@sara_light9
|
Keyifli okumalar ♡ ... Yaklaşık 2 saatlik yolculuğun sonunda kamp yapacağımız alana gelmiştik. Ormanın içinde olan küçük bir açıklıkta, etrafımız ağaçlarla çevriliydi.
İki kişi ormanın ortasında her neyimize güveniyorsak ateş yakmak için kuru ağaç dalları toplamaya gelmiştik.
Barışa dönüp, "Biz cidden deliyiz, burada bizi öldürseler sesimizi bile duyuramayız" dedim. Üstelik kamp alanı bundan daha kötüydü. Barış gözlerini devirip "abartma istersen, ayrıca ben varken kimse size bir halt edemez" dedi. Eğilip yerden bir tane daha kuru ağaç dalı alarak konuştum: "İyi bari olur da ölürsek falan, ilk senden hesap sorarız." Kaşlarını çatıp bana baktı ve ağaç dallarını elimden alıp tek kolunun arasına sıkıştırdı. Yüz ifadesinden söylediklerimden rahatsız olduğu belli oluyordu. Arkasını dönüp yürürken konuştu: "Bir daha öyle şeyler söyleme, biliyorsun bela ağızdan çıkan söze bağlıdır."
Tabi ya, onun bu konularda ne kadar hassas olduğunu unutmuşum.
Arkasından gidip elimi omzuna atmamla elimde bir sızı hissettim. Elime baktığımda avuç içimin çizildiğini ve kızardığını gördüm. Kuru dalları toplarken olmuş olmalı. Umursamadan ona "Özür dilerim, bilirsin benim dilimin kemiği çoğu zaman yoktur" dedim. Bunu pek umursamayarak bana gülümseyip yürümeye devam etti ve "Hadi gidelim, Alper ve Buse çadırları tek başlarına kuramaz" dedi. Kıkırdadım. "Oysa ben onları bilerek yalnız bırakmıştım" devam ederek ekledim: "Ayrıca iki tane çadırı da kuramayacaklarsa ne işe yarayacaklar?" dedim. Bir cevap bekleyerek ona baktığımda yüzüme bakmadan "Kendince iyi bir şey yaptığını sanıyor olabilirsin, ama yapma! Çünkü Alper her ne kadar belli etmese de bundan fazlasıyla rahatsız oluyor" dedi.
Benimle çok nadir bu kadar ciddi bir ifadeyle konuşurdu. Tuhaf ama o benimle bu şekilde konuştuğunda kendimi babası tarafından azarlanan küçük bir çocuk gibi hissederdim.
Derin bir nefes aldım. "Farkındayım, ama Buse ne olacak?" Sıkıntılı ve çekingen bir ses tonuyla ekleyerek: "Yani o yaşadığı her şeye rağmen yine de bir adama aşık olacak cesareti kendinde bulduysa, ben onu desteklemekten geri duramam. Hem bu, onun iyileşmesi için iyi bir fırsat olmaz mı?" Durdu, bana doğru döndü. "Ona bir hastaymış gibi davranarak onun iyileşmesine engel olan sensin, Henna!" adımı uyarırcasına bastırarak söylemişti. Sonrasında söyledikleri de bu tona uygundu, "Ayrıca Alperi, onun tedavisi için bir araçmış gibi görmekten vazgeç." Kendimi savunmak adına sesimi yükseltip duruşumu dikleştirdim. "Kimseye hasta veya araç muamelesi yapmıyorum! Arkadaşımın iyiliği için çabalıyor olmam senin için bir suç mu? Seni bilmem ama ben eski Buse'yi çok özlüyorum." Son cümleyi söylerken gözlerimin buğulanmasına ve sesimin hafif çatallanmasına engel olamamıştım. Bunu fark etmiş gibi bakışlarını yumuşattı. "Bir insanı eski haline döndürmek kolay değil Hina, emin ol hiçbir değişim acısız veya bedelsiz olmaz. Değişimler bir nevi geri dönüşü olmayan uçurumlardır. Sen onun geri dönüşünü bekleyip bunun için çabalarsın ama o zaten kendini uçurumdan sonsuz boşluğa bırakmıştır." Onaylamayarak başımı iki yana salladım ve "O boşluk kalpte oluşan bir boşluksa eğer, bunun geri dönüşü var demektir. Sevgi o boşluğu doldurur ve onu iyileştirir." dedim. "Öyle değil ama bence asıl soru Buse değişmeye mahkum mu edildi, yoksa bile isteye değişmek mi istedi?" Elini çenesine koyarak sanki aklına yeni bir şey gelmiş gibi ekledi. "Hatta bence bazı durumlarda mahkumiyet bile bir insanın kendi tercihidir." Anlamadım. Gözlerimi devirdim, bu kadar felsefe veya edebiyat adına her ne deniyorsa benim için çok fazlaydı ve bu başımı ağrıtmaya yetmişti. Şakaklarımı ovdum. "Kusura bakma felsefe profu, bir halt anlamadım." Güldü. "Ben de acaba ne zaman sıkılacak diye düşünüyordum, iyi bile dayandın." Tekrar yürümeye başlamasıyla ben de ona eşlik ettim. "Mahkumiyet," dedi derin bir nefes alarak. "İnsana ne için savaştığını, amacını buldurur. En büyük savaşçılar mahkumdu, en büyük liderler mahkumdu, en büyük aşıklar mahkumdu." Gözlerimin en derinlerine nüfuz eden bakışlarını bana çevirdi ve "Mahkumiyet cesareti, özlemi ve sevgiyi birbiriyle harmanlayarak aşkı buldurur." Aşka ithafen "sen de bulacaksın çünkü onlar buldu." dedi. Onlar birbirleri için her şeylerini feda ederek birbirlerini bütün kusurlarıyla sevenlerdi. Yanaklarımın kızardığını hissettim. BBarışbenim için bir abi gibiydi ve onunla bu aşk konusunu konuşabileceğim hiç aklıma gelmezdi. Zaten konunun buraya nasıl geldiğini de anlamadım. Sahi konu neydi? Onun omzuna vurup okşadım, "Vay be, sana artık filozof profu demeyeceğim, aşk profu daha uygun olur." Gülerek, "Sayende profesör olmadığım bir alan kalmadı," dedi. Onun koluna vurdum ve imalı ve alaycı bir tonla tekrar konuştum, "Ee... yengemin adı ne?" Başını hayır anlamında salladı, "İmkanı yok, söylemem." Şaşkınlıkla, "Niye be?" dedim. "Nazar değsin istemiyorum ve sizinle tanıştırmayı da düşünmüyorum." Sahte bir hayal kırıklığı ile, "Demek arkadaşlığımız buraya kadardı ha, öyle olsun. Bundan sonra beni ve Buse'yi unut," dedim.
"Buse biliyor."
Gözlerim genişçe açıldı, "Ne?" durdum. "Bir dakika, bir dakika. Sen... siz derken beni ve Alperi mi kastettin?" Başını evet anlamında salladı. "Ay inanmıyorum sen... Sen nasıl bir arkadaşsın ya, resmen arkadaş kayırıyorsun." Kendini savunma çabasıyla"Aynı şeyi sende Buse için yapıyorsun."dedi. Kollarımı birbirine kavuşturarak, "Hiç de değil. Ben arkadaş kayırmıyorum, hepinizi eşit seviyorum," dedim.
Alayla, "Sen mi?" dedi, gülerek devam etti, "Sen Buse için bizi bile kurşuna dizersin." Kaşlarımı çattım, ciddi ve kendimden emin bir şekilde, "Sizin için yıkımın ta kendisi bile olurum," dedim. Onları bütün dünyayı karşıma alacak kadar seviyorum desem, sanırım pek de abartmış olmazdım. Kamp alanına girmek üzereyken "öyle bir durumda kalmayacağını bildiğin için böyle konuşmak kolay tabii" dedi.
Ne düşündüğü umurumda değil, ben onlar için her şeyi yapacak bir insandım. Elimdeki küçük yaraya bakarken "Bilemeyiz" dedim. Kucağındaki ağaç dallarını yere indirip ellerini birbirine sürttü ve silkelerken hâla tek bir çadırı bile kurmayı başaramayan Alper ve Buse'ye baktı. Bana dönüp "Öyle ama... her neyse, Buse hakkındaki tutumun için söylenecek son bir şey varsa, o da şudur: Eski Buse'yi özlemen doğal olabilir, ancak bu özlem, şu anki Buse'nin kim olduğunu ve nereye gitmek istediğini anlamasını engellememelidir" dedi. Bu konu hakkında daha fazla ona karşı çıkmayacaktım, çünkü birbirimizi asla anlamıyorduk. Konuyu değiştirerek "Bak, görüyor musun?" dedim ve elimle çadırlarla boğuşan ikiliyi gösterdim "hala tek bir çadır bile kuramamışlar." İç çekip şakaklarını ovdu, "Sana tek başlarına yapamazlar dedim zaten" onlara doğru yürümeye başladı. Ben de onun arkasından yürürken, onların duyacağı kadar hafif yüksek bir sesle söylendim "Burada ben olmasam, kimsenin bir iş becereceği yok. Yatın kalkın, bana dua edin" diye sözümü bitirmemle beraber ayağımın demir çubuklara takılıp yere düşmemi sağlaması bir oldu. Acıyla inledim, "Ya of, şunları buraya hangi düşüncesiz insan dışı varlık koydu" doğrulup üzerimi silkelerken duyduğum kahkaha sesleriyle kaşlarımı çattım ve o üçlüye baktım. Al buyur, rezil oldum. Sinirle "Gülmeyin, zaten sizin beceriksizliğiniz yüzünden oldu" dedim. Onları durdurmak ne mümkün, gülmeye devam ettiler.
Somurttum, hangi arkadaş arkadaşının düşmesine gülerdi ki? "huh!" ~~~~☆~☆~☆~○~☆~☆~☆~~~~
|
0% |