Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@sanis0

 

12. BÖLÜM

 

 

“Seni beklerim…”

 

 

Aynur Aydın-Günah Sevap

 

Size okulda en arka sırada oturmanın faydalarını söyleyeyim mi? Birincisi sıranın altından telefona bakabiliyorsunuz ve eğer öğretmenleriniz yaşlı ise hiçbir şekilde sizi fark etmiyorlar. Şu an bunu yapıyorum. Sohbetimizi sürekli okuyup duruyorum. Acaba ne oldu da bir anda durumu bağladı. Hadi ama tabii ki Bora ile olan mesajlaşmamızdan bahsediyorum.

Aklımda yer edindi ve asla gitmiyor. O biblo onun için neden bu kadar önemliydi ve o bibloyu ona birisi mi aldı?

Bu düşüncelerimin arkasında yanıma baktığımda Miraç’ın uyuduğunu gördüm. Bora benim uyku düzenimi düşüneceği kadar kardeşininkini düşünseydi şu an Miraç ders dinliyor olurdu. Hafif tebessüm ettikten sonra tekrardan telefon ekranına gömüldüm. Hâlâ son görüntülemesi aynıydı. Dün geceden beri hiç uygulamaya girmemiş. Bu sırada Tarih hocasının söylediklerine kulağım ilişti.

“Bizim zamanımızda böyle değildi gençler. Bakın saygıdeğer büyüklerimize.” Diyerek tekrardan bize laf sokarak dersini devam ettiriyordu.

Tekrardan telefon beni hapsetti ve artık Bora’ya bunu sormam gerekiyordu. Bunu düz bir şekilde sormazdım. İlk önce benim ihtiyacım olan şey bir günaydın mesajı. Hayatımda ilk defa birine günaydın mesajı atmıyorum ama ona ilk defa atacağım. Belki de günaydın mesajlarından hoşlanmıyordur. Klavyenin üzerinde parmaklarımı gezdirdim.

“Günaydın!” yazdım ama hemen sildim. Sanki çok neşeli oldu.

“Günaymış:)” yazdım ama bu da pek olmadı. Sanki günün aymış olduğunu başka birinden duyuyormuşum gibi.

“Günaydınlar!” sil sil sil! Sanki topluluğa seslenen başkanlar gibi oldu.

Düşün Naz. Düşün, düşün, düşün.

Tam bu sırada Miraç kafasını sıradan kaldırdı. Kan çanağına dönmüş gözlerini ovaladı. Bana doğru döndü. Dağınık olan saçları umurun da olmadan,

“Zilin çalmasına kaç dakika var?” diye sordu. “On beş dakika var.” Dediğim gibi oflayarak sıraya tekrardan yattı. Bu sefer yüzünü benden tarafa doğru döndü ve gözlerini tekrardan kapattı. Sanırım Bora’ya ne yazacağımı buldum!

Çok garip değil mi? Miraç’ın abisine günaydın mesajı atmaya çalışıyorum. Herhalde bunu görse büyük bir kahkaha atar.

Miraç’a fark ettirmeden telefonumun kamerasını açtım ve bir tane fotoğrafını çektim. Tekrardan Bora ile olan sohbetimize girdim.

Tek göstermelik bir fotoğraf gönderdiniz.

“Günaydın. Miraç da uykusunu alamamış anlaşılan:)” yazdım ve gönderdim. Kendimden emin bir şekilde telefonumu sıramın altına koydum. Dersi dinlemek için önüme baktığımda sağımda kalan Işık’ı gördüm. Aşık bir şekilde Miraç’ın uyumasını izliyordu. Bunu gördüğümde hafif bir gülümseme yaptım. Beni fark eden Işık “Şşş” dedi ve tekrardan bakmaya devam etti. Sınıfın çoğunluğu uyuyordu.

Işık bana iki parmağıyla yerlerimizi değiştirmemizi istediğini işaret etti. Bende kabul ettim ve Seda’nın yanına geçtim.

Seda dersi dinliyor gibi yapıyor ama kitabını karalıyordu. Kitaba bir göz gezdirdiğimde kitabın her yerinin “B” harfi ile kaplı olduğunu gördüm. Kitapta “Bora” yazısını görünce yüzüm düştü. Ben biraz önce Seda’nın âşık olduğu adama günaydın mesajı atmıştım. Kendimi çok kötü hissettim. Platonik olmanın ne kadar korkunç olduğunun farkına vardım.

Ama Seda’nın davranışlarını asla onaylamıyordum. Seda, Bora’ya aştan öte takıntılıydı. Belki de çıkarları için Borayı seviyor numarası yapıyordu. Bunu bilmiyorum ama bir insan âşık olduğu insanın hep mutlu olmasını isterdi. Çünkü o insanı merhametli sevmek en makul olandı. Bir yandan da Seda’nın yerine kendimi koyunca berbat bir duygu olduğunu anlıyorum.

Gözlerimi Seda’nın kitabından ayırdıktan sonra telefonumun titrediğini hissettim. Sıranın altındaki telefonumu çıkarttım. Mesaj Bora’dandı. Seda’ya fark ettirmeden sohbet ekranımızı açtım.

“Günaydın^^”

“Eşek sıpasına bak sen! Hemen Miraç’ı uyandır! Derslerini dinlemeyi ihmal etmesin. Aynı şekilde sen de küçük hanım. Dersleri güzel dinleyin:)”

Sırıtmamı gizleyemedim. Yan tarafımdaki Seda’ya baktığımda ise kitabı karalamaya devam ediyordu. Hızlı şekilde bir cevap yazdım.

“Dersimiz Tarih. Çok sıkıcı anlatıyor. Ben de birazdan sıraya kafamı koyup uyuyacağım sanırım.”

Hâlâ çevrimiçi olan Bora hemen cevap yazdı.

“Tarih dersinde bende uyuyordum. Hahaha. Ama siz benim söylediklerimi yapın. Yaptığımı yapmayın!”

Bu masajla birlikte gülümsemem daha büyüdü. Sıraya tamamen kafamı koyduktan sonra yazmaya başladım.

“Bugün kitabevine biraz geç geleceğim:)” yazdım ve gelecek mesajı beklemeye başladım. Aklıma çok güzel bir fikir gelmişti. Bora’ya ufak bir sürpriz yapacaktım.

Yazıyor…

Çevrimiçi

Yazıyor…

“Seni beklerim. Kendine dikkat et. Derslerinizi dinlemeyi ihmal etmeyin:)”

Seni beklerim. Çok hoşuma gitmişti bu cümle. Anında yüzümün kızardığını hissettim. Yüzümde durduramadığım bir gülümseme vardı. Tam bir cevap yazacakken Seda yan taraftan beni dürttü.

“Kimle konuşuyorsun kız? Sevgilin mi var yoksa?” dediği gibi telefonu kapatıp cebime koydum. Ne diyeceğimi bilemeden kekeleyerek konuşmaya başladım.

“Şey… Sevgilim yok.” Dedim. Utançtan domatese dönmüş suratımı fark etti ve gülerek konuşmaya başladı.

“Naz anların ben. Kim ile konuşuyorsun bilmiyorum ama sen âşık olmuşsun.”

“Seda saçmalama. Olur mu hiç öyle bir şey?”

“Asıl sen saçmalama Naz. Neden olmasın? İnsan âşık olacağı insanı seçemiyor. Gönül ota da konar boka da.” Diyerek tebessümünü büyüttü.

“Doğru söylüyorsun. Benimki Oğuz’a konmuştu mesela.” Dediğimde koluyla beni dürttü.

“Oğuz kim kız?”

“Boş ver Seda. Sonra anlatırım.”

“Sonrası falan yok bu durumun. Teneffüste hemen anlatıyorsun.”

Vücudum soğuk terler dökerken geçiştirmeye çalışıyordum. “Başka bir zaman anlatırım.”

“İtiraz yok.” Diyerek Işık’a bakarak göz kırptı. Işık anlar surat ifadesiyle elleriyle tamam işaretini yaptığında köşeye sıkıştığımı hissettim. Bunun üzerine teneffüs zilinin çalması hiç hoş olmadı. Seda elimden tutarak beni dışarıya çıkardı. Ardından da Seda geldi. İkisi de beni ortalarına alarak aşağıya inmeye başladık.

“Ne oluyor Seda?” diye soran Işık’a geçiştiren bir cevap verdikten sonra kendimi bahçede bir çardakta buluverdim. Anlatmak zorundayım.

“Hadi anlat. Bu Oğuz olayı ne?” dediğinde Seda’ya olumsuz bir bakış attım. Buna karşı,

“Naz ben size her şeyimi anlattım. Hadi söyle.” Dediğinde ikisinin de pür dikkat beni dinlediklerini fark ettim. Oflayarak konuşmaya başladım.

“Oğuz… Oğuz benim eski sevgilim.”

“Neden ayrıldınız?” diye sordu Işık.

“Beni en yakın arkadaşım ile aldattı.” Dediğimde ikisi de birbirine baktı. Devam ederek,

“Banu benim en yakın arkadaşımdı. Oğuz ile olan her anımda yanımdaydı. Banu artık benim kardeşim olmuştu. Ama işte…” boğazımın düğümlendiği için devam edemedim.

“Vay şerefsiz! İkisi de haysiyet yoksunuymuş. Naz boş ver sen. Onlar seni hak etmemiş.” Dedi Işık.

Onaylar şekilde kafamı salladım.

“Nasıl anladın aldatıldığını?” diye sordu Seda.

“Bir hafta önce Oğuz’un yanına gittim. O sırada kapıyı Banu açtı. Anlarsınız ya…”

“Tamam, tamam. Kendini yorma canım. Bu Dünya’da herkes bir imtihan için geliyor. İkisinin de gerçek yüzünü görmen senin için daha iyi oldu belki de. Oğuz’un sana yaptıklarını unutturacak bir adam çıkacak karşına. Ben inanıyorum.” Dediğinde gözlerim doldu. Seda’dan böyle bir yaklaşım beklemiyordum. Sözleri bana iyi gelmişti.

“Çok canım yandı ama artık sadece benden çaldıkları zaman için üzülüyorum. Haklısın belki de böyle olması daha iyi olmuştur.”

Zilin çalmasıyla içeriye girdik. Zor bir gün oluyordu. Derslerde aklımdan hiç çıkmamıştı. Şerefsiz aklımdan çıkmıyordu! Ona karşı sadece nefret duygusu besleyebiliyordum. Farkında olmadan son ders de bitti ve okuldan çıktık.

Çarşıda dört dönmeye başladım. Aradığım bir antika dükkanıydı. Bora’ya bir doğum günü hediyesi veremediğim için kendimi suçlu hissediyordum.

Yaklaşık bir saat boyunca gezmemin sonunda bir tane antika dükkânı bulabildim. İçeriye girdiğimde ise yetmişli yaşlarda bir adam karşıladı beni. Sandalyede oturup gazeteleri inceliyordu. Varak desenli duvarların farklı bir havası vardı. Her yer bin bir türlü eşyayla kaplıydı. Adamın yanına usulca yaklaştım.

“Merhabalar plak çalar var mı?” diye sordum. Burnunun ucuna taktığı gözlüğünün üstünden bana bakarak,

“Ne yapacaksın plak çaları kızım sen? Gençler böyle şeylerden hoşlanmaz.” Dedi ve beni takmayarak gazetesindeki bulmacaya odaklanmaya başladı.

“Bir arkadaşım için alacağım amcacığım. Sabahtan beri gezmediğim yer kalmadı. Var mı burada?”

Tekrardan gözlüğünün üstünden bana bakmaya başladı. Gazetesini katlayarak masaya koydu. “Arkadaşın altmış yaşında mı?” diye sordu. Anlamıyorum ki gençler antika eşyalar sevemez mi?

“Hayır amcacığım. Yirmi iki yaşında.”

“Allah Allah…” diye dertli bir iç çekti ve devam etti “sayılı gençler antika sever. O yüzden şaşırdım kızım kusura bakma.” Dedi ve elini çenesinin altına koyarak uzun uzun bakmaya başladı.

“Amca plak çaların var mı, yok mu? Ayaklarıma kara sular indi. Acelem var.” Dedim sitem ederek.

“Doğru ya kızım, bakma sen bana. Sen burada otur. Ben getireyim plak çaları.”

Sonunda plak çalar bulabilmiştim! Mutluluğumun tarifi yok! Amcanın kalktığı yere oturdum. Aralıksız bir saat boyunca yürüdüm. Biraz daha oyalansaydım hava kararacaktı. Şükürler olsun ki varmış!

Ama amcanın getirmesi biraz uzun sürdü. İnternetten araştırdığımda kasa gibi küçük plak çalarlar çıkıyordu. Benim de gözüm çok büyük olmasında değildi zaten. Elinde kocaman bir gramofon ile gelince çok şaşırdım.

Beraber gramofonu masanın üstüne koyduk. Çok mutluydum. Kocaman gülümsememle gramofona bakıyordum. Amca ellerini beline sabitledi. “Kızım bunu kim için alıyorsun bilmiyorum ama çok seviyor olmalısın. Bu devirde antika mala sahip çıkan gençler bulunmuyor. Bu gramofon size hediyem olsun. Güzel plaklar çalıp güzel anlar yaşayın.” Dediğinde gözlerim doldu.

“Amcacım olur mu hiç öyle neyse parası vereyim ben sana.” Dediğimde kabul etmez tavrıyla başını iki yana salladı.

“Kızım al bunu ve götür. Bunca yıldır bu işi yapıyorum ben. Paraya doydum anlayacağın.”

Dediğinde mutluluğumu gizleyemedim.

“Çok teşekkür ederim amcacığım. Allah işini rast getirsin.” Diyerek gramofonu kucakladım ve kitabevine doğru yola çıktım. O kadar ağırdı ki zorlanarak da olsa kitabevine ulaşmıştım. Hava çoktan kararmış kitabevinin ışıkları yanmıştı.

İçeriye girdiğimde Bora ortalıklarda yoktu. Gramofonu masanın üzerine koyduğum gibi Bora’nın odasına gittim. Kanepede düşünceli şekilde oturuyordu. Beni gördüğü gibi ayağa kalktı ve sinirli şekilde “Naz seni defalarca aramama rağmen niye açmıyorsun?” diye çıkıştı. “Telefonum sessizdeydi kusura bakma.” Dedim. “Kusura bakarım Naz. Çok merak ettim seni, nerelerdeydin?”

Kızmasını anlayışla karşılayarak ellerinden tuttum. Çatık kaşları bir anda yumuşadı ve sakinleşti. Güler yüzümü büyüterek “Sana bir sürprizim var! Hadi beni takip et.” Dediğim gibi el ele tutuşarak benim arkamdan gelmeye başladı. Masanın karşısına geçirdim onu. Hayret eder bakışlarını sevinçle izliyordum. Ellerini yüzüne götürerek şaşkınlığını belli ediyordu. “Naz nasıl olur…” diyerek gramofonun kenarlarına dokunmaya başladı. “Beğendin mi?” diye sordum.

Bana yaklaştı ve “Beğenmek ne kelime bayıldım Naz.” Diyerek iki elini de belime yerleştirdi. Anlık bir şok yaşadım. Bora gülümsemesini giderek büyüttü. “İyi ki varsın Naz.” Dedi kısık sesiyle.

Başını yana doğru yatırdı. Hâlâ şoku atlatamamış olduğumdan ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemez halde sadece Bora’ya bakıyordum. Bora bana yaklaştıkça içim içime sığmıyor hareketlerimi kontrol edemiyordum. Bora sakin ve yavaş şekilde yaklaşıyordu. Anlık refleks ile gözlerimi sıkıca kapattım. Hafif kıkırdamasını duymuştum. Yanağıma yanağı değdikten sonra boynumda sıcak nefesini hissettim. Ardından da dudaklarını. Kollarıyla belimi sarmıştı. Dudaklarıyla boynuma öpücükler kondurmuştu. Kollarımı boynuna doladım. Teni tenimdeyken “İyi ki doğrun Bora.” Dedim.

 

12. BÖLÜM SONU

Loading...
0%