@sara_light9
|
HENNA
Buse’nin varlığını unutmuş, gece karanlığında ormanın derinliklerine doğru son sürat koşuruyordum. Topuklarımın yere her vuruşu yankı yapıyor, çalılardan ve ağaçlardan yükselen sesler hızla ilerleyen adımlarımı takip ediyordu. Buse’nin çığlıkları,ormanın tüyler ürperten sessizliğini yırtarcasına, kulaklarımda acı dolu bir çınlama bırakıyordu. O narin, kırılgan kızdan çıkan bu dehşet dolu sesler, bir an bile peşimi bırakmıyordu. Normal şartlarda, bu yüksek seslerin ondan nasıl çıktığını sorgulardım; ama şu an, o sorgulamalar yerini koşma içgüdüsüne bırakmıştı.
"Cidden, neden koşuyorum?" İçimdeki bu ani farkındalıkla, hızımı yavaşlatıp durmak üzereydim ki, bedenim sanki görünmez bir güç tarafından itildi. Bir anda, sanki yoğun bir enerji dalgası içimden geçmiş gibi hissettim ve ayaklarım yerden kesilircesine sendeledim. Yakındaki bir ağaca tutunarak dengesizce yere çöktüm. Nefesim düzensizdi, göğsüm inip kalkarken başım dönüyor, mideme kramplar giriyordu. Kendimi toparlamaya çalışırken zihnimde yankılanan birçok soru vardı: “Neler oluyor bana?” Bu ani kaçış neyin nesiydi? Buse nerede? Daha bir saniye önce çığlıkları kulaklarımı doldururken, sesi neden bir anda kesildi? Alper ve Barış neredeydi? Ve ne haltlar çeviriyorlardı?
Korku kalbime sinsice sızıyordu ama kendim için değil, arkadaşlarım için endişeleniyordum. Bütün bu olanların Alper ve Barış’ın bir oyunu olduğunu düşünmek istiyordum. Gözlerim dolarken, titrek bir umutla kendi kendime fısıldadım, “Şu iki aptalı elime geçirirsem, onları kendi ellerimle geberticem! Vasıfsız herifler... Gece gece ormanda iki kızı korkutmak neymiş, onlara göstereceğim.” Elbette, aklımın bir köşesinde bu işin onların başının altından çıktığını düşünüyordum. Başka ne olabilirdi ki? Belki de sadece kendimi teselli ediyordum ya da kandırıyordum. Nefesimi biraz düzene soktuğumda, yavaşça doğrulup etrafıma baktım. Orman, karanlığın pençesinde boğulmuş gibiydi. Sık ağaçlar ve dalların arasında neredeyse hiçbir şey seçilmiyordu.Üstelik etrafta keskin,burnumun direğini sızlatan kötü bir koku vardı. Korkuyla yutkundum. “Hayır ya, hayır... O kadar uzaklaşmış olamam değil mi?” diye fısıldadım ama gerçeği kabullenmek zorundaydım. Uzaklaşmıştım. Bizim gençlerin sesini duyamıyordum. Elimle cebimi yoklayıp telefonumu çıkardım. Onları aramaya çalıştım ama şebeke yoktu.
Sinirle ellerimi saçlarımın arasına daldırıp çekiştirdim, dişlerimin arasından “Allah kahretsin! ama ya... Ben ne yapacağım şimdi? dedim. Oflayarak telefonumun ışığını açtım ve önümü aydınlatarak, geldiğim yolu hatırladığım kadarıyla geri dönmeye başladım.
~~~~~☆~☆~☆~○~☆~☆~☆~~~~~
"Hadi ama çocuklar, hangi cehenneme kayboldunuz? ALPER! BUSE! BARIŞ!" diye bağırdım, sesim çatlamıştı. Ormanın içinde yankılanan sesim, bir cevap almaktan acizdi. Saatlerdir yürüyordum ve artık seslenmekten de, yürümekten de bitap düşmüştüm. Üstelik hiçbirine dair en ufak bir iz bulamamıştım. Telefonumun şarjı iyice azalmıştı ve sabaha daha çok vardı. Gecenin soğuğu kemiklerime işliyordu. Burada geceyi geçirmek istemiyordum ama sanırım başka seçeneğim yoktu. Kafamda istemsizce korkunç senaryolar dönüp duruyor, her an bir şeylerin üzerime atlayacağı korkusuyla titriyordum. Gözlerim doldu ve kendimi bir ağacın dibine bıraktım. Dizlerimi karnıma çekip sırtımı ağacın gövdesine yaslandım. Sessizliği dinlemek için gözlerimi kapattım. Aslında o kadar da korkunç değildi.Etkisini azaltmakta olan kötü kokuyu saymazsak etrafta huzur veren,kalbimi ısıtıp bir o kadar da titreten manevi bir his vardı.Sadece birazcık üşüyordum. İçimdeki korkuya rağmen, gecenin serin ve hafif rüzgarı tenimi okşarken yorgunluğuma yenik düşüp, soğuğun etkisiyle istemsizce uykuya teslim oldum.
|
0% |