Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@sanis0

11. BÖLÜM

 

“Numarını yaz.”

 

Kargo-Yıldızların Altında

 

Yaylaya gidemedim. Eğer eve gidersem daha da kötü olacağını düşünerek kendimi yolun üstündeki rastgele bir parka attım. Saat gece yarısına gelmesine rağmen karşımda zevkle oynayan çocukları görmeden edemedim.

Aileleri ilerideki banklarda kahkaha eşliğinde sohbet ederken çocuklar da kendi aralarında eğleniyorlardı. İki tane kız, üç tane de erkek çocuk vardı. Kızlar parktaki kumdan ev yapıp Barbie bebeklerine yuva oluşturmaya çalışırken erkek çocukları ise kendi aralarında güreşiyordu. Şaka yapmıyorum gerçekten birbirlerini sürekli yere yapıştırıyorlardı.

Beklenen hazin son gerçekleşti. Kızların yaptığı kumdan kalenin üstüne bir erkek çocuğu sırt üstü düştü. Kızlardan biri -uzun kumral saçları olan- çocuğa hemen çıkıştı,

“Ya ne yapıyorsun! Biz buna üç saat uğraştık. Üç, üç!”

Çocuk ukala bir şekilde, “Bizim oynadığımız yere yapmasaydınız o zaman. Benim bir suçum yok. İstiyorsanız tekrar yapın!”

Kız iki elini de beline yerleştirdikten sonra, “Size dikkatli olmanız gerektiğini söylemiştim. Ama siz beni umursamadınız!”

Çocuk ellerini birbirine vurduktan sonra “Bana ne! Bana ne! Tekrar yap.” dedi.

Benim bile buradan sinirlerim bozulmuştu. Kızı düşünemiyorum.

Kendinden emin bir şekilde “Öyle mi?” dedi. Çocukta başını olumlu şekilde salladı.

Hemen çocuğun yıktığı kalenin parçası olan kumu avucunun içine alarak çocuğun başından aşağıya doğru döktü. Döktüğü yetmezmiş gibi birde saçlarının dibine kum iyice geçsin diye saçının içine doğru karıştırdı. Çocuk kıza bağırmaya başladı ve en sonunda ağlayarak annesinin yanına gitti.

Küçücük kızın yaptığını bir ben yapamadım. Şaka gibi. Ama olsun çok güçlü ve kimseye kendini ezdirmeyecek bir kız yetiştirmişler. Ne güzel. Derin düşüncelere daldığım anda oturduğum banka biri oturdu. Başımı çevirip yüzüne baktığımda hayret içinde kaldım. Bora yanıma gelmişti.

“Bora?”

“Naz?”

“Ne işin var senin burada?”

“Asıl senin burada ne işin var Naz? Bana yaylaya gideceğini söylemiştin.” O işler sadece söylemek ile bitmiyor işte. Yapamadım.

“Fikir değiştirdim.” diyerek parka yüzümü çevirdim.

“Peki bundan benim niye haberim yok?”

“Olması mı gerekiyor?”

“Evet!” diyerek sert bir çıkış yaptı. Gözlerim açılırken ne olduğunu anlamaya çalıştım.

“Allah Allah. Nedenmiş o?”

“Baban seni bana emanet etti.”

“Eee?”

“Gittiğin yerleri bilmem gerekiyor bu şart!”

“Peki.” diyerek tekrar önüme döndüm.

“Ama sana ulaşamıyorum.” dediğinde alaycı tavırla cevap verdim.

“Dert ettiğin şeye bak.”

“Pardon da tabii ki dert edeceğim. Ne yapayım?”

Gökyüzüne bakarak, “Çok fazla güvercin var. Birinin ayağına not tak bana ulaşır o.”

“Dalga geçme.” diyerek cebinden telefonu çıkartarak bana verdi.

“Ne bu?” dediğimde hazır cevaptı.

“Numaranı yaz.”

“Güvercinden başka yöntemler de gelişmiş. Mesela dumanla haberleşebiliriz. Abim çok fazla odun kırdı.” dediğimde bana sert bir bakış attı.

“Tamam tamam. Şaka.” diyerek telefonu açtım ve numaramı yazdım. Ama ne diye kaydetsem?

“Naz” yazıp kaydettim.

“Ara beni.” dediğimde garip bakışlarını yüzüme yansıttı.

“Yanımdasın zaten niye arayım?”

“Bora sen tıp öğrencisi olduğuna emin misin? Bazen fazla salaklaşıyorsun da.” dediğimde hâlâ anlamadığını anladım. “Ben de senin numaranı kaydedeyim. Olur da seni sapık sanıp engellerim falan o zaman bana hiç ulaşamazsın.” dediğim gibi beni aradı. Şimdi ben bu adamı nasıl kaydetsem?

Klavyede ellerim gezinirken “Bora” yazdım. Fazla samimi ayrıca kızlar görürse yanlış anlarlar.

“Bora Bey” yazdım bu sefer de, yok ama bu da olmaz. Kızlar görse yine yanlış anlar.

“Bora Abi” diyerek yazdım. En makul isim buydu ama Seda cadısı görürse sende numarası neden var falan der açıklayamam olmaz. Düşünürken aklıma süper bir fikir geldi! Buldum!

“Gıcık Kitap Kurdu” yazdım ve kaydettim.

“Kalkalım hadi. Geç oldu.” Dedi.

“Hayır. Saat daha bir olmadı.”

“Naz hadi.”

“Hayır sen git.”

-Otuz dakika sonra-

Bora’nın ısrarlarına dayanamadım ve şu an yayla evinde yatağıma uzanıyorum. Karşımdaki evde oturduğu için benim güvende olduğumu düşünüyormuş. Doğru da aslında. Hiç beklemediğim an da parkta belirdi. Beni nasıl bulduğu hakkında en ufak fikrim yok.

Ben derin düşünceler içerisinde bir enkazın altında kalmışken telefonuma bir bildirim düştü. Hemen tıkladım.

“Işık sizi “Bacımsularım” gurubuna ekledi.”

Bir dakika ne?

Hemen katılımcılar sekmesine tıkladım.

Naz (ben)

Işık

Seda Cadısı

Arzu

Dört kişilik bir guruptu. Katılımcılar arasında Arzu adında biri daha vardı. Kim olduğunu çözememiştim. Daha önce Işık ya da Seda, Arzu’dan bahsetmemişti. Merak dolu bakışlar ile ekrana bakarken birden bir bildirim daha düştü.

Işık: ACİL!

Mesajın mantığını çözememişken bir mesaj daha gelmişti.

Arzu: Sana bunu nasıl yapabilir?

Kim kime ne yapmış onu anlayamamışken Seda da ortaya çıktı.

Seda Cadısı: Yine ne oldu?

Seda da benim gibi bu olanları anlamamıştı. Ne olduğunu anlamak için,

Naz: Neler oluyor?

Yazdım.

Arzu: Aa Naz, selam nasılsın?

Ben Arzu’yu tanımazken o beni nasıl tanıyabilir?

Naz: İyiyim teşekkürler ama tanıyamadım?

Arzu: Tanımaman çok doğal canım. Birazdan Işık açıklar:)

Hâlâ hiçbir şeyi anlayamamışken Işıktan bir açıklama bekliyordum.

Işık: Kızlar gurubun adını ne yapsam acaba? Bacımsular çok klasik “Harika kanatlar” mı yapsam?

Arzu gurup ismini “Kızlar Firarda VIP” olarak değiştirdi.

Işık: Ay! Çok güzel oldu Arzu!

Arzu: Mesleğimin hakkını veriyorum:)

Naz: Birisi burada ne olduğunu bana açıklayacak mı?

Işık: Nazcık. Dedikodu gurubu kurmak istedim. Okulda rahat rahat konuşamıyorum. Burada terbiyemin el verdiğince sizin izninizle de ana bacı sövmek istiyorum. Okulda tatlı kız imajımı korumam lazım;)

Seda Cadısı: Tam olarak istediğim şey bu. İyi ki aklına gelmiş Işık!

Işık: Bu arada Naz. Arzu benim 12D’den çocukluk arkadaşım. Kardeşim gibidir. Hepinize sonsuz güven duyduğum için bu gurubu kurdum. Burada olan burada kalır. Okulda ve benzeri yerlerde burada konuşulanlardan bir tanesini duyarsam kötü olur:) Bilirsiniz beni.

Arzu: Korkutmak için yapıyor inanmayın.

Işık: Öyle mi canım?

Arzu: AŞPŞÜDSRNÖÇSYEGHDCDSF

Işık: Bu kadar laubalilik yeter. Şimdi asıl konumuza gelelim.

Işık tek gösterimlik bir fotoğraf gönderdi.

Işık: Sizce yarın için pembe oje mi, yoksa kırmızı mı? Kararsız kaldım.

Fotoğrafı açtığımda gerçekten de pembe ve kırmızı oje şişelerinin bir masa üzerinde olduğunu gördüm. Kıkırdamamı gizleyemedim.

Naz: Kesinlikle pembe!

Işık: Hepiniz aynı fikirde misiniz?

Arzu: Bence zombi yeşili sür. Hem her kombin ile uyum sağlar.

Işık: AĞPOKMDFHUEJUNJFB. Gel de ben sana zombi yeşilini süreyim canısı.

Arzu: Yok ben o eve en son geldiğimde saçım mor olarak çıkmıştım. Bir daha asla sana güvenip bir şey yapmam.

Seda Cadısı: sjsjsjsjsjsj Hatırlıyorum, çok komikti.

Seda gerçkten sj diye random atıyor olamazsın.

Naz: Keşke o anı görebilseydim!

Işık tek gösterimlik bir fotoğraf gönderdi.

Fotoğrafı açtığım anda Arzu’nun mor saçlarıyla aynaya şaşırmış suratının yansıdığını ve aynanın karşısında Işık’ın dalgacı gülümsemesinin yansıdığını gördüm. Arkada Arzu’nun saçına hayretle bakan süs köpeğini görmeden edemezdim.

Naz: Rönesans tablosu gibi. WSQŞWKJEUNCHV

Arzu: BU İYİYDİ KIHUNFBYUFNSŞĞRTRW

Işık: Ama hâlâ hangi renk oje sürmem gerektiğini söylemediniz!

Seda Cadısı: Bence kırmızı sür. Sana çok yakışır.

Her şeyi bana ters bu kızın.

Saate baktığımda çoktan gece yarısını geçmişti. Kızlar ile olan sohbetimizi noktalamıştık. Saat 6’da alarmım çalacak olmasına rağmen uyku tutmuyordu. Aklımda onca düşünce varken rahat bir şekilde oturamıyordum. Daha Rize’ye gelmemizi sindirememişken ablamın da beni terk etmesini kaldıramıyordum. Bunun üstüne Oğuz’un ve Banu’nun ihaneti…

Gözlerimin yanması ile gözlerimden teker teker yaşlar akmaya başladı. Telefonumu elime aldım. Galeri de gezinmeye başladım. Aşağıya indiğimde bir fotoğraf dikkatimi çekti. Üstüne tıkladım.

17 Temmuz 2023 yazısıyla karşı karşıya ya kaldım. Baktığım fotoğraf geçen sene bir ormanda yaptığımız pikniğin fotoğrafıydı. Annem piknik sepetinden malzemeleri çıkarıyor ben ise onları masaya yerleştiriyordum. Ablam da bardaklara içeceklerimizi dolduruyordu. Sağ tarafa baktığımda ise mangalı yakmak için büyük uğraş gösteren babam ve abimi gördüm. Mangalı yakamadıkları için çevreden yardım aldıklarını hatırladım. Ufak bir tebessüm ettim.

Ekranı sağa kaydırdığımda ise Oğuz ile olan bir fotoğraf geldi önüme. Lunaparka gittiğimiz günden bir fotoğraftı. Ne Oğuz’un ne de Banu’nun yüzünü görecek kadar cesaretli değildim. İkisinden iğreniyor, hatta nefret ediyordum. Hayatımdan aldıkları saatler, haftalar ve yıllar için üzülüyorum. Sadece bu kadar.

Yüzümden, telefon ekranına düşen göz yaşı ile kendime geldim ve hızlıca galeriden çıktım. Telefonu kenara koydum ve ayağa kalkarak mutfağa gittim. Su içerken gözüm pencereye kaydı. Tam karşımda ki evde Bora olduğu için oraya doğru bakıyordum. Işıklar hâlâ yanıyordu. Ders mi çalışıyordu? Ders çalışırken uyuya mı kalmıştı? Yoksa onu da benim gibi uyku mu tutmuyordu? Yüzlerce soru sorarken kafamda kendi kendime “bana ne ki?” sorusunu sordum. Doğru. Bana ne. İster uyur. İster uyumaz.

Salona geçtiğimde telefonu tekrardan elime aldım. Ellerim bir anda rehberi açtı ve şu soruyu sordu.

“Gıcık Kitap Kurdu kişisini aramak istiyor musunuz?”

Ne münasebet. Ben niye onu arayayım ki?

Ama bir yandan da merak ediyorum ne yaptığını. Belki de uyuya kaldı ve boşu boşuna elektrik tüketiyor. Bunun önüne geçebilirim.

Hızla WhatsApp uygulamasını açtım ve sohbetimize girdim.

Gıcık Kitap Kurdu

Çevrimiçi

Yazısını görünce uyanık olduğunu anladım. İyi de niye bu saate kadar uyanık?

Tam bu düşüncelerim arasında çevrimiçi yazısı bir anda değişti.

Yazıyor…

Ne oluyor?

Bir anlık panikle telefonu kapattım. Stresten bacaklarım titrerken ne yaptığımı ben bile çözemiyordum. Ellerim titrerken telefonu açma tuşuna uzun süre bastım. Telefonum eski olduğu için açılmasını uzun süre bekledim. Sonunda! Açıldı. Hemen veri bağlantımı açtım.

Klik! Sesi yankılandı. Bora bana mesaj attı! Hemen sohbete girdim.

“Sence de uyuma zamanı gelmedi mi?”

Biraz önce stresten ve panikten titreyen ellerim şu an sinirden titriyordu. Klavyenin üzerinde parmaklarımı dolaştırdım. Yazılabilecek bir cevap düşündüm.

“Ne zaman uyuyacağımı sana mı soracağım?”

Evet kızım! Büyük ihtimal şu an olduğu yere çakılmıştır. Mesajımı hemen gördükten sonra tekrardan Yazıyor… imgesini gördüm.

Klik! Tekrardan bu sesi duymamla telefona dikkatimi verdim.

“Evet.”

Bu kadar ukala olduğunu düşünmemiştim.

“Nedenmiş o?” yazdım ve tekrardan gönderdim. Zaman gecikmeden tekrardan mesaj geldi.

“Uykunu alamadığından bütün gün uyukluyorsun. Sonra da benim biblolarımı kırıyorsun. O yüzden uyuman benim için daha iyi olur.”

Gerçekten bir hafta önce kırdığım biblonun lafını yapıyor şu an! Oturduğum kanepeden kalkarak “Ukalaya bak ya!” diyerek sitem ettim. Parmaklarım tekrardan klavyenin üzerindeydi.

“Ne kadarsa söyle parasını ödeyeyim.” Yazdım ve tekrardan gönderdim. Adeta şu an karşılıklı atışıyorduk. Hem de küçük bir biblo yüzünden.

“Her şey para değil Naz. O biblo benim için önemliydi.”

“Önemini bana açıklar mısın?” yazdım ve cevap beklemeye başladım. Biraz önce anında cevap veren adam şu an dut yemiş bülbüle döndü. Bir dakika boyunca ekrana bakakaldım. En sonunda yazdı.

“İyi geceler.”

İstediğim açıklamayı alamamışken birden üstte “Son Görülme 01.23” yazısıyla bakışmaya başlamıştım. Ne oldu da sorduğum soruya bir yanıt vermeden öylece gidebildi. Hızla mutfak penceresine ilerledim. Bütün ışıkları söndürmüştü. Yanlış bir şey mi söyledim?

11. BÖLÜM SONU

YORUM YAPMIYORSUNUZ DARILIYORUM!

 

Loading...
0%