Yeni Üyelik
10.
Bölüm

PART 3

@sara_light9

keyifli okumalar ♡

 

 

Ne kadar süre uyuduğumu bilmiyordum. Boynumda bir ağrı hissedip inledim ve göz kapaklarımı ağır ağır açtım. Hala geceydi ve karanlık, ormanın üzerine bir örtü gibi seriliydi. Etrafımı yalnızca telefonumun zayıflayan ışığı aydınlatıyordu. Telefonuma baktığımda, kapanmak üzere olduğunu fark ettim. “Cidden delireceğim,” diye mırıldandım. Ayağa kalkıp üzerimi silkeledim ve etrafa bakındım. Birkaç ateş böceği Karanlığa boyanmış ağaç gövdelerinin arasında hafifçe parlıyordu. Gülümsemek istedim ama dudaklarım titredi. Ateş böceklerine doğru yürüdüm. İlerledikçe, onların daha da yoğunlaştığını gördüm ve içimde garip bir rahatlama hissettim. Kendi kendime “Eh, en azından birazcık aydınlık bir yerde olmak, karanlıkta beklemekten daha iyidir,” dedim.

Telefonumun kapandığını bildiren titreşimi hissettiğimde, onu cebime koyup ateş böceklerinin yoğunlaştığı yere doğru adımlarımı sıklaştırdım. Sık ağaçların arasından geçip ilerlediğimde, gözlerime inanamadım. Tam önümde, sakin, kristal berraklığında bir göl uzanıyordu. Göl, üzerimdeki yıldızlarla döşeli gökyüzünü ayna gibi yansıtıyordu. Bu manzara, sanki bambaşka bir dünyaya açılan bir kapı gibiydi.

 

Gölün kenarına yaklaşıp, sanki rüya görüyormuşçasına suyun berrak yüzeyine baktım. "Cennetten bir parça gibi..." diye mırıldandım.

 

Etrafı gözlerimle tararken, kenarda toprak ve taş yığınının üzerinde açmış olan bir çiçek dikkatimi çekti. Bu çiçeği tanıyordum. Adını hatırlayamıyordum ama izlediğim animelerde sıkça gördüğüm bir çiçekti. Ancak böyle bir çiçeğin pek hayra alamet olmadığı da tüyler ürpertici bir gerçekti.

 

Merakıma yenilip ayağa kalktım ve çiçeğin bulunduğu noktaya doğru adımladım. Taşların üzerine çıkarak çiçeği inceledim. Evet, gerçekten o çiçeklere benziyordu ama biraz daha farklı bir havası vardı. Çiçeği koklamak için eğildiğimde, ayağımın altındaki taşlar titreyerek ayağımın altından kaydı ve dengesizce yere düşmeme sebebiyet verdi. Acı içinde kıvranarak “Gerçekten neden bütün bunlar benim başıma geliyor? Hepsi bu çiçek yüzünden,” diye sızlandım. Çiçeğin olduğu yere tekrar baktığımda, çiçeğin kaybolduğunu gördüm.

 

“Nerede bu...” Yaralı elimde müthiş bir sızı hissetmemle elime baktım.

Adeta kendini hatırlatıyordu.

Elime bakarken çiçeğin ezilerek avucumda kana benzer bir leke bıraktığını fark ettim.Rengi avucumdaki yara iziyle birebir uyum sağlıyordu, her ne kadar farklı olsa da...

 

“Barış’tan sonra öküz olacak biri varsa, o da ben olmalıyım,” dedim. Çiçeği öfkeyle göle fırlattım ve elimdeki kanımsı lekeyi temizlemek için suya yöneldim. “Ah be, yazık oldu güzelim çiçeğe," diye alayla söylenirken, elimdeki lekeyi çıkarmaya çalıştım. Ancak lanet olası leke inatla çıkmıyordu.

 

Bıkkınlıkla “Bu lanet leke neden çıkmıyor be?” dediğim anda, göldeki su bulanıp kırmızıya döndü.

Geriye doğru sendeleyerek korkuyla geriledim. “Lanet olsun, ne oluyor?” diye fısıldadım. Göle ve elime baktım, elim tamamen kırmızıya bulanmıştı. Tereddüt ederek elimi koklamak için burnuma yaklaştırdığımda, dehşetle bir çığlık attım.

“Lanet olsun, kan bu! diye haykırdım. Panik içinde elimdeki kırmızı lekeden kurtulmaya çalışırken, göldeki su tekrar eski berrak rengine dönmeye başladı. Fakat ben, dehşetle titreşen zihnimle olan biteni anlamaya çalışıyordum. Gözlerim hâlâ korkuyla açılmış, nefesim kesik kesikti. Bir an önce normale dönmesini umduğum o kâbus gibi anlardan biri daha yaşanıyordu sanki.

 

Elleri titreyen birinin çaresizliğiyle avuç içime baktım.Lanet gölden bulaşan kan gitmişti. Ancak, göldeki suyun rengi düzeldikten sonra bile elimdeki o lanet kırmızı leke hâlâ oradaydı. Çiçekten kalan o mat kırmızı iz, tenime adeta kazınmış gibiydi.

“Gerçekten... ne halt oluyor!?” diye fısıldadım, sesim çaresizliğimle birleşerek karanlığın içinde kayboldu.

Leke, adeta canlıymış gibi şekil değiştiriyordu. Panikle avuç içimi sertçe pantolonuma sürtmeye başladım. Ama ne kadar ovuşturursam ovuşturayım, bu inatçı iz hiçbir şekilde silinmiyordu. Sinirden kudurmuş gibiydim, nefesim hızlanıyor, beynim adeta patlayacakmış gibi zonkluyordu. Artık dayanılmaz bir bıkkınlıkla iç çekip göle tekrar baktım. Ama göldeki yansıma, bildiğim berrak suyun çok ötesindeydi.

 

Gözlerimi kısmış, suya dikkatle bakarken, suyun altında bir hareketlilik fark ettim. Derinlerden bana bakan koca bir çift kırmızı göz... O gözler sanki ruhumu delip geçiyordu. Kırmızı, kanlı gözler... O bakışlarda, ölümün soğuk nefesini iliklerime kadar hissettim.

 

Bu gözler, sıradan bir canlıya ait değildi. Onlar, ölüme çağrı yapan, insanın ruhunu titreten, Kanla beslenen, karanlık bir varlığın bakışıydı. Kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Nefes almakta zorlanıyordum, her şey bulanıklaşıyor, gerçeklik benden adım adım uzaklaşıyordu. Ama o kırmızı gözler, benim korkumla besleniyormuş gibi daha da yaklaşmaya başladı. Koca gölde sadece o kan çanağı gözler vardı.Beni bir girdap gibi içine çekiyordu.

 

Bedenim hareketsizdi, fakat içimde kopan fırtınalar, yüreğimdeki dehşet, beni parçalara ayırıyordu. Onun gözlerinde ölümün soğukluğu; benim zihnimde ise ölümün kaçınılmazlığı yankılanıyordu.

Hissetmiştim.

O gözler,benim geçmişim ve geleceğimdi.

 

 

 

Devam edecek...

Loading...
0%