığım bir kapı vardı.


Yatakların çaprazında ise Amerikan  tarzı küçük bir mutfak vardı ama mutfakla salon bitişikti. Yataklarla mutfağı ayıran şey ise tezgahın belli bir kısmıydı.


Mutfağın daha da sağda kalan bölümünde ise küçük bir televizyon ve tekli, iki tane koltuk yer alıyordu. İki koltuğun arasında ise küçük bir beyaz masa yer alıyordu. Evin dört duvarında da camlar vardı ve ormanlık alanlar da dahil diğer bungalov evlerini görebiliyorduk.


"Toplantılar ne zaman olacak?" Diye sordum valizimi yan devirerek. Valiz hemen dolabın yanında olduğu için sürüklememe gerek kalmamıştı.


"Bu akşam." Deyip beni izleyebilecek şekilde öbür tekli koltuğa oturdu yani yüzü bana dönük olacak şekilde.


Valizimdeki elbiseleri dolaptan çıkardığım askılara yerleştirirken, "yarın ne yapacağız peki?" Diye sordum.


"Eğlence mekanına götürecekler." Dedi başını arkaya yaslarken. Buna hiç istekli görünmüyordu benim aksime.


"Ne güzel işte." Askılara astığım elbiseleri tek tek, özenle dolaba yerleştirmeye başladım. "Eğleniriz, fena mı?" Nihayet bütün kıyafetleri hızlı hızlı bitirdiğimde ilk başta Sarı'nın valizine, daha sonra da Sarı'ya baktım. "Sen dolaba dizmeyecek misin?" Diye sordum merakla.


"Gerek yok," diye bir yanıt verince dik dik ona baktım.


Bir elimi belime yerleştirip, "hep kırışır bu kıyafetler." Dedim ve valizini devirip fermuarını açtım. İki, üç parça kıyafet elime yapışmazdı herhalde. Onun için bunu yapabilirdim.


Bir şey demeden onun da valizini özenle benim kıyafetlerimin yanına yerleştirdim. Yine tamamen siyahlara bürünecekti anlayacağım üzere. Benim kıyafetlerim pembe, mor, turuncu ve mavi gibi çeşitli renklerden oluşuyorken benim aksime onun hepsi siyahlardan oluşuyordu. Aralarına karışan en ufak renkli bir kıyafet bile yoktu. "Bu siyah kıyafetlerle boğulmuyor musun?" Ben de siyahı çok seviyordum fakat bunu kıyafetlere yansıtmaktan pek hoşlanmıyordum.


"Siyah dışında bir renk giymem." Dedi Sarı.


Dolabın kapaklarını kapattıktan sonra ona doğru ilerledim ve karşısındaki tekli koltuğa oturdum. "Hiç mi?" Diye sordum.


Başını olumsuz anlamda sallayıp beni yanıltmadı. Derin bir nefes aldıktan sonra ise "hayır." Deyip destekledi.


Bacağımı diğer bacağımın üstüne atarken boynuma astığım çantadan telefonumu çıkardım ve rastgele bir şeylere bakınmaya başladım. Diğerleri gelmeden bir macera veya herhangi bir kaos yoktu ve bu açıkçası biraz can sıkıcıydı. Ben buraya kaos için gelmiş olabilirdim. Buradan beklentim kan, kavga veya dövüş değildi fakat entrika ve kaos istiyordum. Eğer bu kaos birilerinden çıkmazsa ortalığı ben karıştıracaktım. Madem B planına geçiş yapmıştım, o zaman biraz eğlenip rahatlamak istemiştim.


Bu sinsi düşüncelerimi Sarı'dan ustaca saklayarak gözlerimi telefona kilitledim ve videolar izlemeye başladım. Sesi Sarı'yı rahatsız etmesin diye kısmayı tercih ederek yeri geldiğinde duymadığım zamanlarda kulağıma yaklaştırmıştım.


Ama canımın sıkıntısı geçmiyordu. Yan evde hareketlilik hissettiğimde beyaz perdelerin açıkta bıraktığı camdan dışarı baktım. Göremediğim için bedenimi hafif havaya kaldırıp dizlerimin üstünde koltukta oturduğumda Timsah ile Gamze'yi görmüştüm.


"Komşucuklar gelmiş." Deyip telefonu masanın üstüne fırlatırcasına bıraktım. "Bir hoşgeldin demem lazım." Ellerimi birbirine sürttüm ve ayağa kalkarken Sarı'nın da ayaklandığını gördüm. Gamze'nin yanına onun da gitmesi düşüncesi beynime sarsıcı bir darbe vermişti birden bire. Onu Gamze'den saklamak istiyordum. Gamze'nin onu görmemesini istiyordum. "Sen nereye?" İçimdeki öfkeyi tutamamış ve Sarı'ya çıkışmıştım.


"Seni onların arasına tek göndereceğimi mi sanıyorsun?" Diye sordu.


Bir ayağımı zemine vurdum. Gamze ile yan yana olma düşüncesi karnıma krampların girmesine neden oldu. "Kendimi koruyabilirim!" Diye ciyakladım. "Sen o kadına hoşgeldin falan diyemezsin!" Bağırmaya devam ettiğimde bana anlam veremeyen bakışlarla baktığını gördüm.


"Sadece güvende olman için geliyorum." Dedi dişlerinin arasından. "Amacım bir kadınla konuşmak değil."


"Hıı!" Deyip ona inanmamış gibi yaptım. "Belli." Diye sinirle homurdandım. "Baksana, gelmek istiyorsun. Niye gelmek istiyorsun?"


"Kaç defa daha demem gerekiyor?" Diye sordu. O da sinirleniyordu ama beni kırmamak için öfkesini saklamaya çalışıyordu. Gözlerinde gördüğüm öfke gittikçe kendini daha da gösterdi ama ses tonunu benim için sakin tutuyordu. "Seni korumak için geliyorum. Madem benim gelmemi istemiyorsun sen de gitmeyeceksin."


Sinirle bağırmaya devam ettim. Gamze'ye kendi ellerimle onu götürme düşüncesi sinirlerimi hoplatmaya yetmişti. Peki, onun Gamze ile birlikte aynı yerde bulunup bir ihtimal de olsa konuşma düşüncesi neden beni rahatsız ediyordu? Sarı'yı niye ondan kaçırmaya ve uzaklaştırmaya çalışıyordum ki? Bu düşünce kendime sinirlenmeme neden oldu.


"O kadın seni seviyor, anlamıyor musun?!" Diye bağırdım sinirle. "Gelme işte, gelme!"


Göz göze gelmek için bana doğru bir adım attı ve başını eğdi. "Bu seni neden rahatsız ediyor?"


Bu soru yüzünden bakışlarımı ondan kaçırdım ama o bakışlarımı kaçırmama izin vermeyerek çenemi kavradı ve gözlerini tekrar gözlerimle birleştirdi. "Bilmiyorum." Dedim sinirimi azaltmak için derin nefesler alıp vererek. "Çok sinir bozucu işte!" Ters ters ona baktım. "Benden hoşlanan birisi-"


Bunu dememle gözlerini kapatıp öfkeyle burnundan derin bir nefes aldı ve hızlıca sözümü keserek bir elini havaya kaldırdı. "Sakın!" Dedi. Onu ikinci kez bu kadar öfkeli görüyordum. Birincisi Demir'i döverken, ikincisi de bu zaman. "Sus!" O bana ilk defa bu kadar öfkeliydi ama bu öfkesinden çekinmiyordum. Çünkü o bana zarar vermezdi. Geriye doğru çekilip çenemdeki elininin boşluğa düşmesini sağladım.


"Bu seni neden rahatsız ediyor?" Diye sorarak az önce bana dediği şeyin aynısını söyledim ve bana dediklerini böylece iade ettim.


Bana cevap vermeden gözlerini yavaş yavaş araladı. Öfkeden dolayı kıpkırmızı olmuştu. Bir şey demesini beklemiyordum. Arkasını dönüp az önceki oturduğu yere ilerledi ve yine aynı koltuğa oturdu. İstediğimi elde etmesem de onun da benimle aynı hisleri hissetmesini sağlamıştım. En azından artık beni anlıyordu. Ben de daha demin kalktığım koltuğa ilerleyip oturdum.


Bir anda kapıya vurulmasıyla istediğim şey ayağıma gelmişti ama Sarı bu evdeydi. Gamze ile Timsah gelmişti büyük ihtimalle. Ayağa kalkınca Sarı benden önce davrandı ve herhangi bir tehlikeye karşı beni arkasında bırakarak kapıyı açtı. Gövdesi bütün görüş alanımı kapladığından başımı Sarı'nın bıraktığı boşluktan hafifçe çıkarttım.


Pis pis gülen Gamze ve Timsah duruyordu karşımızda.


"Merhaba, komşularım." Timsah'ın bir adım öne atmasıyla kıkırdamamak için kendimi zor tuttum. Timsah evin içine göz atmaya çalışsa da Sarı'nın kocaman gövdesi buna engel oluyordu. Timsah başını iki yana salladı. "Hiç misafirperver değilsin, Ezhel." Elini Sarı'ya uzattı. "Tanışmadık o gün."


Sarı öfkeyle Timsah'ın eline bakıyordu. Timsah onun elini tutmayacağını anlayınca elini geri indirdi. Havalı bakışlarından birisini atarak, "ben Asır, Asır Şafak. Gamze ile ortak olan o adamım. Şirketlerimiz ortak, hayatlarımız ortak. Çıkarabildin mi?" Diye sordu. Kaşlarını kaldırdı.


Gamze, Sarı'ya dolmak üzere olan gözlerle baktı. "Bizden erken gelmişsin."


Gelmişsin? Burada ben neydim peki? Sadece Sarı gelmemişti, ben de buradaydım. Sarı'yı var gücümle kenara ittirip çıkmaya çalıştım ama gücüm yetmeyince ona öfkeyle baktım. Benimle baş edemeyeceğini anlayınca hafif kenara çekildi ve bana yer açtı. "Merhaba Gamzeciğim," deyip Sarı'nın koluna girdim ve kendime doğru çekiştirdim. "Sarı tek gelmedi buraya. Biz ikimiz..." deyip işaret parmağımla Sarı ile kendimi gösterdim. "Sizden erken geldik, evet." Yapmacık olduğunu çok çok belli ettiğim bir gülümsemeyle Gamze'ye baktım.


Timsah da "öyle mi" dercesine bir bakış gönderip gülmemek için kendini zor tuttu. Bunu Sarı görmemişti. Timsah, "Adal hanım olmalısınız?" Diye sorunca Sarı'nın tuttuğum kolu gerginleşti.


Tam bir şey diyecektim ki Sarı benden önce davranıp, "bas git buradan, adamın asabını bozma. Hadi!" Dedi dişlerinin arasından. Yine daha önceki iki öfkeli hâline bürünmüştü. Kendine yapılan şeylerdense bana yapılanlar daha çok zoruna gidiyordu ve çabucak sinirleniyordu.


"Niye ki Ezhel?" Diye sordu Timsah yapmacık olduğu bir hüzünle. "Tanışmak istedim."


"Benim sevgilimle," dedi vurgu yaparak. Çok içten söylemişti ve sanki kulağa bir anlığına gerçekmiş gibi gelmişti. Ama gerçek değildi, biz Sarı ile olamazdık ki. Ben ona ihanet için gönderilmişken üstelik. "Benim sevgilimle tanışamazsın, konuşamazsın! Ona bakamazsın! Ondan uzak duracaksın. Anladın mı beni?" Kıskançlığın zirvesini yaşıyordu ve ben de Gamze'ye bakarak sırıtıyordum.


"Belki Adal hanım benimle arkadaş olmak isteyecek, sen neden karışıyorsun?" Diye sordu Timsah lakayik bir tavırla. Timsah'ın derdi benimle değildi, tamamen Sarı ile alakalıydı.


"Seninle arkadaş falan olmak istemez." Dedi Sarı. "Yürüyün gidin evinize."


Timsah bu sefer bana baktı. "Sevgilin senin adına karar veriyor, bir şey demeyecek misin?"


"Hâlâ ne konuşuyorsun sen acaba?" Sarı fırtına öncesi sessizlik kadar sakindi. Yüzünde ise bir gülümseme vardı fakat bu samimiyetten çok uzaktı.


Sarı ona doğru yeltenince kollarını kavradım. "Boşver." Diye fısıldadım sakinleşmesi için. Öfke problemleri vardı, Sarı'nın. Özellikle de hayatına aldığı insanların başına bir şey gelmemesi için çabalarken.


Gamze aynı kırgınlıkla Sarı'ya bakmaya devam ederken, "onun için kavgaya bile yelteniyorsun." Dedi. Sesinde hissedilir bir kırgınlık vardı. Bu kırgınlık, can acısıyla eş değerdi. Canı çok yanıyordu, sandığımdan daha çok.


"O dediğin kişi onun sevgilisi." Deyip bir adım öne çıktım ve Gamze'nin karşısında durarak Sarı'nın önünde durmuştum. Sarı ile Gamze'nin arasında, Timsah'ın çaprazındaydım. "Yani benim, onun sevgilisi." Dedim başımı Sarı'nın göğsüne yaslayarak. Sarı ise bir elini omzuma koyarak varlığını her daim hissetmemi sağladı. Sanki bir şey olursa benim önüme geçip benim yerime savaşacakmış gibiydi korumacı eli. Güven veriyordu, kendimi her daim iyi hissettiriyordu. Onunlayken çok mutluydum. Bütün yaralarımın sarıldığını bile yavaş yavaş hissedebiliyordum.


"Sen hayatımıza girdin," dedi Gamze tehdit eder gibi işaret parmağını bana sallayarak. Dik durdum, geri çekilmedim. "Sen Ezhel ile ilişkimizi bitirdin. Sen onun aklını karıştırdın."


"Bana bak," dedim sinirlenmemek için kendimi zor tutarken. Öfkeyle burnumdan nefes alıp veriyordum. "O zaten hep benim sevgilimdi, anlıyor musun? Biz küçüklükten beri birbirimizi seviyoruz! Asıl, ısrarla aramıza girmeye çalışan sensin! Gerçi onu bile beceremiyorsun."


Bunu dememle saçlarımda derin bir acı hissettim. Karşımdaki kadın saçımı çekmeye başlamıştı. Ne olduğunu anlayamadan benim elimde havaya kalkmış ve Gamze'nin yanağıyla buluşmuştu. Hıncımı alamadım ve bağırarak onun üstüne atladım. Onun eli hâlâ saçımdayken benim bir elim saçlarında diğer elim de yüzünü tırmalamakla meşguldü. O debelenmeye devam ederken erkekler ikimizi ayırmaya çalışıyordu. Araya karışan onların uğultusu ve Gamze'nin çırpınışları net değildi.


Sarı'nın beni omuzlarımdan geri çekmesiyle kendimi geride buldum. "Bırak, Sarı! Bırak." Deyip ona doğru yeltenmeye çalıştım. Karşımdaki mahvolmuş kadını Timsah tutmaya çalışıyordu. Yüzünü fena kanatmıştım.


Sarı kulağıma yaklaşarak, "eğer senin en ufak zarar görmeyeceğini bilsem şu an bırakırdım." Diye fısıldadı. Daha sonra da bozulan saçlarımı düzeltmeye çalıştı. "Ama senin de canın yandı. O yüzden seni bırakmamı benden sakın bekleme."


Sinirle olduğum yerde Sarı'dan kurtulmak için yine debelendim ama bırakmadı. Aynı şekilde Timsah da Gamze'yi buradan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Gamze ile Timsah buradan yavaş yavaş uzaklaşırken Gamze'nin tehditlerini alayla karşılıyordum.


Sarı beni zorlukla eve girdirip kapıyı kapatmasıyla bir ayağımı sertçe zemine vurdum. "Bir izin vermediniz ki saçını başını yolayım!" Diye haykırıp dişlerimi sıktım. Hıncımı alamayıp bir ayağımla duvara vurdum.


"Yoldun zaten merak etme." dedi gülmemek için kendisini zor tutarak. "Kıskançlığını yeterince kanıtladın bugün."


Ona doğru birkaç adım atıp tam karşısında durdum. Resmen gel, sinirini benden çıkart diyordu. "Bana bak," deyip işaret parmağımı ona tuttum. "Öfkemi senden çıkarır yüzünü kanatırım."


"Senin kanattığın yerde kırmızı güller çıkar." Deyip beni umursamadı bile.


Sinirle bağırıp olduğum yerde zıpladım. Beni sakinleştirmek için bir elini omzuma atıp kendine doğru çekti. "Sakinleş artık. Bak gittiler."


Bana hafif sarılmasıyla birlikte kokusu beni sakinleştirmeye yetmişti. Sakinleştiğime emin olan Sarı beni yavaşça tekli koltuğa oturttu.


Nihayet tamamen sakinleştiğimde ise o da karşı koltuğuma oturdu. Yüzünde eğlenen bir ifade olmasına çok sinirlenmiştim. "Niye öyle bakıyorsun?!" Diye bağırdım ona. Ama onun yüzündeki eğlenen ifade azıcık da olsa silinmemişti. Benim onu kıskandığımı düşünüyordu ama yanılıyordu. Oyun da olsa Sarı benim sevgilimdi ve bir kadının başka bir kadının sevgilisine bakmasını aklım almıyordu. Sırf bu yüzden o kadına düşmanlık besliyordum fakat Sarı da bunun kendisi için olduğunu sanıyordu.


"Nasıl bakıyormuşum?"


"Hoşuna gidiyormuş gibi?" Yutkundum. Ve bakışlarımı ondan kaçırdım.


"Yalan değil." Dedi arkasına yaslanarak. "Hoşuma gitmiyor değilsin." Parmaklarıyla şakaklarını ovaladı bir süre. "İçindeki deli kadına vuruldum diyelim, ne yapabilirsin ki?"


Ayağımla önümde duran masaya tekme savurdum. Birbirimize aşık olmamız tamamen yanlıştı, her ne kadar kalbim bunu istiyor olsa bile bu çok yanlıştı. Eğer Sarı bir mafya şüphelisiyse yollarımız hapiste; değilse bile benim iki aylık sürem vardı ve tekrardan teşkilata gidecektim, bu da onun benim ajan olduğumu öğrenmesi demekti. Kim ona ihanet için gönderilen bir kadını hayatına kabul ederdi ki? Kimse...


"Aşık falan olma bana." Sinirle ayağa kalktım. Onun yanına gitmek yerine arkamı döndüm ve yataklara doğru ilerledim. "Bu arada," deyip merdivenlerin ilk basamağına çıktım. "Ben yukarıdaki yatakta kalacağım."


Onun ne tepki vereceğine dahi bakmadan yatağa çıktım ve örtüsünü sinirle kaldırıp yuvarladım. Yere fırlattım. İçindeki ince örtüyü dahi kaldırmadan kafamı hızlıca yastığa gömdüm ve gözlerimi sıkıca yumdum. İçimdeki öfke tamamen kendimeydi. Ezhel Sarı ismini seçmemeliydim...


Ya da onun yaralarının hiçbirini hatırlamamalıydım.


Yıllardır her gece onun fotoğraflarına bakıp yara izlerini ezberlemeseydim eğer, onu tanıyabilir miydim? Tanımasaydım her şey daha da kolay olacaktı.


~


Gözlerimi yavaş yavaş açtığımda gözlerim ilk Sarı'yı aradı ama evde yoktu. Başımı aşağı doğru eğip alttaki yatağa baktım. Ama Sarı orada da yoktu. Hızlıca üzerimdeki örtüyü üzerimden attım, ben örtmediğime göre yüksek ihtimalle Sarı örtmüştü bunu.


Yatağın merdivenlerden inip alt kata ulaştığımda ayaklarım evin zeminiyle buluştu. Hava neredeyse kararmak üzereydi ama güneş hâlâ gökyüzünde yerini koruyordu. Ben bu kadar saat nasıl yatmıştım?


Hızlıca dış kapıyı açıp anahtarı küçük, duvara monte edilmiş anahtarlık bölümünden aldım ve kapıyı kapattım. Ormanlık alanda etrafıma bakınırken gözlerim ilk başta patikanın üstünde park edilen arabanın oraya kaydı lakin orada yoktu.


Ormanlık alanda etrafıma çaresizce bakınırken onu göremiyordum. Ormanlık alanda yürümeye başladım ama yoktu. Yürürken karşımda duran Demir Ateş ile Gamze'yi gördüm. Onlar beni göremiyorlardı ama ben hem görüyor hem de duyuyordum. Bir ağacın arkasına saklanıp onları dinlemeye başladım.


"Ben seni çok sevdim, Gamze." Dedi Demir. Sesi kısık geliyordu bana ama yine de duyabiliyordum. Ajanlıktan dolayı kısık sesleri duymakta usta olmuştuk artık. Belki de mafya olduklarına dair bir kanıt duyabilirdim. "Ama sen beni hiç görmedin." Demir çaresizce Gamze'ye bakarken sırtını yan pozisyonda ağaca yaslamıştı. Yüzü Gamze'ye dönüktü. "Bir an olsun, seni sevmekten hiç vazgeçemedim ben. Denedim... gerçekten denedim. Seni unutmayı, yeniden aşık olmayı." Derin bir nefes verdi. "Betül," deyip güldü, Kimliksiz'den bahsediyordu. "Onunla seni unutmaya çalıştım. Ona aşık olmaya çalıştım ama senin gibi olmadı. Sana baktığım gibi ona bakmaya çalıştım ama beceremedim."


Gamze başını öne eğdi. "Seni anlıyorum, Ateş." Dedi. "Sen de Betül'ü anla. Ben de Sarı'yı sevdiğim için seni anlayabiliyorsam sen beni sevdiğin için Betül'ü anla. Ben şu an Asır'ı da anlıyorum." Kafam bu aşk dramlarında yerinden oynuyordu. Herkes birbirine aşıktı ve ben kimseye yetişemiyordum. Kimsenin de aşkı karşılıklı değildi ve bu kulağa çok komik geliyordu.


"Ben seni anlamak istiyorum," dedi Demir. "Yalnızca sana aşık olmak ve yalnızca seninle yaşlanmak." Bir eliyle Gamze'nin elini tuttu ama Gamze geri çekilmedi. "Evlenip gidelim buradan. Sarı'yı, Asır'ı ve Betül'ü gerimizde bırakalım. Kaybolalım buralardan. Belki bir gün torunlarımız olur, yaşlanırız birlikte. Onlara masal anlatırız."


Gamze elini Demir'in elinden ayırdı. "Sarı ile birlikte kurduğum hayalleri seninle nasıl gerçekleştireyim ben?" Gamze'nin bunu derken sesi titremişti.


"Ama o seni sevmiyor, ben seni seviyorum, Gamze!" Eliyle kendisini gösterdi. "Bak, ben buradayım. Bir ömür elini bir an olsun bırakmayacak adam burada."


"Lütfen, Ateş." Deyip eliyle yüzündeki gözyaşlarını sildi sanırım, tam göremiyordum. "Uzak dur benden. İkimiz içinde bu en iyisi. Arkadaş kalalım. Onca şeye rağmen... abine rağmen seninle arkadaş kalabilirim ama daha fazlasını benden bekleme."


"Abimin suçunun cezasını yine bana mı ödetiyorsunuz?!" Diye haykırdı Demir ve ani bir hızla Gamze'nin yanından gitti.


Tek kalan Gamze de geriye doğru yürümeye başlayınca beni görmemesi için ağacın diğer tarafına geçtim. Evine doğru yürüyen Gamze'nin arkasından baktım. Zaten herkesin kime karşı duygusu olduğunu biliyordum. O yüzden bu konuşma beni hiç de şaşırtmamıştı. Ama içimden bir ses, Sarı ile Demir arasındaki tek problemin Gamze olmadığını söylüyordu. Demir'in abisi yüzünden herkes ona düşman olmuşsa Sarı ile düşman olma sebepleri de buna dayanabilirdi. Gittikçe Demir'in abisini merak etmeye başlamıştım.


Sarı'yı bulamayacağımı anlayınca geriye doğru döndüm ve bungalov evlerin yanına vardım. Yalnızca üç evin ışığı yandığına göre Aren Arsal, Irmak ve Sönmez henüz gelmemişti. Bu akşam toplantı olduğuna göre gelecek gibi de gözükmüyordular. Kimse de yoktu ki sorabileceğim. Timsah da Kimliksiz de görünmüyordu. Gamze ile Demir dışarıdayken onların dışarı çıkmamasına bir anlam veremiyordum. Özellikle Timsah, Gamze'yi tek bırakmazdı.


Timsah ile Sarı'nın tek olma düşüncesi endişelenmeme neden olmuştu. İkinci ev Gamze'lere ait olduğu için ışığı yanan en sondaki eve doğru ilerledim ve hızlıca kapıyı çaldım. Demir'in başka bir yöne gittiğini biliyordum. Kapı açılınca ağlayan Kimliksiz ile karşılaştım. Onu sekiz yıldan sonra ilk defa ağladığını görüyordum ve bu rol değildi.


O duygularını kaybetmemiş miydi?


"Ağlıyorsun?" Dedim ve endişeyle ona baktım.


Bir şey demeden kolumdan tuttu ve beni içeri çekti. Kapıyı kapattıktan sonra boynuma atlayıp bana sıkıca sarıldı. O ağlarken ne yapacağımı bilemez bir şekilde ellerim havada kaldı. Ona sıkıca sarıldım. O, omzumda hıçkırıklara boğulurken ben ne yapacağımı bilmiyordum. "Geçti," dedim. Onu sakinleştirmek için sırtını ovaladım.


Ağlamaya devam etti. "Hapiste çürüyeceğim!" Tekrar hıçkırıklara boğuldu. "Bu adam benden nefret ediyor. Her seferinde beni kovacağını söyleyip duruyor." Dizleri titremeye başlayınca kollarını benden ayırdı ve yavaşça yere çöktü. Belindeki ellerimi ondan çekip onunla birlikte yere oturdum. "Anlamıyorsun. Bu adam çok kötü birisi! Ajanlık yaptığımı öğrendiği anda beni mahveder! Çok kötü." Kimliksiz'i ilk defa bu kadar kötü görüyordum.


"Halledeceğiz." Dedim. Bunu boşuna söylüyordum çünkü hiçbir şey onu teselli edecek gibi gözükmüyordu.


"Öğretmenim onu almamam için bir kerelik kuralları bozacağını bile söylemişti, onu dinlemedim!" Kendine kızmaya başlayınca endişeyle elini tuttum. "Benim salak kafam!" Deyip boşta bıraktığım eliyle kafasına vurunca diğer elimle o elini de zorlukla kavradım.


"Sakin ol artık." Diye fısıldadım. "Birazdan Demir gelecek ve yakalanırsak biteriz. Şimdi derin bir nefes al ve daha sonra da ver. Sen başarabilirsin, Kimliksiz'in İzi. Ben sana güveniyorum. Benden sonraki en başarılı ajanlardan birisin. Yapabilirsin. Sakin ol artık."


Bu dediklerimle biraz olsun kendine gelebilmişti. Rahatladığını görünce ellerimi onun ellerinden ayırdım ve yavaşça ayaklanıp cama doğru ilerledim. Ne Sarı ne de Demir gözüküyordu. Kapıyı açtım ve hızlıca dışarı çıktıktan sonra kapıyı örttüm. Sözde Timsah ve Sarı için konuşmaya gidiyordum.


Bu evin önünden hızlıca sıyrılarak koştum. Ormanlık alana doğru geçince evden yeterince uzaklaşmıştım. Koşmam, hızlı yürüyüşe dönüştü ve ben ilerlemeye devam ettim. Gözlerim her yerde Sarı'yı arıyordu fakat o hiçbir yerde yoktu. Sinirle homurdana homurdana yürümeye devam ettim.


Yerde çok sayıda taşlar vardı ve hepsine takılmayı başarabiliyordum. Eğile kalka yürürken bu zamana kadar düşmeden gelebilmiştim. Ormanlık alanda kimseyi göremiyordum. Demir bile yoktu. Keşke onu takip etseydim. Bari ondan bir şeyler yakalayabilirdim.


Hiçbir yerde onları bulamayacağımı anlayınca geri dönmeye karar vermiştim. Yine aynı yollardan geri döndüm ve kendi evimin önüne geldiğimde cebime koyduğum anahtarı çıkardım. Kapıyı açıp içeri girdikten sonra kapıyı örterek anahtarı da aldığım yere tekrar astım.


Karnımın guruldama seslerini işitince mutfak tezgahının altında olan mini, beyaz buzdolabına eğilip kapağını açtım. İçinde sayılı bisküvi paketleri, içecekler, su, çikolata ve hazır sandviç paketleri vardı. Bir tane çikolata aldıktan sonra buzdolabının kapağını kapattım ve oturma koltuklarına doğru ilerledim.


Çikolatamı yemeye başlarken kapının çalmasıyla çikolatanın paketini üste doğru çekiştirip masanın üstüne bıraktım ve ayağa kalktım. Kapıya doğru ilerleyip kapının deliğinden baktığımda mavi gözlere rastladım. Rahatlıkla kapıyı açtıktan sonra onu görmek içimi rahatlatmıştı. Bir elimi kızgınlıkla belime yerleştirdim. "Her yerde seni aradım ben, neredeydin? İnsan haber vermeden neden çıkar ki? Hiç mi merak etmedin beni? Aklım çıktı! Bir daha sakın habersiz çıkayım deme, sakın!" Diye diklenip arkamı döndüm.


O ise içeri geçip kapıyı kapattı. "Yatıyordun, uyandırmak istemedim." Tekli koltuğuna doğru ilerleyip oturdu. "Biraz dolaşmaya çıktım." Şu an Timsah'ı sormak istesem de soramıyordum çünkü karşımdaki adamın zekiliği çok fazlaydı. Bir şeylerden şüphelenmesi her şeyi mahvedebilirdi. Ama Timsah için de bir yanım endişe duyuyordu.


Ben de koltuğa oturarak, "Bir sorun yok değil mi?" Diye sordum. Belki de konuyu bu şekilde Timsah'a getirebilirdim.


Başını iki yana salladı. "Yok." Dedi.


Canı sıkkın gibiydi. "Seni aramak için dışarı çıktığımda bir evin ışığı yanmıyordu."


"Geçen davette rahatsızlanan bir kız vardı ya," deyince Irmak'tan bahsettiğini anlamıştım. "Uçakla buraya gelirlerken rahatsızlanmış. Geri dönüyorlarmış."


"Hmm." Dedim. Eğer kıza bir şey olursa Sönmez'in planı da tepetaklak olabilirdi. Şu an herkes tehlike içerisindeydi, kısmen de olsa ben de. Belki Timsah başarılı olabilirdi çünkü Gamze şu an aşk acısıyla beynini meşgul ediyordu. Timsah onu çok kolay kandırabilirdi. "Hava da karardı." Deyip dışarıya bakındım. "Acıktım. Ne zaman yemek hazır olur? Hem toplantı ne zaman?"


"Toplantı bitti." Deyince dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.


"Akşam demiştin."


"Sen yatarken erkene çekildi. Ve yaptık, bitti." Kol saatini incelerken, "yemeğe bir saat var." Dedi ve daha sonra ayağa kalktı. Yanımdan geçerken, "kalk, hadi." Dedi.


"Nereye?" Diye sordum.


"Senin karnını doyurmamız gerekiyor." Tıpkı aile gibi düşünüyordu. Beni düşünüyordu.


"Ben beklerim, sorun yok."


"Kalkıyoruz, dedim." Diye ısrar edince gülümseyerek arkamı döndüm ve ona baktım. Aceleyle ayağa kalkıp yanına ilerledim.


O anahtarı cebine atarak kapıyı açtı ve benim önden geçmem için öncelik tanıdı.


Kendimi değerli hissettiğim anlardan yalnızca birisiydi. Ve bu fazla uzun sürmeyecekti. Hiçbir şekilde Sarı ile birlikte olamıyorduk. Düşünüyordum, düşünüyordum ama olmuyordu. Her türlü, iki ay sonra teşkilata dönecektim.


~


Bir restaurantın önünde durduğumuzda başımı olumsuz anlamda salladım. Epey lüks ve şık bir restauranta benziyordu ama benim gözlerim ilerideki servis aracı gibi bir şeyin içerisinde köfte ekmek yapan amcaya kaymıştı. Elimle köfte ekmek yapan servis aracı gibi bir tezgahın önündeki masa ve sandalyeleri işaret ettim. "Orada yemek yiyelim."


Elimle gösterdiğim yere bakınca, "emin misin, prenses?" Diye sordu. "Sen pek oralarda oturabilecek birisine benzemiyorsun."


"Öyle mi beyefendi?" Diye sordum arabadan inerken. Kapıyı kapatmadan içeri doğru eğildim. "Geliyor musun?"


"Elbette." Dedi ve kendi kapısını da açtı.


Arabadan indikten sonra ikimiz de aynı anda kapılarımızı kapattık ve birbirimize meydan okurcasına baktık.


Ona doğru ilerledim ve birlikte servis aracına doğru gittik. Amcanın önünde durduğumuzda kırmızı önlüğünü rahat etmesi adına çekiştirdi. Sabahtan akşama kadar yorulduğu belliydi. "Amca merhaba," dedim. "Bize iki ekmek köfte yapar mısın?"


"Hoşgeldiniz, evlatlarım." Dedi amca yorgunluğuna rağmen gülümsemeye çalışarak. "Hemen yaparım, gayri." Kahkaha attı ve tatlı şivesinden sonra köfte ekmekleri hazırlamaya başladı.


"İki de acılı ayran alalım." Deyip Sarı'ya dik dik bakmaya devam ettim. "Hatta köftenin yanına da acı biber falan varsa verebilir misin?"


"Veririm, kızım." Deyip paketli acı biber turşusunu bana uzattı.


İçinde on adet vardı. Sarı ile ortamıza getirdim. "Beş tane acı biberi tamamlayacağız. Bitiremeyen olursa..." gözlerimle köfte aracının arkasında görünen denizi işaret ettim. "Denize atlayacak yine kıyafetleriyle."


"Beş acı biber mi?" Diye alayla sordu. "Çok büyük oynuyorsun." Alay ediyordu ama bu acı biberleri bir keresinde tatmıştım, gerçekten çok acıydı. O zaman üç taneyi ancak bitirebilmiştim.


Köftelerimiz hazır olunca Sarı parasını ödedi ve biz masalara geçtik. Biber paketini masanın üstüne bıraktıktan sonra köfte ekmeğimden bir ısırık aldım. Acılı ayranımdan da bir yudum içtikten sonra damağımda acılı bir tat kalmıştı.


"Ayran acı mı geldi?" Diye sordu Sarı ekmeğini yemeye devam ederken.


Bir ısırık daha aldıktan sonra ayranı kafama diktim ve yarısına kadar içerek sertçe masaya bıraktım. "Acı mıymış sence Sarı?" Diye sordum. Yanaklarıma acıdan dolayı kırmızılık yüklendiğini hissettiğimde karşımdaki adam tepkisizdi.


Ayran kutusunun içine baktığımda boş olduğunu gördüm. "Hepsini tekte mi içtin?!" Diye dehşet içinde sordum.


Önemli bir şey değilmiş gibi yapmacık bir mütevazi tavır takındı. "Acı değildi ki." Diye söylendi.


Sinirle ayranı ben de bitirdim ama acıdan dolayı karnıma ağrı saplanmıştı. Umursamadan köfte ekmeklerimizi bitirene kadar ses çıkarmadık. O benden önce bitirip boş kese kağıdını masanın üzerine bırakınca ben daha da hızlandım ve nihayet biten ekmeğin kese kağıdını masanın üstüne koydum.


Acı biber pakedini açtıktan sonra içinden beş tane acı biber turşusunu alıp kese kağıdımın üstüne bıraktım. Geriye kalan beş turşuyu paketiyle birlikte Sarı'ya uzattığımda birbirimize baktık.


"Başlıyoruz." Dedim büyük bir hırs içinde. Ve ilk biberi ağzıma attım. Şimdiden yanmaya başlamıştım ama umursamamaya çalıştım.


Sarı da paketin içinden bir tane alıp ağzına attı. O benim aksime o kadar tepkisiz karşılamıştı ki kendimden şüpheye düştüm. Ben acıya karşı bu kadar dayanıksız bir bünyeye sahip olduğumu bilmiyordum.


İkinci biberi de alıp ağzıma attığımda o da benimle aynı anda davrandı. Benim gözlerim sulanmaya başlarken Sarı yine ifadesizdi.


"Oyun burada bitmiştir." Deyip kese kağıdımı kendi önüne doğru çekti. "Canının yanmaması için herkesle savaşırken bir biberin seni ağlatmasına izin veremem." Ayağa kalktı ve elimden tutup beni ayağa kaldırdı. "Sen beni yendin. Kabul mü? Savaştan çekiliyorum."


Şaşkınlıkla ona bakarken denize ilerlemeye başlayınca ellerimiz hâlâ birleşik olduğundan beni de kendiyle birlikte götürüyordu. Elini elimden ayırdı ve saniyeler içerisinde denize atladı. Şaşkınlıkla üstüme sıçrayan sulara bakarken kafasını suyun yüzeyine çıkarmıştı.


Hava karanlık olmuştu tamamen ve buraya doğru yaklaşan bir kalabalık vardı. Ellerinde ise flaşı patlayan telefonlar. Kimse umrumda değildi. Derin bir nefes aldım kahkaha atarak ve daha sonrasında gözlerimi kapatıp kendimi denize bıraktım. Yine o akşam ki gibi...


Büyüyen çocuk vardı karşımda ve bu iki aylık süreçte birbirimizi iyileştirecektik. İnsan ailesiyle iyileşirdi ve biz birbirimizin çoktan ailesi olmuştuk...


Loading...
0%