
Halit Yalçın’ın öfkesi salonun duvarlarına çarpıp yankılanırken, gözlerindeki karanlık hiç olmadığı kadar büyümüştü.
"Ne demek istiyorsun ?" dedim, bilmemezlikten gelerek.
Silahını bana doğrulttu.
"Bu son şansın, Batur!" Kapıyı gösterip "Eğer onu nereye sakladığını söylersen kılına bir zarar gelmeyecek ve burdan sessizce çıkıp gideceğim!" diye söz verdi.
Dudaklarım acıyla kıvrıldı. Ondan bahsederken kızım bile demiyordu. Ve karşısında duran adamın, onun için neleri feda edeceğinden haberi yoktu, henüz.
Önce elindeki silaha sonra gözlerinin içine bakarak "Ona vereceğin zararla, beni öldürmen arasında bir fark yok" dedim,
alaycı bir bakış attım."Tabi bunun için, önce adam olup cesur davranman gerekiyor."
Yüzündeki ifade sertleşti. "Madem onu bu kadar çok seviyordun, niye en başında sahip çıkmadın ?" diye hesap sordu.
Bunun pişmanlığını ömür boyu yaşayacaktım. Özellikle, babasının vicdanına kaldığı için. Başımı dikleştirip "O da benim ayıbım. Ama sizinkinin yanında ne ki!" dedim sertçe.
Parmak salladım."Size sığınan öz kızınızı sırf daha fazla para ve güç için kendisinden yaşça büyük biriyle evlendirmeye çalıştınız " diye bağırıp elimi genişçe açtım. "Sonucuna şaşırmayın. Etme bulma dünyası."
Sinirlendi. Burun delikleri genişlerken “Öyle mi! O zaman birinin daha bundan faydalanması gerekiyor" deyip, babama doğru yöneldi. "Aylar sonra.onu sakladığı yeri söylediğinde alması için Gökhan'ı Peru'ya yolladım!” kelimeleri bir hançer gibi uzatıp, zehirli bir tebessümle bana doğrulttu. “Gökhan için bir testti. Ama o, kardeşini korumak uğruna bana ‘onu kaybettim’ diyerek bana yalan söyledi. Anladın mı ? Benim oğlum, onun uğruna babasını karşısına aldı!” O an Ayla abla nefesini tutarak “Halit Bey, yeter artık!” diye yalvarırken, Berna Hanım’ın titreyen gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.
Araya girdim, hemen. "Başınıza gelenlerden siz sorumlusunuz Halit Bey! Baba olma konusunda sınıfta kaldınız diye çocuklarınızı cezalandırmaya hakkınız yok!"
Halit ise hiçbirimizi duymuyor, ayların kinini kusar gibi konuştu. "Ve işin en can alıcı tarafı, Batur...” diyerek bana dönüp yaklaştı, sesi giderek daha alaycı ve soğuk bir tona bürünmüştü. “O gece, onu benden kurtarmış olabilir ama seninle yaptığı o buluşmada, telefonuna yerleştirdiğim küçük bir ses kaydı bana her şeyi anlattı. Gökhan’ın ağzından dökülen her kelimeyi, her ihaneti tek tek dinledim. Kardeşini sakladığını, sizden yana tavır aldığını… Hepsini biliyorum! Siz bana oyun oynadığınızı sanarken, ben çoktan oyunun kurallarını değiştirmiştim.”
İçim ürperdi. Babamın suskunluğu, Ayla ablanın sakinleştirmeye çalışan fısıltıları ve Berna Hanım’ın çaresizliği arasında bir an için nefes alamadım. Gökhan’ın bana söylediği sözler, kardeşini korumak için verdiği mücadele gözümde canlanırken, Halit’in sesinde yankılanan ihanet kelimesi, yüreğimde koca bir uçurum açmıştı. Dudaklarının kenarına sinsice yerleşen o gülümsemeyle bana doğru eğilmiş, buz gibi bir sesle devam etti. “O kayıtlarda yalnızca Gökhan’ın ihaneti yoktu. Senin geçmişin de vardı, Batur… annenin adı da!” Gözlerim anında babama kaydı ama o hâlâ sessiz, taş kesilmişti. Tam Halit Yalçın kelimeyi ağzından çıkarmak üzereyken, babam birden öne atıldı, yumruğunu havada sıkıp sesi göğsünden bir gök gürültüsü gibi yükseldi:
“Yeter, Halit!” Salonun içindeki korumalar refleksle kıpırdandı, Ayla abla nefesini tutup “Ferman!” diye fısıldadı, Berna Hanım ise panik içinde ağlamaya başladı. Babam, adımlarını sertçe yere vurarak Halit’in önüne geçti ve dişlerinin arasından tısladı:
“Bu hesap senin ağzından çıkacak kelimelerle değil, benim kararlarımla kapanacak! Oğluma o kadını ağzına alarak saldırma!” Ama Halit geri çekilmedi; gözleri nefretle parladı, bir an için silahını kaldıracakmış gibi oldu.
“Yaptıkların yanına kar mı kalacaktı! Onunla anlaşma yapıp, yurtdışına kaçırmadan önce bunu düşünecektin!" dedi, dişlerinin arasından. Alaycı bir sırıtış dudaklarında yer edindi.
" Yıllardır oğlunun hayatını yalanlarla süsledin. Gerçekleri bilmeye hakkı var değil mi ? ” Sonra yüzüme döndü, kelimeleri hançer gibi sapladı: “Peru’da, onun komşusu olan yaşlı kadını babanın arkadaşı sanıyordun, değil mi? Oysa…” Babam kükredi, “Kes dedim sana!” diye bağırarak bir adım daha öne çıktı, göğsünü Halit’in silahına siper edercesine. Ama engel olamamış Halit’in sesi çoktan salona yayılmıştı: “O kadın, Bayan Patricia… seni 21 yıl önce bir parkta terk eden kadın...yani annen Umaydı!”
Söz salona düşer düşmez, Berna Hanım boğuk bir çığlık attı, elini ağzına kapatarak sandalyeye yığıldı. Ayla abla titreyerek başını iki yana sallıyor, “Hayır… hayır, bu olamaz!” diye hıçkırıyordu. Benim içinse zaman durmuştu; içimde patlayan fırtına, nefesimi kesmişti. Babamın yüzündeki keskin çizgiler donuklaştı, gözlerindeki ağırlık yılların gizemini ele veriyordu. Bir anlığına tüm uğultular kesildi, kulaklarımda yalnızca o isim yankılandı: Bayan Tricia... annem.
Zihnim, o güne gitti. Peru'da ki, son günümdü. Çaldığım kapının açılması, tanıdık hissi veren kahverengi gözler, o anlam veremediğim bakış ve tuhaf sözleri olan kadın... Babam, beni sadece Gazel için oraya yollamamıştı.
Yutkunamadım. O kadın...Beni çocukken terk eden, annemmiş!
"Oğlum...." diye yalvardı, babam.
Sustum.
Halit büyük bir kahkaha eşliğinde "Bekle! Daha bitmedi Ferman!" dedi.
Omuzlarım sarsılırken bir sonra ki darbenin beni sırtımdan bıçaklamasını bekledim.
"Annen, seni terk ettikten iki yıl sonra pişman olup geri gelmişti ama sevgili baban bunu öğrenmemen için tüm yollarını kapattı. Hızla biletini kesip Peru'ya yollamış ve on dokuz yıldır da orada tutsak."
Kaskatı kesildim. Boğazım düğümlendi, nasıl demek istedim ama ağzımdan tek kelime çıkmadı.
"Yeter Halit! Defol git evimden yoksa ben attırmasını bilirim!" diye tehditlerini savurdu babam. Elinde hangi ara aldığını fark etmediğim bir silah vardı.
Salondaki gerilim, aniden patlamış bir fırtına gibi etrafa dağıldı. Halit Yalçın hâlâ elindeki silahı kavramış, göğsü öfkeyle inip kalkıyordu. Babam dimdik karşısında durmuş, gözünü bile kırpmadan onunla bakışıyordu. Birkaç saniye boyunca kimse nefes almaya cesaret edemedi. Sonunda Halit, dişlerini sıkarak tükürür gibi konuştu: “Şimdilik burdan gidiyorum. Ama sanmayın her şey burda bitti. Hele sen, Cihan…” Gözlerini bana dikti, bakışı sırtımdan iliklerime kadar buz gibi aktı. “Baban, sadece dört ayın bedelini seninle ödeyecek ama sen...Onu benden saklamaya devam edersen hayatının en büyük hatasını yapacaksın ve bunun sonucunda ölümden beter olacaksın! Sadece iki günün var!" Sonra ani bir hareketle silahını cebine itti, ceketini sertçe çekip omuzlarını dikleştirdi, Berna Hanım'a döndü. "Gidiyoruz!"
O hıçkırıkları arasında sadece ellerini açıp Rabbine yalvarıyordu ve kocasının gür sesiyle irkildi. Yerinden kalkarak Ayla ablaya özür dileyen bakışlarını atıp peşinden gitti.
Halit, gözlerinde hâlâ kin ve intikamın karanlığıyla kapıya yöneldi, adımlarının yankısı salonda çelik gibi çınladı. Korumaları peşine takıldığında geriye bir mezar sessizliği kaldı.
O an içimdeki sabır tamamen tükenmişti. Kanım damarlarımda gürül gürül akıyor, kalbim sanki göğsümden çıkıp koşmak istiyordu.
Boğazımda ki acı yumruyu yuttum. "O adamın, babalığına laf ettim ama ne yazık ki benimkinin de ondan kalır bir yanı yokmuş."
Babam, "Oğlum, otur da konuşalım. O adamın lafıyla beni yargılama" dedi, mahçup bir tavrı vardı.
"Cihan, baban haklı."
Belki de.
Ama şu an geçmişimden daha önemli bir gerçeğim vardı. Babama, Ayla ablaya tek kelime etmeden hızla arkamı döndüm. Adımlarım koridorlarda yankılanıyor, nefesim düzensizleşiyordu. İkiside arkamdan dur diye bağırıyordu ama içimde tek bir düşünce vardı: Gazel. Onu fazla yalnız bıraktığım için kalbim suçlulukla kıvranıyordu. Asansöre atladım, ellerim titriyordu. Katlar birer birer çıkarken, kulaklarımda hâlâ Halit’in söylediği o lanetli isim çınlıyordu: Bayan Patricia'nın… annem. Şimdilik bu yükü bir kenara itmem gerekiyordu; çünkü yukarıda, yatakta korkuyla tek başına bekleyen kadın vardı.
Asansör nihayet durdu.
İndim. Hızlı adımlarla odama yöneldim. Kapıyı açar açmaz koşar adımlarla içeri daldım. Gazel, yatağın kenarında karnını iki eliyle sımsıkı tutmuş, gözleri korkuyla büyümüş şekilde bana bakıyordu. Yanaklarından süzülen yaşlar, gözyaşından çok çaresizliktendi. Yanına vardım, dizlerimin üzerine çöküp ellerini tuttum. “Ben geldim!” dedim, soluğum kesik kesikti. “Burdayım. Güvendesin, güzelim… söz verdim ya, seni ve kızımızı asla yalnız bırakmam.” Gazel titreyerek yüzümü avuçladı, “Silah sesi… ne oldu aşağıda, Cihan ?” diye fısıldadı. Gözlerimi kapatıp alnımı onun karnına yasladım. “Önemli değil… hepsi bitti. Ben yanındayım.” O an, tüm dünyayı karşıma almaya hazırdım; yeter ki Gazel’in gözlerinde tekrar güvenin ışığı yanıp sönsün.
......
Cihan’ın yüzünde gördüğüm gölge, içimi yaktı. Ne kadar gizlemeye çalışsa da başaramıyordu. Az önce yanımdan giden adamla arasında dağlar kadar fark vardı. Omuzları çökmüştü. Aşağıda neler olduğunu anlatmaktan kaçıyordu ama kalbim, asıl fırtınanın içinde olduğunu biliyordu. Ellerini tuttum, onu kendime çektim. Başını dizlerime yaslarken parmaklarımı saçlarının arasına daldırdım. “Cihan…” dedim yumuşakça, gözyaşlarımı saklamadan. “Artık benden hiçbir şeyi saklama. Ne varsa anlat. Yalnız kalmanı istemiyorum.”
Bir süre sustu. Nefesi ağır, yutkunmaları sertti. Sonra sesi boğuk, kırık ve yılların yükünü taşıyan bir tonla çıktı.
“Annem… Onu hatırlıyor gibiyim. Silik görüntüler… Saçlarımın arasına düşen parmakları, bir masalın başındaki sesi… Ama hepsi yarım kaldı, Gazel. Çünkü o, ben yedi yaşındayken bizi terk etti. Babamın fakirliği, borçları, çaresizliği… hepsi onun için bir utançtı. Zengin bir ailenin kızıydı. Onlar şatafat, ben ise yokluk demektim. Dayanamadı. Bir gün, sabah parka götürdü beni… oyun oynayacağız sanmıştım. Ama gitti. Ve bir daha da geri dönmedi.”
Sözleri boğazımda düğümlendi. Onu bu hâlde görmek kalbimi paramparça etti. Ellerini sımsıkı tuttum, alnımı alnına dayadım. “Cihan… O, seni terk etmiş olabilir. Ama ben… asla bırakmam. Artık bir ailen var. Ben varım. Kızımız var. Biz, senin gerçeğin ve sığınağın olacağız.” Dudaklarım titrerken fısıldadım. “Yalnız değilsin. Hiç olmayacaksın.”
Cihan gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Sonra sesi titreyerek devam etti: “Biliyor musun, Gazel… İki yıl sonra pişman olmuş ama bu sefer de babam onu affetmemiş. Peru’da yan dairende yaşayan bir kadın vardı."
Kafamı salladım. "Evet." Meraklanarak "Ne olmuş ona ?" diye sordum.
Buruk bir tebessüm dudaklarında yer edindi. " O gün fark etmedim. Ne kadar uğraşsam da aklımda bir bağ kuramadım. Ama Halit Yalçın'ın ağzından ‘Bayan Patricia'nın kim olduğunu duyduğumda beynimde şimşekler çaktı. O kadın… Peru’daki komşun… Meğer annemmiş.”
Gözlerim irileşti. Bu nasıl mümkün olabilirdi. Bayan Tricia, Cihan'ın annesi miydi ?
Cihan deva ederken sesi öfke ve acıyla çatallandı. “Düşünsene, yıllar sonra karşı karşıya geldik ama kendini gizledi. Bir kez olsun ‘oğlum’ demedi! Sadece uzaktan baktı, sessiz kaldı. Ben oradayken annemin gözlerinin önünde yaşadığını bilmek… içimde tarifi olmayan bir acı bırakıyor.”
Onu susturmak için dudaklarına kısa bir öpücük kondurdum, ardından kollarımı sıkıca sardım. “Geçecek, canımın içi. Artık geçmişin seni yaralamasına izin vermeyeceğim. O konuşmadıysa bile biz konuşacağız. Hesap soracağız. Biz kendimize yeteriz. Ben, sen ve kızımız. O yüzden korkma, yalnız değilsin.”
Onun gözlerinde ilk defa yılların ardından kırılgan bir çocuk parladı. O kırılganlığın üstünü örtecek tek şey sevgiydi, biliyordum. Ellerini yanağımda gezdirdi. “Böyle söylediğinde… inanmak kolaylaşıyor,” dedi kısık bir sesle. Ben gülümsemeye çalışarak konuyu dağıttım. “Kızımız için bir isim düşünelim mi babası ? Belki de bu gece, en karanlık anlarımızın ortasında bize ışık olacak bir isim bulmalıyız.”
Cihan gözlerini kaldırdı, yorgun ama umutla baktı. Heyecanla mırıldandım. “Güneş… Çünkü geçmişimizde ki karanlığı, bizim geleceğimizde ışığa çevirecek tek varlık o.”
Bir an sessizlik oldu. Sonra yüzünde ilk kez gerçek bir tebessüm belirdi. “Güneş…” diye mırıldandı. “Evet, bu geceye özel… ömrümüz boyunca yanımızda kalacak isim bu olsun.”
Cihan başını karnıma yasladı, dudaklarıyla kızımızın varlığına dokunur gibi fısıldadı. "Bir an önce gel Güneş’im… Babana hayat verdiğin için teşekkür ederim.” Ben gözyaşları içinde kollarımı onun etrafına sardım. İçimdeki bütün korkular, endişeler bütün karanlıklar o an dağıldı. Çünkü biliyordum; biz artık ne geçmişin gölgelerine mahkûmduk, ne de yalnızlığa. Biz,
ışığımızı bulmuştuk.
Takip etmeyi....
Paylaşmayı....
Yorum yapmayı.....
Beğenmeyi.....
🥰🙏🙏🙏
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |