Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@sanis0

9.BÖLÜM

 

“Makyajın akmış. Ağladın mı sen?”

 

Neşe Karaböcek-Kemancı

 

Ellerimi belime koymuş şekilde ondan gelecek cevabı bekliyordum.

“Çık.” dedi. Kaba adam. Emir veriyor bir de. Tam işaret parmağımı ona doğru tehdit edercesine sallayacaktım ki aklıma eğer Işık ile Seda’ya benim hakkımda bir şeyler söylerse lise hayatımın en kötü yılı olabileceği aklıma geldi. Yukarı kaldırdığım parmağımı hızlıca indirdim. Yalan bir gülümseme takınarak,

“İyi geceler Bora Bey.” dedim. Çantamı koltuktan aldıktan sonra hâlâ cevap alamamıştım. İyi geceler demek bu kadar zor mu? Neyse zaten iyi bir gece geçireceğim. Onun sözüne kalmadım. Saçlarımı savurarak kitabevinden çıkarken gözlüklerimi yere düşürdüm. İki camı da tamamen tuzla buz olmuştu. Yere eğilerek,

“Hayır, hayır, hayır, hayır. Size bugün ihtiyacım var. Bugün olmaz!”

“Bugün ne var ki?” dedi gıcık kitap kurdu.

“Herkesin önem verdiği günler olabilir. Benimde o günlerden biri. Sizi ilgilendirmez Bora Bey.”

“Tamam.” dedi ve odasına gitti. Ne kadar çabuk kabullendi. Neyse ki gözlük çerçevesi hâlâ sağlam!

Kitabevinden çıktıktan sonra ilk işim çikolatalı pasta almaktı. Oğuz’um çok sever. İleride gözüme kestirdiğim pastaneye girdim ve çok lezzetli gözüken çikolatalı pasta aldım. Eskiden bana Rize’ye geldiğinde hangi bina da yaşadığını söylemişti. Eski konuşmalarımıza gidip adresi buldum. Artık her şey hazırdı. Taksiye atlayıp söylediği adrese geldim.

Apartman kapısını güçlükle ittirdim. Asansöre binip dördüncü kata çıktım. Daire 22.

“Daire 22… Daire 22… Buldum!”

Kapının önünde pastayı kutusundan çıkardım. İçindeki mumu da pastanın üzerine bastırarak sabitledim. Mumu yaktığım da apartman koridoru sarı ışığa bürünmüştü. Kapıyı heyecanla çaldım. Mutlu yüz ifadem beni daha da neşelendiriyordu. Kapı da beklememe rağmen kapı açılmadı. Biraz daha bekledikten sonra tekrardan çaldım. İçeriden ayak sesleri geliyordu. Evdeydi. Sabırsızca tekrardan zile bastım. Bu sefer kapı açıldı.

Geniş bir gömlek giymiş bir kadın açtı kapıyı. Gömleğin bitimi kadının dizine geliyordu. Üstten iki veya üç düğme açıktı. Yüzüne baktığımdaysa... Gözlüğüm olmadığı için göremiyordum. Ama bu bir kadındı. Yaşadığım şok ile elimdeki pastayı yere düşürdüm. Bu sırada içeriden Oğuz bağırdı,

“Sevgilim! Kimmiş?” Anlık bir şok daha yaşadım. Gerçekti. Gördüğüm her şey gerçekti. Oğuz içeriden saçları nemli ve belinden aşağıya sarkıttığı havlu ile karşıma çıktı. Gözlerim inanamıyordu. İnanmak istemiyordu. Biri beni cimciklesin ve bunların gerçek olmadığını söylesin lütfen. Lütfen.

“Naz…” dedi Oğuz.

Kadının yüzünü doğru dürüst göremezken yüzüne iyice yaklaştım. Baktığımda bu kişinin Banu olduğunu anladım.

Konuşmuyorlardı.

“Sen…” diyerek Banu’yu gösterdim elimle. Ardından parmağım Oğuz’a da kaydı.

“Siz… siz ne yapıyorsunuz?”

Sesim gür çıkıyordu. Biraz önce mumun ışığını ve benim sevincimi barındıran koridor kasvetle dolmuştu.

“Susmayın! Konuşun! Bir şey söyleyin!” diye bağırmaya devam ederken,

“Ne söyleyeceğiz Naz? Her şey göründüğü gibi.”

Ne?

“Oğuz… Neden?” diyebildim.

“Ne bekliyordun Naz? İki yıldır sevgili olmamıza rağmen seni öpemedim bile.”

Yüzümden süzülen yaşlar daha da sinirlenmeme neden oluyordu.

“Her şey öpüşmek mi? Ya da her ne bokumsa. Kalpler birbirine ait olduktan sonra ne önemi var?” Göğsüne vurarak içeriye ittim.

“Naz. Daha fazla rezillik çıkartma. Medeni bir site burası.”

“Medeniyetinizde boğulun. Emin olun şu an sizi penceren atıp gebertmek istiyorum.”

Yerdeki çantamı koluma takacağım sırada,

“Delireceğim gerçekten delirteceksiniz beni. Banu her şeyimi seninle paylaştım ben. Her zaman senin için onca şeyi göze aldım. Sen üzülme diye bildiğim onca sırrı bu bedende taşıdım ben. Zamanında ağır gelen yükleri sana belli etmeden hallettim. Sırf sen üzülme diye. Sırf benimle birlikte dostluğunu devam ettir diye. Onca şeyi göz ardı ettim. Sizin için. Sizin sevginize güvendiğim için. Dostum sandım sizi. Ne dostu. Ailemden bir parça yaptım. Seni kardeşim belledim Banu. İlk aşkımı seninle paylaştım. Ama sen ilk aşkımı kendi ilkin yaptın. Yazıklar olsun.”

Gözlerimden zehir acısı vardı. İki sevdiğim insan tarafından zehirlenmiştim. Bu zehri dışarıya ağlayarak atmak yerine ağzımdan sözcüklerimle onlara doğru kusmak istiyordum. Oğuz’a doğru döndüm.

“Oğuz. Onca anımız olmasına rağmen nasıl ihanet edersin? Nasıl ben senin gerçek yüzünü görememişim iki yıl boyunca? Güldün mü arkamdan çok? ‘Aptal kız nasıl taklaya getirdim.’ diyerek alay ettin mi? Ama teşekkür ederim. İkinize de. Bana büyük bir ders verdiniz. Ne biliyor musunuz? Kimse için çırpınmamam, kimseye bu kadar değer vermemem belki de kimseye güvenip onu ailesinden bir parça olarak görmemem gerektiğini öğrettiniz. Bana babamın kaderini yaşattınız. Teşekkür ederim.”

Merdivenlerden inerken göz yaşlarıma hâkim olamıyordum. Onların önünde ağlarsam güçsüz gibi gözükecektim. Yapamazdım.

Apartmandan kendimi dışarıya bıraktım. Elimde ki çanta parmaklarımdan kaydı ve yere düştü. Gözyaşlarımın ıslattığı yüzüme saçlarım yapışmıştı. Elimle tek hamlede kenara çektim. Başımı yukarı doğru kaldırıp göz yaşlarımın akmasına engel olmaya çalışıyordum. Ama beni dinlemeden peş peşe yere düşüyorlar beni daha da güçsüzleştiriyorlardı.

Yıllarımı onlar için harcadım ben. Bütün zamanımı onlara göre dizayn ettim. Sırf onlarla birlikte vakit geçirip anı biriktirelim diye. Bütün çaban boşunaymış. Ama suç bende. Onlar bana bir ay öncesinden belli etmişler. Sırf onların kalbini kırmayayım diye sustum. En sonunda ne oldu. En çok kırılan ben oldum. Hak ettim mi ben bunları?

Kafamın içindeki düşünceleri daha fazla taşıyamadım. Dizlerimin üstüne çöktüm. İki elimi birleştirerek kalbimin üstüne baskı yapıyordum. Vücudum öne doğru gidiyordu. Hiç bilmediğim bir bina önünde ağlamak istemiyordum. İnsanların benim yanıma gelip “İyi misiniz?” diye sormalarını da istemiyordum. Sessizce ağlamamı içime gömüp güçlükle kalktım. Yüzümü sildikten sonra yürümeye başladım. Nereye yürüdüğümü bilmeden ilerliyordum. Güçsüz vücudum bir o yana bir bu yana sallanıyordu. Ayaklarımın beni götürmesine izin verdim.

Mehlika Kitabevi. Bu tabelayı gördüğüm an ağlamaktan tahriş olmuş gözlerimi açıldı. Zorlukla ayakta durduğum an kitabevinin ışıkları yandı. Kısa süre sonra kapısı açıldı. İçeriden Bora çıktı. İki eli de cebindeydi. Siyah tişört ve siyah eşofman sevdasından vazgeçememişti. İkiye ayırdığı saçları ve yüzünde bulunan gözlüğüyle uykulu duruyordu. Benim yanıma geldiğinde ise,

“Makyajın akmış. Ağladın mı sen?”

Gözlerimden yaşlar akmaya başladığındaysa yüzümü aşağıya çevirdim. Gözlerimi sildiğimdeyse çenemin altında elini hissettim. Çenemden tutup yüzüne bakmamı sağladı.

“Eğleniyorsundur diye düşünmüştüm. Ne oldu?”

O an bedenimin bile bana ağır geldiğini hissettim. Başımı Bora’nın göğsüne yasladım.

“Ben çok aptalım. Gözümün önündeki şeyi bile görememişim!”

Gözlerimden akan yaşlar yüzümün her yerine ulaşıyordu.

“Naz. Ne olduğunu düzgünce anlatır mısın?” dedi.

Burnumu içine çekip başımı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım.

“Sevgilim, beni en yakın arkadaşımla aldattı.”

Tekrardan yüzümü saklarcasına önüme eğdim başımı. Kollarını belime doğru ilerletti ve beni içine çekercesine belimi sardı. Göğsüne koyduğum ellerim beni rahatlatıyordu.

Ellerini sırtımda gezdiriyordu. Kokusunu bütün hücreme kadar hissederken,

“Lütfen sen bırakma beni. Lütfen… Sana ihtiyacım var.” dedim. Göz altlarım yorulmuştu. Açılmamak için diretiyordu.

“Seni bırakmam Naz.” dedi hoş sesiyle. Ellerini belimden çekmeye başladığında hemen ellerimle üstünü bastırdım.

“Bırakma.” diyerek durdurdum onu.

Yüzünü omzumdan çekerek yüzüme baktı. Uzun saçlarım, yeni çıkmış belli belirsiz sakallarına takıldı. Saçımı kulağımın arkasına atarak,

“İçeri geçelim hadi.” diyerek elimi tuttu ve içeriye geçmemizi teklif eder bir şekilde yüzüyle işaret etti.

Elini sıktım. “Bora ben bunu hak etmedim. Hak etmedim!” diye bağırmaya başladım. Yorulmuş vücudum kendini yere bıraktı. Ağlamam haykırışa döndüğünde o da yere eğildi.

“Naz hadi lütfen. Geçecek her şey.” diyordu.

Elimi yumruk yapıp kalbime vuruyordum. “Çok acıyor! Geçmeyecek!”

Yumruk yaptığım elimi tutarak, “Naz yapma kendine bunu. Neyse bedelini ödeyecek. Ödeteceğim. Ama şu an bunu kendine yapamazsın.” diyerek kendini bana bastırdı. Kokusu sakinleşmemi sağlıyordu. Aklımdan geçen her şeyi fısıldar şekilde dudaklarımdan döktüm. Beni sakinleştirmeye çalışarak ileriye geriye sallanıyorduk. Kollarımı boynuna doladım. Sert şekilde belimden tutarak kalkmamı sağladı. Ellerim bedeninden ayrılmıştı.

Eğilerek bacaklarımı yakaladı ve sırtımı da tutarak beni taşımaya başladı. Beni kendi odasına götürdü ve yatırdı. Bu sırada dudaklarından sözler döküldü,

“Piçe bak!”

Elini tutarak gitmesini istemediğimi belirttim. “Dükkânı kilitleyip geliyorum.” dedi ve gitti. Yabancı hissettiğim odaya bir o kadar da aşinaydım. Kısa süre sonra odaya geldi ve lambayı kapatarak abajuru açtı. Yatağa yatarak kolunu başımın altına koydu. Elleriyle saçlarımı okşuyordu. Sessiz ağlayışlarımı durdurmak istiyordu. Kendimi ona doladım. Ağlamam sakinleşince,

“İyi geceler. Bir şey olursa ben salondayım.” diyerek yataktan kalktı. Vücudum o kadar yorulmuştu ki tek bir kelime edecek mecalim yoktu. Kendimi yumuşak yatağa bırakarak uyudum.

Gün ışığının sıcaklığı ile uyandım. Güçlükle doğrularak ayağa kalktım. Duvarda asılı olan aynadan kendime baktım. Göz altlarım şiş bir o kadar da düşkündü. Kapıyı güçlükle açtım. Etrafa bakınıyordum. Arka tarafa geçip mutfağın olduğu kapıyı açtım. Büyük ve ferah bir mutfaktı. Tam ortada uzun bir tezgâh vardı. Üstünde de kahvaltı hazırlanmıştı. Tezgâhta domates doğrayan Bora’ya baktım. Havluyu sağ omzuna atmış tam bir şef adasında kahvaltıyı tamamlamıştı. Bana bakıp sırıttı,

“Günaydın.” dedi.

“Günaydın.” diyerek masadaki hazırlığı gösterdim. “Misafirin mi var?” dedim.

“Evet.” diyerek cevap verdi. Daha dün akşam ben bu adamın koynunda ağlamıştım. Sabahına kız arkadaşıyla kahvaltı mı yapacaktı? Hiçbir erkeğe güven olmayacağının bir kez daha farkına vardım. Sinirli bir surat ifadesi takınarak,

“Afiyet olsun size.” diyerek mutfak kapısını sertçe çarpıp yatak odasına doğru yürüyordum. Bu sırada arkamdan geldiğini fark ettim. Odaya girdiğimde hızla çantamı koluma takıp gidecekken iki kolumdan tutarak,

“Ne yapıyorsun?”

“Bora Bey size yeterince rahatsızlık verdim. Dün gece yanınıza gelmekle büyük bir hata yaptığımın farkındayım. Özür diliyorum ve size iyi eğlenceler diliyorum.” diyerek gitmeye çalıştım. Ama kolumu bırakmadı.

“Saçma sapan konuşma. Dün gece benim yanıma gelmeyip kimin yanına gidecektin?”

“Evde kendimi teselli edebilirdim. Size ihtiyacım yok. İyi günler size.” diyerek kolumu tek hamlede çektim.

“Naz bekler misin beni?” diyerek tekrardan önüme geçti.

“Neden bekleyeceğim Bora Bey sizi? Misafiriniz gelmeden gitmem gerekiyor. Yanlış anlayabilir.” sesimi yükselterek bağırdım. Daha da sinirlendim ona.

“Naz o misafir sensin.”

“Ne?”

Ben şok.

“Naz ne bekliyordun? Seninle dün gece o kadar ilgilendikten sonra sabahına başka bir kızla kahvaltı edeceğimi mi düşündün?”

Şey evet biraz öyle düşünmüş olabilirim.

“Farkındaysanız ben dün gece aldatıldım Bora Bey. Böyle düşünmem çok doğal.”

İki elimi de tutup,

“Her insan aynı değildir. Özellikle her erkek de aynı değildir.” dedi.

Katılıyorum sanırım bu sefer.

Kafamı olumlu olarak salladım. Yüzünü garip bir ifade yaparak,

“Ayrıca bana Bora Bey deme bundan sonra.”

“Lan sen dedin ya Bora Bey diyeceksin diye.”

“Fikrimi değiştirdim.”

“Bora abi dedim beğenmedin, Bora dedim o da olmadı. Şimdi de Bora Bey mi taktın?”

“Aynen öyle.”

“Ne diyeceğim peki ben sana? Amca oğlu falan mı?”

“Gerçekten amca oğlu olsaydık belki. Ama dost olduk. O yüzden Bora’dan devam.”

“Hayır inkar ediyorum Bora Bey.”

9.BÖLÜM SONU

Kitap hakkında görüşlerinizi belirtmeyi unutmayın^^

Loading...
0%