Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@sanis0

Evet herkese selam! Kitabı düzenleme aşamam bitti. Artık sizlere yeni bölümler yayınlayacağım. Bu süreçte eksiklerimi tamamladım yanlışlarımı düzelttim ve bölümlere yeri geldi sahneler ekledim yeri geldi sahneler çıkarttım. Sonuç olarak nur topu gibi 14 bölüm var elimizde. Sizlere bir tavsiye uzun zamandır bölüm yayınlamadığım için geçmiş bölümleri unutmuş olabilirsiniz. Bu bölümü okumadan önce bir göz gezdirmenizi tavsiye ederim:)))

İyi okumalar^^

(Not: Naz'ın hastalandığı bölümü ilerleyen bölümlerde kullanacağım. Değiştirerek tabii ki:))

 

 

15.BÖLÜM

 

“Ben çilekten nefret etmeyi, sana âşık olduktan sonra bıraktım.”

 

Canozan, Damla Eker-Öyle Kolay Aşık Olmam

 

Rize’nin çetin yağmuruna yakalandım. Okul çantamı başımın üzerine koyarak bir nebze olsa da kendimi korumaya çalışıyordum. Yolumun üzerinde bulunan bir işletmenin içine girdim hemen. Kapıyı kapattığım gibi nefes alışverişlerimin düzene girmesini bekliyordum. Koşmaktan helak olan ciğerlerim yanıyordu. Susuzluktan kuruyan boğazımı yutkunarak bir nebze ıslatmaya çalışıyordum. Kendimi daha iyi hissettiğim anda çevreme bakınmaya başladım. Terk edilmiş bir işletmeci olarak görünse de mavi tonların hâkim olduğu ve sıcak bir hava veren bir yapısı vardı.

Sırılsıklam olmuş bedenimle birkaç adım attım. Geniş olan dükkânda dokuz, on tane masa vardı. Her birinin üzerinde tuzluklar nizami şekilde aynı yönde bulunuyordu. İleride bulunan şöminenin sıcaklığı kapıya kadar vuruyordu. Bana egeyi andıran bu işletmenin ne olduğunu çözmeye çalışıyordum. Birkaç adım daha attığımda dışarıdan gelen şimşek sesiyle irkildim.

“Kimse var mı?” diye bağırarak birine ulaşmaya çalıştım. Ama nafile. Ses gelmiyordu. Bir kez daha bağırdım,

“Bakar mısınız?”

Tık ses gelmeyince şöminenin olduğu tarafa doğru ilerledim. Islanmış olan saçlarımı sıktığımda yerler ıslanmıştı. Kıyafetlerimden bahsetmiyorum bile. Yürüyen su kadın gibi ortalıkta geziniyordum! Kenarda bulunan sandalyeyi aldım. Üstüne oturarak saçlarımı öne doğru uzattım. İçimden geçirdiklerimi dışıma vurdum.

“Allah’ım lütfen hasta olmayayım. Lütfen!” yakarışlarım sonucunca şömineyi körükleyerek daha fazla yanmasını istedim. Şöminenin verdiği sıcaklık ile titredim. Hâlâ kimse gelmemişti. Tek başıma hiç bilmediğim bir yerde barınıyordum. Bu beni ürkütse de zorundaydım.

Bu sırada telefonum çalmaya başladı.

“Gıcık Kitap Kurdu” arıyor…

Ellerim titrerken zorlanarak telefonu açtım.

“Alo”

Endişeli bir şekilde,

“Naz neredesin? Yağmur hızlanmaya başladı.”

“Bora hiç sorma! Ben de nerede olduğumu bilmiyorum.”

“Nasıl bilmiyorsun Naz?”

“Bilmiyorum Bora! Aniden yağmur bastırdı ben de yolumun üstünde bulunan bir mekâna girdim. Ama kimse yok şu an.”

Sesi ciddileşerek,

“Bilmediğin bir yere neden giriyorsun Naz? Ya sana zarar gelirse! Hemen bana konum at!”

Aniden telefonuma gelen uyarıya dikkat kesildim.

“Telefonunuz iki dakika içerisinde kapanacak. Derhal şarj edin!”

Bu uyarıyla birlikte telefonu kulağıma dayayarak hızlı hızlı konuşmaya başladım.

“Bora zamanım yok telefon iki dakika sonra kapanacak!”

“Nerede olduğunu tarif et hemen seni almaya geleyim.”

Elim ayağıma dolaşmıştı. Nereye gittiğimi bilemezken kekelemeye başladım.

“Ben… bilmiyorum okuldan çıkınca… bilmiyorum Bora!”

“Sakin ol ve etrafında bulunan şeyleri söyle bana Naz.”

Hemen ayağa kalkarak cama yöneldim.

“Ağaç var. Çok büyük bir ağaç var!”

“Naz ağaç her yerde var! Başka?”

“Bir tane tabela var! Trafik tabelası!”

“Naz trafik tabelası da her yerde var! Başka ne görüyorsun?”

Gözlerimi hızla hareket ettiriyordum ileride kırmızı bir işaret olduğunu gördüm.

“Bora kırmızı! Kırmızı bir deniz feneri!” dediğimde karşılık vermedi. Telefonuma baktığımda kapandığını gördüm. Açma tuşunu zorlarken telefonum yere düştü. Hemen yere eğilerek telefonumu aldım. Camı kırılmıştı. Sesli şekilde, “Bir sen eksiktin Allah’ın belası!” diyerek ıslak bedenimle tur atmaya başladım. Telefonum eski olduğu için zaten zorlanıyordum bir de üstüne yere düşmesiyle el-Fâtiha.

Şu an tek dileğim Bora’nın kırmızı deniz fenerinin olduğunu duymuş olmasıydı! Dışarıya baktığımda yağmurun daha da hızlandığını hem duyuyor hem de görüyordum. Telefonumu masanın üzerine fırlatarak kapıya dikkatimi veriyordum. Lütfen Bora gel! Lütfen duymuş ol!

Etrafa bakarak bir saat arıyordum. Uzun zaman geçmesine rağmen Bora hâlâ ortalıklarda yoktu. Saçlarımın nemi kaybolurken biraz daha iyi vaziyetteydim. Aniden içeriden bir ses geldi. Anlam veremediğim bir sesti. Ayaklarım ile sesli olmayacak şekilde adımlar atıyordum.

Kapalı bir kapı karşıladı beni. İçimden bir ses en fazla ne olabilir ki diyordu, başka bir ses de başına bir iş gelebilir boş ver diyordu. Ellerimi kapı koluna koyarak sıkıca tuttum. E ne demişler kapalı kapı görürsen aç. Asla böyle bir şey denmediğine eminim ama olsun.

Elimi kapı kolundan çekerek vazgeçtiğim sırada içeriden tekrardan bir ses geldi. Merak dolu bakışlarım ile kapı kolunu hızla tutup açtım. Beni kiler odası karşıladı. Tam karşımda ise sarı bir kedinin fareyi yediğini gördüm. Gözlerim açılırken kedinin umurunda olmadığım gerçekti. O şu an fareyi yemek ile meşguldü.

Bu sırada mekâna biri girdi. Kendimi kilerin içine atıp kapıyı hızlıca kapadım. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Umarım mekânın sahibi gelmemiştir! Eğer beni yakalarsa hızsız muamelesi görecektim. Hiç ses çıkarmadan olduğum yere oturdum. Kedinin fareyi yemesi oldukça vahşiceydi. Farenin o halini görmemek için gözlerimi sıkıca kapadım. Keşke bu odaya girmeseydim!

Bu sırada Bora’nın sesi mekânda yankılandı. Ne dediğini anlamadığım için kapıyı iyice yapıştım.

“Halit ustam! Nasılsın?” diyordu.

Adamın sesi gürdü. “İyiyim evlat! Hayırdır seni buraya hangi rüzgâr attı?”

“Halit ustam senin tostunu çok özlemişim. Sevgilime de senin tostunu tattırmaya geldim.”

Sevgilim mi? Ne diyorsun Bora?

“Ne güzel evladım! Hanım kızım nerede?”

“Tuvalete kadar gitti ustam. Gel oturalım o da birazdan gelir.” Dediğinde sesi daha da gür çıkmıştı. Bana olan bir göndermeydi. Bunun farkına vararak olduğum yerden doğruldum. Kapıyı yavaşça açtım. Dışarıya çıktığımda Bora’nın sesli kahkahalarını duyuyordum. Kendime çeki düzen verdikten sonra adımlarımı sesli şekilde atarak masaların olduğu bölüme geldim. Bora’nın yüzü bana dönüktü. Tam karşısında da Halit usta oturuyordu. Sırtını bana döndüğü için beni göremiyordu. Kenara yasladığım çantamı alarak Bora’ya baktım.

“İşte ustam. Sevgilim de geldi.” Dediğinde Halit ustanın gözleri beni bulmuştu. Yüzüme gülümseme yerleştirdim ve masaya gelerek Bora’ya sarıldım. Halit ustanın karşısına oturarak,

“Merhabalar.” Dedim.

Bana gülümseyerek baktı. Ardından Bora’ya döndü,

“Maşallah çocuklar. Çok yakışıyorsunuz. Kızım su gibisin dupduru.” Dediğinde gülümsemem daha da büyüdü.

“Teşekkür ederim.” Diyerek mahcup şekilde ellerimi masanın altında bağladım. Bora ellerini ellerimin üzerine koydu. Sıcak elleri, soğuk tenime değdiğinde biraz olsun rahatlamıştım. Gözlerime bakarak,

“Çok güzel benim sevgilim, Halit ustam.” Diyerek tekrardan Halit ustaya baktı.

“Ben size karışık tost yapıp geliyorum çocuklar.” Diyerek masadan kalktı. Bora onaylar tavırla gülümsemesini büyüttü. Halit usta gözden kaybolunca Bora ciddileşerek,

“Naz iyi misin? Çok ıslanmışsın.” Diyerek ellerini saçıma götürdü.

“Bora çok ıslandım. Tek şansım şu şöminenin yanıyor olmasıydı.” Diyerek ilerideki şömineyi gösterdim.

“Bora. Sen buraya nasıl girdin? Senin sesin yankılanmadan önce kapı sesi zaten duymuştum ben.”

Önüne dönerek sırıtmasını büyüttü. Bora’nın kolunu sarsarak,

“Bora hadi söyle!”

“Dua et ki kırmızı deniz feneri dediğini duydum küçük hanım.” Diyerek parmağıyla burnuma dokundu.

“Bora!” diyerek sert şekilde çıkıştım. Yüzündeki laubali tavır kayboldu. Ciddileşerek,

“Lise yıllarında ben Halit ustanın yanına sürekli gelirdim. Arkada başka bir kapı var onu keşfetmiştim. O kapıdan direkt mutfağa geçiyorsun. Şanslıymışım ki Halit usta ben o kapıdan çıkarken daha yeni geliyordu. Tuvaletten çıkmışım gibi yaparak da buraya oturdum işte. Ondan sonrasını duymuşsundur. Sana sesimi duyurabilmek için o kadar bağırdım ki opera sanatçısı mı olsaydım acaba diye bir kuşku düştü içime.” Bora’nın bu laflarıyla kahkahamı gizleyemedim.

“Vay be!” diyerek koluna sertçe vurdum. Vurduğum kolunu tutarak “Naz hanım, Naz hanım! Eliniz de sermiş. Bu kol kaslarını neye borçluyuz?” diyerek kolumu yokladı.

“Benimkiler az kalır seninkilerin yanında.” Diyerek kolunu gözlerim ile işaret ettim.

“Anlaşılıyor ki gözlerini kaslarımdan alamamışsın.” Diyerek tekrardan gevşek sırıtmasını yaptı.

“Hiç de bile!” diyerek çıkıştım.

“Anlatsana biraz bana.” Dediğinde şaşırmış şekilde ona bakmaya devam ettim.

“Neyi anlatayım?”

“Kaslarımı.” Diyerek gülmesini büyüttü. Koluna tekrardan vurarak hâkim olamadığım gülümsemem devam ediyordu. Elimi tutarak kulağıma doğru eğildi.

“Unutma sevgilimsin. Ona göre hitap et bana. Kapiş!” diyerek yanağımdan makas aldı.

“Sen de herkese beni sevgilim diye tanıtıyorsun. Noluyoruz?” dediğimde cevap hakkı doğmadan Halit usta elinde iki tane tost ile geldi.

“Sevgilim, bak geldi ustamın güzeller güzeli tostları!” dediğinde kaçamak bakışlar attı bana. Uyuz!

Halit usta tostları masaya bıraktıktan sonra hemen hızlı adımlar atarak ortadan kayboldu. Bora arkasından garip bakışlarını atarak “Eline sağlık ustam!” diyerek bağırmayı ihmal etmedi.

Hızla tosta doğru eğildim. Uzun zamandır yemek yemediğimden hızla tostumdan kocaman bir ısırık aldım. Bora’da acıkmış olacak ki o da bir çırpıda tostunu bitirdi. Tostumun yarısındayken karnımın şiştiğini hissettim. Arkaya yaslanarak karnımı tuttum.

“Şaka mı yapıyorsun? Daha yarısını anca bitirdin Naz.” Dediğinde hazır cevaptım,

“Sen ye Bora. Ben yiyemeyeceğim.” Dediğimde hemen tostuma saldırdı. Bu anı beklediği o kadar belliydi ki kıkırdamamı gizleyemedim. Onun da ağzı tıka basa doluyken gülmekten kıpkırmızı oluşu daha da komiğime gitti. Gülerken bir anda mekânın ışıkları söndü. Bora benim tostumu da bitirmişti.

“Halit ustam! Elektrikler mi gitti?” diye bağırdı Bora.

“Ne oluyor Bora?”

“Anlamadım ki.” Diyerek cevap verdi.

Bizim hayret eder bakışlarımız arasından mekânda sakin melodili bir müzik çalmaya başladı. Bora bir anda gülerken elini yüzüne götürerek sıvazladı.

“Ne oldu Bora, bu müzik ne?” dediğimde Bora sandalyeden kalkarak bana elini uzattı,

“Şu an Halit ustam bizi sevgili sanıyor. Halit usta romantik adamdır. Bu müzik de bizim için. Bu dansı bana lütfeder misin?” dediğinde şaşırmıştım. Böyle bir şey beklemediğimden duraksadım. “Hadi ama Naz! O gün gibi olmayacak. Söz. Sana zaman tanıyacağım.” Dediğinde utanarak elini tuttum. Kalkarak mekânın ortasında dans etmeye başladık. Gülmeye başladığım sırada Bora,

“Ne oldu?” diye sordu. Gözlerine bakarak,

“Yaşadıklarımıza gülüyorum. Her şeye.” Dediğimde o da gözlerime derin bir şekilde bakmaya başladı.

“Her şeyi boş ver. Sadece bu ana odaklan. Bize odaklan.” Dediğinde belimden tutarak beni kendine daha da yaklaştırdı. İki kolumu da boynuna dolamıştım. Yanağı yanağımdaydı. Sakin hareketlerle dansımızı sürdürüyorduk. Gözlerim kapalı şekilde,

“Özür dilerim… O anı bozduğum için özür dilerim. Kafamda bir sürü soru işareti vardı. Hazır değildim.” Dedim kısık sesimle. Yanağını yanağıma sürttükten sonra fısıldar şekilde,

“Aklındaki bütün soru işaretlerini ortadan kaldıracağım. Söz veriyorum.” Dediğinde kafasını yukarıya kaldırdı.

Gecenin siyahlığını andıran gözleri beni kendine bağlamasına yetiyordu. Defalarca ona ait olmamak için uğraşsam da anlıyorum ki ben hep ona aitmişim. Bütün varlığımla onunmuşum. Bütün benliğimi hiçe sayacak şekilde onunlaymışım. Ama fark etmemişim.

“Naz…” dedi fısıldayarak gözlerime en derinden bakarak. Ondan cümlesini tamamlamasını bekliyordum.

“Bana öyle bakma.” Dediğinde kaşlarım çatıldı.

“Nasıl bakmayayım?”

“Böyle işte. Sana bağlanıyorum.” Dediğinde bir gülüş yerleştirdim yüzüme.

“Ben zaten sana bağlıyım.” Dediğimde bana arzuyla bakmaya devam etti.

Aklıma bir anda kızlarla bugün konuştuğumuz olay geldi kaşlarımı çatarak,

“Sen çilekten nefret mi ediyorsun?” dediğimde Bakışlarını benden ayırmayarak,

“Naz bu anı bozma. Lütfen.”

“Ama çilek…” dediğimde dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Beklemediğim için duraksadım. Gözlerim kontrolümde olmadan kapandı. Elini boynuma yerleştirdi ve öpüşlerini fazlalaştırdı. Dudaklarıma öpücüklerini kondururken bende karşılık vermeye başladım. Alt dudağımı ısırdıktan sonra geri çekildi. Nefes alışverişi kuvvetliydi. Nefesini dudağımda hissederken arzulu sesini duydum,

“Ben çilekten nefret etmeyi, sana âşık olduktan sonra bıraktım.”

Kalbim delice atarken ne dediğini anlayamadım. “Nasıl yani?” dediğimde,

“Dudakların rengini çilekten almışsın. Şu an anlıyorum ki tadı da çilek gibiymiş.” Dediğinde gülümsememi büyüttüm.

“Bora kalbim çok hızlı atıyor. Normal mi?” dediğimde alınlarımız birbirine yaslanmıştı.

“Aşkın tadını ilk defa tattığımız için. Benimde kalbim çok hızlı şu an.”

Ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilemez tavrımla kollarımı boynuna sararak sıkıca sarıldım. Boynuma sıcak nefesi verdikten sonra öpücüklerle doldurdu. Bir anda mekânın ışıkları gelmişti. Vücutlarımızın ayrıldığı anda kapıda beliren Halit ustaya baktık,

“Artık birbirinize aitsiniz çocuklar."

15. Bolum Sonu♡♡

Loading...
0%