Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@sanis0

Yeni yazmaya başladığım kurguma destek verirseniz çok mutlu olurum.

Kitaba başladığınız tarihi yazın...

Görüşlerinizi belirtmeyi unutmayın^^

 

1.Bölüm

 

“Korkma.”

Murat Dalkılıç-Neyleyim İstanbulu

 

Hani derler ya “Hayatımın dönüm noktasıydı. Bu olay olduktan sonra hayatım değişti.” Diye. Benim hayatımın dönüm noktasını daha on altı yaşında bir kız yaşadı. Annemin kollarımda kanlar içinde yatışı ve karşıdaki babamın feryatlar atarken ki çaresizliğim bütün hayatımı değiştirdi. Hiç kimse yoktu ki. Bize yardım edebilecek kimse yoktu. Babam ve annem sürekli gizli yaşadılar hayatlarını. Gizli saklı. Ama neden? Sebepleri neydi? On altı yaşındaki çocuk niye bu hadiseleri görmek zorundaydı? Kardeşim ile bütün bu hayatın sorumluluklarını bana yüklediler. Yıllarca acılar çektik. Her insanın olması gereken temel ihtiyaçlarına ulaşmakta zorlandık. Ama şu an kimseden korkusu olmayan ve insanlar için her şeyi yapabilecek bir doktor, bunca kötülükleri yapan Affan’lar gibilerin cezalarını çekmelerini sağlayacak bir savcı yetiştirdi hayat. Yaşamın bütün zorluklarını göğüs gerdiğimiz gibi bunların hepsini unutup hayata devam etmek isteyen biriyim. Ama kardeşim Kuzey öyle düşünmüyor. Ne olursa olsun Affan’ı bulup cezasını canı ile ödemesini istiyor. On yıl geçti. O vahşi sahnelerin yaşanmasının üzerinden on yıl geçti. Kuzey’in içinde yanan kor bir nebze sönmedi. Her daim nefret besledi. Affan’a dair hiçbir iz bulamadı. Her gün aynı olayla uyanıp, yaşıyor ve tekrardan uyuyor. Yaşam akışını kaçırdığı için oldukça bitkin durumda. Büyük bir travma yaşayan kardeşime her zaman yardımcı olmak istedim ama bırakamadı. O adama eziyet çektirmek istiyor. Anneme ve babama çektirdikleri gibi…

 

Kızıl gözlerim uykusuzluktan ve yorgunluktan kendini uykuya bırakmak üzereyken telefonum çalmaya başladı. Arayan Asena’ydı. Üniversite de tanıştığım ve şu an aynı evi paylaştığım kişi.

“Daha yeni ayrıldık. Bu kadar çabuk mu özledin beni?” diyerek alaycı şekilde gülümsedim.

“Lavinya! Bırak laubaliliği de hastane grubuna bak!” bu söylemlerinin üzerine şaşırmış yüz ifademle, “Asena sen Adana uçağını kaçırmak istiyorsun galiba! Bırak hastane gurubunu da uçağa bin.”

Asena oflayarak “Lavinya şimdi Adana’ya gidiyorum, geldiğimde ilk iş Deniz ile Kenan’ın dedikodusunu yapacağız!”

Duraksayarak, “Deniz ve Kenan mı..? Ne alaka?” dedim.

“Hastane grubuna bakarsan anlarsın Lavinyacığım. Hadi görüşürüz birazdan uçağa bineceğim.” Dediğinde telefonu kapattık. Dışarıda kuvvetli şekilde kar yağıyordu. Montumun içine gömülerek atkımı burnumu kapatacak şekilde yüzümü sardım. Asena ile iki haftalık Fransa gezimizin sonuna gelmiştik. Şimdi o ailesinin yanına Adana’ya gidiyor, ben de Kuzey’in beni havaalanından almasını bekliyorum. İstanbul’a ayak basar basmaz da kara yakalanmam tam bir şansızlık!

Bir, iki, üç…otuz beş. Otuz beş anons! Yoğun kardan ötürü ertelenen her bir uçak sayesinde her yer dolmuştu. Kalabalık ortamları sevmeyen birisi olarak nefesim daralıyor hemen buradan gitmek istiyorum. Kuzey’i aradığımda ise yolların kapandığını ve çok yoğun olduğunu söylüyor. Burada mahsur kalmam akıl alır gibi değil. Hem de rüya gibi olan bir tatil ardından içim şişiyor ve sıcaklıyordum. Üstümdekileri çıkarıp kenara bıraktım. Kendime ilerideki büfeden kahve alarak biraz kendimi rahatlatmaya çalıştım. Ama tam önümde bulunan ve daha kundakta olan bebeğin ağlaması kesilmiyordu. Annesi sakinleştirmeye çalışsa da daha çok bağırıyor adeta kendini yırtıyordu. Etraftakiler de rahatsız olmuş olacak ki oflama sesleri daha da yükseliyordu. Bebeğin annesi çaresizlikten ezilip büzülüyordu. Bebeğe ninniler söylüyor ama bebeğin umurunda olmuyordu.

İleriden beyaz gömleğinin üstten iki veya üç düğmesini açmış, kol düğmelerini çözmüş ve birkaç kere yukarıya doğru katlamıştı. Lacivert pantolonu oldukça iyi ütülenmiş ve nizami şekildeydi. İki metre öteden dahi bakılsa fark edilecek bir saati vardı. Beyaz spor ayakkabılarıyla bebeği rahatsız etmeyecek şekilde küçük küçük adımlar atıyordu. O da benim gibi burada uzun süredir bekliyor olacak ki yüzünde ki yorgunluğu fark etmemek mümkün değildi. Dağılmış kumral saçları ile onu daha da yakından incelemeye başladım. Biçimli dudaklarıyla bebeğe sevecen şekilde gülümsüyor, gözleri kısılıyor ve kemeri belli olmayan dik burnuyla dikkatimi çekmişti.

Tam önümdeki bebeğe eğildi ve yavaşça kucağına aldı. Pembe battaniyeye sarılmış olan bebeği battaniyeden kurtardı. Minnacık bedenini omzuna yasladı. Bebeğin ağlaması geçmişti. Herkesin derin nefes alışını duyduğumda küçük tebessüm ettim. Omzunda olan bebeğin sırtına sert olmayacak şekilde vuruyor, bebeğin sakin olmasını sağlıyordu. Tam önümde olduğu için net bir şekilde görebiliyordum. Bebeğin annesi derin bir oh çektikten sonra adam kucağında bebek ile annenin yanına oturdu.

Kısık ses ile “Uyudu. Biraz dinlenebilirsiniz.” Dedi. Kadın mahcup şekilde adama baktı “Çok teşekkür ederim. Çok yorulmuştum.” Dedi. Adam bebeği annesine teslim ettikten sonra bebeğin kafasına bir öpücük kondurduktan sonra ileriye oturdu. Bu şefkatli davranışı karşısında mutlu olmamak mümkün değildi. Hayatta hâlâ iyi insanların var olduğunu bu denli merhametli davranışlar görmek insana ayrı haz veriyor.

Telefonumun çalmaya başlamasıyla bir umut buradan kurtulduğumu düşündüm. Arayan Kuzey’di.

“Kuzey! Geldin mi?” dedim heyecanlı şekilde. Umutsuzca cevap verdi. “Abla önümde zincirleme kaza oldu. Burası daha da aşılamaz bir parkur olmaya başlıyor. Sen bir şekilde taksi bulabilirsen gel.”

“Kuzey bir tane bile taksi bulunamıyor ki. Tıklım tıklım burası. Karın durmasını bekleyeceğiz artık.” Dedim ve telefonu tekrardan umutsuzca kapattım. Oflayarak büfeye tekrar gittim ve bir kahve daha aldım. Artık kahve bile uykusuzluğumu almıyor üstüne gözlerimin kapanmasına vesile oluyor. Şu an tek umudum önümdeki bebeğin tekrardan ağlamaya başlamaması. Yoksa burası daha da çekilmez olacak.

Telefonu bildirim sesinin gelmesiyle hemen baktım. Mesaj Asena’dandı. Kar fırtınasından uçakları zorunlu iniş yapmış ve şu an Konya’daki havaalanında mahsur kalmış. Telefonumu tekrardan mutsuz şekilde kapattım. Artık beni kahve bile kesmemeye başladı. Vücudum yorgun düşmüştü ve artık dinlenmeye ihtiyacı vardı. Kollarımı göğsümde birleştirerek oturduğum pek rahatsız olan demir sandalyeye bedenimi serbest bıraktım.

Gözlerimi yavaşça araladığımda üstümde montum vardı. Birisi benim üstüme bu montu örtmüştü. Montu kenara koyduğumda sabah olduğunu ve karın yağmadığını gördüm. Önümde hâlâ o adam vardı. Sadece o adam vardı. Geriye kalan kalabalık bir anda kaybolmuş gibiydi. Anlamsız gözlerle etrafa bakınmaya devam ettim. Telefonumu elime aldığımda Kuzey’in mesajına rastladım. İki saat önce atmıştı.

“Abla yoğunluk durulmuyor. Havaalanın önüne geldiğimde seni ararım.” Diyordu. Çoktan sabah olmuştu bile. Fazlaca Kuzey’i yormuştum. Kuzey’i aradım.

“Kuzey neredesin?” Yorgun ve bitkin gelen sesiyle, “Trafik var abla. Ne zaman biter bilmiyorum.” Acele şekilde konuştum. “Kuzey’im çok yorulmuşsun. Bir şekilde eve git. Asena evde değil. Rahatça dinlen.” Dediğimde esnemeye başladı. Yüzümün düşmesiyle, “Tamam abla.” Diyerek telefonu kapattı.

Önümdeki adam lacivert ceketini ve siyah kabanını giymiş oturuyordu. Bacak bacak üstüne atmış, birisiyle konuşuyordu. Saçlarını biçimlendirmiş, bavulunu önüne koyarak gitmeye hazır bir hali vardı. Önemsemeden montumu giydim ve atkımı bağladım. Bavulumu da arkamdan sürüyerek büfeye tekrardan gidip kendime sandviç aldım.

Geri döndüğümde o adam yoktu. Oturup sandviçimi yediğimde saatlerdir gideremediğim açlık hissi gitmişti. Telefonuma son kez bakarak artık ayaklandım. Saat yediye geliyordu. Havaalanının içinde bavulumla ilerlerken güvenlik görevlisiyle o adamın konuştuğunu gördüm. Lacivertin bütün havalılığı ile güvenlik görevlisiyle istişare içerisindeydi. Tam arkasından geçip gidecekken güvenlik görevlisi beni de durdurdu.

“Hanımefendi güvenlik nedeniyle kimlik kartınızı ve pasaportunuzu görmem gerekiyor.” Dediğinde sefil halim ile çantamı zorla açıp kimliğime ulaşmaya çalışıyordum. Zaten elimde bulunan pasaportu eline tutuşturdum. En sonunda bulduğum kimlik kartımı da görevliye verdim. Elinde başka bir kimlik daha vardı. Sanıyorum ki yanımdaki adamın kimliğiydi.

Elinde bulunan iki kimlik kartını da elinde laubali şekilde döndürüyordu. Elinde ki pasaportu açtığında gözleri yuvasından çıkacakmış gibi kâğıda bakıyordu. “Savcım.” Diyerek adamın karşısında saygı duruşuna geçti.

“İtalya’dan döndüğünüze çok sevindim. Uzun zamandır sizi bekliyoruz.” Diyerek sağ eli başına yerleştirerek asker selamı verdi. Garipser tavırla güvenlik görevlisine bakıyordum. Sohbet açmaya çalışıyordu. “İtalya nasıldı Sayın Savcım?”

Fazlaca bunalmış savcı ise gömleğinin en üstteki düğmesini açarak,

“İyiydi.” diyerek sağ elini görevliye doğru uzattı. “Bizim yeterince zamanımızı aldın. Kimliklerimizi ve pasaportlarımızı geri ver.” Emrivaki bu tavrı karşısında güvenlik hızlı tavrıyla benim pasaportumu ve kimliğimi de kontrol etti. Ellerini iki yana açarak “Ne şanslı bir kulum. Hem savcı hem de doktora denk geldim.” Diyerek kahkaha atmaya başladı. Savcı olan adam ile duruşumuzu bozmadan ve ciddi surat ifadelerimizle adamın bu tavırlarının son bulmasını bekliyorduk.

Savcının eli hâlâ havada açık şekilde bekliyordu. Güvenlik acele şekilde ikimizin de hem kimlikleri hem de pasaportları savcının eline tutuşturdu. Ardından önümüzde eğilerek saygısını belirtti. Savcının gözü güvenlik görevlisindeydi. Adeta kitlenmiş şekilde ona bakıyordu. Dişlerini sıkarak ağzını kitlemişti. Elinde bulunan pasaportumu ve kimliğimi bana uzatarak verdi. Güvenlik hâlâ eğiliyordu. Bunu aldırış etmeden dışarıya doğru ilerledim. Havanın biraz daha aydınlanmasıyla dışarıya çıktım. İnanılmayacak derecede bir kalabalık vardı. Etrafa bakınıyor bir taksi arıyordum. Bavulumun takırtı sesiyle etrafta dört dönüyor, insanların arasından geçmeye çalışıyordum. Yerlerin buzlu oluşu ve havanın soğukluğu beni titretiyordu. Burnumdan soluduğum soğuk hava ciğerlerimi zehir gibi yakıcı bir havayla dolduruyordu.

Bu sırada karşıma jilet gibi giyinmiş takım elbiseleri özenli bir adam dikildi. Yakasında bulunan karta dikkat kesildim. “Mehmet Dinçöz-Limuzin Şoförü”

Adamın konuşmasına izin verir tavırla başımı salladım. Arkasındaki beyaz limuzini göstererek, “Ay yüzlü hanımefendi lütfederseniz sizi limuzinimde ağırlamaktan şeref duyarım. Hemen reddetmeyin…” demesine karşı sözünü kestim.

“Reddedecek ne vaktim ne de dermanım var.” Dediğimde yüzündeki gülümseme büyüdü. “Pekâlâ, Şöyle buyurun.” Diyerek bavulumu aldı ve içeriye koydu. Ardından bana kapıyı açarak içeriye geçtim. Rahat olan koltuğa oturduğumda tam karşımda bulunan savcıyı gördüm. Karşımda rahat bir hal alan savcı gevşek bir gülümseme attı. Ne olduğunu kavrayamadan, “Tam tahmin ettiğim gibi.” Dedi. Titreyen bedenimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Savcı eğilerek ellerini önünde birleştirdi. “Korkma.” Dedi.

Başımı sallayarak “Korkmuyorum. Sadece üşüyorum.” Diyerek yanım da bulunan su şişesini hızlı şekilde açıp içtim. “Hayır, hayır! İçmemen gerekiyordu.” Diyerek endişeli şekilde gelip olduğum yere eğildi. “Bütün planı berbat ettin!” diyerek ellerini kollarıma yerleştirdi. Gözlerim kapanmaya başlıyor dermanım bitiyordu. Oflayarak, “Dayanmaya çalış. Sakin ol.” Dediğinde onu bulanık görmeye başladım. Gözlerimin kapanmasıyla bedenim yana devrildi.

1.Bölüm Sonu

Loading...
0%