Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@sanis0

2. BÖLÜM

“Belki de böyle olması daha iyi oldu.”

 

Lady Gaga, Bruno Mars-Die With A Smile

 

Derin nefesler alıp verdim. Korkudan bacaklarım titriyordu. Babam yavaşça elini kaldırarak zile bastı. Kapıyı babaannem açtı. Babamı gördüğü gibi elini, babamın yüzüne götürdü. Babamın yanaklarını okşuyor vücuduna bakıyordu. Gözlerinden teker teker yaşlar akmaya başladı.

“Oğlum…” diyerek babama bıraktı kendini. Ağlarken bir şeyler fısıldıyor, sesli şekilde ağlamasını devam ettiriyordu. Babamdan ayrıldıktan sonra bizleri gördü. Babamın kolunu tutarak,

“Murat bunlar benim torunlarım mı?”

“Evet annem. Senin torunların.”

Babaannemin önünde abim olduğu için hemen onun yanına gitti. “Aras’ım. Ne kadar uzamışsın, büyümüşsün yakışıklı da olmuşsun. İçeri geç de sana nazar duası okuyuvereyim.” dedi. Gözlerim doluydu. Bir anda tebessüm ettim.

Abim, “Oku babaannem. Seni çok özlemişim.” dedi. Abim bizden farkla babaannemi daha fazla görmüş, yazları burada geçirmişti. Abim içeriye girdikten sonra sıra ablama gelmişti. Ablam sanki ilk defa babaannemi görüyormuş gibi elini uzatarak,

“Merhaba ben Eylül. Siz de benim babaannem oluyorsunuz sanırım.” dedi ve tebessüm etti. Babaannemde ablamın elini tutarak kendine çekti ve sarıldı. “Ah benim yavrum. Kaç yıldır beni görmediğinden nasıl davranıyor. Kız ben senin annen gibiyim.” dedi.

Ablam, babaannemin sarılmasını beklemediğinden yüzünde şaşırmış bir ifade vardı. Sadece,

“Ihı, evet.” diyebildi.

Sıra bana geldi. Ne kadar babaannemle fazla vakit geçirmemiş olsak da bana bahçede anlattığı masalları, benimle oynadığı oyunları hatırlıyordum. Kollarımı açtım, “Babaannem.” diyerek sarıldım. Saçlarımı yavaş yavaş okşuyordu. “Naz’ım. Küçüğüm.” diyerek gözlerimden akan yaşları eliyle silmeye başladı.

Artık hepimiz evin içindeydik. Babaannem kapıyı kapattıktan sonra yanımıza geldi.

“Rıza salon da, hadi gelin.” dedi. Rıza benim dedem oluyor. Genel olarak aksi bir adamdı. Yavaş yavaş salona ilerledik.

Koltuğun üstünde oturuyordu. Gayet iyi giyinilmiş bir haldeydi. Elindeki bastonu zemine bastırıyordu. Çatık kaşları ne kadar beni tedirgin etse de tam karşısında sıraya dizildik. Babam, dedemin elini öpmek için eğildiğinde dedem elini diğer tarafa koydu ve babamın öpmesine izin vermedi.

Babam tekrardan bizim yanımıza geldiğinde, “Nasıldın babacım?” dedi.

Dedemin kaşları daha da çatılmıştı. “Nasıl olduğumu sormak şimdi mi aklına geldi dangalak?” dedi.

Babam sessizliğini korudu. Dedem konuşmaya başladı.

“Dokuz sene oldu Murat. Dokuz senedir yanımıza gelmiyorsun. Hep bir bahane. Yok çocuklar hastaymış, yok işin varmış… Ne oldu da tıpış tıpış geldin?”

Babam derin bir nefes aldı “İflas ettik baba.”

“Defalarca şirketi iflas durumuna getirdin. Her seferinde kurtardın. Ne oldu da bu sefer iflas ettin?”

“Tülin beni aldattığından beri kendime gelemedim. Yapamadım baba. Çok yoruldum.”

“Te Allah’ım. Peki benden ne istiyorsun şu an?”

“Bana biraz izin ver. Biltekin Holdingden daha iyilerini yapabilirim.” Derin derin nefes aldı babam. “Burada biraz yaşayabilir miyiz baba?”

Dedem yüzünü öbür tarafa çevirerek. “Bak sen şu hergeleye! Ne halt yerseniz yiyin. Benden bir şey beklemeyin!” diye bağırarak dışarıya çıktı. Ablam,

“Babişko istersen dedemi ben ikna edebilirim.” dediği an abim gitmesine engel oldu. Babamın peşinden giderek bahçeye çıktık.

“Baba şimdi ne yapacağız?” diye soru abim.

“Bilmiyorum Aras. Bilmiyorum!” diye çıkıştı. Babaannem arkadan, “Murat! Murat! Beni bekle oğlum.” diye bağırarak yanımıza geldi. Elin de iki tane anahtar vardı. Nefes nefeseyken konuşmaya başladı.

“Murat bu yayladaki evin anahtarı. Buysa bizim arkadaki hurda arabanın anahtarı. Hadi evladım Rıza daha fazla sinirlenmeden gidin buradan.” dedi.

“Anne, babam bunları bana verdiğini anlarsa sana kızar. Olmaz alamam.” dedi babam.

“Yavrum sen babanı tanımıyor musun? O bana kıyamaz. Hadi gidin çabuk.” dediğinde babam, babaannemin yanağına öpücük kondurduktan sonra hemen yol aldık. Arka bahçedeki hurda aramayı gördüğü gibi ablam yüzünü ekşitti.

“Bu gerçekten hurda! Buna binilmez baba.” Dedi.

“Neden binilmezmiş Eylül? Mis gibi araba işte.” Abim kendinden emin şekilde arabanın ön kapısını açtı. Kapı kolunun elinde kalmasıyla şakın bakışları büyümüştü. Ablam büyük bir kahkaha attı.

“Sanırım bize birileri kamera şakası yapıyor. Arabanın parçalarını ilk birleştiren kazanır!”

“Hadi dalga geçmeyi bırakın. Bir an önce gidelim.”

Ablama hak verdiğim bir konu daha… Gerçekten araba demeye bin şahit isteyen bir hurdanın içinde yaklaşık otuz dakika yolculuk yaptık.

Yaylaya geldiğimizde küçük ama çok tatlı bir ev karşıladı bizi. Açıkçası çevremizde çokça ev vardı. Daha doğrusu komşularımız vardı! Ablam arabadan iner inmez.

“Iy! Baba burada bok var!” diye homurdandı.

“Kızım hayvanlar geçiyor buradan. Olması çok doğal.” dediğinde ablam daha da yüzünü ekşitti.

“Adam konakta yaşıyor bize layık gördüğü yere bak!” diye homurdanmasını daha da güçlendirdi.

Ablam ileride ki eve doğru ilerlerken bağırdım.

“Abla! Nereye gidiyorsun?”

“Yayla evine gidiyorum Naz! Nereye gidebilirim başka.”

“Abla orası değil, burası.” diyerek asıl yayla evimizi gösterdim. Ablam eteklerinin ucundan tutarak,

“Naz saçmalama. Orası olsa olsa köpek kulübesi olur.” diyerek alaycı bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Hepimiz yayla evine doğru ilerledik ve babam anahtarı cebinden çıkararak kapıyı açtı. Ablam ayaklarını yere vurarak,

“Hayır! Lütfen bu bir şaka olsun! Hayvanlar bile orada kalmaz.” diye çırpınmaya başladı. Ama ne olursa olsun bir evimiz olmuştu. Sokakta kalmaktan daha iyidir.

Tam karşımızda ki eve bakmadan edemedim. Bizim evimizin iki katı büyüklüğünde, bembeyaz boyayla boyanmış, aynı şekilde beyaz çitlerle evin etrafı sarılmıştı. Evin önündeki bahçede bulunan eşyalardan sahibinin ne kadar zevkli olduğunu anlamak zor değildi. Evin etrafını saran ışıklarsa beni benden aldı. Kendime gelip içeriye girdim Sonuçta yeni bir hayat beni bekliyordu.

Eve girdiğimizde tahmin ettiğim kadar kötü bir durumla karşılaşmadık. Babaannemler buraya yakın zamanda gelmişlerdi, belliydi. Duvara yaslanmış el süpürgesini alarak her yeri iyice süpürdüm. Gece yarısı olmadan yatağa yattım. Evin sadece ısınma problemi vardı. Yayla olduğundan geceleri soğuk oluyormuş.

Güneşin sıcaklığı gözlerimi açtım. Ama ablam yanımda değildi. Telaşla kalkıp evin etrafına bakınmaya başladım. Sonrasında dışarıdan bir çığlık yankılandı. Aceleyle dışarıya çıktım. Biraz ileri de ablam boylamasına yere düşmüştü. Hemen evin sağ tarafında da abim çizmelerini giymiş, eldivenlerini takmış odun kırıyordu.

Daha doğrusu şu an ablama yardım etmek yerine ona bakıp gülüyordu.

“Abi ne oluyor böyle?” dedim şaşırmış tavırla.

“Eylül sabah koşusu yapmak istediğini söyledi. Bende onu kıramadım. Yerlerin çamurlu ve hayvan dışkılarıyla kaplı olduğunu söylemeyi unutmuşum. Salak düştü şimdi de.” dediğinde hâlâ kahkahasına devam ediyordu. Ablam ileriden,

“Naz! Yardım et!” diye bağırıyordu.

Abimin kahkahası daha da güçlenirken umursamadan ablamın yanına gittim. Güç bela ablamı kaldırmayı başardım. Ablamın sağ tarafı boylu boyunca hayvan dışkısı ve çamur olmuştu. Kokuyu duyduğum da yüzümü ekşittim. Ablamın diğer kolundan tutarak ilerletmeye çalıştım. Ablam,

“Naz, bir dakika.” diyerek beni durdurdu. Sağ kolunu kokladıktan sonra,

“Naz ben neden gübre gibi kokuyorum?” dediğinde,

“Abla azot, fosfor ve potasyum birincil gübrelerdir. Bitkiler azotu, amonyak, nitrat veya üre bileşimindeki azot formlarında, fosforu tekli veya triple süper fosfat içeriğinden çözünmüş olarak, potasyumu ise potasyum klorür veya sülfat halinde alabilmektedir.” dedim.

“Naz! Benim anlayabileceğim dilden konuş!”

“Bok kokuyorsun abla.” dediğimde yüzü düştü. Abim ileri de kahkaha atmaya devam ederken ablam abime bağırmaya başladı:

“Abi ağzına sıçayım! Bana bunu neden söylemedin?” diye bağırdı.

Abim sessiz kalınca, ablama ufak bir ders vermek istediğini anladım. Ablam bana yaslandı ve onu eve götürdüm.

Ablam üstünde ki kıyafetlerden kurtulmuş üstüne sıcak bir duş almıştı. Salonda boş boş oturuyorduk.

“Ay Naz! Ben çok sıkıldım.” dedi.

“Otur işte abla ne yapabilirim?”

“Naz telefon çekmiyor burada. Magazini merak ediyorum. Acaba ben yokken neler olup bitti?”

“Abla bir gün de magazinsiz kalıver.”

“Naz’ım. Canım kardeşim. Çarşıya inip bana magazin dergisi alır mısın?”

“Abla kafayı üşüttün galiba sen. Ben nereden bulacağım dergi.” deyip kestirip attım. Ablam bana bakarak şeytani gülümsemesini büyüttü. Hissediyorum bir vaat sunacak. Ama ne olursa olsun kabul etmeyeceğim. Çünkü her yerim ağrıyor! Onu umursamadan önüme bakıyordum. Bir anda konuşmaya başlamasıyla gözlerimi ona çevirdim.

“Oğuz’la buluşmana yardım ederim. Eğer bana magazin dergisi getirirsen.” dedi cadı.

Bunu dediğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı. “Valla mı kız. Yardım eder misin?” dedim. Babam sevgilim olduğunu bilmiyordu. Bu yüzden Oğuz ile gizli gizli buluşuyordum.

“Benim söz verip tutmadığım nerede görülmüş.” dediğinde. “Doğru diyorsun. Hemen alıp geliyorum.” diyerek evden çıktım. Oğuz’a duyduğum sevgi o kadar büyüktü ki her şeyi göze alabilirdim onun için. Yaklaşık on beş dakika yürüdükten sonra çarşıya giden otobüse bindim.

Hiç bilmediğim şehir de sırf Oğuz ile buluşabilmek için ablamın dergisini almaya gelmiştim ya helal olsun bana. Çarşıya indiğim gibi telefonuma mesajlar gelmeye başladı. Telefon yayla da çekmediği için Oğuz’un ve Banu’nun mesajları bana ulaşmamıştı.

Oğuz’um: İşim vardı Naz.

Oğuz’um: Yine ne var?

Açıkçası Oğuz’un böyle tepki vereceğini tahmin etmemiştim. Mesajıma bir gün sonra cevap yazdı. Koskoca bir gün boyunca işi varmış.

Naz: Seni rahatsız ettim sanırım.

Naz: Önemli bir şey yok.

Yazdım ve sohbetten çıktım. Banu da yazmış

Banu’m: Yine ne oldu Naz?

Niye ikisi de birden bu kadar aksi tepki verdiler ki? Banu’ya da bir cevap yazdım.

Naz: Bir şey olmadı, boş ver.

Telefonu cebime koyduktan sonra bir dergi arayışına girdim. Yaklaşık üç tane market, beş tane de bayii gezdim. Ama nafile. Yağmur hafif hafif çiliyordu. Yağmur daha fazla hızlanmadan dergiyi bulup yaylaya gitmeliydim.

Gözlerim fıldır fıldır bir market veya kitapçı arıyordu. Biraz ilerledikten sonra bir kitabevine rastladım. Yağmur hızlandığı için hemen oraya doğru ilerlemeye başladım.

Dükkânın kapısını açtım ve içeriye girdim. Buğulanmış gözlüklerimi sildim. Gözlüklerimi tekrar taktığımda ise mükemmel manzara ile karşılaştım. Bütün duvarlar kitaplık raflarıyla doluydu. Sonsuz bir kütüphane gibiydi. Bazı rafların üzerinde ışıklı sarmaşıklar vardı. Beni büyülemişti.

Tam karşımda kitaplık raflarına dayanmış bir merdiven vardı. Merdivenin üstünde de birisi vardı. Siyah bir atlet, siyah bir eşofman giymişti. Beyaz çoraplarını eşofman paçalarının üzerine geçirmiş. Ayağında da siyah terlikle yanında bulunan bir yığın kitabı raflara yerleştirmeye çalışıyordu. Kitaplara o kadar dalmıştı ki benim geldiğimi bile duymamıştı.

“Şey… Magazin dergileri nerede acaba?” dediğim gibi bakışlarını bana çevirdi. Bu sırada yüzünde ki biçimli gözlükleri fark ettim.

Yorulmuş ama bir o kadar da tok sesiyle,

“Hemen yanında.” dedi ve kitapları raflara yerleştirmeye devam etti.

Etrafıma bakındığımda ise gerçekten yanımda olduğunu fark ettim. Tek tek rafları karıştırmaya başladım. “Ünlülerin Herkesten Sakladıkları Sırlar!” adlı dergi dikkatimi çekti. Benim bile dikkatimi çektiyse ablamın hayli hayli çekerdi. Biraz daha bakınmaya başladım. “Kimsenin Bilmediği Malikanede Kim Yaşıyor?” adlı bir tane daha dergi buldum.

Bu magazin ne kadar saçma! Neyse onu da alıp kitabevinde biraz gezinmeye başladım. Kahverengi tonlarıyla dizayn edilmiş bu mekân içimi karartmıyor aksine merakımı daha da arttırıyordu.

İlerideki “Klasik Edebiyat” bölümüne doğru ilerledim. Malum yaylada bolca vaktim olacak. Üç tane kitap aldıktan sonra girişin orada ki masaya ilerledim. Ellerimde dergi ve kitaplar ile bekliyordum. Gördüğüme göre önümdeki kişinin işi daha çoktu. Sanki beni görmüyormuş gibi işini yapmaya devam ediyordu. Elimdekilerle burada mahsur kalmıştım.

Dışarıda fırtına çıkacakmış gibi yağmur yağıyordu. Ani bir şimşek sesiyle irkildim. Akşam saatlerine yaklaşmaya başladığımızdan hava kararıyordu. Beni fark etse de kitap paralarını ödeyip eve gitsem diye düşünüyordum. Gerçi bu yağmurdan sonra hasta olmasam iyi. Kitapların tek tek içeriğine bakıyor ona göre kitapları ayırıyordu.

“Ne zamana kadar bana bakmaya devam edeceksin?” dedi.

“Pardon! Keyfimden bakmıyorum herhalde. Senin inip bana bunların ne kadar olduğunu söylemeni bekliyorum.”

Gözlerini bana doğru çevirdi. Gözlüğünün üstünden bakarak,

“225 Lira.” dedi. Ceplerimi karıştırdım ama 250 çıkıyordu.

“250 Liram var para üstünü nereden alabilirim?” Umursamaz tavırla,

“Kasadan.” dedi.

Çok sağ ol ya. Ben bunu nasıl düşünemem! Gözlerimi devirerek kasa tarafına geçtim. Çekmeceleri teker teker karıştırdım. En sonunda buldum ve 25 liramı aldım.

Yanda duran poşetleri gördüm. Kitaplar ıslanmasın diye bir tane poşet çektim. Poşeti çekmemle bütün kitapların üstüme devrilmesi bir oldu. O anki korkuyla çığlığı bastım. Hızla merdivenden indi. Ellerini başına götürerek,

“Sen ne yapıyorsun! Bitirmeme az kalmıştı!”

Her yer kitapla kaplanmıştı.

“Bilerek yapmadım! Poşeti çekince devrildi benim suçum yok!”

“Çıldıracağım! Kitaplar düzgün durmuyordu o yüzden poşet sıkıştırdım bende!”

“Ben nerden bilebilirdim böyle olacağını! En başında inip benimle ilgilenseydin böyle olmayacaktı!”

“Bir de ‘sen suçlusun’ de tam olsun!”

“Sen suçlusun tabii ki! Sen her müşterine böyle davranırsan yakında batar burası ben sana söyleyeyim.”

Duraksadı. Kollarını göğsünde birleştirerek,

“Sen yenisin dimi burada.”

“Nereden anladın?” nabzımız yavaş yavaş düşüyordu. Sakin kalmaya çalışıyorum.

“Nerede görsem tanırım, şımarık ve baba parası yiyen tipleri. Magazin dergisi almışsın bide rezilsin!”

“Sen ne demeye çalışıyorsun ya? Beni tanımıyorsun bile!”

“Tanımama mı gerek var. Her halinizden belli oluyor.”

“Pardon da halimizde ne varmış!” kasa bölümünden çıkıp yanına gelmiştim.

“Sence de görünmüyor mu?” diyerek elleriyle beni işaret etti.

“Aldığım magazin dergisinden zengin olduğumu nerden çıkardın? Kimsin lan, sen kimsin?”

“Yeterince başıma iş açtın zaten. Şu hâli görmüyor musun?” diyerek yıkılan kitapları gösterdi.

“Tanımadığı hâlde bir insan hakkında nasıl önyargılı olabiliyorsun?”

“Kızım git artık!” diye çıkıştı.

“İlla ki öğreneceğim kim olduğunu. O zamanda böyle konuşabilecek misin bakalım.” diyerek kitaplarımı poşete doldurdum ve hızla kitabevinden çıktım.

Yeterince sinirim bozuk değilmiş gibi bir de o herif bozmuştu. Hızla otobüs durağının olduğu yöne doğru ilerledim. Yağmur hafiflemişti.

2.BÖLÜM SONU

Bölüm ile alakalı düşüncelerinizi bekliyorum.

Kitap düzenlenme aşamasında. Yeni sahneler ekleyip sizlere daha güzel bir kitap çıkarmak için uğraşıyorum.

Öpüldünüz:))))

Loading...
0%