Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@sanis0

Kitap düzenlenme aşamasında!

Kitaba başladığınız tarihi yazın!

Umarım kurgumu seversiniz.

 

 

 

 

1.BÖLÜM

 

 

 

“Maziyi silmek o kadar kolay mı?”

 

 

 

Sezen Aksu-Kaybolan Yıllar

 

Haciz memurları son olarak annemden kalan son anıyı, aile tablomuzu da götürdüler. Evimiz dubleksti. Her köşesinde anılarımız olan bütün eşyalar gitti. Zaten annem de gitti. Annem, babamı aldatıp yurt dışına gittikten sonra evde anılarımız bir bir silindi. Bütün eşyaların gitmesi de anıların kaybolmasına zemin hazırları.

Babam merdivenlerden başı eğik şekilde indi. Son basamağa çömelip, oturdu. Elleriyle yüzünü kapattı. İçinde tuttuğu ve bizden saklamaya çalıştığı duygularını bastırmaya çalışıyordu. Teker terek gözlerinden süzülen yaşlar yere düştü. Boğazında tuttuğu ve bize söyleyemediği bütün kelimeleri, cümleleri hatta yakarışları gözleriyle anlatıyordu. Denizin maviliğinden, rengini alan gözleri şu an girdaplara hapisti. Gözlerinde beliren kızıllığı gördüğümde içimde tuttuğum öfkeyi bütün çaresizliğimle gözyaşlarıma dışarıya vuruyordum.

Abime baktığımda güçlü durmaya çalıştığı her halinden belliydi. Ellerini cebinde tutuyordu. Boynu yere doğru eğikti. Dişlerini sıktığı belli olurken kaşlarını çatmış halde eve bakınıyordu. Babamın yanına gitti ve çömeldi. Babamın sırtını sıvazlarken babamın ağlaması daha da sesli hale geldi. Bu sırada kendimi tutmaya çalışıyordum. Babam bu haldeyken biz onun yanında güçlü olmalıyız.

Bu sırada ablamın gözünden düşen birkaç gözyaşıyla birlikte omzumdan tutup kendine doğru çekti. Başımı ablama yaslayarak ondan destek aldım. Babam yüzündeki yaşları sildi. Derin nefes alarak konuşmaya başladı.

“Özür dilerim çocuklarım. Ne annenize bir eş olabildim ne de size baba…” bu sözleri yüreğime saplanmış sadece bir oktan ibaretti.

“Baba böyle söyleme lütfen. Biz seni çok seviyoruz. Gideriz bir otele, orada kalırız.” dedi ablam. Abim çömeldiği yerden bu cümleyi duyar duymaz kafasını yukarıya doğru çevirdi. Çenesini sıkarak bir bakış attı.

“Kızım otelde kalacak paramız bile yok.”

Ablam kollarını benim üzerinden çekti ve babamın yanına gitti. Elleriyle yüzündeki akmış maskara kalıntılarını sildi.

“Ne yapacağız o zaman baba?”

Babam ayağa kalkarak gözlerindeki yaşları sildi. Derin bir nefes aldı ve geri bıraktı.

“Memlekete gidiyoruz.” dedi ve merdiven basamaklarını teker teker çıktı. Ablam olduğu konumdan doğrularak,

“Yaşasın! Antalya’ya gidiyoruz!”

Babam gözden kaybolduktan sonra abim ablamın yanına yaklaşarak kolunu sıkıca tuttu.

“Hayır geri zekâlı! Annemle karıştırıyorsun. Rize’ye gidiyoruz.”

Ablamın yüzü hemen ekşidi.

“Iy! Orada böcek bile vardır! Babamı ikna edelim Antalya’ya gidelim.”

“Babamın sana yatırdığı kolej, dershane veya özel ders paraları, nereye gitti Eylül?”

Ablam iki kolunu da göğsünde bağlayarak konuşmaya başladı,

“Bir yere gitmedi abi. Okul birincisi olduğumu unutuyorsun.” Diyerek kendinden emin şekilde abimden cevap beklemeye başladı.

“Okul birincisi olmuşsun ama temiz kalp sahibi, merhametli birisi olamamışsın. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kavrayamıyorsun. Yazık.” Diyerek iğrenir bir bakış attı. Ablamın yüzünde beliren ifadeyle birlikte ikisini de durdurdum ve araya girdim.

“Hadi uzatmayın. Eşyalarımızı toplayalım.” diyerek merdivenlere yöneldim. Ablam,

“Hayır! Ben gelmiyorum oraya! Hatırlamıyor musunuz? Benim eski sevgilim var orda!”

“Eylül. Amacın ne? Ne olsun istiyorsun?”

“Bana bir daha Eylül deme! Benim ismim Ada!”

“Babaannemlere de Ada dedirtebilecek misin acaba Eylül?” diyerek ablama doğru diklendi.

Hemen araya girdim.

“Yeter artık! Hadi eşyalarımızı toplayalım.” ellerimi açarak yukarıya doğru baktım. “Allah’a şükür kıyafetlerimizi almamışlar.”

Üçümüz de yukarıya çıkmış bizlere bıraktıkları birkaç eşyayı eski bavullarımıza koymuştuk. Gariptir ki bu evden hemen ayrılmak istiyordum. İçimi her geçen gün daha daraltan bu evde gördüğüm manzaralar bana yeterince ağır gelmişti. Kendime çeki düzen vererek aşağıya indim. Abim salondaydı. Kızıl gözlerimle karşısına çıkmıştım. Şefkatli gülümsemesini bana gösterdiğinde kollarımı açarak sıkıca sarıldım. Abim bir yandan saçımı okşuyordu.

“Naz… abicim. Sen Eylül gibi değilsin. Babama da bana da destek olduğun için teşekkür ederim.”

“Abi, ablama Eylül diye hitap edince bana da Aybüke diyeceksin sandım. Ben Naz’ım. Aybüke ismini sevmiyorum.” dediğimde tebessüm etti.

“Naz mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak isterden Aybüke?” dediğinde kahkahamı gizleyemedim.

“Abi seni çok seviyorum. Sadece ablam olsaydı kafayı yerdim herhalde.”

“Bende seni çok seviyorum Naz’ım.” diyerek bana karşılık vererek sıkı sıkı sarıldı. Merdivenlerden ablam,

“Abi! Bana yardım eder misin, taşıyamıyorum!” diye bağırdı. Sanki içinde çok fazla kıyafet varmış gibi. Abim yine de centilmenliğini bozmadan ablama yardım etti. Üçümüz de salonda babamı bekliyorduk. En sonun da babam da merdivenlerden indi.

“Hepiniz hazır mısınız?” diye sordu babam. Ben ve abim kafamızı olumlu olarak sallarken ablam,

“Evet babişko!” dedi. Abimle birlikte göz devirdik.

Babam “Tamam çocuklar. Geç kalmadan trene yetişelim.” dediğinde ablam yine carladı,

“Ne! Tren mi? Uçaklar Rize’ye gitmiyor mu?”

Abim, ablamın kolundan tutarak,

“Bütün uçaklar kadar başına taş düşsün Eylül.” dedi. Kıkırdamamı gizleyemedim. Babam gözlerini açarak,

“Aras çok ayıp. Bir daha duymayayım.”

Abim kollarını önünde bağlayarak başını öne eğdi.

Koca maziyi arkamızda bırakıp gidiyorduk. İyi anıların yanında kötü anıları baş çeken maziyi unutmak hiç kolay olmayacak. Bunun bilincinde bir şekilde eve son kez baktıktan sonra kapıyı kapattım. İçimin yanması normal mi?

Babamın çağırdığı taksi çoktan gelmişti. Kısa bir korna sesiyle adımlarımızı hızlandırdık. Taksinin bagajına bavullarımızı koyduk. Taksiye bindiğimizde cam kenarında buldum kendimi. Çantamda bulunan kulak üstü kulaklığımı çıkarıp kendimi çalma listemin içinde buldum. Gözlerim yorgunluktan kapanırken zar zor kendimi tutuyordum. Yavaş yavaş uyuklarken kulağıma babamın ve şoför abinin sözleri geldi.

“Abim yolculuk nereye?” diye sordu göbeğinden direksiyonu zor çeviren şoför abi.

Babam bütün bitkinliğiyle cevap verdi. “Memleketime… Rize’ye.”

Şoför bir anda iki elini de direksiyondan kaldırarak, “Vay abime! Ne kadar içli söyledin öyle. Çok özlemişe benziyorsun.”

“Özledim özlemesine de,” diyerek şoför abiyi uyararak, “Ellerini direksiyondan bir daha ayırma. Evlatlarım var.” Dediğinde bir anda şoför alaycı bir kahkaha attı.

“Yirmi yıllık ekmek teknem bu benim abi. Bana “arabalara fısıldayan adam.” derler.” Diyerek ağzındaki sakızı sesli şekilde çiğnemeye başladı. Resmen ayıp olmasın diye tuttuğu direksiyon ile birlikte yüreğimi zıplatıyordu. Babamın korku dolu bakışlarıyla sonunda bu yolculuk bitmişti.

“Borcumuz ne kadar?”

Eliyle sakallarını sıvazladıktan sonra “Beş yüz kâğıt yeter güzel abim.” Diyerek gevşek gevşek sırıttı. Babam konuyu uzatmadan iğrenir bakışlarıyla elini cüzdanına götürüp adamın parasını verdi. Gitmeden önce “Hayırlı yolculuklarınız olsun uşaklar!” diyerek iğrenç laflarını bize geçirdi. Babam derin bir iç çektikten sonra geri bıraktı. Bu sırada ablam,

“Baba düştüğümüz hale bak!” diyerek babama sitem etti. Abim hemen ablamın kolunu sıkıca tutarak ablamı durdurdu. Babam derin bir nefes alarak bavulları eline topladı. “Trene geç kalmayalım.” Diyebildi sadece. Yüzünün asıldığı fark ettiğimde ablama kaşlarım çatık şekilde baktım. Abimin eli hâlâ ablamın kolunu sıkıca tutuyordu.

“Ne var? Sanki doğru değil.” Diyerek abime karşı göz devirdi. Abim kolunu daha da sıktığı sırada babam arkasını döndü, “Hadi Aras.” Dediği gibi abim kendine çekidüzen verdi.

“Geliyoruz baba.”

Trenin dar koridorunda zorlukla oturacağımız sırayı bulduk.

Yaklaşık yirmi dakika boyunca trende yolculuk yapıyorduk. Karşımda ablam, babamın omzuna kafasını koymuş şekilde uyuyordu. Benim yanımda da abim başını yana yatırmış şekilde uyuyordu. Ben uyuyamıyordum. Veya uyumak istemiyordum.

Şu an içinde olduğum durumun olacağını asla düşünmezdim. Karşıma biri geçip “Annen, babanın en yakın arkadaşı olan Giray abiyle babanı aldatacak. Üstüne babanın kurduğu yirmi beş yıllık şirket iflas edecek. Hepiniz Rize’ ye gideceksiniz.” deseydi yüzüne bakarak defalarca kahkaha atardım.

Şu an sahip olduğumuz hiçbir şeyin yarına garantisinin olmadığını öğrendim. Annenin bile… Şu hayatta annen bile seni bırakıp gidebiliyor.

Yolculuğun başından beri bunları düşünüyordum. Aslında ablama bir yandan hak veriyorum. En son ne zaman Rize’ye gittiğimizi bile hatırlamıyorum. Bir anda alışık olmadığımız bir şehirde nasıl yaşayacağız. Nerede kalacağız ne yiyip ne içeceğiz… Bütün hepsi kafamda soru işareti oluşturuyordu.

Ama bir yandan mutluyum. Sevgilim şu an Rize’de. Oğuz’um. Ailesi Rize de yaşadığı için yaz tatilinde oraya gitti. Ona Rize’ye geleceğimizi söylemedim. Sürpriz mi yapsam diye düşünmedim değil. Ama kim bilir tren garına benim için gelir belki? Denemekten zarar gelmez.

Naz: Aşkım.

Naz: Günaydınn.

Naz: Sana sürprizim var!

Naz: Sevgilim? Orada mısın?

Naz: Mesajlarıma neden bakmıyorsun?

Normalde hemen mesajlarıma bakardı. Herhalde işi var deyip kestirip attım. Ama haber vereceğim bir kişi daha var. Banu’m.

Naz: Banu’m.

Naz: Günaydıınn!

Naz: Sevinir misin üzülür müsün bilemem ama sana bir şey söyleyeceğim.

Banu’ya da mesajımı attıktan sonra telefonu kenara koydum. Aradan iki saat geçmesine rağmen ikisinden de tık ses yoktu. Ne mesajlarıma bakıyor ne de cevap yazıyorlardı.

Evet bu durum ilk defa olmuyor son bir aydır benimle ilgilenmediklerini fark ediyorum ama bunu onlara söylersem onları da kaybetmekten korkuyorum. Uzun yıllardır güvenebildiğim tek insanlar. Olanları sıkıntı etmeden çantamdan kitabımı çıkardım ve okumaya başladım. Kendimi daha güzel hissetmek için bin bir yol denerim.

Bu yolculukta bana yardım eden büyük dostlarım: Kitaplar ve müzik. Yolculuğumuzun noktalanmasına on iki saat olduğunu görünce istemeden gözlerim açıldı. Üç saat boyunca kendimi kitaba kaptırarak okumuş olduğumu anladım. Şaşkınlığım ile artık uyumam gerektiğinin farkına vararak gözlerimi yavaşça kapadım.

“Güzelim. Hadi uyan.”

Gözlerimi açamadan kafamı yana yatırdım. Tekrardan bir ses yükseldi. “Naz’ım. Geldik.” Bu abimin sesiydi. Kafamı okşadığını hissederek gözlerimi açtım. Trenin penceresinden yüzüme güneş ışınları süzülüyordu. “Naz Rize’deyiz artık.”

Abimin bu sözleriyle telefonuma sarıldım. Bir umut Oğuz’un gelebileceği düşüncesi beni mutlu etmişti. Telefonumu açtığımda markalardan gelen reklam bildirimleriyle adeta yıkıldım. Abim elleriyle kavradığı bavulum ile birlikte artık gitmemiz konusunda komut veriyordu.

Trendeki bavullarımızı alıp dışarıya çıktık. Her yer çok kalabalıktı. Kimileri evlatlarından ayrılıyor, kimileri de kavuşuyordu. Kimileri elinde çiçekle karısını bekliyor, kimileri de hamile bir halde kocasını başka diyarlara yolluyordu. Birbirlerine kavuşan sevgilileri es geçemezdim. Bu sırada duraksadık. Kadrajıma giren bir kadına bakmaya başladım.

“Yavrum iyi misin? Yolculuğun nasıl geçti?” diyordu bir kadın kızına. Sessizce onları izledim. Kadın kızının yüzünü okşuyor, zayıflayıp zayıflamadığına bakıyordu. “Kızım zayıflamışsın. Bir şey yemedin mi el memleketin de?” diye soruyordu. Kız ise annesinin ellerini tutup öptü. “Yok annecim olur mu? Yedim her şeyden. Sana öyle geliyordur.” dedi. “Ah benim biriciğim. Canım kızım seni ne kadar özledim bir bilsen.” dediği anda gözlerim yanmaya başladı, boğazıma dikenli teller çekildi adeta.

Yanımda babam taksi bulma arayışına girmişti. Kendime hâkim olamadan gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Bir elimde bavulum, bir elimde ceketim vardı. Ceketimi diğer elime alarak hızla göz yaşlarımı sildim. Babam bizlere göz işareti yaparak yanına çağırdı. Taksi bulmuş. Hemen onun yanına gittik. Rotamız dedemin ve babaannemin yanıydı.

Engebeli yollardan geçtik. Sonunda çarşı gibi bir yere gelmiştik. Taksi durdu. İndiğimizde her birimizin ellerinde bavul ve ayriyeten çantalar vardı. Karşımızda bulunan kahvehanede adamların bize dikkat kesilmesine şaşırmıştım. Gün daha yeni aydınlanırken nasıl olur da bu saatte kahvehane de olurlar? Adamların bize bakışları rahatsız edici olmaya başladığında kafamı başka tarafa doğru çevirdim. Babam telefonundan gideceğimiz yere bakmakla meşguldü.

“Baba biz neredeyiz? Nereye gideceğiz? Ben çok yoruldum.” Diyerek elindeki her şeyi yere bıraktı. Bitkin surat ifadesiyle,

“Yıllar oldu bu sokaklara gelmeyeli. Haliyle bende buraları unuttum kızım. Birine soracağım. Siz beni burada bekleyin.” Dediği gibi yanda bulunan bir bakkala girdi. Havanın soğukluğuyla birlikte titremeye başladım. Bunu fark eden abim kendi üstünde bulunan ceketi bana giydirdi. Kendisi sadece ince bir tişört ile kaldı. Ağzımı açıp bir şeyler söyleyecekken beni susturdu. “Sen bana lazımsın. Hasta olmaman lazım.” Diyerek yüzüne sevimli surat ifadesini yerleştirdi. Bu sırada bakkaldan elleri dolu bir şekilde çıkan babama bakıyordum. Sandviçleri her birimiz eline tutuşturdu.

“Acıkmışsınızdır. Yiyin de öyle gidelim.” Dediğinde ablam göz devirerek bir banka oturdu. “Sağ ol ya!” Diyerek sandviçlerimizi yedik. Elimdeki bavulun tekerleklerinin yere sürtmesiyle oluşan ses boş sokakları dolduruyordu. Gün tamamen aydınlanmıştı. Oldukça dik yokuşları atlattıktan sonra konak gibi bir eve gelmiştik. Şaşkınlıkla,

“Baba burasının olduğuna emin misin?

“Eminim kızım. Burası.”

Ablamın yüzü gülmeye başladı. Saçlarını iki yana savurarak,

“Ay benim dedem zenginmiş! Yaşasın!”

“Şımarma Eylül. Dedemizin bizi kabul edeceğini bile bilmiyoruz. Şu konakta bir oda verse bile öpüp başımıza koyarız.” dedi abim.

Göz devirerek ablam,

“Ay! Neden kabul etmesin? Oğlu geldi, torunları geldi!”

“Aras doğru söylüyor Eylül. Babamı görmeyeli epey uzun zaman oldu.”

Ablam tekrardan saçlarını savurarak gözlüğünü başının üstüne taktı.

“Babişko deme böyle. Dedişkom beni sever. En azından ben şu koca konakta bir oda bulurum. Siz de müştemilatta kalıverirsiniz ne olacak?” dedi.

“Yuh artık abla!” dedim. Babam dertli bir iç çektikten sonra,

“Hadi oyalanmayalım. Bakalım bizi neler bekliyor.”

Gergindim. Şu kocaman konakta bir oda bulabileceğimiz bile kesin olmaması oldukça canımı yakıyordu.

1. BÖLÜM SONU

Yorumlarınızı bekliyorum:))

Loading...
0%