@sanis0
|
Yeni başladığım bu kurguda bana destek olmayı unutmayın. İyi okumalar:)
2.Bölüm “…Sayın Savcım.” Yaşar-Birtanem Hayatta bazı anlar vardır. Bütün bilginizi yitirirsiniz. Ne yaptığınızı size sorsalar cevap vermezsiniz. Çünkü bunu size yaptıran beyniniz değildir. Kalbinizdir. Boğazımın kuruluğuyla öksürmeye başladım. Ellerimden destek alarak bulunduğum yerden kalkmaya yeltendim. Çimenlerin üzerinde olan bedenimi kaldırarak ne olduğunu kavramaya çalışıyordum. Soğuğun acımasız yellerinden nasibini alan vücudum titrerken elimi göğsüme götürerek kuru öksürüğümle adeta ciğerimi dışarıya çıkaracaktım. Çimenlerin olduğu yerde sadece gövdemi doğrultabilmiştim. Bacaklarım soğuktan buz kesmişti. Karın acıtan, buz kesen soğuğunu kim bilir kaç saattir bedenim sindiriyordu? Yan tarafıma baktığımda savcı vardı. Ne olduğunu hatırlamayan kafama birkaç kez vurdum. Soğukla birlikte başıma giren ağrı bedenimi daha da ağırlık yapıyordu. Neler olduğunu, neden burada olduğumuzu çözemiyordum. En son sadece su içmiştim. Ondan sonra neler olduğunu hatırlamıyordum. Gövdemi savcının yanına doğru sürdüm. Kaşında ve alt dudağında yarıklar vardı. Beyaz gömleğinin üst kısımları kan ile lekelenmişti. Yüzünde kar taneleri vardı. Beyaz olan teni soğukla birlikte daha da beyazlaşmıştı. Yanına giderek seslenmeye başladım: “Beyefendi...? Uyanın lütfen.” Cılız ve güçsüz çıkan bu ses karşısında bir cevap alamamıştım. Bedenimi çimenlerin üzerinde biraz daha gezdirerek daha da yakınındaydım. Elim ile omzunu sarstım. Bir an aklıma ölmüş olabileceği geldi. Sarsmama rağmen hiçbir tepki vermiyordu. “Hiç derdim yokmuş gibi bir de sen çıktın karşıma!” diyerek sitem ediyordum. Öksürmelerim son bulmuyordu. Şişen bademciklerim canımı acıtırken derin bir nefes aldım. “Lütfen hayatta ol!” diyerek kulağımı adamın burnuna doğru yasladım. Sıcak nefesini hissettiğimde doğruldum. “Ölmemişsin!” diyerek onu sarsmaya başladım. En sonunda sarsıntılara dayanamayıp gözlerini aralamaya başladı. İçimden derin nefesler alıp veriyordum. En sonunda gözlerini tamamen açmıştı. O da öksürmeye başladı. Bu anda kar yağmaya başladı. Sitem ederek, “Bir sen eksiktin!” dedim göğe bakarak. Öksürmesi bitince dinç bir şekilde ayağa kalktı. “Bunların hepsi senin yüzünden doktor!” diyerek bana parmağını sallamaya başladı. Bu kadar dinç bir şekilde ayağa kalkmasına ve sesinin gayet normal olmasına şaşırmıştım. Ses tellerim şişmişti ve konuşurken zorlanıyordum. Bunun yanı sıra ayaklarımın dermanı bile yoktu. Yerde oturuyordum. Savcının bu söylemine karşı sinirle, “Ne olduğunu hatırlamıyorum bile! Nasıl benim yüzümden olabilir?” dediğimde savcı sinirle çimenlerin üzerinde ileriye ve geriye dönmeye başladı. “Eğer sen limuzine binmeseydim suçüstü yapacaktım! İkimizde şu an bunları yaşamamış olacaktık!” diyerek derin nefesler alıyordu. Yerde güçsüz düşmüş bedenim cevap dahi veremiyordu. Kar taneleri üstüme teker teker düşüyordu. Soğuğun en hararetli zamanına denk geldiğimiz için bedenimi hissetmiyordum bile! Ağzımı elim ile kapattım. Sıcak nefesimi elime vererek bir nebze de olsa ısınmaya çalışıyordum. Akabinde ellerimi birbirine sürterek ellerimi ısıtıyordum. Halimi gören savcı, “Hadi kalk.” Diyerek sağ elini bana doğru uzattı. Şu an ona muhtaçtım. Ne olursa olsun, başımıza her ne geldiyse bilmiyorum ama yanımda sadece o vardı. Elini tuttuğumda sıcak eli beni şaşırtmıştı. İki elim de ellerindeydi. Ayağa kalktığımda sesimin ne kadar kötü çıktığını bilerek “Bu soğuk sadece bana mı vurdu?” dedim. Gülerek başını öne doğru eğdi. “Kuzey kutbunda arkadaşlarının zoruyla iki ay, sözde, tatil yapmaya gitseydin bu soğuk sana soğuk bile gelmezdi.” Diyerek tebessüm etti. Sinirlerim o kadar bozuktu ki şu an onun kuzey kutbuna gitmesi umurum dışındaydı. Yüz ifademi bozmayarak ciddi şekilde ona bakıyordum. Ellerimi ellerinden çektim. “Savcı.” Dedim tok sesimle. “Neler oluyor ve neredeyiz? Eşyalarım nerede? Ne oldu bize? Cevap ver bana.” Diyerek ondan net bir cevap beklemeye başladım. “Hâlâ dolandırıcı olduklarını nasıl anlamazsın?” dediğinde gözlerimi devirdim. “İçtiğin suya uyku ilacı katmışlardı. Ondan sonra da her şeyimizi çaldılar işte. Hiç mi gündemden haberin yok senin?” diyerek kaşlarını aşağıya doğru büktü. “Ben senin gibi her gün bilgisayarın karşısında oturup makale okumuyorum Savcı! Madem biliyordun beni durdurabilirdin! Ama sen gelmiş şu an beni suçluyorsun.” Diyerek ellerimi göğsümün üzerinde bağladım. “Bana bak!” diyerek sert bir uyarı yaptım. “Bu işte ikimizin de suçu var. Suçu benim üzerime atarak bu durumdan sıyrılamazsın. Madem savcısın o zaman onların kimliğini rahatlıkla bulup nezarethanede bir ömür kalmalarını sağla!” “Pekâlâ.” Diyerek ellerini cebine yerleştirdi. “Sabri’yi arayabileceğim bir yer bulalım. O bizi kurtarır.” “Sabri kim?” diyerek şaşkınlığımı belirttim. “Sağ kolum.” Diyerek yürümeye başladı. Bütün kanı çekilen bacaklarım kendine gelmeye başlamıştı. Çok geniş bir arazi üzerinde yürüyorduk. Parmağı ile ileriyi işaret etti. “İleride bize yardım edebilecek birileri olabilir.” Diyerek benden bir cevap bekler bir surat ifadesi vardı. “Savcı.” tekrardan zar zor konuşarak, “Ben miyobum.” Dedim. Ellerini tekrardan cebine sokan savcı bir anda durdu. Anlayamadığım bu davranışına karşı kaşlarımı çattım. “Bir an önce gitsek iyi olacak.” Diyerek tekrardan yürümek istediğimi belirttim. Bir elini cebinden çıkararak bana doğru uzattı, “Benim ismim “Savcı” değil. Baran.” Buna karşı elini tutmayarak, “Lavinya.” Diyerek yürümeye devam ettim. Arkamdan yavaşça gelen Savcı’ya karşı bir şey yapamıyordum çünkü ilerisini göremiyordum! Gözlüğümü bavulun içinde bırakarak en büyük hatayı yapmışım! Beş kuruşu olmayan iki insan şu an bir tostçuya girdik. İçerisinin sıcaklığı yüzüme vurmasıyla rahatlamıştım. İçeri de kimsenin olmaması beni şaşırtmıştı. “Kimse var mı?” diye bağırarak içeriye doğru ilerledim. Temkinli adımlar atarak yürüyorduk. Baran önüme geçerek, “Sen burada bekle.” Diyerek ileriye doğru ilerlemeye devam etti. Eli belindeydi. Temkinli şekilde kapıları açıyor, birilerinin olup olmadığına bakıyordu. En sonunda geri döndü. Kırmızı tonlarıyla dekore edilmiş bu mekânda bir sandalyeye oturdum. Gözlerimi dikmiş Baran’a bakarken, “Madem silahın var neden dolandırıcı limuzin şoförüne karşı bir şeyler yapmadın?” Elini tekrardan beline atarak silahı eliyle kavradı. “Sence adama ateş etseydim bu etik olur muydu?” diyerek yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirdi. “Bizi soğan gibi soyup gitmeleri etik, ama senin ateş etmen etik değil öyle mi?” diyerek gözlerimi çıkararak ona baktım. Arka cebinden bir kart çıkardı. “Asıl konu arabasında kendi özel cep telefonunu taşıyacak kadar salak dolandırıcılarsa evet, etik.” Dediği gibi diğer cebinden de cep telefonu çıkardı. “Madem yanında cep telefonu var neden acil arama yapmadık?” diyerek ona bakmaya devam ettim. “Özel tuşları devre dışı bırakmış. Şifre var telefonda onu bulmamız gerek.” Dediğinde gözlerim daha da açıldı. “İlk önce burada bir telefon olup olmadığını öğrenmeliyiz ondan sonra bakarız.” Diyerek ayaklandım. Beni onaylamadı. “Her tarafa baktım. Telefon ve benzeri hiçbir şey yok.” Dediğinde oflayarak tekrardan yerime oturdum. Karşı da bulunan bir sandalyeyi tam karşıma çekerek oturdu. Bacaklarımı birbirine yapıştırarak ona yaklaşmamaya çalıştım. O ise bacaklarını açarak dirseklerini dizine bastırarak bana bakmaya başladı. “Lavinya. Fark ettiğin bir detay var mıydı? Limuzinde veya adam da bir şeyler gördün mü? Şifresi ne olabilir?” dediğinde kendimi tam olarak sorguda hissettim. Bakışları çok net ve kararlıydı. Kahverenginden elaya evrilmiş gözleriyle bana bakıyordu. Beyaz teni sıcaklıktan ısınmış ve biraz pembeleşmişti. Yüzüm yanmaya başladığında sıcaklayarak ayağa kalktım. Üzerimdeki montu çıkararak ondan uzaklaştım ve, “Bir şey biliyorum.” Dediğimde bana bakmaya başladı. Ardından ayaklanarak yanıma geldi. Başını sallayarak söylememi istedi. Ben ise kollarımı göğsümde birleştirerek kendimden emin bir şekilde, “Bütün eşyalarımı eksiksiz bana vereceksin. Manevi açıdan çok değerliler. Bir tane bile eksik olmayacak.” Diyerek uyarımı belirttim. Yüzündeki sırıtmasını belirgin hale getirerek, “Tabii ki Doktor Hanım. Yeter ki bildiğiniz şeyi söyleyin.” Dediğinde ikna olmamış halimi belli ettim. Masanın üzerinde bulunan peçetelikten bir tane peçete kopardım ve ona doğru uzattım. “Numaranı yaz.” Şaşırmış yüz ifadesiyle bana bakarken, “Kalem yok galiba burada?” diyerek geçiştirmeye çalıştı. Hafif sırıtarak, “Yapma be Savcı. Her zaman yanınızda bir kalem olur.” Diyerek ona doğru bir kez daha peçeteyi uzattım. Kabanının içini yoklayarak bir kalem çıkardı. Masaya yaslanarak numarasını yazdığı sırada, “Yanlış numara yazmaya kalkışma, ne olursa olsun seni bulurum.” Dediğimde kaleminin üstünü bastırarak kapattı ve tekrardan kabanının cebine koydu. “Bizde yalan yanlış olmaz Doktor Hanım.” Diyerek peçeteyi uzattı. Aldım ve cebime koydum. Ardından sandalyelere oturduk. Telefonu açarak şifre bölümünü açtı. Bana umutlu şekilde bakıyordu. Arkama yaslanarak “On iki, sıfır sekiz, iki bin.” Dedim. Kaşlarını çatarak bana bakıyordu. “Bu ne şimdi?” dediğinde kedimden emin şekilde, “Mehmet Dinçöz’ün sağ elinin tam üstünde bulunan dövme. Tahmin ettiğimiz kadar salaksa ya kendi doğum tarihidir ya da karısının. Ya da özel bir gün. Bu kadar önem vermeseydi dövme yaptırmazdı.” Diyerek yüzümdeki tebessümü daha da büyüttüm. Bana bakarak arkasına doğru yaslandı. “Peki. Ama şifre altı haneli olmak zorunda.” Dediğinde gülümsememi daha da büyüttüm. “On iki, sıfır sekiz, çift sıfır.” Ellerini klavyenin üzerinde gezdiren Baran gülümsemesini büyüttü. Telefon ekranını bana çevirerek, “Oldu.” Dedi. Ellerimi önümde birleştirerek ben de telefona bakmaya başladım. “Bundan sonrası sende Sayın Savcım.” 2.Bölüm Sonu |
0% |