Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.Bölüm

@samiraertennn

Akşama kadar sahilde oturmuş, karanlık çöktüğünde ise eve geçmiştim. Anahtarı aldığım için eve kolaylıkla girebilmiştim. Evin ışıklarını açtığım gibi etrafıma baktım ama Sarı yoktu. Anahtarı aldığım yerden bıraktım ve içeri doğru girdim. Kapıyı örttükten sonra etrafı daha çok inceledim ama yoktu.


Belki odasındadır diye merdivenleri kullanıp yukarı çıktım. Odasının önünde durduğumda kapısına tıkladım, cevap gelmedi. "Giriyorum içeri!" Diye yüksek sesle bağırdım. Odadan içeri girdiğimde ışığını açıp içeri adım attım. Balkona, odasına baktım. Banyosunun kapısı da açık ve boştu. Henüz gelmemişti.


Odasından çıkmadan önce ışığını kapatıp dışarı çıktım ve kapısını da kapattım. Can sıkıntısıyla birlikte odama girdikten sonra telefonumu çantadan çıkardım. Hızlıca Sarı'yı arayıp kulağıma götürdüğümde cevap vermemiş ve meşgule atmıştı. Beni bu şekilde habersiz bırakması sinirimi bozmuştu.


Balkondan görünen sitenin içinde bulunan ışıklar odamın içine yansıyor ve çok hoş hissettiriyordu. Yatakta kıpırdanıp durdum. Sarı gelmemişti. Saniyeler dakikaları, dakikalar ise saatleri kovaladı. En son yatağın üstünde uyuyakalmıştım hem de yatağın örtüsünü bile kaldırmadan. Pijamalarımı bile giymemiştim.


Güzel derin bir uykunun sonuna geldiğimde ve gözlerim yavaş yavaş aralandığında yorgunluktan dolayı bütün kemiklerim sızlamaya devam ediyordu. Gözlerimi tamamen açıp görüş alanımı netleştirmek için gözlerimi ovuşturdum. Yatağın örtüsünün üzerinde uyuyakalmıştım hem de üstümdeki kıyafetlerle.


Odamdaki banyodan içeri girdikten sonra hızlıca bir duşa girdim. Yaklaşık on dakikalık duşun ardından kişisel bakımımı da yaptıktan sonra tekrar odama girdim ve dolaptan bugün giyeceğim kıyafetlerimi çıkardım. Rahat bir eşofman ve tişört giymek istemiştim. Hızlıca giyindikten sonra ıslak saçlarımı havludan kurtarıp banyoya astım.


Hava çok sıcak olduğundan kurutmak istemiyordum. Saçlarımı hafif sallandırdım. Odanın kapısına doğru ilerleyip etrafıma bakındım. Hiçbir şekilde ses yoktu. Acaba Sarı hâlâ gelmemiş miydi? Odasının kapısını tekrar tıklayıp içeri baktım ama hiçbir yerde yoktu. Bana haber vermemesine gittikçe daha da bozuluyordum.


Merdivenleri indim ve dördüncü adımda durdum. Buradan dış kapının girişi çok net bir şekilde görülüyordu. Gördüğüm şeylerle dondum kaldım. Sarı evin içerisinde ve kapının yanındaydı. Kapı açıktı ve Sarı ile bahçenin arasında duran kişi ise Gamze'ydi. Şaşkınlıkla ikisine bakarken onlar aralarındaki derin sohbet yüzünden benim varlığımı fark etmemişlerdi.


"O kadın sana aşık falan değil, Ezhel." Dedi Gamze. Bu kadın Sarı'ya aşıktı ama sonuçta Sarı'nın hayatında yalandan da olsa ben vardım. "Yıllar önce daha toyken Demir benden hoşlanıyor diye ilişkimizi kesip atan sen değil miydin?" Demek ki Demir ile Sarı bu kadar yakınmış. "Ben onu sevmediğimi ve seni sevdiğimi söylediğim hâlde beni dinlemedin ki. Beş dakika kendimi anlatmamı istedim senden ama sen onu bile bana çok gördün."


"Geçmiş geçmişte kaldı, Gamze. Benim hayatımda değer verdiğim bir kadın var." Sarı yalan söylemiyormuş gibi duruyordu. Sevgili olduğumuz yalandı fakat bu yalan değildi. Çünkü ses tonundan ayırt edebiliyordum, ajanlık eğitiminde bu konu üstünde çok durulmuştu. "Geçmişte her ne olduysa bitti, gitti." Bir süre durdu. "Evet, güzel bir ilişkimiz vardı ama sevgili bile değildik biz. Çocuktuk."


Gamze çenesini havaya kaldırdı. "Demir, abisinin olayından önce bana teklif etmişti ve bizim o zaman herkesten sakladığımız, ciddi olmayan bir ilişkimiz vardı. Hatırladın mı? Abisinin olayı olmasa ve ben seninle sevgili olma aşamasında olmasam bile onun teklifini kabul etmezdim. Ben onu sevmedim, sevmeyi de denemedim. Abisi yüzünden ondan da nefret ediyorum. Biliyorum, bu haksızlık ama o-" boğazı düğümlendi, konuşamadı.


Dün Kimliksiz'in bahsettiği kan davası olayı bu olabilirdi. Kulak kabartarak daha dikkatli dinlemeye başladım ve hatta ses daha çok gelsin diye nefes alış veriş sesimi kıstım.


"Size o konu bir daha açılmayacak diyorum," dün bana kızdığı o konuydu galiba. "O herifin adını da yaptığı şeyi de duymak istemiyorum."


Gamze'nin gözlerinden bir damla yaş süzüldü. "Onu çok özlüyorum." Burnunu çekti. Ağzından küçük bir hıçkırık döküldü. "Ben onu ölen kız kardeşim yerine koymuştum. Çok özlüyorum ben onu." Gamze yaşlı gözlerle Sarı'ya baktı. "O cezasını çekmiyor. Yurt dışında keyif sürüyor. Onu nasıl bulamıyoruz ki?" Ağlaması daha da şiddetlendi. "Bazen onunla geçirdiğimiz güzel günler aklıma geliyor ve çok özlüyorum. Evimde onun için misafir odası vardı ve mobilya zevki ona aitti. Onun için yapılan bir odaydı. O odaya o öldüğünden beri adım atamıyorum."


Daha içli ağlayınca Sarı'nın vücudu da kasıldı. Bir şey demedi ama bakışlarından anladım. Bu ölen her kimse Sarı'yı da çok etkilemişti. Gamze, Sarı'ya bakmaya devam ederken "senin için sorun olmazsa sarılabilir miyim?" Diye sordu.


Sarı bir cevap vermeyince Gamze ona sıkıca sarıldı. Sarı ona karşılık vermese de sarılmasına izin vermişti. Kalbimde bu sefer ağrı veya ağırlık değil direkt acı gelmişti. Kalbimde derin bir acı vardı ve bu acı, kalbimin dört bir yanını ele geçirmişti. Olduğum basamağın bir basamak arkasına doğru otururken bir elim merdiven trabzanındaydı.


Öylece sarıldılar. Saniyeler geçti ve ayrılmadı Gamze ondan. Gamze hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ediyordu. Sarı'nın yüzünü tam net göremiyordum. Kalbimdeki acı gittikçe artarken Gamze nihayet ondan ayrıldı. Gamze'nin Sarı'dan ayrılmasıyla kalbimdeki acı az da olsa azaldı.


Gamze kirpiklerini kırpıştırdı. "Teşekkür ederim," dedi ağlamaktan dolayı titreyen sesiyle. "Çok iyi geldi."


"Hayatımda ve evimde bir kadın varken bir daha bunu sakın yapma," dedi. "Bu sadece dostça bir sarılmaydı ve amacı tamamen teselliydi. Sakın umut vermişim gibi algılama." Kesin ve net konuşuyordu. "Hayatımdaki kadını üzecek ve onu incitecek hiçbir şey yapmam, Gamze. Bu ilk ve son uyarım."


Gamze başını salladı. "Özür dilerim, benim hatam. Buraya hiç gelmemeliydim." Dedi.


Sarı ise başını salladı. Gamze kısa bir veda etti ama Sarı bir şey demedi. Gamze bahçede çıkışa ilerlemeye başlarken Sarı onun arkasından kapıyı kapattı. Sarı oturma odasına doğru ilerlemeye başlayınca tedirginlikle beni görmemesi için birkaç basamak yukarı çıktım. Bir süre bekledim, bekledim.


Bu kadar beklemenin yeterli olacağını düşünerek basamakları tekrardan inip son basamağa ulaştığımda yüzü bana dönük şekilde çaprazımda oturan Sarı ile göz göze geldim. Nedenini bilmediğim şekilde ona karşı içimden surat asmak geldi.


Ona karşı bozulmuştum. Hem bana haber vermemesinden dolayı hem de az önce şahit olduğum şeyler yüzünden. Ona karşı yapay gülümseme bile sunmayacaktım. Buzdolabı gibi dolaşmak istiyordum evin içinde. Nazımı, tribimi ve kaprisimi bir gün boyunca ona gösterip bezdirecektim.


Ona merhaba bile demeden mutfağa doğru gittim. Suratım epey asıktı ve gözlerini üzerimde hissediyordum. Mutfak dolabının kapağını bir hışımla açtım ve bardağı alıp sertçe tezgaha koydum. Buzdolabından soğuk su bulunan sürahiyi çıkarıp bardağa doldurdum. Sürahiyi yüksek gürültüyle buzdolabına yerleştirip aynı hışımla buzdolabının kapağını da kapattım. Bunlar da yetmedi, suyu doldurduktan sonra sinirli bir şekilde suyu da içtim. Bardağı tekrar tezgaha çarptığımda Sarı sinirle gözlerini kapattı.


Bir şey demesine izin vermeden onun karşısındaki koltuklardan birisine oturdum. Tam karşımda olmasına rağmen yüzümü ona çevirmeyip solumda kalan duvarı incelmeye başladım. Kollarımı da göğsümde birleştirdim.


"Ne bu saçma hareketler?" Diye sordu Sarı. Sesinde öfkeyle karışık alay tınısı kulağıma çalınmıştı.


Cevap vermedim. O, hatasını anlayıp benden özür dilemeyene kadar da konuşmayacaktım. Sinirli bir şekilde burnumdan nefes aldım. Ama kesinlikle ağzımı açıp tek kelime dahi etmiyordum.


"Cevap da mı vermiyorsun?" Diye sorunca tepkisiz bir şekilde kalmaya devam ettim. Yüzümü daha da astım. Sinirle attığı kahkahası kulaklarıma doluşunca bile hiçbir şey demedim. "Ne yapmaya çalışıyorsun? Açıkça söylesene."


Yine sessiz kaldım. Cevap vermeyecektim. Hâlâ aklına beni kırma ihtimali gelmiyordu. Bir adam hem nasıl bu kadar İstanbul beyefendisi olup hem de nasıl bu kadar kadın ruhundan anlayamayabiliyordu? Ona trip attığımı daha ne kadar belli edebilirdim? Hatasını anlaması için daha ne yapabilirdim ki? Peki ben neden onun hatalarına bu kadar çok bozuluyordum? Ajanlık eğitiminde birilerinin bizi ne pahasına olursa olsun kırmasına, üzmesine izin vermemeyi öğrenmiştik. Ajanlıkta; duygular, hisler olmazdı.


"Adal," dedi sinirlendiğini ses tonundan anlıyordum. Ben kaçırıldıktan sonra bu adam nasıl bu kadar değişti? Her zaman bana karşı agresif gibi geliyordu. Ne yapsam, ne söylesem ters bir şey yapmışım gibi tepki veriyordu. Kendi çapımda ona trip atmak istemiştim, onu bile burnumdan getiriyordu. "Bir şey olmuşsa bunu benimle direkt paylaş."


Yine sessiz kaldım. Cevap vermedim. O devam etti. "Anlaşılan seni istemeden de olsa üzmüşüm. Her ne için bana karşı bir kalkan oluşturmuşsan o kalkanı yıkmak için senden özür diliyorum, tamam mı?"


Sinirle ona baktım, daha fazla dayanamayarak. "Daha ne için sana kırıldığımı bile bilmiyorsun. Daha doğrusu neler için." Diye düzeltmemi de yaptım. Sebepsiz yere dilenen özür pek önemli değildi benim için. O özrü neden dilediğini bilmeliydi insan ve ona göre özür dilemeliydi.


"Bilmiyorum." Dedi. "Bak, nelere kırılabileceğini bilecek kadar seni tanımıyorum."


"Ama bir kadının nelere kırılabileceğini iyi biliyorsundur, öğrenmişsindir. Belki de birileri öğretmiştir!" Sesim yükselince tahammülü kalmamış gibi nefes aldı.


"Ne diyorsun, açıkça konuş."


"Hiç." Dedim. "Benim ne dediğimin ne önemi var ki zaten?! Susup oturmam, merak etmemem lazım." Gözlerimden gerçek gözyaşım süzüldü.


Ben ağlıyordum.


Ben ağlıyordum.


Daha önce yine Sarı'nın yanında gerçekten gülümsemiştim. Şimdi de onun yanında gerçekten ağlayabiliyordum.


İnsan gerçek ailesiyle iyileşirmiş.


Ben acımı da hüznümü de yaşamak istiyordum. Hem de bütün kötü duyguları. Acı bile olsa hissetmek istiyordum. Yeter ki bir şeyler hissetmek istiyordum. Kırılmak istiyordum.


Ben mutlu da olmak istiyordum ve gerçekten eğlenebilmek istiyordum. Kahkaha atmak, ağlamak veya acı çekmek...


Bu kulağa çılgınca gelebilirdi ama bazı insanlar da ağladığı için veya acı çektiği için sevinebilirdi. Ben hissetmek istedim; kötü veya iyi. Sadece hissedebilmek...


Sarı ayağa kalktı. "Şşt." Dedi bana doğru eğilerek. Eliyle gözyaşlarımı sildi. "Seni kırmışım. Ne yaptım bilmiyorum ama seni çok kırmışım." Yanıma doğru oturup beni kendine doğru çekti ve arkasına yaslandı.


Başım onun göğsüne yaslıyken ağzımdan küçük bir hıçkırık çıktı. Bir eliyle elimi tutup diğer elini omzumun üstünden attı ve onunla da akan gözyaşlarımı temizledi. Saçlarımın üstüne bir buse kondurdu. "Çok özür dilerim. Ağlama. Gözlerin benim zaafım, kadın. O zaafı bana karşı kullanma."


Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlarken yıllardır böyle ağlamayı istediğimi fark ettim. Ağlamak çok güzeldi. Her şeyi temizliyordu sanki. İçimdeki kötülüğü, nefreti, her şeyi... ağlamak çok güzeldi. Ailemin yanında ağlıyordum.


Daha fazla ağlarken onun kokusu yüreğime çok iyi gelmişti. Sakinleştirici bir özelliği vardı sanki. Bir eli hâlâ elimin üstündeyken diğer eli omzumu sıvazlıyor ve beni rahatlatmaya çalışıyordu. Ama ağlamam daha da şiddetlendi ve hıçkırıklarım da arttı. Yıllardır ağlayamadığım kadar ağlamak ve hıçkıramadığım kadar hıçkırmak istiyordum.


Eğitimlerde dayak yedikten sonra on altı yaşındaki bir kız ağlamak isterdi. Canının acıdığını söylemek isterdi ama bunu yapamamıştık. Yıllardır içimde tuttuğum acılar, sahte gözyaşlarıyla dışarı çıkamamıştı. Şimdi ağlıyordum ama aslında rahatlıyordum. Ben robot değilim, diye sevinçten çığlık atmak istiyordum.


Gözyaşlarım Sarı'nın siyah, polo yaka tişörtünü ıslatmaya devam ediyordu. Ama yerim oldukça çok rahattı. Sarı bana iyi geliyordu. Bütün yaralarımın sarıldığını hissediyordum. Ve ondan ayrılmak istemiyordum. Ona ihanet etmek istemiyordum. Ama yapmam gerekiyordu, o bir suç şüphelisiydi.


Tehlike bu kadar yakınımdayken ve ben tehlikeye sarılmışken kendimi güvende hissetmem ne kadar doğruydu?


"Bazen keşke daha erken karşılaşsaydık diyecek kadar seni seviyorum, Sarı." Dedim hıçkırıklarımın arasından. "Ben sana geç kalmışım gibi hissediyorum."


"Geç kalmadın," dedi. "Mükemmel bir zamanda geldin bana."


Burnumu çekerek, "neden?" Diye sordum. Hıçkırıklarım daha da arttı.


"Hiç," dedi, bunu derken gülümsediğimi hissetmiştim.


"Çok kötü bir insansın." Dedim durduk yere.


"O zaman beni sev," deyince gözlerim şaşkınlıkla açıldı ama ondan ayrılmadım. "Beni öyle bir sev ki senin sevgin beni iyileştirsin. Öfkemi dindirsin. Ve sinirimi yatıştırsın."


Cevap veremedim. Bu sefer tripten ziyade ne diyeceğimi bilmiyordum. Yalnızca gülümsedim. Bu gerçek gülümsememdi. Derin bir iç çektim ve göğsünde yatmayı sürdürdüm.


Kısa bir süre sessizliğin ardından, "Gamze ile geçmişte bir şeyler yaşadığını söylememiştin." Dedim. Öyle hemen bir özürle kurtulabileceğini sanıyorsa çok beklerdi.


"Hemen affedeceğini düşünmemiştim." Dedi, bunu derken ses tınısında eğlendiğini belirten bir ifade vardı. "Hatamı anladım, gözyaşların dindi ve üzüntün geçti. İstediğin kadar bana trip atabilirsin. Nazın da kaprisin de başım gözüm üstüne."


Bunu demesiyle kıkırdadım. "Trip gibi de düşünebilirsin. Ama neden söylemediğini merak ediyorum."


"Geçmiş benim için geçmişte kaldı. Şu anımda ne geleceği ne de geçmişi konuşmam."


"Ben böyle düşünmüyorum. En azından bunu bana söyleyebilirdin. Ona göre-"


Sözümü kesti hızlıca. "Ona göre?" Başım hâlâ göğsünde olduğu için yüz ifadesini göremiyordum. "Söyle hadi, ona göre ne yapardın?"


"Gamze'ye o şekilde kabadayılanırdım. Ben Gamze sana platonik sanıyordum."


"Öyle de denebilir. Ergenlikten yeni çıkmış birisiydim. Duygularım o zaman çok yeniydi ve Gamze'ye aşık olduğumu sanmıştım."


"Değilmiymiş misin?" Diye sordum.


"Değilmişim." Dedi. "Geçici bir şeymiş. Hem ben artık Gamze konusunu konuşmaktan çok sıkıldım."


"Benim bugün canım çok sıkıldı, senin de sıkılsın." Göğsünden ayrılıp ona doğru döndüm koltukta. Ve bağdaş kurdum. O da vücudunu bana doğru döndürdü. "Sabahtan akşama kadar senin inadına Gamze'yi konuşurum, görürsün."


"Tamam, sustum." Dedi.


Gülümsedim ve ona bakmayı sürdürdüm. Mavi gözlerine baktım. Çok güzel bakıyordu. Bakışlarındaki öfke, sinir silinmişti ve bana karşı yumuşamıştı. Bakışlarında aile sıcaklığı olan adam... mavi gözlü adam. Gözleri okyanus rengi olan adam.


Çok güzeldi gözleri, huzur veriyordu ve güvende hissettiriyordu. Ona bakarken bile yaralarım sarılıyordu sanki.


Ona sarılırken hiçbir şey düşünmüyordum. Ona sarılırken bir tehlikeye sarılıyordum ama buna rağmen sanki çok güvendeymişim gibi de hissedebiliyordum. Aynı anda bambaşka duygularımı hissettiren adam, en tezat duyguların toplamı olan adamdı...


~


"Lunapark mı?!" Diye bağırıp sevinçle küçük çaplı bir çığlık atmıştım. "Lunapark!" Daha önce lunaparkı hiç bu kadar yakından görmemiştim. Saat henüz erken olduğu için kimse yoktu.


Sarı bana bir sürpriz yapacağını söyleyip evden çıkartmıştı ve arabasıyla buraya getirmişti. Arabanın kapalı camından görünen renkli ışıklar gülümsememe neden olmuştu. "Evet," dedi Sarı.


Hızlıca kemerimi çözüp Sarı'yı beklemeden aşağı indim. Sarı da arabadan inince benim yanıma geldi.


"Çok teşekkür ederim," mutluluktan ağlamak üzereydim ve duyguları yeni yeni yaşamaya başlamanın sevinci de üzerimdeydi.


Ben aslında lunapark için bu kadar sevinmemiştim, konunun lunaparkla hiç alakası yoktu hem de hiç. Sarı beni mutlu etmek istemişti ve ben de mutlu olmuştum. Mutlu olup duygularımı yaşayabilmiştim. Bu benim için harika bir şeydi.


Birlikte lunaparkın içine girdiğimizde jeton satılan bölüme girdik. Sarı cüzdanından para çıkarıp girişe uzattı. "İki kişi, sınırsız." Normalde jetonlu olarak biliyordum. Demek ki sınırsız diye bir şey de varmış.


Adam başını sallayıp iki tane kart uzattı, üzerinde bir şeyler yazıyordu ama aldırış etmedim. "Görevlilere bu kartı gösterin, yetiyor."


Onu onaylayarak oradan uzaklaştık.


Lunaparkın ortasına, bütün aletleri görebileceğimiz noktaya gelmiştik. Çarpışan arabalar, gondol, saray salıncağı, dönme dolap ve çocuklar için yapılan bu aletlerin küçüğü vardı.


"İlk gondola binelim." Diye heyecanla gondolu işaret ettim.


İşaret parmağımla gösterdiğim yere baktı. Daha sonra da göz ucuyla bana baktı. "Bayılma sonra."


Alayla sırıtınca ellerimi göğsümde birleştirip onun karşısında durdum. "Hıh." Dedim. Eğitimde aldığımız eğitimleri görse beni en baştan tanımak zorunda kalırdı herhalde. Beni çok yanlış tanımıştı, bu belliydi. Gerçi ben plan için o şekilde kendimi tanıtmıştım. "Meydan okumalara doymuyorsun anlaşılan."


"Sen de yenilmelere doyamıyorsun, bir şey diyor muyuz?"


"Şampiyonluğu her seferinde de bana veriyorsun ama." Deyip güldüm.


"Gözlerine zaafım var diyorum kızım, tabi ki her saniye sana yenileceğim."


"Gamzelere de yenilmişsin bir süre." Gözlerimi kıstım ve ona bakmayı sürdürdüm. "Gamze demişken benim gamzemi seviyor musun?" Evet dese de hayır dese de her türlü onun burnundan getireceğimi bildiğinden sesli bir nefes aldı ve bir şey demeden bana baktı. "Ne o? Yoksa gamzelerime zaafın yok mu?" Gözlerimi devirdim.


"Yine aynı konu mu?" Diye sordu huzursuzca. "Çok sıkıldım."


"Sıkılırsın, tabii. Gerçek gamzeler varken sen burada benim hiç olmayan gamzemden sıkılırsın." Gamze'nin yüzüne kapıyı kapatmadığı her saniye için onu saatlerdir pişman etmiştim. "Neyse, bugünü burnumuzdan getirmeyelim. Yürü hadi gondola. Ama haberin olsun, Gamze gibi elimi tutmana gerek yok. O kız ödlektir. Kesin gondolda da bayılmıştır, bayılmış mıydı?"


Bana cevap vermedi ama öfkelendiğini gözlerinden anlayabiliyordum.


Hemen peşimden de Sarı'ya ait adım seslerini hissediyordum. Gondolun merdivenlerini çıkarken hemen yanındaki kulübede duran görevliye Sarı elindeki kartları gösterdi. Görevli başını salladı hafifçe. Sarı ile gondolun içine girdiğimizde sağdaki en uç noktaya ilerledim.


"Cesursun, bakıyorum." Dedi Sarı ve benim yanıma oturdu.


Korkuluğu bile ellerimle tutmama gerek yoktu. Ayaklarla destek yapılıyor diye biliyordum.


"Ödlek değilim en azından." Diye homurdandım ve arkama yaslandım.


"Daha kaç kez özür dilemem gerekiyor, inan ki bilmiyorum." Bugünün tadını çıkartmamız gerektiğinin bilincinde olduğum için başımı iki yana salladım.


"Bugün lunaparka gittiğimiz için tribimi bir kenara bırakıyorum." Dedim.


Gondol bir anda harekete başlayınca ilk başta aşırı yavaştı. Daha sonrasında biraz hızlandı ve yavaş yavaş hızlanmaya devam etti.


Gözlerimi kapatıp kollarımı havaya kaldırdım ve iki yana açtım. Sol kolum Sarı'ya kadar uzanıyordu. Gondol yukarı çıkınca bir anlığına aşağı düşecekmişim gibi oldum ama son anda ayaklarımla destek yapıp kendimi tuttum. Rüzgar tenimi gıdıklarken kendimi maceranın içine atmış bulundum.


Gondol yüksek bir hızla aşağı inerken sevinçle bir çığlık atıp gözlerimi hızlıca araladım. Gondol tekrar yukarı çıkmaya başlamıştı büyük bir hızla. Tam havadayken gözlerini benden bir saniye bile ayırmayan Sarı'ya baktım. Onun da elleri öndeki korumalıkların üzerinde değildi ama benimki gibi havada da değildi. Sarı saçları rüzgarın etkisiyle havaya kalkarken yüzü ifadesizdi ve bakışları ise donuktu.


Ama bana bakarken o mavi gözleri yumuşuyor, adeta şefkatle doluyordu. Beni hâlâ kurtardığı üç aylık bir bebekmiş gibi görüyordu bence. O zavallı küçük bebeği vicdanına yenildiği için kurtarmıştı. Ve şimdi de yine beni eve almıştı. Bana karşı defalarca da yenilmeye devam ediyordu.


Ona bakmaya devam ederken gondol yüksek bir hızla aşağı indi. Göz temasımız sarsıntıya uğrasa da gözlerimi ondan hâlâ çekmemiştim, o da benden. "Niye bakıyorsun?" Dedim, sorumu terslercesine söylememiştim. Tribimi bugünlük atmaktan vazgeçtim çünkü. Gondol tekrar yukarı çıkmaya başladı.


"Bilmem," deyip dudaklarını büktü. "Belki de hoşuma gidiyorsundur."


Alayla yapmacık olduğu belli olan kahkaha attım tam en yüksek noktada bir süre duraksarken. Yüksek bir hızla aşağı inince nefesim kesildiğinden cümlemi toparlayamadım. "Dalga geçme, Sarı!" Yapmacık kahkahama devam edince o kahkaha atmadı ve ciddi yüz ifadesini korudu. Yanaklarıma hücum eden kan, yoksa heyecan mıydı? Bu duyguyu hiç tatmamıştım, yetimhanede de. Çok garip bir duyguydu.


"Her neyse." Dedi ve eğlendiğini belli eden bakışlarını karşıya odakladı.


Gondol yavaş yavaş hızını azalttı ve en sonda da tamamen yavaşlayarak durdu. Gondolun tamamen durduğuna emin olduktan sonra Sarı ile ikimiz indik. Ve gondola gideceğimiz zaman çıktığımız merdivenleri de indik.


"Saray salıncağı." Dedim sabırsızca.


Beni onayladı ve birlikte saray salıncağına doğru ilerledik. Gerçi ben biraz koşmuş gibi de olabilirdim. Görevlinin yanına vardığımızda Sarı kartları gösterdi. Görevli onu onaylayınca salıncaklara doğru ilerledik. Peş peşe sıralanan salıncaklardan arkalı önlü şekilde oturmak istesek de görevli dengenin korunması için Sarı'yı karşıya aldı. Önümüzdeki kemerler kapanınca görevli kendi yerine geçti ve bir düğmeye bastı.


Yavaş yavaş ayaklarım yerden kesilince kollarımı iki yana açtım. Salıncaklar yukarı doğru yükselmeye başlayınca ayaklarımı havada sallandırdım. Rüzgar tenimi delip geçerken salıncak kendi etrafında dönmeye başladı ve gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım ve hızlı salıncağın ritmine ayak uydurmaya çalıştım.


"Sarı!" Diye bağırdım sevinçle. "Çok güzel bu!" O hemen karışımdaydı ve benim mutluluğum için mutlu oluyor gibi bir ifadesi vardı. O bir şey demedi, zaten çok konuşmuyordu.


Salıncak daha da hızlandı ve hızlandıkça da rüzgar nefesimi kesti. Gözlerimi kapattım ve kollarımı arkaya kadar açtım. Kendimi bir kuş gibi özgür ve mutlu hissediyordum. Bütün acılarım hafiflemişti.


Sarı ile ben... sanki bir bütün gibi.


Bu hissettiğim bütünlük hissi, iki ay sonra yarım kalmışım gibi hissetmeme neden olacaktı ama ona rağmen bu güzel hissi defalarca kez yaşamak istedim; sonrasında yarım kalacağımı da bilsem. Yine de yaşamak istedim bu duyguyu hem de en dibine kadar.


Saray salıncağı yavaş yavaş durmaya başladı ve en sonunda da durdu. Görevli gelip kemerlerimizi açtıktan sonra hızlıca indim ve Sarı'nın gelmesini bekledim çünkü merdivenler benim önümdeydi. Birlikte merdivenleri inerken başımın hâlâ döndüğünü hissettim.


Destek almak için Sarı'nın kolunu tutunca refleksle elini belime sardı hızlıca ve beni merdivenlerden indirdi. "Müthiş bir şeydi," dedim kafamı havaya kaldırıp başımı onun omzuna yaslarken. Gözlerim gökyüzündeki kuşlara kaydı. "Onlar gibi özgürdüm."


Benim için özgürlük kavramı, herkesinkiyle aynı değildi çünkü benim için özgür olmak insan olmak demekti. Özgür olmaktan kastım; serbest kalmak değildi, sadece duygularımı yaşamaktı. Acım da başım gözüm üstüneydi, yeter ki hissetmek istiyordum. Sarı ile birlikte hissedebiliyordum ama o gidince yeniden robot olmak istemiyordum.


Hiç beni bırakmasını istemiyordum ama bu pek mümkün gözükmüyordu.


Şimdi ise Sarı ile birlikte çarpışan arabalara doğru yürüyorduk. Ondan ayrılarak birkaç adım yana doğru kaydım. Bir şeyler konuşup sohbet etmek istesem de şu anlık konuşabileceğimiz bir konu olmadığının farkındaydım. Etrafıma bakındım ve parmaklarımla oynadım.


Çarpışan arabaların yanında durduğumuzda Sarı kulübedeki görevliye kartlarımızı gösterdi. Görevli bir baş selamı verince Sarı da aynı şekilde karşılık verdi.


Sarı'nın yanından geçerek pembe bir arabaya oturduğumda çalışmadığını bildiğim hâlde ayağımı gaza koymuş ve ellerimi de direksiyona yerleştirmiştim. Sarı ise kıyafetlerine yansıttığı gibi simsiyah, koyu bir arabaya binmişti. Pek eğleniyor gibi gözükmüyordu. Ona çocukça geldiğinin farkındaydım ama sırf beni mutlu edip güldürmek için buraya getirmişti ve benimle oyuncaklara biniyordu.


Arabalar çalışmaya başlayınca Sarı'ya doğru arabayı büyük bir hızla sürdüm. Onun arabasına sertçe çarpınca hem ben sarsılmıştım hem de onun arabası ama o kendinin sarsılmasına izin vermemişti. Direksiyonu sola doğru iyice çevirip geri geri gittim. Onunla aramdaki mesafe uzayınca direksiyonu tekrar döndürdüm ve ona tekrar sertçe vurdum. Yine sarsılmamıştı.


"Ama sen bana hiç vurmuyorsun ki!" Dedim geçen bir dakikanın ardından. "Hatta yanlışlıkla vuracağım zaman direksiyonunu çeviriyorsun. Bu ne böyle? Hep benim kazanmamı sağlıyorsun!" Bu güzel bir şeydi. Kazanmak güzeldi, evet ama onun bilerekten kaybetmesi sinirimi bozuyordu. Sanki kaybetsem ağlayacakmışım gibi davranıyor. Hem bunda yarışta bile değildik ki.


"Kıyamıyorum sana." Deyip tam bana çarpacakken direksiyonu tekrar çevirdi ve bana çarpmamak için elinden geleni yaptı.


Ama ona izin vermeden onun arabasına tekrar çarptım. "Kıyamadıkların sana kıyarmış, Sarı!" Diye bağırıp kahkaha attım. Sonra da bu cümlenin anlamını içimde bir süre düşündüm.


Düşününce de bunun çarpışan arabayla hiçbir alakası olmadığını fark ettim. O bana kıyamıyordu ve ben ona her geçen gün kıyıyordum. Ona ihanet için gönderilmiştim ve aslında onun yanında durduğum her saniye ona ihanet ediyor sayılıyordum. Çünkü o bana güvenerek evine almış, üstelik Nazlı'nın odasını benim için her yıl yenilemişti. Daha çocukken bile onu bulmam için fotoğrafını pusetime koyan adamdan söz ediyordum.


Ona tekrar çarparken onun arabası hafif geriye giderken benim arabamda arkaya doğru savrulmuştu. Hızımı arttırmak için boş birkaç tur attım. Nihayet istediğim hızı yakaladığımda ise onun arabasına doğru süratle gittim ve bir anda ona vurdum. Hazırlıksız yakalanmıştı. Güldüm.


Onu yenmek hoşuma gidiyordu.


Hayır.


Onun bana yenilmesi hoşuma gidiyordu.


Ve o bana sürekli yeniliyordu.


Gözlerim onun zaafıydı.


Çarpışan arabalar durunca sarsılan beynimle birlikte oturduğum koltuktan kalktım ve hafif sendeleyerek çıkışa ilerledim. Hemen peşimden de Sarı geliyordu. "Her aletten çıktıktan sonra bayılacak gibi oluyorum." Dedim sendeleye sendeleye yürürken. Daha sonra da sırıtarak Sarı'ya baktım. "ama hepsi harika!" Dedim.


Bana bakınca dudaklarında çok minik bir yukarı kıvrılma görünmüştü.


Son istediğim alet ise dönme dolaptı. Sarı dönme dolabın önüne geldiğinde kartı göstererek bir vagona doğru ilerledi. Ben de yanına gittim ve önce benim binmemi bekledi. Ben bindikten sonra o da karşıma oturdu. Aynı vagonun içinde karşılıklı koltuklara oturmuştuk.


Dönme dolapla ilgilenen görevli gelip dönme dolabın kapısını kapattı. Dönme dolabın üstü açıktı ve dışarısıyla gökyüzü çok net bir şekilde görülüyordu. Yalnızca aşağı düşmememiz için karnımızın hizasına gelen bir demir kapı yapmışlardı. Ama bir çocuk için tehlikeliydi.


Yavaş yavaş yukarı doğru çıkarken arkama yaslandım. Bütün heyecanlı aletlerden sonra son olarak bu rahatlatıcı gelmişti. Sarı'ya baktım.


"Daha önce kiminle geldin buraya?" Diye sordum, bu triple ilgili değildi. Gerçekten merak ediyordum. Sonuçta ilk kez benimle mi gelmişti yoksa hayatında önceki sevgilisiyle de mi gelmişti, merak ediyordum. Cevap vermeyip kaşlarını çatınca, "gerçekten, sadece merak. Trip falan değil." Dedim.


Başını iki yana salladı. "Buraya önceden birisiyle gelseydim seni buraya getirmezdim. Sana değer veriyorum. Bu sana yapabileceğim en büyük saygısızlık."


Bir dakika!


Biz şimdi Sarı ile ne oluyorduk?


Biz sevgili değildik ki, neden bana saygısızlık olsun?


Yutkundum seslice.


Gözlerimdeki şaşkınlığı görünce çok kısa süren bir kahkaha attı. "Şaka yapıyorum," deyince rahatladım. Kulağa bir anlığına da olsun onunla sevgili olma düşüncesi çok güzel gelmişti.


Biz şu an sevgili değildik, flört değildik, arkadaş veya dost hiç değildik. Biz neydik? Bu soru için galiba zamanlama hiç iyi değildi. Bizden bir şey olsun isterken bir yandan da kaçıyordum çünkü bizim Sarı ile bir araya gelmemiz neredeyse imkansızdı. Belki o mafya değilse bile bütün teşkilatın zorluklarına rağmen ilişkimizi bir şekilde gizlice yürütebilirdik ama benim ona ihanet için gönderildiğimi bilse benden nefret ederdi. Aramızdaki onca şey bir anda puf!


Ona bağlanmamam gerekiyordu ama buna engel olamıyordum. Her geçen saniye onunla aramda oluşan minik bağ daha da güçleniyordu ve ben bunu engelleyemiyordum.


Dönme dolap kendi etrafına dönmeye devam ederken en yüksekte bir süre bekledik. Bakışlarımı ondan çekerek aşağıya baktım.


Yüksek.


Daha da yüksek belki de.


Kuşlar gibi özgür olmak ve çok özgür olmak.


Sarı'dan ayrılmak istemiyordum. Hep bu anda kalmak istiyordum. Çünkü ona o kadar çok bağlanmıştım ki ayrılık bana çok ağır gelirdi. Ben ona çok bağlanmıştım, küçüklükten beri...


"Beni bırakmazsın, değil mi Sarı?" Diye sordum kirpiklerim titrerken. Ağlamıyordum ama kirpiklerim rüzgarla birlikte titreşiyordu.


"Bırakmam," dedi bana. İnanmak istedim.


"Ne yapmış olursam olayım, ne yapmış olursan ol bırakmayalım birbirimizi. Araya mesafe de girse, birileri de girse, birbirimizi başka yerlerde bırakmak zorunda kalsak da beni kendinden bırakma. Kalbimi kalbinin oradan ayırma. Her ne kadar aramızda bir şeyler olsa da... ben ailemi bir kere bulmuşken bir daha kaybetmek istemiyorum. Ben seni bir daha göremeyecek de olsam beni bırakma."


Bırakma demem, beni sevmekten vazgeçmemesiydi. Ve bu sevgi aşk değildi. Aramızdaki bağın adıydı. Beni sevmeyi bırakmasını istemiyordum. İhanet ettiğimi öğrense bile ondan ayrılmayı sorun etmezdim ama benden nefret etmesini kaldıramazdım.


"Seni asla bırakmayacağım, o elini her zaman sıkı sıkı tutacağım." Fazla büyük konuşuyordu.


~


"Karısı nasıl birisi peki?" Diye sordum elimdeki küpelerden birisini kulağıma takmaya çalışırken. Üstümü giyindikten sonra takı ve makyaj malzemelerimi alıp Sarı'nın çekmecesinin üstüne yerleştirmiştim.


Benim odamın ışığının açısı çok kötü geliyordu ve makyaj yaptıktan sonra asla istediğim makyaj olmuyordu. Bu yüzden Sarı'nın odasında yapmaya karar vermiştim. Lunaparktan dönüşte akşam yemeğine Sarı'nın ortağı Adnan bey, bizi yemeğe çağırmıştı. Adnan bey, Sarı'dan birkaç yaş küçük ve evliydi. Yeni evlilerdi ve bir tane de yaşını yeni almış bir kız çocukları vardı.


Sarı bu soruma yanıt vermeden ayaklandı. O hazırlanalı saatler oluyordu ve ben onu sabahtan beri bekletiyordum. Hazırlanmam bitmiyorsa ben ne yapabilirdim ki?


"İki saat oldu," diye homurdandı.


Küpemi nihayet kulağıma taktığımda, "lütfen," dedim. "Biraz daha bekle."


"Bekle, bekle bitmiyor ki," deyince küpemin arka kısmını da taktıktan sonra kolyemi boynumun üzerinde tuttum.


Onun dediklerini önemsemeden iki ucunu birleştirdim ve siyah elbisemin üstünde salındırdım. Sarı yüzünden siyah rengini artık kıyafetlerime de yansıtıyordum ama ben henüz onun kadar abartmamıştım. Makyaj malzemeleriyle güzel bir makyaj yapmaya başladığımda Sarı sürekli saate bakıyordu.


Ona da hak veriyordum çünkü saçlarım bir saat maşa tutmamış ve tam anlamıyla beni deli etmişti. Maşadan önce yüzüme yaptığım maske de yarım saat suratımda bekleyince hepten saat geç olmuştu. Ben bile sıkılmıştım.


Hızlı hızlı allık fırçasıyla yüzümdeki pembeliği dağıttım ve daha sonra da dudak kalemiyle rujumu da sürdüm. Nihayet bütün makyajım bitmişti. Maşayla yapılan buklelerimi elimle düzelttim ve aynadan son kez kendime baktım.


Sarı da bana baktı.


Ben de ona baktım. "Daha önce hiçbir kadına iltifat etmemişsin gibi ne duruyorsun? Bilmiyorum, deme. Düşüp bayılırım burada." Başımı yana çevirdim trip atarcasına.


Tahammülsüz bir şekilde bir nefes alınca gülmemek için kendimi zor tuttum. "Yine mi başlıyoruz?" Diye sordu. "Hem sen niye bu kadar takıldın, benim sevgilim olup olmamasına?"


Bu ani soru karşısında afallamıştım ama afalladığımı ona çaktırmamak ve altta kalmamak için bağırma gücümü kullandım. "Bana ne be sevgilinden?!" Diye haykırdım.


"Bağırma bana." Diye üste çıkmasıyla ben tekrar bağırarak onu susturdum.


"Sevgili taklidi yapmadan önce bana bunu söyleyebilirdin! Benden sakladın!" Zeytinyağı gibi üste çıkıp bu soruda haklıyken onu haksız konuma düşürmüştüm.


"Sana söyleyecek kadar önemli bir şey değildi, geçmişte kaldı." Bunu demesiyle sinirim daha da yükseldi.


"Tabii ya!" Deyip sinirle güldüm. "Ben kimim ki?! Adal kim ki?! Beni bir buçuk, iki hafta önce hiç tanımıyordun zaten! Bir anda hayatına gelen yabancı bir kadın senin için ne kadar önemli olabilir ki?! Ben seni ailem olarak benimsemişken üstelik...!"


Sinirden ve öfkeden dolayı alnındaki damarlar belirginleşmiş ve çenesini kasmıştı. "Onu demek istemediğimi biliyorsun. Sana önemsiz demedim ben. Konuya önemsiz dedim. Lafları çarpıtıp üste çıkmayı bırak."


"Hep haksız benim değil mi?" Dedim kısık sesle ama öfkeliydim.


"Nazını, kaprisini bana yap. Kendine zarar verecek kadar öfkelenme." Dedi yüzümü incelerken. "Bana istediğin kadar öfkelen, Adal ama kendine en ufak zarar verdiğinde karşında beni bulursun."


Bunu demesiyle bir anda durdum. Beni nasıl etkileyeceğini iyi biliyordu. Bütün sinirim bir anda tuzla buz olmuştu. Gülümsemeden edemedim. Bakışlarım yumuşadı ve çatılan kaşlarım alnımda düz bir çizgi halini aldı.


Bir şey demedim ama o bakışlarımdan anlamıştı. Ona bakmayı sürdürmek istedim ama aynaya baktım. "Senin yüzünden hep kaşlarımı çatmaktan alnım kırıştı. Erken çökecek yüzüm." Diye tatlı bir sinirle söylendim bu sefer. Sanki kırışıklık oluşmuş gibi pürüzsüz alnıma ufak bir masaj yaptım.


"Hazırsan çıkalım."


"Çıkalım." Dedim, yumuşamıştım ama öyle bütün duvarları bir anda yıkmayacaktım. Onu daha da pişman etmek istiyordum. Benden neden saklamıştı ki bunu?


Peki ya ben neden bu kadar öfkeliydim? Gerçekten de tek sorun benden saklaması mıydı, yoksa onunla sevgili olma düşüncesi miydi? Bu soruyu düşünmek dahi istemedim.


"Ama bir dakika..." deyip Sarı'nın odasının kapısına doğru ilerledim. "Ben çantamı almayı unuttum."


Sarı başını sallayınca koşarak çantamı aldığım gibi telefonu da sessize alarak çantanın içine attım. Önümdeki hacimli, sarı renkteki perçemlerime elimle düzelttim ve hafif sönen yerlere tekrar hacim vermeye çalıştım.


Sarı beni odasının kapısında bekliyordu. Çantamı omzuma astıktan sonra Sarı'nın uzattığı koluna girdim. Adımlarımızı aynı anda atarken yeni aldığım, altı temiz, topuklu ayakkabılarımla onun klasik erkek ayakkabısı mükemmel bir uyum sağlıyordu birbirine. Gülümseyerek ona bakınca o da bana baktı ve gülümsemedi. Arada sırada beni mutlu etmek için kendini gülümsemek için zorluyordu, bunu anlıyordum. Onun dışında çok konuşmayı sevmez ve çok da gülmezdi. Sonuçta altı yaşında ailesinin hepsini kaybetmişti, kimsesi kalmamıştı.


Birlikte dış kapıdan dışarı çıktık. Rüzgar sertçe eserken kalp acımdan eser kalmamıştı artık.


Loading...
0%