Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.Bölüm

@samiraertennn

Göz kapaklarımda yoğun bir ağırlık olduğundan dolayı açamıyordum. Bütün vücudum sanki titriyordu ve ben üşüyordum. Çok soğuktu. Gözlerimi açamıyor nefes dahi zor alıyordum. Her neredeysem nefes alınamayacak kadar havasız ve berbat kokuyordu.


Kirpiklerimdeki ağırlık dakikalar sonra yavaş yavaş azalınca gözlerimin yalnızca yarısına kadar açabilmiştim. Ama gördüğüm şeyler net değildi, sadece bulanıklık vardı. Gözlerim tekrar uykuya dalmak istese de açmak için çabaladım. Sonunda gözlerimi tamamen açabilmiştim fakat yine her tarafı bulanık görüyordum.


Ellerimle gözlerimi silip netlemek için hareket ettirmeye çalıştım fakat ellerimi hareket ettiremiyordum. Ayağa kalkmak istiyordum fakat ayaklarımı da hareket ettiremiyordum. Bağırmak, sesimi duyurmak istiyordum ama onu da yapamıyordum. Sesim çıkmıyordu.


Gözlerim nihayet görüş alanını yavaş yavaş netlemeye başlayınca loş bir ışık gördüm. Etraf bodrum gibi bir yerdi. Karşılıklı iki yanımda da kahverengi, üst üste duran koliler yer alıyordu. Önüm ise karanlıktı ama önümde çok uzaktan bir yerden azıcık da olsa bir ışık görebiliyordum.


Şu anda bir sandalyeye oturtulmuştum. Ellerim sandalyenin arkasında bağlıydı ve ayaklarım da sandalyeye bağlıydı. Ağzımda ise gri bir bant vardı ve konuşmama engel oluyordu. Ben neredeydim? Galiba kaçırılmıştım. En son hatırladığım, kafenin arka tarafında bir ağacın orada bayıldığımdı.


Yediğim veya içtiğim şeye bayılmam için bir şey koymuşlardı. Ama kim? Benim bir düşmanım var mıydı? Kim beni kaçırmış olabilirdi ki? Galiba kimin kaçırdığının bir önemi yoktu. Önemli olan buradan nasıl kaçacağımdı. Ellerim, ayaklarım bağlıyken ben nasıl kurtulacaktım?


Hem Sarı neredeydi? Benim yokluğumu çoktan fark etmesi gerekiyordu. Bant yüzünden bağırmaya çalışsam da ne dediğim anlaşılmıyordu fakat çırpınıyordum. Bağırıyor, çağırıyor ve bir kurtuluş yolu arıyordum.


"Boşuna bağırma," yanıma doğru otuzlu yaşlarda bir adam geldi. Saçını sıfıra vurmuş fakat sakallarını uzatmıştı. Giydiği takım elbisesi onun çok düzgün bir adam olarak gösteriyordu ama büyük bir ihtimalle o bir iş adamı değildi. O adamın arkasından birkaç adam daha geldi. Hepsinde koruma tipi vardı. "Sevgilin burada değil."


O benim sevgilim değil, demek istedim ama yapamayınca başımı olumsuz anlamda sallamakla yetindim. Beni kaçıran kimdi ve Sarı ile benden ne istiyordu?


Diğer adamla da karışık olarak etrafıma yerleştiler. Herhangi bir dıştan saldırıda hemen savunmaya geçecekler gibi duruyordu. Ama ceplerinde silah göremiyordum. Bağırıp, çırpınmaya çalışmaktan bitap düşen vücudum kendisini rahat durmaya bıraktı.


"Ezhel'in sevgilisisin demek," dedi adam karşıma geçerek. "Onunla sevgili olup başına ne gibi belalar aldığını henüz bilmiyorsun, demek ki." Adam yüksek sesle bir kahkaha atınca yüzümde iğrenir gibi bir ifade oluşmuştu.


"Ben sevgilisi değilim!" Diye bağırmaya çalışsam da ne ben ne de karşımdaki adam bunu anlayamamıştı.


"Ne diyorsun, duyamıyorum!" Dedi adam alayla ve bir elini kulağının arkasına yerleştirip kulak kabartma numarasını yaptı. Daha sonra da yine yüksek bir kahkaha atarak elini ceplerine koydu.


Yine vazgeçmedim ve ısrarla, "ben onun sevgilisi değilim!" Diye bağırdım. Bu sefer kelimelerimin anlaşılması için tek tek söylesem de maalesef ki sorun kelimelerim arasındaki mesafe değildi. Kelimelerimin kendisi anlaşılmamakta ısrar ediyordu. Bant yüzünden sesim boğuk çıkıyor ve hiçbir harf ağzımdan çıkamıyordu.


"Tüh," dedi adam iki elini de birbirine vurarak. "Duyamıyorum." Bu adam beni kaçıran kişi miydi, yoksa sadece görevli bir adam mıydı, anlayamıyordum. Diğer adamlara doğru dönerek, "Ezhel'e karşı mahcup olmayalım. Sevgilisini aç bırakmayın." Dedi.


Adam tekrardan bana doğru döndü. Artık çabalamadım. "Kendine iyi bak, tamam mı?" Diye sordu adam alayla ve arkasını dönüp geldiği yolu geri döndü.


İçeride tanımadığım beş korumayla birlikte derin bir sessizliğe gömüldük.


~


Ufak ışığın geldiği koridorda bir adam belirdi. Elinde çorba ve ekmek dilimleri bulunan bir tepsi tutuyordu. Yanıma doğru geldi ve tepsiyi yere bıraktı. Arkama doğru geçip ellerimi açmak için eğildi. "Kaçmaya çalışma. Ayaklarını açmıyorum. Bu kadar adamın arasından da kaçamazsın zaten." Adam uyarısını yaptıktan sonra tepsiyi kucağıma verdi.


adam yanımdan uzaklaşırken aklımdan tilkiler geçiyordu. Diğer korumalar benim kendim kaçabileceğime ihtimal vermediği için bana bakmıyorlardı. Hepsinin sırtı bana dönüktü. Tepsiyi yavaş ve sessizce yere bıraktım. Ve öne doğru eğilip ayaklarımın düğümünü açtım. Kimsenin bir şey anlamaması için düğüm olmayan halatı hızlıca ayaklarıma gevşekçe doladım.


Tekrar doğrulduğumda tepsiyi aldım ve peçetenin üstündeki kaşığı alıp çorbadan bir yudum aldım. Ekmekleri de yemeye başlarken gözüm sürekli korumaların üstündeydi. Herhangi bir ters hareketimde ne yapacaklarını kestiremiyordum.


Çorba kasesinin yarısına geldiğimde peçeteyle dudaklarımın kenarını sildim. Daha sonra da elimdeki tepsiyi tekrardan yere bıraktım. "Doydum." Dedim.


Yedi adım önümde durduğum koruma, tepsiyi yerden alıp buradan gitmeye başlayınca geriye üç adam kalmıştı. Halatı bacaklarımdan sıyırıp kenara attım ve yavaşça ayağa kalktım. Sandalyeyi önüme doğru alarak havaya kaldırdım ve hemen önümdeki adama doğru koşturmaya başladım. Sandalyeyi var gücümle kaldırıp adamın sırtına vurduğumda adam acıyla haykırıp arkaya doğru çevik bir hareket yaptı.


Onun hareketinden son anda kurtulup eğildim. Diğer iki adamdan ikisi hem sağımdan hem de solumdan geliyordu. Diğerinden erken gelen adama topuklu ayakkabımın topuğuyla karnına vurdum. Adam acıyla inleyip yeri boylarken diğer soldan gelen adamın kafasında da sandalyeyi kırmıştım. Parçalara ayrılan sandalyenin ayak kısmını da hemen önümdeki adamın kafasına vurarak bayılttım.


İki adam baygındı fakat tekme attığım adam bana doğru geliyordu. Hızlıca yere eğilip çevik bir hareketle onun arkasına geçtim ve var gücümle elimdeki tahtayı havaya kaldırıp kendi etrafımda dönerek onun ense kısmına vurdum. Saniyeler içerisinde o adam da bayılmıştı.


Koridorda adım sesleri geliyordu. Bir kişi değildi, birden fazla kişiye aitti. İçeriye yaklaşık on kişi girince elimdeki tahtayı çaresizce yere attım. On kişiyle mücadele edemezdim. Bütün adamlar şaşkınlıkla bir bana bir de yerdeki adamlara bakıyordu. İçlerinden birisi, "bunları sen mi bayılttın?" Diye sordu.


İşaret parmağımdaki soyulmuş ojeme baktım. "Bunların yüzünden ojem bozuldu." Diye homurdandım.


"Kıza bak, dört kişinin içine dalmış."


"Yok be," diye söylendim keyifle. "Çerezdi bunlar. Hepsi tek tek saldırdı." Alayla güldüm.


~


"Beni bağlamayın artık." Dedim yeni sandalyede oturup adamın ayaklarımı bağlamasını izlerken.


Ellerim bağlanmıştı. Yine bir umut adamlara yumrukla saldırmaya çalışmıştım ama on kişi birden beni tutunca daha fazla mücadele edememiştim. Farklı sandalye, aynı mekan ve farklı insanlarla kalan mücadeleye devam...


"Şimdi bağladınız da elinize ne geçti?" Yüzümü somurttum. "Bir de çok sıktınız. Gevşetin."


"Sus be kadın!" Adam önden ileri giderken yüzümü buruşturdum.


Sarı nerede kalmıştı ki? Gözüm hâlâ yolda onu bekliyordu...


Ve aradan geçen dakikalar sonra içeri tanıdık bir sima girdi; benim ailem, mavi gözlü adam. Gözleri okyanus tonu olan o adam gözlerini benimle birleştirince gönlümün ferahladığını hissettim. Benim ailem buradaydı. Bakışları güven veren adam buradaydı ve bana bakıyordu. Gülümsemiyordu çünkü ikimiz tek değildik, düşmanları da buradaydı. Beni Sarı'nın sevgilisi sandıkları için kaçırmışlardı.


Ve ardından ikinci bir şok dalgası da bedenime yüklendi. İçeri üç tanıdık sima daha girdi; Kimliksiz, Demir Ateş ve Timsah. Timsah ile Kimliksiz'de o kadar şaşırmasam da Demir'i gördüğümde gözlerimin şaşkınlıktan dolayı büyüdüğünü hissedebiliyordum.


Önümdeki adamlar önümde sırasıyla sıralandılar ve benim önüme kalkan oluşturdular. Sarı da bir adım öne doğru çıkarak onların karşısında durdu. "Şimdi eğer o kadını bana vermezseniz..." tehlikeli bir şekilde sırıttı. "Olacaklardan ben sorumlu değilim."


"Gülelim dostlar!" Aralarından bir adamın alaylı tınısıyla ortamdan kahkaha sesleri yükseldi.


"Bak bak," dedi başka bir adam. "Başka ne istersiniz?"


Sarı'nın sinirlendiğini gittikçe hissedebiliyordum. Bir adamın yakalarından tutup kendine çektiği gibi ona kafa atması bir oldu. Adamın burnundan kanlar dökülürken onu yere itekledi. Diğer adamlar Sarı'ya hücum ederken Timsah müdahale etti.


Timsah bir adamı yere yatırıp yumruklarıyla ona saldırırken başka bir adam ona hücum etmek üzereydi. Demir Ateş son anda Timsah'ın yardımına yetişip diğer adamı kenara itekledi ve belinden çıkardığı silahın kabzasıyla adamı bayıltması saniyelerini aldı.


Demir Ateş'e arkadan saldırmakta olan adama Kimliksiz müdahale ederek omuzlarından tuttu ve dizini adamın sırtına geçirdi. Kimliksiz'in yere düşürdüğü adamdan yükselen inleme sesleri yüksek ihtimalle sırtının kırıldığına dair bir kanıttı. Kimliksiz'in yanında duran adam, Kimliksiz'e yumruğunu savurunca Demir Ateş onun yumruk yaptığı eli tutarak ters çevirdi. Hatta elinden yükselen sesler büyük ihtimalle kırıldığını gösteriyordu.


Sarı ve Timsah sırtlarını birbirlerine yaslamış ve dört adamın arasına dalmışlardı. Sarı yumruk ve tekmelerini havada savuruyor ve ustaca dövüşüyordu; bir yandan da Timsah da benimle aynı eğitimlerle geçmişti ve o da en az Sarı kadar iyi dövüşüyordu.


Demir'e bakınca ise yerdeki sandalye parçalarını almış ve bir tane adamı saniyeler içerisinde bayıltmıştı. Sarı ve Timsah'a yardım etmek amacıyla onların yanına doğru koşturdu ve dört adamdan ikisinin kafasına da elindeki tahta parçasıyla vurdu.


Kimliksiz'in bağırma sesleri yükselince Demir elindeki tahtayı yere atmadan Kimliksiz'e baktı. Ben de bakışlarımı Kimliksiz'e çevirdiğimde bir adam onu duvara yaslamıştı ve cebindeki silahı onun alnına dayamıştı. Ve adamın eli tetikteydi.


Demir arkadan adama vurduğu darbeyle adamı bayıltırken adamın eli tetiğe basmıştı. Yükselen kurşun sesi kısa bir süre sessizliğe neden oldu ve etraftaki yumruk sesleri bir süreliğine kesildi. Herkes merakla kimin vurulduğuna bakıyordu. Omzu kanayan Demir Ateş acısına rağmen kahkaha attı. "Sıyırdı, merak etmeyin ben iyiyim. Devam edebilirsiniz."


Sarı ve Timsah'ın boş anında etraftaki adamlar bunu fırsat bilerek onlara hücum etti. Demir'in ise omzu kanamaya devam ediyordu. Kimliksiz ve Demir'in etrafında hiç adam kalmamıştı. Kimliksiz kafasındaki kırmızı, düz bandanayı çıkardı ve Demir'e doğru yaklaştı. Bir şeyler konuşup kıkırdadılar ve Kimliksiz bandanasının ucunu yırtarak Demir'in koluna doladı. İpin iki ucundan da sıkarak buradan bile çok sıkı duran bir düğüm attı. En azından çok fazla kan kaybetmesini önleyip zaman kazandıracaktı. Zaten kurşun sıyırmıştı.


Kimliksiz koşarak Sarı ve Timsah'ın etrafındaki adamların üzerine saldırdı. Birisinin kulağını ısırınca adam acıyla inledi ama bu gayet işe yaramış olacaktı ki o adamı Sarı'dan uzaklaştırmıştı. Bunu fırsat bilen Kimliksiz adamın arkasına geçti ve sırtına atladı. İki eliyle de adamın gözlerini kapattı ve adam dengesini kuramayınca saniyeler içerisinde yeri boyladı. "Ben kilolu değilim, sen zayıfsın, haberin olsun." Kimliksiz'i taşıyamadığı için yeri boylamıştı ve Kimliksiz bir yandan işe yaradığı için gururluyken bir yandan da hafif kilosu yüzünden morali bozulmuştu. Bana göre asla kilolu değildi ve fiziği çok güzeldi.


Kimliksiz o adamı hemen yanındaki sandalye parçalarından birini alarak kafasına vurarak bayılttı. Geri doğrularken Sarı da bir sandalye parçasını aldı ve adamın ense kısmına nokta atışı yaparak bayılttı. Son kalan adamı da Timsah döve döve kendisinden geçmesine neden olmuştu zaten.


Bütün adamların hepsi kanlar içinde yerde yatıyordu. Karşımda daha önceden birbirlerine karşı düşman olan kişilere baktım. Hatta benim özel düşman ajanlarıma. Hepsi benim için ekip olmuşlardı, bu duygu çok değişikti. Bir tek Gamze yoktu aralarında.


Ben tek ailem olarak Sarı'yı görürken asıl ailem, benim için savaşan buradaki herkesti. Onları hemen kabulleneceğimi düşünmüyordum ama şu an bu ortamda ölümü göze alarak beni kurtarmaya gelmişlerdi. Beni tehlikelerin olduğu yerde sokakta bırakıp giden biyolojik ailem ve karşımda durup benim için ölümü bile göze alan gerçek ailemdi.


Kimliksiz'e benim yüzümden başına silah dayanmış, Demir Ateş benim yüzümden omzundan yaralanmıştı. Daha kötüsü de olabilirdi. O kurşun birisinin kafasına veya kalbine denk gelebilirdi. Ölüm tehlikesini göze alarak beni kurtarmaya gelmişlerdi.


Sarı benim yanıma doğru gelince Kimliksiz de bana doğru koşturdu. Kimliksiz, Sarı'nın yanından geçip daha erken yanıma ulaştı. Bana sarılıp alnıma öpücük kondurdu. "O gün yaptığın gibi." Diye fısıldadı benden ayrılırken. "Sana borcum kalmadı." Kendini beğenmiş tavrı bu sefer beni sinirlendirmedi, aksine güldürdü; her ne kadar yapmacık da olsa. Ama Kimliksiz gerçekten eğlendiğimi anlamıştı.


Sarı yanıma gelip eğilerek boyunu benim hizaya getirdi. "İyisin değil mi?" Diye sordu. Bir elini yanağıma yerleştirip başını omzuna doğru eğdi. Yanağımda duran eline başımı yaslarken başımı salladım.


Timsah burnundan akan kanları elinin tersiyle silerken bize doğru yaklaştı, "hadi abi, oyalanmayın. Bunlar birazdan uyanır." Deyince Sarı da ona hak vermiş olacaktı ki çöktüğü yerden doğruldu ve arkama geçerek sandalyeye düğümlenmiş ipleri açmaya başladı.


Kimliksiz de önden bağlanan ayaklarımı açmak için yere doğru eğildi ve o da ayaklarımdaki düğümü çözmeye çalıştı. Çok sıkı oldukları için bayağı uzun sürelerini almıştı ama en sonunda ayaklarım ve ellerim serbest kaldı. Hızlıca ayağa kalktım.


Demir'in karşısına doğru ilerledim. Bana şaşkınlıkla baktı. Bunu beklemiyordu galiba. "Benim yüzümden." Dedim omzundaki yarasını kastederek.


"Önemli değil," dedi ve bu söylediğinde samimiydi. Sanki vurulan o değilmiş gibi acayip rahat davranması mafya olmasına dair şüphelerimi daha da arttırdı. Başımı salladım.


Kimliksiz ve Timsah'a da baktım. "Sağolun." Dedim. "Betül'dü galiba," isminden emin olmam şüpheleri üstümüze çekerdi. Kimliksiz başını salladı. "Az daha ölebilirdin. Başına silah dayandı."


"Dert etme."


Timsah sinirle araya girdi, "arabada konuşmaya ne dersiniz?"


Hepimiz ona hak verip çıkışa doğru yürüdüğümüzde alaylı kahkahalar kulaklarımızı doldurdu. Olduğumuz yerde kaskatı kesilirken o otuzlu yaşlardaki adam göz önüne çıkmıştı. Yanında ise beş koruması vardı.


Otuzlu yaşlardaki o adam öne doğru gelerek Sarı'nın karşısında durdu; kindar bakışlarını Sarı'nın üstünden çekemiyor adeta ona öfkesini gözleriyle kusuyordu. Adamın Sarı'ya karşı o kadar büyük bir nefreti vardı ki bir an Sarı'nın ona ne yaptığını düşündüm. Adam alkış tutarak, "vay... vay... vay." Dedi lakayik bir tavırla. Yavaş yavaş azalttığı alkışları en sonunda tamamıyla durdu. "Bir kadın için Demir Ateş ve Ezhel birleşmiş." Adamın bakışları bana kaydı. "Kim bu kadın?"


Sarı bir adım öne attı ve kahkaha attı, bu kahkaha yalnızca kıskançlık barındırıyordu. "O seni hiç ilgilendirmeyen bir kadın! Onunla alakalı ağzından bir kelime çıkmayacak kadın. Onunla bensiz hiçbir ortamda bulanamayacağın bir kadın!" Sarı adamın yakalarından tutup adama kafa atınca adamın burnunun kırılma seslerini işittim. Adamları Sarı'ya doğru yaklaşırken Sarı'nın yakalarını tuttuğu adam elini havaya kaldırıp onları durdurdu. "Anladın mı beni Soner? Anlamadıysan bir daha anlatabilirim, hiç sorun değil." Ellerini adamın yakalarından çekmemiş ve gittikçe öfkelenmeye devam etmişti.


"Kıskançlığı beni benden aldı." Diye bir yorumda bulundu Kimliksiz ama sesi hemen yanında duran bana bile zor ulaşmışken Soner denilen adamın ya da Sarı'nın duyması pek mümkün değildi.


"Şimdi buradan çıkıp gideceğiz," dedi Sarı, Soner denilen adamı geriye doğru iteklerken. Soner son anda dengesini korumasaydı az daha yere düşecekti. "Sen ve korumalarında arkamızdan durup izleyeceksiniz. Anlaşıldı mı?"


Soner dilini damağına vurarak cıklayınca Sarı'nın yumruk yaptığı eli Soner'in yanağıyla buluştu. Soner tepkisizce yana doğru savrulan başını doğrulttu. "Bir yanlış anlaşılma oldu galiba. Senden izin almıyorum. Çıkacağım diyorum. Zorluk çıkarma bize."


Soner ellerini arkasında birleştirmiş alayla Sarı'nın önünde dikiliyordu. Timsah böyle olmayacağını anlayınca Sarı'nın yanına gitti. "Bak, güzel kardeşim asabımızı bozma." Eliyle yerde yatan adamları gösterdi. "On kişiye daldık. Size de dalarız, hiç sorun değil."


Soner yüksek sesle kahkaha attı, bu adamın kahkahaları niye kulağa bu kadar tuhaf geliyordu? Yüzümü buruşturmadan edemedim. "Dalın bakalım neler oluyor, hep beraber izleyip görelim. Ne dersiniz?"


Demir de araya girdi. "Çok ısrar etti ama arkadaş."


"Sen çok konuşma, Ateş. Abin-" abi kelimesini duyduğu gibi Demir öne doğru bir hızla atıldı ve adama art arda yumruklarını geçirmeye başladı. Dengelerini kaybedip yeri boyladı adam ama Demir son anda dengesini korumuş ve adama vurmaya devam ediyordu.


Sarı bir korumaya saldırdığında ortalık bir anda savaş alanına dönüşmüştü. Kimliksiz de koşup bir adama saldırınca Timsah da Sarı'nın arkasından sinsice yaklaşan adama doğru ilerledi. Benim payıma düşen adama doğru ilerleyip üzerine atladım ve kafasını ısırdım. Yere düşen adamın karnına topuklu ayakkabımın topuğuyla baskı yapınca adam acıyla inledi. Ayağımı geri çekip yere eğildim ve elimi adamın boğazına yerleştirdim. Adam kımıldayamaz halde kıpkırmızı kesilmişti. Belindeki silahı çıkarıp adamın kafasına geçirdim. Elimi de boğazından çektim. Nefesleri yavaş yavaş düzene giren adamın gözleri yavaş yavaş kapandı ve en sonunda bayıldı.


Ayağa kalktım ve Sarı'ya darbe yapan adamı gözüme kestirdim. Sarı'ya isabet ettirmeden adama doğru açıdan silahı fırlattım. Silah adamın kafasına çarptı ve adam saniyeler içerisinde Sarı'nın kenarına bayıldı. Yerle buluşan silahı Sarı aldı ve içinden mermilerini çıkarıp bir köşeye attı. Mermileri de kimsenin kullanmaması için cebine attı.


Yavaş yavaş azalan adamlardan son olarak Timsah ile yumruk yumruğa giren Soner kalmıştı. Sarı arkadan Soner'e bir darbe vurunca Timsah'ın işi daha da kolaylaşmıştı. Timsah'ın yumrukları ustalaşmıştı ve bir adamı yumruklarıyla yarım dakika veya kırk beş saniyede bayıltabiliyordu. Aynen de öyle oldu ve Soner yere yığıldı.


"Oyalanmayın, diğer adamlar uyanmak üzere. Çabuk!" Dedi Timsah ve önden hızlı adımlarla yürümeye başladı.


Biz de aynı anda hızlı yürüyüp Timsah'ın peşine takılınca bir silah sesi kulaklarımıza doluştu. Ekibi incelediğimde herhangi birinde yara yoktu. Boşa sıkılan bir tehdit uyarısıydı. Hepimiz aynı anda arkamızı döndüğümüzde bir koruma ateş etmişti. Yanımıza doğru koşturdu. Demir ve Sarı alaylı bir şekilde onun karşısında durdu. Silahı olması o ikisini zerre etkilememişti. Demir bir kolunu ters çevirip silahı yere fırlattı. "Çok komiksin, dostum." Demir onu kolundan geriye doğru atınca adam yeri boyladı. Sarı da alayla sırıtıyordu.


Demir önüne dönerek, "hadi." Dedi.


Çıkışa doğru ilerledikten sonra nihayet dışarı çıkabilmiştik. Güneş yeni yeni doğuyordu. Yani ben dün akşamdan sabaha kadar burada mıydım? Kaç saat bayılmıştım ben?


Hemen çıkıştaki siyah, servis arabasına doğru ilerledik. Sarı ön koltuğa oturunca ve ben de dahil diğerleri arka kapıyı açınca arabada bir şoför olduğunu anladım. Erkek bir şofördü ve yüzünü tam net göremiyordum. Siyah servis aracındaki boş, tekli koltuklara oturduk. Zaten beş tane tekli koltuk vardı; üç tanesi solda, diğer ikisi sağdaydı. Benim önüme ve arkama Kimliksiz ve Demir; hemen sağımdaki koltukta ise Timsah oturmuştu.


Araba hızlıca harekete geçti ve uzaklaşmaya başladı. Az önceki çatışma, sekiz yıl boyunca yaşadığım en heyecanlı çatışmaydı. Resmen dört kişi, on kişiyle savaşmış ve kazanan dört kişi olmuştu. Kişi başına düşen sayı, bazılarında ikiden fazla oluyordu. Ve ben de dört adamı yenmiştim. Bu adamlar mı çerezdi, yoksa biz mi çok iyi dövüşmüştük, pek bilmiyordum.


Ama Timsah, Kimliksiz ve hatta Demir Ateş'in benim için buraya kadar gelip kurşunların olduğu yerde savaşacakları asla aklımın ucundan geçmezdi. Hâlâ bu olayın şaşkınlığı içerisindeydim. Özellikle Demir Ateş'in benden nefret ettiğine emindim neredeyse. Şimdi ise kırmızı bandanada oluşan daha koyu kırmızılık kandı ve bu benim yüzümden akıyordu. Arkamı dönüp Demir'in omzuna baktığımda görmüştüm. Önüme doğru döndüm tekrardan.


Ve kendime şu soruyu sordum: aynı şey Sarı hariç bu üç kişinin başına gelseydi, ben gider miydim? Bu saatten sonra elbette giderdim ama az önceki olaylardan önce gider miydim, bilmiyordum. Sonuçta düşmandık ve onlar yüzünden ölme ihtimalini göze alamazdım. Ama bugünden sonra öyle bir durum olursa eğer elbette giderdim.


Timsah'a baktığımda o da bana bakıyordu. Teşekkür edercesine ona baktığımda o gözlerimden bunu anlamıştı. Gözlerini bir süre kapatıp bekledi, bu "önemli değil" anlamına geliyordu. Gülümsemedi ama ben anladım. Rahat hissetmem için göz kırptı bana. Derin bir nefes aldım ve başımı salladım.


Koltukta daha da arkama yaslandım. Araba büyük bir hızla ilerlemeye devam ederken Timsah'ın gerçekmiş gibi duran ama bir tek ajanların anlayabileceği yapay kahkahası servis arabasının içini doldurdu. Kafasını arkasına yaslamış ve kahkaha atmıştı. Bana bakarak, "adamın kafasını ısırdığın yerde ben kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum!" Dedi ve ardından kahkahalarına devam etti.


"Betül'den ders aldım canım." Deyip Kimliksiz'e baktım. "Bir baktım, adamın kulağını ısırıyor. Bir an kopartacağını bile düşündüm, hatta gelip adamı kurtaracaktım." Bunu dememle Demir gülünce Kimliksiz eğlendiğini belli eden bir öfkeyle Demir'e baktı. Demek ki araları yavaş yavaş düzelmişti.


"Çok kötüsün, Adal ve siz de Demir bey!" Demir, Kimliksiz'in şikayetiyle birlikte daha çok kahkaha attı.


Birlikte kahkaha atarak sohbetimize devam ederek bugünkü aksiyonun güzel bir özetini çıkarmıştık.


~


Eve geldiğimizde Sarı ile tek kalmıştık. İçeri doğru geçerken donuk bakışlarla Sarı'ya baktım. "Bir an beni o adamların elinde bırakacağını düşündüm. Benden umudu kestiğini sandım ve beni bulamayacağını düşündüm." Hüzünlü bakışlarla ona baktım.


"Öyle bir şey olmadı," diye kestirip attı. "Sen benim evimde kaldıkça ve benim hayatımda olduğun sürece pek olacağa da benzemiyor." Kesinlik yoktu çünkü bizim yarınımız belli değildi. Her daim her yerden tehlike çıkabilirdi. Beni her daim koruyacağını söylüyordu ama onun da canı tehlikedeydi.


"Her neyse." Deyip derin bir nefes verdim. İstanbul'daki eve nihayet geri dönmüştük çünkü orada bir tık sıkılmıştım. "Olan oldu. Ama ben hâlâ diğerlerinden bunu beklemiyordum."


Bana hak verdi. "Ben de beklemiyordum. Öyle bir istek içinde de bulunmadım. Tek başıma gelecektim ama ısrar edip arabaya zorla bindiler."


Güldüm. Aklıma bir şey gelmiş gibi dudaklarımı araladım ama Sarı'nın bu soruya pek cevap vereceğini düşünmüyordum. Yine de sormak istedim. "Sarı," deyince gözlerini bana çevirdi. "Demir'in abisi kim? Herkes ondan bahsediyor, merak ettim."


Sarı'nın bunu sorduğum gibi yüz hatlarındaki gözle görülür değişimler beni şaşırtmadı. Öyle bir öfkeliydi ki iki elini de altta yumruk yapmıştı. "Boş ver," dedi nefes alarak.


"Neden ama?" Diye ısrar edince öfkesi daha da arttı. Bana zarar vermezdi ama öfkesi böyle giderse kendisine zarar verecekti.


"Sana boş ver, dedim!" Sesi azıcık yükselince buna cevap vermeyeceğini anlamıştım.


Bu Demir Ateş'in abisini görmemiştim ama her yerde o konuşuluyordu. Demir ile dövüşen ya da onu yaralamak isteyen direkt ortaya abisini atıyordu. Abisi ne yapmış olabilirdi ki? Hatta abisi yüzünden düşmanlık başlamıştı bu dört mafya şüphelisi arasında. İlk başta Demir ile daha sonra da kendi aralarında düşman olmuşlardı. Ben Demir'in abisini kimden öğrenebilirdim ki?


Aklıma bir isim geliyordu, Kimliksiz. Ama onu aramam çok tehlikeliydi. Numarası bende vardı, onda da benim numaram vardı. Beni ne diye kaydettiğini bilmiyordum. O yüzden biz kolay kolay birbirimizi aramazdık. Hatta hiç iletişim dahi kurma gereksinimi duymazdık ama şimdi öyle bir işin içine düşmüştük ki bütün şüphelilerin birbiriyle bağlantısı vardı. Benim öğrendiğim bilgiler diğer ajanların işine, onların öğrendiği de benim işime yarayabilirdi. Bir şekilde Kimliksiz ile konuşmam gerekiyordu.


"Özür dilerim, seni bu kadar öfkelendireceğini bilseydim konuyu hiç açmazdım." Bakışları bende bir süre oyalanınca bakışları hafif yumuşadı ama öfkesinin tam anlamıyla yatıştığı söylenemezdi. Sanki yarasının üstüne tuz basmışım gibi davranıyordu. Bu Demir'in abisi, Sarı'ya karşı ne gibi bir kötülük etmiş olabilirdi ki? Demir bile kendi öz abisinden nefret ediyor gibi gözüküyordu.


"Önemli değil, bir daha açmazsın." Dedi, konuyu bir an önce kapatmak istercesine. "Saat daha erken. Ben şirkete gideceğim."


Şirkete benim de gitmem gerekiyordu SBS için ama bugün Kimliksiz ile konuşmam gerekiyordu. Bir şekilde telefonla onu arayıp hemen geri kapatarak bildirim gitmesini sağlayabilirdim. "Tamam," dedim. "Ben bugün yurttan bir arkadaşımla buluşacağım."


"Tamam, arkadaşını ara. Nerede buluşacaksanız ben seni götüreyim."


Teklifine karşı başımı iki yana salladım. "Gerek yok, teşekkür ederim. Ben biraz yürüyüş yapmak istiyorum."


"Emin misin?" Diye sordu.


Başımı salladım, "biraz yürüyüş yapıp ferahlamak istiyorum. Çarşıda belki alışveriş de yaparım."


"Bu arada," deyip cüzdanından bir kredi kartı çıkardı ve bana uzattı. "Senin için bu. Limitsiz, istediğin kadar harcayabilirsin."


Bir uzattığı kredi kartına bir de ona baktım. Bu kadar da gurursuz değildim. "Yok," dedim. "Gerek yok."


"Kafede falan da oturursunuz şimdi. Üstünde yok, biliyorum. Bir kere de itiraz etme, al şunu."


Ne kadar itiraz etsem de bana bunu kabul ettirecekti. "Bir gün sana borcumu ödeyeceğim." Bu dediğimi duymamış gibi geçiştirdi. Kartı aldım ve çantamın içine koydum.


"Ben çıkıyorum, sen çıkarken anahtarı alırsın." Deyip tekrar kapıya yöneldi.


Şaşkınlıkla, "hemen mi?" Diye sordum. Daha yeni gelmiştik. En azından karşılıklı kahve falan içebilirdik.


Kimliksiz ile kafede yani kapalı bir alanda buluşmalıydık. Yakalansak bile sonuçta beni kurtarmıştı, böyle anlatabilirdik ama ben Sarı'ya yalan söylemiştim. Büyük ihtimalle, Kimliksiz de Demir'e yalan söyleyecekti. Sıkıntı oradaydı. Şimdi Kimliksiz ile buluşacağımı söylesem çok geçti, bu sefer neden başka bir arkadaşımla buluşacağımı söylediğimi sorgulayacaktı. En iyisi yakalanmamak için çabalamaktı.


Sarı anlam veremeyen bir şekilde, "evet?" Dedi. Bu daha çok meraklı bir soru ifadesiydi.


"Hiç," dedim onu geçiştirir gibi. "Öylesine."


"Çıkmam gerekiyor, yarım saat sonra bir toplantım var. Hem başka işlerim de var."


"Ne işi?" Diye sordum.


"Bugün çok meraklısın," dış kapıyı açıp dışarı çıktı. "Fazla merak iyi değildir." Kapıyı kapattı.


Demir'in abisinin konusunu açtığımdan beri karşımdaki adam bir anda öfkeli adama dönüşmüştü. Öfkesinden dolayı bana zarar vermemek için bu kadar erken çıkmıştı bence. Yoksa neden eve girsin ki? Direkt bahçeden arabasına binebilirdi. Onu bu kadar öfkelendiren neydi? Bu sorularımın cevabını Kimliksiz'de bulabilirdim.


Çantamdan telefonu çıkarıp Kimliksiz'i çaldırdım ama hemen kapattım. Cevapsız arama olarak ona bildirim giderse zaten beni arardı. Öyle de yaptı. Beni arıyordu. Hızlıca cevaplayıp kulağıma götürdüm. "Alo, müsait misin?"


"Evet," dedi. "Demir şirkette."


"Benim seninle acilen konuşmam gerekiyor. Kafeye gelebilme ihtimalin var mı?" Telefonla konuşurken bir yandan da Sarı'nın hâlâ burada olup olmadığını kontrol ediyordum ama gitmişti. Arabası gözükmüyordu.


"Yani... bilemiyorum. Demir bazen çok erken geliyor."


"Arkadaşım çağırdı dersin. Bir kafede buluşacağız."


"Kimsem yok demiştim." Dedi.


"Dolaşmaya çıktım dersin, hadi Kimliksiz. Gerçekten önemli olmasa seni çağırmam."


Karşı taraftan hışırtı sesleri yükseldi. "Tamam," dedi en sonunda. "Yarım saate denizin oradaki çarşının başında buluşalım. Orada pembe bir kafe var. Orada oturalım."


Rahatlamıştım. Vücudum gevşerken, "tamam." Dedim hızlıca. "Haberleşiriz."


Telefonu kapattıktan sonra rahatça arkama yaslandım ve huzurla gülümsedim. Nihayet Kimliksiz ile bir buluşma ayarlayabilmiştim. Sonuçta o Demir'in evinde kalıyordu. Abisiyle ilgili bir şeyler öğrenme ihtimali çok yüksekti, en azından diğer ajanlara göre.


Tam sözleştiğimiz yerde ve tam sözleştiğimiz saatte pembe renkteki kafenin önündeydim ve Kimliksiz'in gelmesini bekliyordum. Sürekli gözlerim etrafta ve buralarda Sarı'nın olup olmadığını kontrol etmekteydi. Etrafıma bakınırken saat daha çok erken olduğu için kimse yoktu fakat bütün mağazalar açılmıştı.


Pamuk şekerci ablanın tezgahına baktım bir süre. Hem Sönmez hem de Sarı ile anım vardı bu tezgahta ve pamuk şekerlerde. Derin bir iç çektim. Sönmez'i mutlu edemezken Sarı'yı mutlu etmiştim. Sönmez benim için bütün malı mülkü olan gururu karşılığında almıştı; Sarı ise servetinden bir parayla. Bu düşünceler neden durduk yere aklıma gelmişti bilmiyordum. Ama bazen sağlam dostluklar çok değerliydi. Sönmez benim için çok değerliydi.


Kafenin içindeki garson dışarı çıktı. "Merhabalar, hoşgeldiniz." Deyip içeriyi gösterince başımı iki yana salladım.


"Arkadaşımı bekliyorum. Öyle içeri gireceğiz. Birazdan burada olur." Bunu dememle garson beni onayladı ve tekrardan kafenin içerisine girdi.


Nihayet Kimliksiz uzaktan görününce elimi yavaşça yukarı kaldırdım ve beni fark etmesini sağladım. Yukarıdaki elime baktı bir süre daha sonra da gözlerini benimle buluşturdu. Hızlı adımlarla, tam bir ajan gibi yüzünü saklayarak yanıma geldi. Demek ki Demir hâlâ Kimliksiz'e tam anlamıyla güvenmiyordu. Yakalanma paniği görüyordum ama yine de her şeye rağmen soğukkanlılığını koruyordu.


Yanıma ulaştıktan sonra rahatladı ve ben tam bir şey diyecekken kolumdan tuttu. Beni kafenin içine doğru çekiştirince aralanan dudaklarım geri kapandı ve adımlarımı ona uydurup kafenin içine girdik.


Rastgele baştaki masalardan birisine oturduk. Garson yanımıza gelip menüyü bıraktı ve bizden başka kimse olmadığı için başımızda bekleyip sipariş vermemizi bekledi. "Hoşgeldiniz." Dedi ben dışarıdayken beni karşılayan garson.


"Hoşbuldum." Deyip menüye kısaca bir göz attım. Yaş pastaya karşı travma kaldığı için onu sipariş etmeyecektim. "Bir filtre kahve alayım."


Garson bu sefer de Kimliksiz'e yöneldi. "Siz ne alırsınız?"


Kimliksiz, "ben de aynısından." diye aceleci bir şekilde geçiştirdi. Menüyü bile incelememişti. Garson ikimize verdiği menüleri geri kaldırdı ve yanımızdan uzaklaştı. "Çabuk," dedi Kimliksiz. "Eğer birisine yakalanırsak ve ikimizin bağlantısı ortaya çıkarsa mahvoluruz."


"Sakin ol," dedim derin bir nefes vererek. "Demir'in abisi." Dediğimde Kimliksiz'in serbest kaşları bir anda çatıldı ve benden uzaklaşmak istercesine sandalyede geriye doğru yaslandı. Bakışlarını benden kaçırdı. Onu umursamadan devam ettim. "Kim Demir Ateş ile kavga etmeye kalksa, kim onu yaralamak istese abisinden söz ediyor. Ve bu Demir'i deli ediyor. Aynı şekilde bu sabah eve geldikten sonra bunu Sarı'ya sorduğumda aşağı yukarı aynı tepkiyi veriyor. Üstüne üstlük bu dört mafya şüphelisi eskiden dostken Demir ile küsmelerinin sebebi abisiymiş."


Kimliksiz bu anlattıklarımı can kulağıyla dinliyor ama yüz ifadesindeki değişiklikler merakıma yol açıyordu. O bir şey demeyince ben devam ettim. "Demir'in abisinin adını bile bilmen benim için yeterli. Gerçekten, bu çok önemli."


Kimliksiz hızlıca başını olumsuz anlamda salladı. "Bilmiyorum." Yalan söylüyordu. Bunu anlamıştım.


"Betül," dedim garson yanımıza elindeki tepsiyle yaklaşırken.


Elindeki iki kahveden birisini benim önüme, diğerini de Kimliksiz'in önüne bırakıp, "afiyet olsun." Dedi. Ben de ona teşekkür edince tepsiyi aldı ve gözden kayboldu.


Garson gözden kaybolurken Kimliksiz'e doğru eğilip göz temasımızı sağladım. "Çocuk oyuncağı değil bu!" Kısık sesle sesimi yükseltmiş gibi bir şey oldum. "Benim için çok önemli. Kendin başaramayacaksın diye bencillik yapıyorsan eğer yapma. Ben artık kendimi geçtim, hapise girmeyi ben çoktan göze almıştım." Evet, ben Sarı'ya ihanet edemeyecek kadar onu seviyordum. Ama bu sevgi kesinlikle aşk değildi. O benim ailemdi. "Ama düşünsene, Sarı bir suçluysa eğer hapse girmeyecek ve insanlar belki de ölmeye devam edecek. Ya da daha farklı kötülükler, bilmiyorum. Bu mafyaların hapse girmesi gerekiyor. Ben artık kendimden geçtim, ülkemi düşünüyorum. Bize yıllardır bunu öğretmediler mi? O yüzden şu duygularını bir kenara bırak ve bana ne biliyorsan anlat."


Konuyu değiştirerek, "Sarı'ya aşıksın değil mi?" Diye sordu.


Bizim geçmişteki bağımızı bilmeyen herkes onunla aramda aşk olduğunu söyleyebilirdi. Ama insanların bilmediği, aşktan çok daha güçlü bağlar vardı. Mesela ben Sarı'ya ihanet etmemek için çok kısa bir ân da olsa hapse girmeyi göze almıştım. Bu aşk olsaydı eğer anlardım ama değildi. "Biz onunla farklıyız." Deyip bakışlarımı öne eğdim. "Ben ona ihanet için gönderilen, devlette çalışan bir ajanım. O ise bir mafya şüphelisi. Bir suçlu şüphelisi." Bunları derken neredeyse artık fısıltılarla konuşacaktık.


Kimliksiz alayla güldü. "Gerçekten büyüdüğünde aşkın bunları yenebileceğini göreceksin. Ama önce aşık olman gerekiyor."


"Bilmiş gibi konuşma." Diye öfkeyle homurdandım. Bakışlarım alayla kısıldı. "Sen aşık mı oldun?"


"Olmadım tatlım," dedi omuz silkerek. "Ama en azından birkaç bir şey biliyorum."


Konudan iyice kaçtığını fark ederek, "bana Demir'in abisinin adını söyle en azından." Dedim.


Kimliksiz bunu dememle derin bir nefes aldı. "Yeter," dedi. Öfkelendiğini hissedebiliyordum. "Bilmiyorum dedim işte. Niye üstüme geliyorsun?"


Kahvemden bir yudum aldım. Acı kahveyi masanın üstüne geri koyarken Kimliksiz'e sert bir bakış gönderdim. "Bencilsin sen."


Şaşkınlıkla kendine baktı. "Ben mi?" Diye sordu. "Bunu şimdi bir kere daha söyledin ama umursamadım. Eğer ben bencil olsaydım bugün seni kurtarmaya gelmezdim, tamam mı? Bencil değilim ben."


"Neden söylemiyorsun o zaman?" Diye sormadan yapamadım.


"Çünkü bilmiyorum." Dedi hızlıca. "Sadece bu adam yirmili yaşlardayken babası ona kan davasını teslim etmiş. O da bunu yapmış mı yoksa yapmamış mı, bilmiyorum. Sonra da zaten yurt dışında kayıplara karışmış. Kendini ölü olarak göstermiş ve sahte kimlik çıkarttığı için hiçbir yerde bulunamıyor."


Bu kan davası; o adam ve babası hatta Demir arasında bile olabilirdi. Ama Sarı, Gizem ve Aren ile alakası neydi ki? Tek birisini ilgilendirse kan davasının onunla alakalı olduğunu düşünebilirdim. Ama üçünün bir ortak noktası ne olabilirdi ki? Üçünü birbirine bağlayan şey neydi?


Kendimi çok değişik bir durumun içinde gibi hissediyordum. Sırlar, entrikalar, geçmiş sırları ve gizemler. Düşünmekten dolayı kafam patlamak üzereydi. "Kafam çok karıştı."


Kimliksiz de derin düşüncelere dalmış gibi gözüküyordu. "Bilmiyorum." Dedi. "Hiçbir şey bilmiyorum artık. Demir'i yakalatmamla alakalı o kadar küçük bir umudum kaldı ki... bence ben yapamayacağım. Çok katı. Kendini bana hiç açmıyor. Evde bir buzdolabıyla yaşıyorum."


"Tatilin son gününde partner olduğunuzda aranızın yumuşadığını düşünmüştüm." Sesli bir şekilde düşüncemi açıkça söyledikten sonra Kimliksiz alayla güldü.


"Gamze'ye inat olsun diye. Gamze, Demir'i son anda ekip Timsah ile partner oldu. Timsah bana gizli söyledi, bir şekilde Gamze'yi ikna etmiş işte."


Bu kadar bilgiyle artık bunalmıştım. Her dakika yeni bir şey öğreniyordum ve beynim çok yorulmuştu. "Kafam çorba gibi oldu. Çok karıştı." Elimle önümde düşen saçlarımı geriye doğru yatırdım.


Kimliksiz, "Kalkmam gerekiyor." Deyince elimi havaya kaldırıp hesabı istemek için garsonu çağırdım. Kimliksiz kahvesine dokunmamış, ben ise bir yudum içmiştim. "Hesap lütfen."


Garson elinde siyah, küçük kutuyla geldiğinde ikimizin ortasına bıraktı.


Kimliksiz, "sen de para var mı?" Diye sorunca çantadan Sarı'nın verdiği kartı çıkardım. Kartı görünce başını salladı.


Kartı kutunun içine bıraktıktan sonra garsona uzattım ve saniyeler içinde kayboldu. "Kartım gelsin, kalkarız." Deyince beni onayladı.


"Vicdansız bana para bile vermiyor." Bunu demesiyle ikimiz de eğlenip gülmek istemiştik fakat yine yapamamıştık elbette.


Kartım geri geldiğinde içinde fiş de vardı, fişi kontrol ettikten sonra kartı tekrar çantama attım. Ve Kimliksiz'e bir kere daha baktım.


Sırlar ve gizemlerle bir ekibin ortasında kalmıştım...


Loading...
0%