Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Kaçış Planı

@sarsfarah_

Bu gece ya kurtulacaktı ya da öldürülecekti.

On yıl süren esaretten sonra son iki yılını kaçış planı yaparak geçirmişti ve o gün gelmiş çatmıştı.

“Kara kara ne düşünüyorsun böyle ?”

onu düşüncelerinden ayıran sese döndü, bu küçük görümcesi Esra’dan başkası değildi.

“Ne olabilir ki, akşama kadar işleri nasıl yetiştireceğimizi düşünüyordum”dedi.

Aslında bu umurunda bile değildi ama uyduracağı başka bahanesi bile bırakmmaışlardı ona. Sabahtan akşama kadar bir köle gibi çalıştırıyorlardı onu .
”Merak etme, ikimiz beraber her şeyi hallederiz.”

Esra yaşça küçük olmasına rağmen bu ailede ona merhamet eden tek kişiydi.

Bu evin tek güzel yanı sensin, sana gel bu cehennemden beraber kaçalım desem başına bir şey gelmesinden korkuyorum. İnan bana benim yüzümden sana zarar gelmesini istemiyorum. Bugün yapacağım şeyden sonra umarım beni anlar ve birgün affedersin.

“Sende olmasan ne yapardım ben!” İçtendi sözleri.

 

”Saçmalama, hadi kalk işlerimizi bölüştürelim.” diyerek her zamanki gibi elinden tutarak onu yerden ayağa kaldırmıştı.

Evin temizliğini Nazlı almıştı, mutfak ve yemek de ona kalmıştı. Akşama kadar durmadan çalıştılar, canları çıksa da işleri sonunda bitmişti. Ev ahalisi geldiğinde yer sofrası kurulmuştu. Her şey hazır olduğunda üşüşmüşlerdi yemeklere.

Zannedersiniz ki kıtlıktan çıkmışlar!

Onları yoran şey de belki bu kadar fazla kalabalık olmalarıydı.

Kocası, kayınvalidesi, kayınpederi, iki görümce, iki kaynı birisi evli ve iki çocuğu vardı ve Nazlı'yı da sayarsak on kişi yapıyordu. Böyle olunca kimsenin kendine ne ait özel bir hayatı ne de alanı kalıyordu. Büyük kaynı Rasim'in eşi Kader her ne kadar ayrı eve çıkmak için ısrar etmiş olsada kocası asla kabul etmemişti. O da zaten bir süre sonra çaresizce kabullenmiş, isteğinden vazgeçmişti.

“Otur da kocana yemeğini yedir sonra mutfakta yersin sen!”

Kayınvalidesi Semra hanımın bariton gibi sesiyle daldığı düşüncelerden uyanmış, bakışlarını ona döndürdü.

 

“ Tamam.”Bu sefer hiç itiraz etmemişti, itaatkar davranmıştı.

Gidip kocası Asım’ın yanına oturdu, eline aldığı çorba kasesine kaşığı daldırdı. Gereğinden fazla sıcaktı bu yüzden soğutmak için önce birkaç defa üfledi ardından onun ağzına doğru uzattı içsin diye.

Asım gözlerinin içine içine bakıyordu bugün, sanki ne yapacağını anlamış gibiydi, öyle hüzünlüydü ama bu imkansızdı. Çünkü o ne konuşuyor ne anlıyor ne de yürüyebiliyordu. Nazlı'da bakışlarındaki bu değişime anlam verememişti.

On beş dakikaya sofra silinip süpürülmüştü, tek bir yemek kırıntısını bile bırakmamışlardı. Bitmeyen hizmet zamanı gelmişti yine, Esra ile birlikte bulaşıkları mutfağa taşıdılar.

“Hadi yenge sende otur bir şeyler ye sonra beraber buraları toplarız.” Annesinin söylediği şeye siniri bozulmuş olsada onun karşı çıkamamıştı, her zamanki gibi.

” Merak etme ben şimdi karnımı doyururum, hadi sende içeri geç ben çayları birazdan getiririm.”

”Sen yemek ye ben onu yaparım.”dedi elini çay bardaklarına uzatırken. Başka zaman olsa seve seve kabul ederdi ama şimdi değil.

” Esra! Lütfen içeri git. Bak sonra hem sana hem de bana kızıyorlar, seni çalıştırıyorum diye! “

Sözleri sertti. Esra başını önüne eğip bir şey demeden içeri gitmişti.
Nazlı birkaç lokma bir şeyler yiyip ortalığı toparlamaya başladı. Yaklaşık yirmi dakika sonra bulaşık işi de bitmişti.

Önce birkaç portakalı alıp sıktı ve üç bardağa yerleştirdi sonra da çayları doldurdu, sayıca. Hepsini tek bir tepsiye yerleştirdikten sonra alıp mutfaktan çıkmıştı sonunda.

Adım adım oturma odasına gidiyordu, bacaklarındaki titremeye rağmen dik durmaya çalışıyordu.
Korkuyordu belki ama içindeki kurtuluş isteği onun önüne geçiyordu.

Onun gelişiyle kimse başını kaldırıp bakmadı bile çünkü öyle iyi biliyorlardı ki kimin kölelik yaptığına! Hiçbir zaman aileden sayıp saygı göstermemişlerdi ona, sadece bir günahın bedeliydi onların gözünde.

Kader abla’nın çocuklarına portakal suyu verirken,

“Çay sizin için zararlı, bu yüzden size bunu yaptım. İçin ki hemen büyüyesiniz.”

Onun ne dediğini duyanlar bakışlarını üzerine dikmişti. Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştı ve bu dikkatlerini çekmiş olmalıydı.

Siz bilmezsiniz ama ben çocuklara zarar veremem, sizin aksinize.

Beş yaşındaki Kadir el çırparak,” Yaşasın yenge! Hemen ver ver içip büyüyeyim de seni canavarlardan koruyayım.” dedi. Yüreği kendisinden büyüktü çocuğun.

" Kimmiş bu canavar yeğenim ?" dedi Serhat.
"Bir tane değil ki amca bir sürü" Parmaklarıyla gösteriyordu kaç kişi olduklarını. Bunu gören diğer aile üyeleri de gülmüştü. Ondan küçük kardeşi Eslem de ona bakıp aynısını yapmıştı. Neyse ki onu fazla uğraştırmadan içeceklerini içmişlerdi.

Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes yorgun olduğunu söyleyerek odasına çekilmiş, ışıkları söndürmüştü. Ev de dern bir sessizlik oluşmuştu.

Asım da uyku ilaçlarını aldıktan sonra uyumuştu.

 

 

“ Bu halde olmasaydın bana zarar verebilir miydin ? Büyük ihtimalle çünkü aynı genleri taşıyorsun onlarla. Senin durumun kendin için en büyük şanssızlıkken benim için en büyük şanstı. İnan hiçbir zaman senin bu halde olmanı istemedim ama kendi hayatında. Bugün bana baktığında bir şeyler sezdiğini biliyorum ama yine her zaman ki gibi sessiz kaldın belki de kendi içinde bana hak veriyorsundur. Uzun lafın kısası, ben artık gidiyorum, hem de sonsuza kadar. Bunu başarır mıyım bilmiyorum ama ucunda ölüm olsa da asla vazgeçmeyecem. Hoşçakal Asım Kızıltepe.”

 

Asla yanıt almayacağımı bile bile ona veda etmişti ama asıl onu üzen şey Esra ile bunu yapamayacak olmasıydı. Elinde ordan burdan biriktirdiği üç kuruş para ile sadece üstündeki kıyafetler vardı. Buraya ait başka hiçbir şey almamıştı yanına. Bu cehennem gibi evden sıfırdan bir hayat kurmak için kaçıyordu, sonunu ne olacağını asla kestirmese de.

 

Derin bir nefes aldı ve odasının kapısını açtı. Ayak parmak uçlarını kullanarak sessizce yürüdü. Kurtuluşuna doğru gidiyordu ve dış kapıya ulaşana kadar hissettiği iki şey vardı biri kalbinin sesi diğeri evdeki ölüm sessizliğiydi. Sonunda dışarıya adımı atabilmişti ve şimdi tüm gücüyle koşmaya başlamıştı işte, ardına bile bakmadan.

 

Nefessiz kalana kadar durmadı. Yazması saçlarından sıyrılmış özgür kalmışlardı. Durmaya zamanı yoktu, eğer uyanırlarsa işte o zaman tüm kasaba duyardı ve herkes peşine düşerdi.

Ana caddeye çıktı. İlk defa şans yüzüne gülmüştü çünkü tam karşısında mal ile yüklü bir kamyon vardı. Şöförün nereye gittiğini bilmiyordu ama çok fazla düşünmedi. Dikkatlice gidip arkadan bindi ve bir köşeye sindi. Bu kamyonun içi un torbalarıyla doluydu ve üstü başı da tozla kaplanmıştı ama önemsemedi.

Eğer şöför gelirse onu görmesin diye torbaları kaplayan örtüyü başına kadar çekti.

“Allah’ım ne olur beni fark etmesin…”

Bir süre geçti ve araç sonunda hareketlenmişti.

 

“ Çok şükür ya… Yoksa sonunda kurtuluyor muyum ?”

araba gittikçe köyden uzaklaşıyordu.

Önünden akıp giden yolları gördükçe sanki tüm yaşadığı acıları da geri bırakıyordu. Sahi gitmek bu kadar güzel bir şey miydi ?

 

 

”Annem, seni geçici bir süreliğine bırakıyorum ve inan birgün gelecek korka korka geldiğim mezarına kimseye sormadan gelecem. Seni ziyaret etmek istediğimde buna izin vermemek için bana binbir türlü iş çıkarıyorlardı. Bana bunu bile çok gördüler biliyor musun ? Birgün içimdeki bu nefret ve intikam duygusu karşılığını bulursa işte o zaman huzurlu olacam. Belki sen başaramadın ama kızın yapacak bunu. Sana söz anne, bize bunu yapanların yanına kar kalmayacak.”

Gecenin karanlığını sokak lambaları aydınlatıyordu. Aracın nereye gittiği hakkında hiçbir fikri yoktu, tek bildiği burdan olabildiğince uzaklaşması gerektiğiydi.

 

Yorgunluktan artık göz kapakları kendiliğinden kapanmaya başlamıştı. Ne kadar kendini tutmaya çalışsada imkansız bir hale gelmişti.

Başındaki ağrı gözüne vurmuş ve onu uyandırmıştı ama daha önemli bir sorunu vardı, çok yakından gelen konuşma sesleri,

 

”Amirim kaçak kamyon bu, içi un torbalarıyla dolu. Bir şekilde sınırdan geçmeyi başarmış ama çevirmeye yakalanmış. Biz de hemen emniyete çektirdik.”

Ne kaçak kamyon mu ? Emniyet mi ? Hayır niye uyuyorsun salak! Birde kendi ayağınla kaçtığın adamlara geliyorsun.

 

“Tamam evlat. Sen son gününde bile çalışıyorsun ama artık yeter. Git eşyalarını topla ve memleketine dön.”

 

Konuşanlar polis memurlarıydı ve bindiği araç da sınırdan kaçak yollarla ülkeye girmiş bir kamyondu. O saatte orda olmanın başka açıklaması olamazdı.

 

“Anlaşıldı amirim.”dedi genç olan. Biraz sonra adım selerinin uzaklaşmasıyla rahat bir nefes

 

aldı Nazlı ama kısa sürmüştü.

 

“ Ne zaman ordan çıkmayı düşünüyorsun kaçak ?” diyen sesi duyduğunda bedeninin zangır zangır titremesine engel olamamıştı.

 

"Belki sana değil başkasına sesleniyordu hemen panik yapma Nazlı. Ya bana sesleniyorsa ve cevap vermediğim için sinirlenirse? Hani gitmişlerdi ya! Bu da yetmemiş gibi beni fark etmişlerdi." İsyanı uyuyan kendisineydi.

 

“Hey!!!!

Adamın sesi bu sefer daha yüksek ve sert çıkmıştı.

"Korkunun ecele faydası yok ki " dedi ve una bulanmış kafasını örtünün altından yavaşça çıkardı. Ona silah doğrultan adamı bakışları sonunda bulmuştu.

Yutkunarak,”Siz gittiğinizde…” dedi içine kaçan sesiyle. Adamın yüz ifadesi onu gördükten sonra değişmişti,

“Kendinizi tutmanıza gerek yok, rahatlıkla gülebilirsiniz komiser!"dedi sinirle Nazlı.

Adam aldığı emirle tek kaşını kaldırıp,

" izin verdiğin için çok sağol kaçak!” dedi üstten üstten bakarak alayla karışık bir ciddiyetle.

Nazlı kalkıp üstünü başını silkeledi, ama tam işe yaramamıştı hala unla kaplıydı kıyafetleri. Aracın kenarına geldi inmek için, o an ondan daha yüksekte duruyordu.

 

”Rica ederim komiser!” dedi yüzünde gıcık bir ifadeyle, tıpkı onun gibi yapmıştı.

Buna karşılık olarak işaret parmağıyla kendini göstererek,

“Karşında kimin olduğunu biliyor musun sen ?” dedi.

 

Tehdit barındıran cümlesi Nazlı'nın sinirini bozmaya yetmişti.

Banane senin kim olduğundan

 

“Hayır ve bilmek de istemiyorum.”

Ondan uzaklaşmak için bir adım attı ama araçta olduğunu unutmuştu ve ayağı boşluğa düştü.

O sertçe yere çakılmayı beklerken bir kolun onu tutması beklemediği bir şeydi. Yabancı adama birden bu kadar yakın olmak inanılmaz derecede kalp ritmini değiştirmişti. Şaşkınlıktan dili tutulmuştu, az önce ne oldu öyle? O kızın sessizliğinden faydalanarak;

 

 

“Senin bu havan kime ? “

Bilmiş bir tavrı vardı. Hala onu bırakmamış olması fazlasıyla Nazlı'ya rahatsızlık vermişti. Sonuçta…aniden aklına gelen gerçekle;

“Bırakır mısınız ?”Sesi bıçak kadar keskindi.

 

O söyler söylemez adam kendine gelmiş ve hemen bırakmıştı. Kızın gözleri ise onun dışında her yere bakıyordu ve adamın kıyafetleri dikkatini çekmişti. Gülümsedi.

Onun da üstü un olmuştu.

" Neye gülüyorsun ?"

Cevap vermedi Nazlı ama bakışlarıyla işaret ediyordu. Adam gözlerini takip ettiği noktayı görünce farkına varmıştı,

 

"Hay aksi!" dedi, eliyle silmeye çalıştı. " O öyle geçmez ki!"
dedi çocuk gibi gülerken.

" Sen gül gül! Son gülen iyi gülecek ama!"

bu sözler kızı kendine getirmişti.

Burdan acilen uzaklaşması gerekiyordu, belki herkes çoktan uyanmış ve peşine düşmüşlerdir bile.

Adama arkasına döndü bir adım attı gitmek için ama ikinci adımını kesen şey,

”Nereye gittiğini sanıyorsun? Daha ifade vereceksin!”

sözleri oldu.

 

Bunu yapmam demek göz göre göre ölüme ayağımla gitmek olurdu. Onların adamları her yerdeydi.

 

“Bunu yapamam….”

dedi önüne dönmeden. Çaresizliğini sesi ele veriyordu ama aniden ellerinin sırtında birleştirilip kelepçelenmesi onu bozguna uğratmıştı.

 

”Yapacaksın!” demişti son bir darbeyle….

 

 

 

 

Yorum ve oylamadan geçmeyin

 

 

Loading...
0%