@sanis0
|
13. BÖLÜM
“Bora. Onu ne olursa olsun bırakma.”
Sezen Aksu-Kaçın Kurası
Bu güzel anın büyüsüne kendimi kaptırmışken kollarını bedenimden uzaklaştırdı. “Beni burada bekle, hemen geliyorum.” Dedi ve neşeyle odasına gitti. Ellerimi nereye koyacağımı bilemez şapşal tavrım ile Bora’yı bekliyordum. Gramofona yan gözle baktığımda gerçekten bir şaheser olduğunu bir kez daha kavradım. Sırıtmaktan ağzımın ağrımaya başladığı dakikalarda Bora yanıma elinde bir plak ile geldi. “Hatırlıyor musun?” dedi ve plağı bana gösterdi. “Neyi hatırlıyor muyum?” Diyerek cevap verdim. “Doğum günümde anlık sinir ile gelip bana verdiğin paketin içinde bu plak vardı.” Dediğinde şaşkınlığımı gizleyemedim. “Kader bizi her seferinde birleştirmeyi başarıyor.” Dediğimde sağ dudak kıvrımının coşku içerisinde olduğunu fark ettim. Plağı gramofona yerleştirdi ve küçük iğneyi plağın üstüne yerleştirdi. Plak çalmaya başladı. İnsanın ruhunu okşayan çok güzel bir melodi vardı. Mutlulukla Boraya bakıyordum. Bana elini bir prens gibi uzattı. “Bana bu dansı lütfeder misiniz?” dediğinde gülümsemem büyüyerek “Tabii ki.” Diyerek elini tuttum. Bir elini belime yerleştirdi. Diğer eli de elimdeydi. Bende onun omzuna koyduğum elim ile daha da yaklaşmıştık. Utançtan gözlerine bakamıyor anın büyüsüne kendimi kaptıramıyordum. Bir şekilde yanlış geliyordu bu durum. Ya Bora da beni bırakırsa? Ona bu kadar bağlanmışken, bir sorun olursa? Gelecekte bu anları sadece zaman kaybı olarak görürsem? Korkuyorum. Ona ait olup ondan gitmekten korkuyorum. Gelecekte benden gidip başkasına ait olmasından korkuyorum. Belki de şu an benim olmasından korkuyorum. Seda onu bu kadar severken ona ihanet ediyormuşum gibi hissediyorum. Yapamam, aynı hataya bir daha düşemem. Bedenlerimizi birbirinden ayırdım. Yüzüne bakmadan “Ben… su içeceğim.” Utanç duygum bütün vücudumu sarmışken mutfağa hızlı bir şekilde gidip kendime su doldurdum. Ellerim titrerken sudan birkaç yudum aldım. Bağlanmamalıyım. Bora’ya bağlanmamalıyım. Uzun süre mutfaktan dönmedim. İçeriden müzik sesi kesilmişti. Yavaş adımlarla Bora’nın yanına gittim. Ağzımı açmama izin vermeden “İyi misin?” diye sordu iki eli de cebindeyken. Cevap vermeden sadece başımı hızlıca sallamak ile yetindim. Derin bir nefes alarak, “Hızlı ilerledim. Senin ne yaşadığını bir anlık unuttum, anlarsın ya…” diyerek duraksadı. Bu sırada yerdeki gözlerimi kaldıramıyordum. Nefesini dışarıya verdikten sonra “Anın büyüsüne kaptırdım kendimi. Özür dilerim.” Dediğinde şaşırmıştım. Benim ne hissettiğimi anlamıştı. Olayın nasıl sonuçlar doğurabileceğinin farkındaydı. Böyle yaparak beni bağlıyordu. Olmaması gereken bir çukura beni sürüklüyordu. “Ben artık gideyim. Görüşürüz.” Diyerek hızlıca çantamı alarak kendimi dışarıya bıraktım. Otobüs durağına geldiğimde Rize’nin kuvvetli yağmuruna yakalanmıştım. Durakta benden baka biri daha vardı. Yanıma yaklaşarak “Naz iyi misin?” diye sordu. Yüzüne baktığımda ise bu kişinin Kuzey olduğunu anladım. Okula gittiğim ilk gün bana kendini tanıtan çocuk. “İyi gözükmüyorsun Naz. Bir şey mi oldu?” Yalancı bir gülümseme yerleştirdim suratıma “Gayet iyiyim. Ne yapıyorsun burada, seni bu durakta hiç görmüyordum.” “Miraç’ı bekliyorum. Belki biliyorsundur, Miraç’ın abisi Bora abi.” Diyerek ilerideki kitabevini gösterdi. “Mehlika kitabevinde, boş zamanlarında burada takılıyor. Aslında tıp okuyor.” Dediğinde anlar şekilde başımı salladım. Ben bunları zaten biliyordum ki:) Konuşmasına devam etti. “Miraç da abisinin yanına gitti. Bugün Bora abinin yayla evine gideceğiz.” “İyi eğlenceler size o zaman.” Dediğimde yanımıza Miraç geldi. Durgun suratını ben de fark etmiştim. “Miraç iyi misin?” dedi Kuzey. “Hiç sorma Kuzey. Abimin morali çok bozuktu. Sadece “Derslerine çok çalış. Derslerde uyuma.” Dedi. Çok şaşırdım.” Dedi ve nefesini dışarıya verdikten sonra, “Bir de gramofon almış galiba ondan plak dinliyordu. Karamsar bir havası vardı anlayacağın.” Miraç’ın her söylediği ile birlikte beynimden vurulmuşa döndüm. Benim yüzümden neşesini kaybetmesi, karamsar oluşu… Bir de hüzünlü plaklar dinliyormuş. Kuzey konuşmaya başladı. “Bugün ki plan iptal mi o zaman?” “Abim kabul etse bile ben istemezdim. Neyi bu kadar önemsedi bilmiyorum ama kafasını acilen toparlaması lazım.” Aklımda onca şey beni suçlu çıkarıyordu. Ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemiyordum. Bora ile yaptığımız anlaşma yarın bitiyor. İki haftanın bu kadar çabuk geçeceğini düşünmemiştim. Düşüncelerimin arasında otobüs gelmişti. Duygularımı da sırtlayıp otobüse bindim. Her gün yeni yükler kaldıran bu omuzların çökmemesi için uğraşıyorum. Eve geldiğim gibi kendimi yatağa bıraktım. Yaklaşık on iki saat uyumuşum. On iki! Kafamı zor kaldırdığımda telefonumu elime aldım. İki Ekim. Bugünün başlamasıyla birlikte Rize’de ki bir ayı geri bıraktım. Aynı zamanda Bora ile yaptığım iki haftalık anlaşma da bugün bitti. Artık kitabevine gitmek zorunda değilim. Bu duygunun bana özgürlük duygusuyla aynı kefeye koyulacağını düşünüyordum. Ama ben şu an özgür değil aksine tutsağım. Kalbimin tutsağı… Elime telefonumu aldım. Soğuk verici havaların başlamasıyla yayla evinin ısınma sorunu da büyümüştü. Her gün istisnasız babam veya abim ile konuşuyorum. Bana yakında döneceklerini söylüyorlar. Yaklaşık on beş gündür… Aynı zamanda ablam ile de on beş gündür hiç konuşmuyorum. Hiç. Cesaretimi topladım, yapabilirim. Bunca zamandır beni aramadığına bakılırsa epey mutludur. Ama bunu teyit etmem gerekiyor. Artık yapmam gerekiyor. Bastım. “Ablacım Aranıyor…” Telefonun çalış sesini duyduğumda kulağıma dayadım telefonu. Birkaç saniye çaldıktan sonra beklediğim ses geldi. “Efendim Naz.” Sesinin mutlu ve keyifli gelmesini beklerken en kötü senaryoyu yaşadım. Sesi boğuk ve istemsiz, keyifsiz geliyordu. “Nasılsın?” dedim bu sesine karşılık. “İyiyim. Sen?” diyerek en karamsar sesini duymuştum. Sesindeki yorgunluk beni şüphelendirdi. “Emin misin, sesin kötü geliyor.” Kısa bir sessizlikten sonra sesi titriyordu. “Yeni uyandım Naz. Bir sorun yok.” Dedi. Ama bu bana hiç inandırıcı gelmemişti. Ablam yeni uyandığı zaman bile enerjisini toplayarak bütün tatlılığını masaya koyuyordu. Bu benim ablam değildi. On beş günde nasıl bu kadar değişebilir? “Peki.” Dedim kısık sesimle. “Mutlu musun?” diye sormadan edemedim. “Mutlu… evet mutluyum.” Dedi. Kısa duraksamalar beni şüphelerle dolu bir havuza atıyordu. Ne diyeceğimi bilemez bir tavırla, “Ben değilim.” “Niye, ne oldu? Bora yanında değil mi?” sorusuyla duraksadım. “Olanlar sana telefonda anlatabileceğim kadar basit değil.” Yutkunarak, “Ne zaman geliyorsun?” Ablamın iç çekişlerini duyuyordum. “Bunu ben de bilmiyorum.” Derin derin nefesler alarak, “Naz merak ediyorum. Ne oldu?” “Oğuz ve Banu…” dedim ve vücudum cümlemi tamamlamama izin vermedi. “Anladım.” Dedi. Derin nefes alarak devam etti. “İkisi de güvenilir tipler değildi. Onların karaktersizliği. Çok üzüldün mü?” “Çok, az kalır…” “Naz… Kendini herkesten koru. Çevrendeki kimseye güvenme. Bir kişi hariç.” Ne dediğini anlayamadım. Kaşlarımı çattım. “Bora. Onu ne olursa olsun bırakma.” Aklımda olan hiçbir kavram bu söylediklerine uymuyordu. Ne demeye çalışıyordu? “Abla ne demek istiyorsun?” “Naz. Söylediklerime uy. Asla Oğuz veya Banu ile buluşma. Asla!” “Zaten onlarla asla buluşmam! Ama neler olduğunu hâlâ kavrayamadım. Sen nereden biliyorsun Oğuz’un ve Banu’nun beni aldattığını?” Sesi boğuk ve yorgun çıkan ablamın sesi bir anda gür çıkmıştı. “Ne! Nasıl yani. Üstüne bir de Oğuz, Banu ile seni aldattı mı?!” Anlamaz ifademle, “Abla zaten bildiğin şey bu değil miydi? Bahsettiğin konu ne?” Ofladı ve uzun bir iç çekti ablam. “Naz’ım lütfen kendini koru tamam mı? Kendine dikkat et. Babamlar gelince de bana haber ver.” Demesiyle nutkum tutulmuştu. Hiçbir şeyi anlamıyordum. Kafamda oluşturduğum yapboz asla tamamlanmıyordu. Ağzımı açıp bir şeyler diyecekken telefondan kapı açılma sesi geldi. Aniden ablam, “Ben seni sonra arayacağım.” Diyerek telefonu yüzüme kapattı. Neler oluyor? Ablamın odasına kim girdi de bir anda telefonu kapattı? Niye sürekli Bora’ya güvenmemi söylüyor? Hiçbir şeyi anlayamıyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Kolumdaki saate baktım. Dersin başlamasına yirmi beş dakika vardı. Hızla olduğum yerden kalktım. “Geç kaldım!” diyerek evin içinde bağırdım. Hızla çantamı koluma takıp evden bir hışın ile çıktım. Hemen ayakkabılarımı giydim. Karşımda Bora vardı. Arabasının kapısını açacakken beni gördü. Ne yapacağımı bilemiyorum. Ne yapmam lazım! Ne söylemem lazım? En iyisi görmezden gelmek. Evet evet. Çok doğru. Önüne dümdüz bak ve yoluna devam et kızım. Karşımda duruyordu. Kolundaki saate baktı ve ardından da bana. Bu olanları görmezden gelerek önüme döndüm ve yoluma baktım. Hızlı adımlar ile ilerliyordum. Arkamdan bağırdı. “Naz!” Bu sesi duymamla olduğum yerde adeta kilitlendim. Arkamı döndüğümde bana bakıyordu. Nutkum tutulmuş bir şekilde hiçbir şey söyleyemiyordum. “Okula geç kalmışsın. Gel seni bırakayım.” Dedi ve kapıyı açtı. Benim gelip arabaya binmemi bekliyordu. Benim oturacağım kapıyı açmıştı. Ah! Ama böyle yapma! O arabaya deli gibi binmek istiyordum! “Gerek yok. Yetişirim ben.” “Olur mu hiç? Gel hadi. Israr istemiyorum.” Diyerek başını yana doğru yaslayarak o tatlı gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. “Tik tak tik tak. Hadi güzelim zaman işliyor.” Demesiyle içimdeki gülme isteği yüzüme de yansımıştı. Güzelin miyim gerçekten? Dostlar gerçekten ismimin anlamını fazlasıyla taşıyorum. Fazla nazlıyım sanırım. Ama bu kelimeden sonra daha fazla naz yapamayacağım. “Peki, madem.” Diyerek arabaya doğru ilerledim. Bora’nın arkasından dolaşıp arabaya bindim. Mutluluktan çıldırmak üzereyim! Bir de kızlar zor mutlu edilir derler. Hiç de bile! Şu an Dünya’nın en mutlu insanıyım! İkimizde arabaya binmiştik. Bora’nın arabayı çalıştırmasıyla beraber arabadaki radyo da çalışmaya başladı. Arka fonu inanılmaz güzel başlamıştı. Kalbimde anlatamadığım ve hiç kimsenin yaşamadan bilemeyeceği duyguları adeta bir melodide toplamışalar. Şarkının başlamasıyla ful odak şarkıya kaptırmıştım kendimi. Öyle kolay âşık olmam. Ama senin bi’ havan var. Seni gördüğümde beynim oyunlar oynar… Bir dakika. Bunlar benim duygularıma tercüman olmuştu! Yüzümdeki gülümseme Bora’nın da dikkatini çekmiş olacak ki bana doğru bir soru yöneltti. “Şarkı hoşuna mı gitti?” Sorusuyla birlikte yüzüm ona döndü. “Evet. Çok güzel şarkı.” Diyerek önüme utangaç bir tavırla döndüm. Ufak sesli bir gülüş sesi geldi. Buna karşın bende gülerek, “Ne oldu Bora?” dedim sevecen gülüşüm ile. Dudaklarını aşağıya doğru büktü. Ardından tekrar yüzüne kocaman gülümsemesini yerleştirdi. “Araba sürdüğüm için sürekli gözüm yolda. Eğer araba sürmeseydim senin şarkıyı tatlı tatlı dinleyişini izlerdim.” Ay bir saniye! Bu benim kalbime fazla! Neler diyorsun?! Kalbimin sesini oturduğum yerden dinleyebiliyordum. Bir anda böyle bir iltifat beklemiyordum. Şaşkınlığımın da yanında olduğu utanç duygum bütün vücudumu sarmıştı. Yüzüme alevler basarken nutkum tutulmuş biçimde koltukta ezilip büzülmüştüm. Tam bu sırada durduk. Etrafıma bakınca okula yakın olmadığımızı fark ettim. Kızarık yüzüm ile “Neden durduk?” dedim. Bana bakarak sırıttı. “Kırmızı ışık.” Diyerek trafik lambasında yanan kırmızı ışığı gösterdi. Daha da utanarak önüme döndüm. “Biliyor musun? Şu an trafik lambasıyla aynısınız.” Dedi. Anlamaz yüz ifadesiyle Bora’ya baktım. “Nasıl aynıyız?” Gülmesini büyüttü. “Kırmızı.” Diyerek bana bakmaya devam etti. Bende ellerim ile yüzümü yoklayarak “Abartıyorsun sanki.” Dedim ve önümdeki güneşliği açarak içerisindeki aynadan kendime baktım. Gerçekten de kıpkırmızıydım! Bora haklıymış. Yüzüm alev gibi yanarken böyle gözüktüğümü düşünmemiştim. 13. BÖLÜM SONU!!! Yorum yapın looo! |
0% |