Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7.Bölüm

@samiraertennn

Kıyafetlerimi alıp duşa girdikten sonra ıslanmış kıyafetlerimi banyoda bıraktığım yerden alarak duştan çıktım. Üzerime dolaptan çıkardığım pembe, ayıcıklı pijamalarımı giyinmiştim. Kurumak üzere olan kıyafetlerimi dolabın üzerine bıraktım kuruması için. Sarı da üstünü değiştirmiş ve siyah bir tişört giyinmişti.


Kafamdaki havluyu çıkarıp banyoya bıraktığımda tekrar dışarı çıktım ve çıkarken de hapşırdım. Sarı bir bana bir de sarı, ıslak saçlarıma baktı ve ayaklandı.


"Nereye?" Diye sordum merakla.


O ise benim yanımdan geçerek bir şey demedi ve banyoya ilerledi. Geri geldiğinde ise mini, mor bir fön makinesi tutuyordu elinde. Şaşkınlıkla ona bakarken o yanıma doğru geldi ve beni omuzlarımdan tutarak koltuğa oturttu. "Hasta olacaksın." Deyip fön makinesinin fişini televizyonun yanındaki boş prize taktı.


Kablo uzun olduğundan ve televizyonla aramda fazla mesafe olmadığından rahatlıkla yanıma gelmiş ve saçımı kurutmaya başlamıştı. Ben ise kahkaha atıyor ve kendimi küçük bir çocuk gibi hissediyordum. Birisi benimle gerçekten ilgileniyordu ve bana değer veriyordu. Hasta olmamam için saçımı kurutuyor ve acıksam da hemen yemeğe götürüyordu. Benim için saçma sapan işlere kalkışıyor ve yine benim için ona saçma gelen meydan okumalara girip bilerekten yeniliyordu.


Saçlarımı incitmekten kaçınırcasına nazik bir şekilde kurutuyor ve kafamın yanmaması için makineyle mesafemi korumaya çalışıyordu. Saçlarımı kuruturken eli her bir saç telimde gezinirken duraksıyor ve acı çekercesine bir süre oyalanıyordu.


"Sen bir delisin!" Dedim saçlarım havada uçuşurken. Yüzüme düşen bir saç tutamımı geriye doğru yatırdım ve makineden gelen yüksek şiddetli rüzgar yüzünden gözlerimi azıcık kısmak zorunda kaldım.


Bir şey demedi ama ince ince, nazik hareketlerle kurutmaya devam etti. O kadar yumuşak, o kadar naif davranıyordu ki saçlarıma, bir an olsun saçlarım mücevhermiş gibi hissettim. Bana dediği gibi; benim saçlarım, onun soyadıydı.


"Benim saçlarım senin soyadın." Deyip bir süre duraksadım.


Bir şey demedi yine ama ne hissettiğini az çok anlayabiliyordum. Çok fazla konuşmazdı. Çünkü o da duygularını benim gibi yitirmişti. Sessizlik içinde devam etti, aramızdaki tek ses fön makinesinden çıkan gürültüydü. Nihayet saçlarım kuruduktan sonra Sarı, makineyi banyoya götürdü. Bu sefer de elbise dolabının kapaklarını açıp içinden pembe tarağı çıkardı. Nazlı için aldığı taraktı. Tekrardan yanıma doğru ilerledi ve arkamda durdu. Saçlarımın önce alt kısımlarını yavaş yavaş taramaya başladı. "Acıyor mu?" Diye sordu.


Başımı iki yana salladım. "Acımıyor." Dedim.


Saçlarımın üst kısmına geçince yavaşlığı daha da arttı. Sanki saçlarımın düzelmesini istemiyordu. Daha fazla saçlarımla oyalanmak için. O yüzden işini oldukça yavaş yapıyordu, bunu anlamıştım. Çok ince düşünceli bir adamdı. Sırf biraz daha saçlarımla oyalanmak ve canımı da acıtmamak için yavaş yavaş tarıyordu.


Ama saçlarım düzelmişti. İstemeye istemeye yavaşça geriye doğru çekilip tarağı aldığı yere bıraktı ve daha sonra karşıma oturdu.


Bacaklarımı koltukta kendime doğru çekip çenemi dizlerimin üstüne bıraktım. "Teşekkür ederim." Diyerek hapşırdım.


Bir süre öyle beklerken gözlerim dışarıya kaydı. "Biraz çıkalım mı dışarı?" Diye sordum.


"Hastasın ve daha demin banyodan çıktın." Diye uyarıcı bir tonla da konuşsa benim umrumda değildi. Bunca yıl hasta olup havaleler geçirmiştim fakat yine tek başıma kendime bakmıştım ve tek başıma iyileşmiştim. Bu zamana kadar kimsenin ilgisine ihtiyaç duymamıştım ki şimdi duyayım. Bunca yıl yalnızdım zaten, kimsenin ilgisine ihtiyaç duymadan kendime bakabilirdim.


"Bir şey olmaz," dedim kendimi ısrar etmeye hazırlayarak. Bakışlarındaki şefkat yerini korurken ayağa kalktım ve yanına doğru ilerledim. Elini tutup onu kaldırmaya çalıştım fakat sadece çalışmakla kaldım.


O ise bu ısrarıma daha fazla dayanamamış olacaktı ki elimi sıkıca tutarak ayağa kalktı. Sevinçle yerimde birkaç kez zıpladıktan sonra kapıya doğru ilerledim. Sarı ise anahtarı alınca dışarı çıkıp kapıyı kapattık.


Etrafıma baktığımda Kimliksiz, Timsah, Demir ve Gamze'nin de dışarıda olduğunu gördüm. Şaşkınlıkla onlara bakarken hepsi farklı yerlere dağılmış ve oyalanıyorlardı. Gamze oturduğu yerden ayağa kalktı. Yüzünde bugün yaptığım yaralar, kanamasını durdurmuştu ama yara izleri hâlâ yerini koruyordu. Gözleri Sarı ile birleşmiş ellerimize kaydı. Gözlerini devirip biraz ilerisinde oturan Timsah'a baktı.


Timsah ise kaldığı bungalov evinin kapısına yaslanmıştı ve telefonuyla bir şeylere bakıyordu. Açıkçası pek bir şeylere baktığı söylenemezdi, kaçmak için telefonla ilgileniyormuş gibi yapıyordu sadece. Kimliksiz ise ağlamaktan dolayı şişen gözleriyle Demir'i izliyordu ama Demir'in bakışları da ikimizin üzerindeydi. Sarı'ya nefret kusan bakışlarla bakıyor ve her an saldıracakmış gibi bakıyordu.


Sarı'nın onu görmemesi için aceleyle onu ormanlık alana yürütmeye çalıştım. Sarı neden bu kadar acele ettiğimi merak ediyordu fakat bir şey demeden adımlarımı da takip ediyordu. Hızlı adımlarla yürürken adımlarım sürekli birbirine dolaşıyor ve beni düşürmeye çalışıyordu fakat ben düşmemek için bütün performansımı sergileyip Sarı'nın elini sarmalıyordum. Yerdeki taşlara takılmaktan artık beynimde kalıcı bir hasar oluşacaktı neredeyse.


Ormanlık alanda duran bisikletlere baktım. Kiralanan bisikletlerdi bunlar. Sarı'ya oraya bakması için işaret verdim. "Kiralayalım mı?" Diye sordum hevesle.


"Gel, kiralayalım sana." Deyip beni yürütmeye başlayınca engel olmadan yürümeye başladım.


"Sen sürmeyecek misin?" Diye sordum üzüntüyle.


"Karizmamı çizdirmek mi istiyorsun?" Diye sordu. "Sen bin işte. Yetişirim sana, merak etme."


"Sen de bin," deyince başını yine olumsuz anlamda salladı. "Lütfen." Deyip başımı sağa doğru çevirdim. "Hadi, Sarı." Deyip ısrar etmeye başladığımda başını başka yöne çevirdi.


"Zaafımı kullanıyorsun." Dedi bana bakmamaya devam ederken.


Ona bakmak için elini bırakıp başını çevirdiği yere gittim. "Neymiş senin zaafın?" Diye sordum.


"Gözlerin." Dedi. "Yeşil gözlerin, altı yaşından beri benim zaafım."


Yeşil gözlerimle ona bakmayı sürdürdüm. Madem benim gözlerim zaafıydı, bunu kullanabilirdim. Bir mafya şüphelisinin zaafı, benim gözlerimdi. Benden etkileniyor demekti bu. Peki bu beni neden mutlu ediyordu, hem de mutlu olamayacak kadar duygularımı kaybetmişken? Gülümsedim ve ona bakmayı sürdürdüm. Gerçekten de gözlerim onun zaafıydı, bu yüzden gözlerini sürekli gözlerimden uzak tutmaya çalışıyordu. Biber yediğimde gözlerimin dolduğunu görmüştü, o yüzdendi oyunu bırakmasının nedeni.


"Bakma şöyle," dedi başını çevirmeye devam ederken. "Kıyamıyorum."


"Benim için bisiklet sür o zaman. Sana söz veriyorum, onların olduğu tarafa götürmem seni."


Gözlerime bakınca kıyamadı. "Tamam," dedi.


Sevinçle bir anda kendimi tutamayarak boynuna atladım. Ayaklarım yerden kesilirken onun elleri düşmemem için hızlıca belime dolanmıştı. Kendine özel, beni rahatlatan kokusu yine burnuma doluşunca nedensizce yine huzurlu hissettim. Ondan yine ayrılmak istemiyordum. Tıpkı o geceki gibi... bana iyi geliyordu. Ona sarılmak eksik yanımı bulmak gibiydi ve ben yıllardır bu yanımı bulmak için çabalamıştım. Bir gün onu hep bulmak istemiştim ama gerçek kişiliğimle.


Ona daha çok sıkı sarılırken bütün kötülükler sanki gitmişti. Bütün kötü düşüncelerim bitmişti. Ve yalnızca ben ve o, yani biz kalmıştık. Sadece ikimiz kalmıştık burada sanki. Ailemi bulmuştum ve ona sıkıca sarılıyordum. Bütün yaralarım sarılmış, eksik yanlarım dinmişti. Ona sarılmak şu ana kadar yaşadığım en güzel duyguydu.


Ondan istemeye istemeye ayrılınca kalbimden bir parçanın onda kaldığını hissettim. Sol tarafımda derin bir boşluk oluşmuştu ama bu hissettiğim şeyleri onun bilmesini istemedim. Geldiğimden beri güçsüz rolü yaptığım bu adamın, gerçek güçsüzlüğümle tanışmasını istemedim. Ona zaafımı, yani ona sarılmanın zaafım olduğunu öğrenmesini istemedim.


Kısa süre içerisinde bisikletleri kiralayıp ormanlık yoldaki patikaya kadar getirmiştik. "Şu ilerideki ağacı görüyor musun?" Diye sorup epey ilerimizdeki ağacı gösterdim.


İşaret parmağımla gösterdiğim ağaca bakıp başını salladı. "Evet,"


Sinsice sırıtıp bisikletime atladım. Tek ayağım pedalın üstünde, diğer ayağımda yerdeydi. O da benim gibi tam binmese de bisikletin hizasında duruyordu. "İlk başta oraya varan kazanacak, tamam mı?"


"Kazananın hediyesi ne olacak?" Diye sordu.


Alayla sırıtıp bisikletin kornasına bastım. "Bilmem," dedi. "Yarışı kazanan seçsin."


"Tamam, bana uyar."


Bisiklete tam binince o da benimle aynı anda bindi. "Üç!" Diye bağırıp bisikletin iki tutma yerini de kavradım. Parmaklarımın boğumları beyazlaşacak kadar sıktıktan sonra, "iki!" Diye haykırdım. Küçük bir kahkaha attıktan sonra ise bir ayağımı pedala iyice yerleştirdim ve son olarak ise "bir!" Diye bağırdım.


"Başla bakalım. Seni her türlü yenerim."


"Hile yok, sonra mızıkçılık yaparsın. Aynı anda başlayacağız."


"Kaybedersen ağlamazsın değil mi?" Diye sordu. Bunu alayla sormamıştı, bunu sorarken gayet ciddiydi.


Bu sorusuna karşılık başımı iki yana salladım. "Ağlamam." Dudaklarımı birbirine bastırdım sıkıca. "Hadi."


Baş işaretimle birlikte ikimiz de pedallara asıldık. Ben kendimi kaybetmiştim. Yokuş aşağı, freni patlamış kamyon gibi gidiyordum. Rüzgar tenimi delip geçerken az önce Sarı'nın özenle kuruttuğu saçlarım uçuşuyordu. Öne doğru gelen saçlarımı tek elimle arkaya çekiştirmekten diğer elimle direksiyon hakimiyetini sağlamakta zorlanıyordum. Saçlarımı toparlayıp tek omzumun aşağısından sallandırınca artık beni engellemiyordu. Bu sayede, direksiyon hakimiyetini iki elimle sağladım.


Sarı'ya baktığımda bilerekten yavaş geldiğini görüyordum. Gücünü tam anlamıyla pedallara vermiyordu. Bu kadar olgun ve ağır abi olmasına sinir oluyordum. Onunla yarış yapmak acayip can sıkıcıydı. Benim kaybedip üzülmemem için onunla dalga geçtiğimi bilmesine rağmen bana yeniliyordu. Bilerek yeniliyordu. Sırf ben güleyim diye... bir bilse ki bu kahkahalarımın sahte olduğunu, yine duymak ister miydi acaba?


Bir süre duraksadım ve onun yanıma gelmesini bekledim. Oyun oynadığını anlamamam için yanıma doğru geldi mecburen. "Şunu yapmayı kes," dedim önüme bakmaya devam ederken. Bakışlarından gördüğüm kadarıyla neyden bahsettiğimi anlamamış gibi yapıyordu ama numara yaptığını anlıyordum. "Bilerek yeniliyorsun bana. Seninle yarış yapmak çok sıkıcı!"


"Kazandıktan sonra sevinmen, çok hoşuma gidiyor. Onun için bile sana defalarca yenilebilirim."


"Sadece sevinmem için mi?" Diye sordum şaşkınlıkla.


"Gülümsemen içinde." Diye bir itirafta daha bulundu. "Gülümsemen gözlerini parlatıyor. Gözlerinin zaafım olduğunu söylemiştim, yeşil gözlü bebek."


Bu söyledikleriyle birlikte tam anlamıyla kalbimde ilk defa bir çarpıntı hissettim. En son yetimhanede üzüntüden dolayı bu çarpıntıyı hissetmiştim. Ama şimdi üzüntü hissetmiyordum. Peki ya bu kalbimdeki duygu da neyin nesiydi ki? Kalbim neden çarpıntı yapıyordu bu kadar? Heyacan olabilir miydi? Ama ben duygularımı kaybeden bir robota dönüşeli sekiz yıl oluyordu. Onca yıl sonra insani duyguları tekrardan hissetmeme imkan var mıydı?


Kendimi onun cümlelerinden sonra toparlamaya çalışırken başımın bir hoş olduğunu hissettim. Sanki şu anda bulutların üstünde dans ediyormuşum gibi, ayaklarım yerden kesilmişti birden bire. Sanki şu an bisikletin üstünde değildim de bulutlara tırmanmıştım. Sözler beynimde defalarca gezerken her seferinde sırıtmam daha da genişliyordu. Sarı bana değer veriyordu.


"Saçlarım soyadın, gözlerim zaafım. Peki ben neyim, Sarı? Bir bütün olarak." Diye sordum istemsizce. Kendimi ondan dinlemek çok hoşuma gidiyordu. Bana değer veriyordu çünkü.


"Sen benim her şeyimsin, yeşil gözlü bebek. Altı yaşından beri her şeyimdin ve olmaya da devam ediyorsun." Başını sağa eğip o güzel bakışlarından birisini gönderdi. "Ailemi kaybetmişken ilk sarıldığım kişi sen oldun. Sende teselli buldum ben. O yeşil gözlerinle bana baktığın o ilk ân hâlâ aklımda."


"Bu kelimeler, bu cümleler çok süslü geliyor. Ben kimseden değer görmedim. Sadece sen varsın, Sarı."


"Benim içinde öyle." Dedi. "Hayatıma girdiğin ilk günden beri sabahları daha güzel uyanıyorum. Sanki altı yaşından önceki sabahlarıma uyanıyormuşum gibi hissettiriyorsun. Evime geldiğin ilk günden beri."


Dayanamayıp yeniden gülümsedim ama gülümsemem hiç yapaymış gibi gelmiyordu. Gerçek gülüşüm nasıldı, bilmiyordum. Sarı gerçek gülümsememle önceki yapay gülümsemelerimi anlamış mıydı, bunu da anlamıyordum. Bu gece ajan olduğumu hiç hissetmiyordum. Sanki gerçek karakterime, gerçek kimliğime bir günlüğüne de olsa geri dönmüş gibiydim.


Bir şey demedim, o da bir şey demedi. Galiba yarışı da unutmuştuk. Ne o benim önüme geçiyordu ne de ben. Öylece sabit hızla patikada dümdüz bisiklet sürüyorduk. Bizim sessizliğimiz vardı ve bu sessizlerin en güzeliydi. Biz Sarı ile tamamlanmıştık. Sanki kopmuş iki parçanın tamamlanması gibi.


Biz Sarı ile kaybolan iki yapboz parçasıydık ve sadece birbirimizle tamamlanabiliyorduk.


Patikada gösterdiğim ağacın oraya geldiğimizde, "güzel yarıştı." Dedim imayla. "İkimizin de kazandığı güzel yarış."


"Evet," dedi benim gibi bozuntuya vermeden. Ardından bisikletten inince ben de bisikletten indim. "Tebrik ederim."


"Ben de." Deyip oyunumuza kaldığımız yerden devam ettirdim. Bisikletleri elimizde tuttuk.


Geri döneceğimiz yol hafif rampa olduğu için pek bisikletle çıkabileceğimi düşünmüyordum. Sarı da bana eşlik etmek için bisikletin direksiyonundan tutmuştu.


"Rampa çıkamam." Deyince zaten anlamış gibi başını salladı.


Birlikte bisikletlerimizin direksiyon kısımlarından tutup rampayı çıkmaya başladık. Arada sırada hızlanıyor ve arada sırada yavaşlıyorduk. Bisikletlerin pek ağırlık yaptığı söylenemezdi. Sarı iki bisikleti de kendisinin çıkaracağını söyleyip almaya yeltense de kaçmıştım ama o yine yakalayıp elimden zorla bisikleti de alınca ona kıyamadığım için kolunu ısırmış ve böylece de bisikleti ondan zorla almıştım. Şu an yine de iki bisiklet Sarı'nın elindeydi. Gerçekten inat ettiği bir konu varsa onunla baş edemiyordum.


Bisikletleri aldığımız yere geri koyduğumuzda birlikte evlere doğru yürümeye başladık. Kısa süre içerisinde evlerin önüne vardığımızda kapının önünde sadece Gamze'yi görmüştüm. Kıskanç dolu bakışlarla ikimize bakıyordu. Bir kadın olarak onu anlamaya çalışsam da olmuyordu, yapamıyordum. Sarı benim oyun da olsa onun gözünde sevgilimdi. Bir kadının, sevgilisi olduğunu bildiği hâlde birisini sevmesini çok yanlış buluyordum. Kalbine söz geçiremiyor olsa bile en azından duygularını içinde yaşayabilirdi.


Sarı, Gamze'yi görmezden gelerek elimi sıkıca tuttu. Ben bakışlarımı Gamze'den çekemiyordum. Evin kapısını açtı Sarı ve birlikte eve girdik.


~


Sabah uyandığımızda üç ev içinde davet edildiğimiz kişiler tarafından dışarıda altı kişilik masa hazırlanmıştı ve benle Sarı da evden çıkmıştık. Hemen karşımızda garsonlar arabadan çıkardıkları yemekleri masaya taşıyor ve özenle düzenliyorlardı. Diğer evlerde hareketlilik hissettiğimde diğerleri de çıkmıştı.


Garsonlar işlerini kısa sürede tamamlayıp arabalara bindikten sonra altımız da aynı anda masaya doğru ilerlemeye başladık. Patikanın önündeki düz ormanlık alana kurmuşlardı masayı. En azından engebeli bir yer değildi.


Sarı ile ben evimizin hizasındaki yere karşılıklı oturduğumuzda benim yanıma Kimliksiz, Sarı'nın yanına da Timsah oturmuştu. Timsah'ın yanında Gamze, Gamze'nin karşısında ise Demir vardı. Anlaşılan bir tek Sarı ile ben karşılıklı oturmayı seçmiştik.


"Herkese günaydın," dedi Gamze. Üzüntüsünü artık bir kenara bırakmış gibiydi. Yüzündeki pahalı olduğu belli olan makyaj malzemeleriyle ön plana çıkmış ve dün giydiği eşofmanlar yerine çiçekli bir elbise giyinmeyi tercih etmişti.


Tabağıma zeytin doldururken iğneleyici bir şekilde ona baktım, "günaydın." Dedim ben de onun gibi ve zeytin tabağını eski yerine bıraktım.


"Bugün hava çok güzel, öyle değil mi?" Diye sordu Demir, Gamze'ye bakarak. Havada aşk kokusu alıyordum.


Gamze ile Demir arasındaki hisler gözle görülmeyecek gibi değildi. Gamze'nin arada sırada Demir'e olan bakışlarını görebiliyordum. Timsah da bugün Kimliksiz kadar umutsuzluğu büründüğüne göre Demir ile Gamze arasında bir şeylerin olması muhtemel olarak gözüküyordu. Açıkçası bu beni ilgilendirmezdi. Yeter ki Sarı'dan uzak olsun, gerisi beni alakadar etmiyordu.


Açıkçası Timsah ile Kimliksiz'e üzülmüyor değildim. Her ne kadar önceden birbirimizi sevmiyor olsak da sekiz yıllık oda arkadaşlarımdı. Saçma sapan düşmanlıklar için gençliklerinin hapiste çürümesini isteyecek kadar kötü kalpli değildim.


Kahvaltı etmeye devam ederken termosta yaptıkları şekersiz kahveyi de Sarı ile ikimizin bardağına doldurdum ve tadına baktım. Evde yaptığım kahveyle aynıydı ve burada sanki daha güzel gelmişti, zaten açık havada yenilen veya içilen şeyler daha güzel oluyordu.


"Bu akşam davet var." Dedi Kimliksiz bir anda konu açmaya çalışarak. Dünkü umutsuzluğu yüzünden silinmişti ve anlaşılan güçsüz kız rolünü terk edip başka bir şekilde oynamaya devam edecekti. Yüz hatlarındaki değişimden bunu çok net anlamıştım. "Herkes katılıyor mu, yoksa erken dönen var mı?"


Sorarcasına Sarı'ya baktım. O da benim ne diyeceğime bakıyordu. En son geçenki davette dans harici çok sıkılmıştım ama bu sefer toplantıları bitirdiklerine göre sadece eğlence amaçlı düzenliyorlardı. O yüzden katılabilirdik. Sarı'nın da benim kararıma bıraktığını görünce Kimliksiz'e çevirdim bakışlarımı. "Biz de katılıyoruz."


Kimliksiz, "Demir bey," dedi. "Biz de katılıyor muyuz?"


Demir, Gamze'ye baktı. "Sen bugün başka bir partner bul, kendin için. Ben bugün çok güzel bir hanımefendiyle partner olacağım."


Gamze kıkırdayınca Timsah'ın buz gibi bakışları ikisinin üstünde gezindi. Açıkçası bu dört kişiden uzak durduğumuz için kendimi çok mutlu hissediyordum. Son anda aşk işlerinden kendimizi sıyırabilmiştik. Ortamdaki buz gibi hava, dışarıdan esen rüzgardan daha çok üşütüyordu.


Herkesin soğuk bakışları birbirlerinin üstündeydi ve ben elimden geldiğince hiç kimseyle bakışmamaya çalışıyordum. Şu an için sadece güzel kahvaltının tadını çıkarmak ve karnımı doyurmak istiyordum. Öyle de yapıp kimsenin dediklerine kulak asmadım. Zaten ne Sarı'ya ne de bana bulaştılar. Kendi hallerinde imalı imalı konuşup bizi bu konuşmaların başında tuttular.


"Tebrik ederim, Gamzeciğim." Bu dörtlüden uzak durmam için en fazla bu kadar zamanın geçmesi gerekiyordu demek ki. Kaos olmadıkça birlikte bulunmanın ne anlamı vardı ki? Bari onlarla birlikteydim, tadını neden çıkarmayayım?


"Teşekkürler, tatlım." Bunu derken yüzünün girdiği şekil gülme isteği uyandırdı ama gülmedim, yine gülemedim. Rol icabı alay dolu bir kahkaha attım. "Bizim ilişkimiz öyle herkesinki gibi sıradan bir ilişki olmayacak."


"Daha düne kadar benim sevgilimle klişe hayaller kuruyordun, Gamze. Torunlarınızın olduğu, evlendiğiniz. Sen hangi sıradan olmayan bir aşk hayalinden bahsediyorsun ki? Dünden bugüne ne değişti?"


Bu dediklerimle birlikte Gamze'nin bütün vücudunun kasıldığını ve hatta Demir'in de sinirlendiğini hissettim. Ortamda şimdi daha soğuk rüzgarlar esmeye başlamıştı. "Ne alakası var? Uydurma!"


"Ama bunları Demir sana anlattığında aynı şeyleri Sarı ile hayal ettiğini söyledin, yanlış mı duydum yoksa?" Dünkü konuşmalarını yüzlerine çarpmasaydım eğer içim rahat etmezdi. "Hatta sen Demir'e arkadaştan fazlası olamayacağınızı söyledin. Şimdi ne oldu? Şunu söyleyeyim; eğer amacın sevgilimi kıskandırmaksa... üzgünüm fakat onun gözü benden başkasını görmüyor. Yani sen onun umrunda bile değilsin." Yapmacık bir şekilde gülümsedim. "Tatlım." Diye sonuna da vurgulu şekilde ekledim.


Sarı bu dediklerimle bana gururlu bakışlarını yine yolladı. Bu şekilde konuşmam çok hoşuna gidiyordu ve bunu da açıkça belli ediyordu bakışlarıyla çok net.


Gamze elinde tuttuğu bıçak ve çatalı sıkmaktan elleri beyazlaşmıştı ama o benim umrumda bile değildi. Bana doğru yeltenmek için ayağa kalktığında ben de aynı şekilde ayağa kalktım. Masadaki herkes tek tek ayaklanırken Gamze bana gelmek için hamle yaptığında Demir onu durdurdu.


Sarı bana doğru bir adım attı ve elimi sıkıca tutarak beni arkasına aldı. "Eğer bir daha ona karşı en ufak laf ederseniz... ona el kaldırma hakkını kendinizde görürseniz... bir sonrakinde bu kadar sakin kalmam. Kadına el kaldırmamam,  bunun öfkesini sevgilisinden çıkarmayacağım anlamına gelmiyor." Demir'e karşı uyarısından sonra elimi bırakmadan beni eve doğru yürütmeye başladı.


"Vay be! Sabah sabah ne ortalığı birbirine kattık!" Kıkırdamamla birlikte Sarı'ya baktım. "Bu aralar fark ettim de kavgayı başlatan taraf ben oluyorum. Galiba kaostan beslenmeye başlamış olabilirim."


"Ben bu elini tuttukça istediğin kadar kaostan beslenebilirsin," dedi. "Ben her daim önüne atlayıp yumruklarımı her daim senin için hazırda tutacağım."


"Şapşal." Deyip elimi ondan ayırdım ve omzuna bir yumruk geçirdim. Bunu yaparken sırıtmama engel olamamıştım.


Onunla birlikte kahkaha atmak ve gülümsemek harika geliyordu ve onunla sohbet etmeyi de çok seviyordum. Onunla geçirdiğim her saniye çok güzel geliyordu ve galiba hayatımın en iyi aylarını yaşıyor olabilirdim. Çocukluktan beri aile hasretiyle mahvolurken ailem sonunda karşıma çıkmıştı.


Evin önüne geldiğimizde eve gitmek istemediğim için evimizin önündeki iki basamaklı merdivene oturdum. Yanımdaki boşluğu göstererek, "otursana." Dedim. "Davet vakti yaklaşınca içeri geçeriz."


Bir şey demedi ve beni kırmamak için yanıma oturdu. Dizlerimi yine kendime doğru çektim. Ama bacaklarımla kafam arasında bayağı mesafe olduğu için çenemi dizlerime yaslayamıyordum. Bunu gören Sarı eliyle omzuna iki kez vurdu. "Buraya koy başını." Deyince ona baktım.


Gülümsedim ama o gülümsemedi. Mutlu olduğunu gözlerinden görüyordum ama. Bu ânı bekliyormuş gibi başımı hızlıca onun omzuna yasladım ve gökyüzündeki güneşe baktım. Gözlerimi alan yoğun bir rengi ve kalbimizi ısıtan yüksek ısısı vardı. Güneşten dolayı kısılan gözlerimi yere doğru indirdim.


~


Davet saati yaklaşınca Sarı banyoda giyinmiş ve benim rahat rahat hazırlanmam için dışarı çıkmıştı. Ben ise ne giyeceğimi bilemeyerek dolabın içerisine çaresizce bakınıyordum. Çok çok şık kıyafet getirmediğimden dolayı büyük bir üzüntü içerisindeydim ama moralimi bozmamak için elimden geldiğince olumlu düşünmeye çalışıyordum.


Getirdiğim mavi, dümdüz, yarım kollu ve kalem elbiseyi askıdan çıkardım ve koltuğun üstüne yerleştirdim. Perdelerin kapalı olduğuna emin olduktan sonra üstümü hızlıca değiştirdim ve pijamalarımı dolaba yerleştirdim.


Topladığım sarı saçlarımı siyah tokadan sıyırıp tokayı bileğime taktım ve saçıma elimle düzenlemeye çalıştım, daha sonra da tarağı dolaptan alarak dikkatlice taradım. Ne maşa ne de düzleştirici getirmediğimden ne yazık ki saçlarım sadece tarak vurulan haliyle kalacaktı ama ben her halimle güzeldim zaten.


Üzerimdeki elbisenin yukarı doğru toplanan eteklerini elimle aşağı doğru çekiştirip yana doğru kayan belimi düzelttim. Son olarak da ters dönen kollarını düzenledikten sonra koluma çantamı taktım ve getirdiğim gold takı setini taktım.


Nihayet hazır olduktan sonra son olarak ayakkabılarımı da giyinip birkaç fıs Nazlı'nın parfümünden sıktım. Bütün eşyalarını kendiminmiş gibi sahiplensem de o parfümü hiçbir zaman kendiminmiş gibi göremeyecektim. Üstümde Nazlı'nın kokusunu taşıyordum.


Topuklu ayakkabımın zemindeki tıkırtısıyla birlikte kapıya doğru yürüdüm ve açtığımda ise sırtı bana dönük olan Sarı ile karşılaştım. Çıkan sesle birlikte arkasını döndüğünde gülümsedim. "Nasıl olmuşum?" Diye sordum kendi etrafımda dönerek.


"Söylememe gerek var mı?" Diye sordu. "Gözlerimden ne kadar güzel olduğunu anlaman gerekiyor." Kıkırdadım bunu demesiyle.


Dediği gibi gözlerine baktığımda güzel olduğumu kanıtlarcasına bakıyordu bana.


Yeniden koluna girdim ve çantamın zincirini tuttum. Diğerleri daha çıkmamıştı ve galiba ilk giden biz olacaktık. Yakındı, yoksa arabayla giderdik. Adımlarımız biraz daha hızlanırken karşıdan görünen ışıklı tabelaları gördüm. Şık bir kafe gibi bir yerdi ve eğer istersek çiftler halinde dans edecektik.


Kafeye doğru ilerledik ve kapısından içeri girdiğimizde orta yaşlarda bir adam karşıladı bizi. "Hoşgeldiniz, Ezhel bey." Dedi.


Sarı da ona bir baş selamı verdi kısaca ve adam eliyle ilerimizdeki altı kişilik masayı işaret etti. "Buyurun, hepiniz için bu masa ayırtıldı." Dedi.


Sarı onu onayladı ve işaret ettiği masaya doğru yürüdük. Sarı benim için en sağdaki kahverengi sandalyeyi kendine doğru çekince kolundan ayrıldım ve sandalyeye otururken boynumdaki çantayı çıkardım. Masanın üstüne koyduktan sonra ise benim için çekilen sandalyeye oturdum.


Sarı da masanın diğer tarafından dolaşıp karşımdaki sandalyeye oturdu. Gelen garsonlar sipariş almak için gelmişlerdi. Sarı, "ne içer ve ne yersin?" Diye sorunca önümdeki siyah kapaklı menüye baktım.


İnceledikten sonra kısa bir süre düşündüm ve Sarı'ya, "bir tane latte ve bir dilim de yaş pasta alayım." Dedim. Dün geceden beri canım nedensiz yere deliler gibi yaş pasta çekiyordu. Ve yarın ki eğlence mekanında yaş pasta yemenin hayalini kuruyordum. Sonunda yaş pastamı yiyebilecektim.


Sarı, garsona bakarak "yaş pasta, latte ve filtre kahve alalım." Dedi.


Garson elindeki küçük not kağıdına verdiğimiz siparişleri yazdıktan kısa bir süre sonra mutfak tabelası asılan kapıdan içeri girdi. Ben tekrardan Sarı'ya baktığımda onun da bana baktığını gördüm.


Kalbimde hissettiğim suçluluk duygusunun altında her saniye ezilmeye devam ederken Sarı'nın bu bakışları daha da çok acı çekmeme neden oluyordu. Birbirimizi beğeniyorduk ama aramızda daha kuvvetli bir his bağı var mıydı, bilemiyordum. Ama birbirimizi beğeniyorduk ve hafif etkileniyor da olabilirdik. En azından benim için durumlar beğenmeden öte değildi, şimdilik.


Ellerim masada küçük küçük ritimler tutarken ayağımla da yerde aynı ritmi sağlamaya çalışıyordum. Sarı ise rahat bir tavırla arkasına yaslanmıştı ve etrafı inceliyordu. Benim canım şimdiden sıkılmıştı. Açıkçası her gün aynı kaos beni bile bunaltmıştı. Kimseyi tanımadığım için bir tek aşktan darbe vurabiliyordum. Hep aynı konulardan birbirimizi yaralamaktan sıkılmaya başlamıştım.


Bu akşam kavga başlatmayı düşünmüyordum ama bu karşılık vermeyeceğim anlamına gelmiyordu. Dişini gösterene dişimi gösterir, bana davrandığı şeklinde karşılık verirdim.


Garson elinde bizim siparişlerimizin olduğu tepsiyle mutfak kapısından çıkarken kapı onun arkasından kapandı ve garson bize doğru ilerlemeye başladı. Siparişlerimizi masanın üstüne bıraktıktan sonra yaş pastayı önüme doğru çektim ve yanıma bıraktığı çatalla yemeye başladım. Daha sonradan aklıma gelmiş gibi yemeye bir süre ara verdim ve peçeteyle dudaklarımın kenarlarını sildim. "Sen yemiyor musun?"


"Tatlı tüketmiyorum."


"Ekmek yemiyorsun, tatlı yemiyorsun, doğru düzgün kahvaltı da yapmıyorsun. Sen sadece kahveyle beslendiğinin farkında mısın?"


"Aldığım protein tozları bana yeterli oluyor, sen dert etme beni." Deyince sağ omzumu indirip kaldırdım.


Ve pastamı iştahla yemeye devam ettim. Dün gece o kadar canım çekmişti ki Sarı'yı uykusundan uyandırmamak için kendimi zor durdurup sabahtan akşama kadar da sabırla bekledim. Ve nihayet pastama kavuşmuştum. İçindeki kremasının lezzetiyle buluşurken her defasında mutluluğu buluyordum.


Kahvemden de bir yudum aldım ve tekrardan tatlıma gömüldüm. Dakikalar geçti, ben tatlı yemekle meşgul olduğum için hiç farkında bile olmamıştım.


"Bu kadar çok sevdiğini bilseydim daha önce seni götürürdüm. Niye söylemedin?"


"Bilmem." Deyip tatlımdan bir çatal daha aldım.


"Bir tane daha söyleyeyim." Deyip tam garsonu çağıracaktı ki ona engel oldum.


"Hayır," dedim aceleyle. "Patlamak üzereyim. Belki daha sonra."


Bir süre emin olmak ister gibi baktı ve daha sonra beni onaylayarak garsonu çağırmaktan vazgeçti. Pastamdan son çatalı da aldığımda karnımın patlayacağını hissediyordum. Hem çok yemiştim hem de bayağı bir hızlı yemiştim. Bunun üstüne bir de akıllanmayıp kahvemi de aynı hızla içiyordum.


Sarı da kahvesini bitirmişti, içi boş kahve bardağını masaya bırakınca anlamıştım. Ben de kahvemi bitirip masanın üstüne bıraktım. Kafede daha yeni duyulan yabancı müziğin sesini Türkçe bir müzik kapladı.


Ama bu müziği bilmediğim için şarkı sözlerini tekrar edemiyordum. Ben genellikle eski tarz şarkılar dinlediğimden yeni çıkan şarkıların hızına yetişemiyordum hem yetişsem bile pek benlik bir tarz olduğu söylenemezdi. Hep eski şarkılar dinler ve onlarla birlikte derin hayallere dalardım.


Kafenin kapısından girenler yine tanıdık simalardı. Eskiden onları gördüğümde kaos kokusundan dolayı heyecanlanırdım fakat şu an hissettiğim kocaman bir boşluktu.


O da ne?!


Dikkatimi çeken şeylerden ilki, Gamze Timsah'ın koluna girmişti; ikincisi ise, Kimliksiz de Demir'in koluna girmişti. Benim bünyem onların hızını kaldıramıyordu.


Daha bu sabah Demir, Gamze ile sevgili olduğunu üstü kapalı bir şekilde söylemişken bu gördüklerim de neyin nesiydi? Kafam çok karışmıştı ve artık bu aşk meseleleri daha da bir heyecanlandırmıştı beni.


Onlara çok odaklandığımı fark edince tekrar önüme döndüm ve onların buraya doğru gelmesini bekledim. Şaşkınlıkla Sarı'ya baktığımda onun, onlarla hiç ilgisini getirmediğini gördüm. Sarı'nın bu gamsızlığı beni daha da şaşkınlığa sürükledi. Bütün bu olanlar sadece bana mı tuhaf geliyordu?


Aşk denilen şey bir günde kaç şekil değiştirebiliyordu sahi? Onlar aşkı yanlış tanımıştı veya gerçek aşkla henüz tanışmamışlardı.


Hepsi tek tek masadaki yerlerine yerleştikten sonra aramızda kısa bir sessizlik olmuştu. Timsah benim çaprazımda, Ezhel'in tam yanındaydı. Gamze ise benim yanımda oturuyordu. Timsah'a bakarak, "hayırlı olsun." Dedim imayla. Bir yandan da sorgular bir bakış atıyordum ama elbette bu ortamda bana cevap veremeyeceğini biliyordum.


Dudaklarını öne doğru büzdü, bu soruma yanıttı ve bu hareketini herkesten ustaca saklamıştı. "Teşekkür ederim." Dedi. "Ani olmadı bu, zaten Gamze ile birbirimizi ilk gördüğümüz anda birbirimizden hoşlanmıştık."


"Daha bu sabah Demir bey, Gamze hanımla birlikte partner olacağını söylemiyor muydu?" Diye sordum. Yok, ortalığı karıştırmadan olduğum yerde rahat etmiyordum. Bir savaş ve bir entrika; ikiden fazla kişinin bulunduğu yerde muhakkak olmalıydı.


"Partner adı üstünde," dedi Gamze somurtkan bir ifadeyle. "Bir dans partneri ya da davet partneri arkadaşla da olunabilir hatta bir kardeşle de. Arada aşk olması gerekmez. Demir bana dostça bir teklifte bulundu ve ben de düşündükten sonra asıl değer verdiğim insanla olmak istedim. Olayları farklı yerlere çekme, ortalığı karıştırmandan bıktım ve bıktık artık." İlk defa insanca bir konuşmasını duyuyordum. Normalde hep hırçın ve kabaydı.


"Aranızdaki her neyse arkadaşlıktan çok daha öte görünüyordu." Deyip keyifle arkama yaslandım.


Timsah, "yapma" dercesine bir bakış atsa da bana umrumda değildi. Gamze benim damarıma bir kez basmıştı ve ben de her defasında onun damarına basacaktım.


"Yanlış anlamışsın demek ki." Dedi Demir, açıkçası şimdi o da sakindi. Öfkesinden ve sinirinden eser yoktu. Konuşmasındaki aksilik bile silinmişti.


Bu masada ne tür entrikalar dönüyor, bilmiyordum ama bu hızdan artık başım dönüyordu. Hiçbir olayı yakalayamıyordum bile. Her şey çok ani bir hızla gerçekleşiyordu. Eğer Demir ve Gamze dost olursa bize karşı oyunlar oynayabilirlerdi. Bu dostluklarına sinirim bozulmuştu.


Kulaklarıma tanıdık bir müzik çalınınca içimden tekrar ettim, neredeyse en sevdiğim müzikti.


"Hem gündüzüm hem gecem." diye başlıyordu bu şarkı. "Her bir saniyem, her bir hecem. Her cevabım sensin, hem de her bilmecem. Durup baktım göz ucuyla, başka biri vardı yanında."


Sarı oturduğu yerden ayaklanıp herkesin yanından geçti ve benim yanıma ulaştı. Elini bana doğru uzattı dans etmek için. Hiç kimseyle göz göze gelmeden direkt gözlerimi onun mavileriyle buluşturdum ve bana uzatılan eli tuttum. O elimden tutup beni ayağa kaldırınca birlikte orta alandaki siyah piste doğru ilerledik.


Dans etmek için hazır hale gelmişken şarkı devam etti. "Bilmem kaç yüz kişi içinden, gördüm deli gözlerini birden." Bir sağa, bir sola sallandık. İki elim de onun omuzlarında yerini almıştı. Öylece gözlerinin içine bakıyor ve olduğumuz yerde hafif hafif hareket ederek dans ediyorduk. "Belki tanımazdım seni o konsere gelmesen."


Demir ile Kimliksiz de yanımızdaki yerini alınca Timsah da Gamze'yi dansa kaldırdı. Şu an hiçbirini umursamıyordum, yalnızca Sarı ile beni düşünüyordum.


Ben şarkıya eşlik ederken Sarı dudaklarını bile kıpırdatmıyordu. "Gece sonunda kayboldun, baktım sana kayboldun. Baktım sana, yok olmuştun."


Herkes dans ediyordu ama bazı gözleri üzerimizde hissetmiyor değildim. Kıskançlık, haset ve daha bir sürü kötü duygular... Gamze'ye ters ters baktığımda gözlerini devirip bakışlarını Timsah'a kilitledi. Gamze benden nefret ediyordu ve bu nefretimiz artık tamamen karşılıklı olarak resmiyet kazanmıştı.


Her defasında hemcinsim diye nefret kusmamaya çalışsam da sabrımı resmen zorluyordu. Bir erkek için hemcinsinden nefret eden kızlardan değildim, zaten bir erkek için de bunu yapmamıştım. Sonuçta, Sarı benim sevgilim değildi. Bir kadının, başka bir kadına bunu nasıl yaptığını aklım almıyordu sadece.


Şarkının sonlarına yaklaşmıştık artık ve herkes yavaş yavaş yerlerine geçmeye başlamıştı. Ama biz şarkının son kısmına kadar dans etmiş ve en sonunda da yerlerimize geçmiştik. Pastadan dolayı oluşan mide bulantım gittikçe artarken bir an için zehirlendiğimi düşündüm. Çünkü başım dönüyordu. Kusmamak için kendimi zor tutuyordum. Sarı'yı telaş ettirmemek için gülümsemeye çalıştım.


"Ben lavaboya gidip geliyorum." Diyerek ayağa kalktım.


"Tamam, güzelim." Son kelime yanaklarımı kızartmaya yetmişti. Bana ne oluyordu böyle? Ben duygusuz bir robotken ne ara heyecandan dolayı yanaklarım kızarmaya başlamıştı?


Arkamı dönüp lavabo yazan yere doğru ilerleyip kadın bölümüne girdim. İçeride kimse yoktu. Midemin bulantısı artmaya devam ederken musluğu açarak elimi yüzümü yıkadım. Geçecek gibi değildi. Biraz temiz hava almanın iyi geleceğini düşünerek yüzümü peçeteyle kurutup lavabodan çıktım. Sarı'ya görünmeden lavabonun çıkışında yer alan kapıyı kullanıp kafenin arka tarafına çıkmıştım.


Kafenin etrafı da ormanlık alandan oluşuyordu. Bu iki gündür her yerde orman, ağaç ve bitki görmekten sıkılmamıştım fakat insan şehir hayatını da ister istemez özlüyordu. İki elimle de karnımı sardım.


Yürüyecek kadar kendimi iyi hissetmiyordum. Gözlerimin önü hafif hafif kararırken bir elimi ağacın gövdesine yasladım. Kusma isteği gelse de bir türlü yapamıyordum. Başım dönmeye devam ediyor ve gözlerim kararıyordu. Hatta nefes alış verişim bile düzenden çıkmıştı. Kendimi güzel uykuya teslim ettim....


Loading...
0%