Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm Perdeyi̇ Aralarken Geçmi̇şi̇ Görmek

@sarturndennkacan

ÖLÜMCÜL ÇIĞLIKLAR

3. BÖLÜM ''PERDEYİ ARALARKEN GEÇMİŞİ GÖRMEK''

Bir Hafta Sonra

Deniz Karyeli'den

Toprak ne zaman gelmişti bilmiyorum ama başımda bekliyordu. İki parmağı da boynumdaydı. Korkarak geri çekildim. Bir anda besmele çekmeye başladı. ''Öldün sandım, kalp krizi geçiriyordum bir anda öyle kıpırdayınca korktum'' diye sırıttı. Şimdi neden sırıtmıştı ki? Neden boş yere gülmüştü? Veya neden bu kadar güzel gülmüştü.

Önüme döndüğümde yine sızıp kalmıştım. Televizyonu açıp karşısında yine uyuklamıştım. Baş darbesi alan insanların uyumaması gerekmiyor mu Deniz? Diyen iç sesimi haklı bulup karşımdaki doktora soru sormak mantıklı geldi. ''Bir insan başına darbe aldıysa uyumaması gerekmez mi?'' diye sordum merak her şeye bela...

Yüzümü başka tarafa çevirdim. ''Aslında uyuman normal, uyanman daha normal. Uyuman gerekiyordu. Ne kadar büyüklerimiz uyutulmaması gerekir dese de uyuyabilirdin. Hatta tüm günü uyuyarak geçirmen gerekmezdi ama olan olmuş bir kere ki bütün hafta boyunca günün çoğunda uyudun zaten'' dedi. ''Ben çok acıktım'' diyerek ayağa kalktım. Ağır adımlarla mutfağa ilerledim. Mutfağa ulaştığımda kapı yanında bir buzdolabı vardı. Buzdolabını açınca sadece su olmasını bende beklemiyordum. Kendi içimde gülüp pencereye doğru ilerledim.

Yıl 1999

Yazarın ağzından

''Annecim haydi gel camdan bakalım abin ne zaman geliyormuş'' dedi. Ezgi küçük kızını kucağına alarak camın yanına geçti. ''Bak abin sokağın başında el salla Deniz'' dedikten sonra Deniz abisini görür görmez ellerini salladı. Abisi bugün ona çikolata almıştı. Haftada bir yese de çok seviyordu. ''Abi'' diye bağırdı camdan.

Deniz daha çok küçüktü. Abisiyle arasında yaklaşık 13 yaş vardı. Daha reşit olmamasına rağmen çalışıyordu. Babasının getirmediği parayı o getiriyordu. Babasının geçindiremediği o evi geçindiriyordu. Bu nedenle okulu da bırakmıştı. Deniz'e babasının vermediği sevgiyi şefkati abisi veriyordu. Abisi koşarak binaya yaklaşırken kahkahalar içinde kapıya doğru ilerledi. Boyu daha bebek sayılabilecek kadar küçüktü. 3 yaşındaydı ne de olsa. Annesinin gelip kapıyı açmasını beklerken abisi anahtarla gelip kapıyı açmıştı.

Deniz kapıyı açmasına sevinmişti. Abisi onu kucağına almış gıdıklamaya başlamıştı. Sonra bir anda ciddiyetini takınıp annesine döndü. Ayakkabılarını çıkartıp eve girdi. Ardından ağır adımlarla salona girerken Deniz'e seslendi. ''Deniz kapının yanına bıraktım poşeti hadi çikolatanı al'' dedi ve bir şekilde Deniz'i salondan gönderdi. Deniz paketi açamadığından birazdan yanlarına gelecekti. Ezgi bir şekilde oğlunu anlamış ve hemen yanına oturmuştu. ''Neden Denizi gönderdin oğlum ne oldu?'' diye soran Ezgi Karyeli cevabını sert bir şekilde aldı.

''Anne babam seni aldatıyor. Geçen marketin kamera kayıtlarına baktım bir kadınla ev alışverişi yapmış resmen yüzlerce lira harcamış'' dedikten sonra Ezgi gözlerini kocaman açtı. ''Ne diyorsun oğlum sen bak bu işin şakası olmaz doğruyu söyle annene'' dedi. ''Anne attım belleğe görüntüleri evdeki eski bilgisayardan izlersin, Deniz geliyor n'olur üzgün gözükme.'' dedi. Deniz mızmızlanarak salona geldi.

''Abicim açamadım paketi!'' diye kaşlarını çatarken hala açmaya çalışıyordu. Abisi elini uzattı. Küçük ellerinden çikolata paketini alıp. Çikolata paketini açtı. Ardından Deniz'i kucağına alıp diğer elindeki çikolatayı verdi. Deniz şu an çok mutluydu ama Ezgi hiç mutlu değildi. Kocası tarafından aldatıldığını öğrenmek onu çok üzmüştü. Ama yapabileceği bir şey yoktu zorla evlendirilse de bu duruma göz yumacak değildi. Ellerindeki belleği alıp çocuklarının odasına gitti. Pek bilmese de bilgisayarı açıp bellekten kamera kaydını izlemişti.

''Acaba Fatih'ten ayrılsam mı? Başka bir şehirde çocuklarla beraber mi yaşasak? Fatihin şiddetinden çok sıkıldım Deniz'e baban öldü diyerek yaşatabilirim'' diye düşündü. Fatih yaşadığı sürece bir geleceği olmayacak. Diye düşünen Ezgi planı nasıl ortaya koyacağını düşünüyordu. Annesi belki ona yardım edebilirdi. 1 ay daha katlanabilirdi belki. Bir ay kısa bir süre miydi para biriktirmek için. İş yeri zam yapmıştı. Pek sık gittiği bir iş değildi. Ne zaman işçiye ihtiyaç olsa ezgiyi çağırıyorlardı. Zam yapıldığını söylemeden yine aynı ücreti verse o kalan parayı biriktirse olmaz mıydı? Olabilirdi, annesi en azından zora düşmezdi.

Bu planı kafasında kurup gidip hemen oğluna söyleyemeye salona gitti. Deniz'le mutlu mutlu oynuyorlardı. Ezgi oğlunun kulağına hemen fısıldamıştı. Oğlu bu fikir karşısında şok olsa da hayata geçirilmesi epey zor bir plandı. Deniz merak edip ''Bana da öyle yap anne bana da!'' deyince Ezgi kızının kulağına en sevdiği yemek olan bulgur pilavını yapacağını söylemişti. Bugün Fatih Ezgi'yi arayarak gelmeyeceğini söylemişti. Güzel bir aile akşam yemeği yiyebilirlerdi. Ezgi pilavı yapacağını söyleyip mutfağa doğru ilerlemişti. Eline küçük tuşlu telefonunu alıp annesinin numarasını tuşladı.

''Alo annem'' diye seslendi ilk önce annesinden cevap gecikmedi. ''Efendim canım kızım söyle yavrum'' demişti. Annesinin bu sevecenliği hoşuna gitse de ona hiç hoşuna gitmeyecek bir şey söyleyecekti. ''Anne kalbine inmesin ama ben Fatih'ten boşanmak istiyorum son raddeye geldim artık'' deyip bir iç çekti. ''Kızım yine aynı konu mu? Bu sefer ben konuşacağım Fatih'le'' demişti. ''Anne hayır, hayır Fatih'le sakın konuşma bundan haberi yok. Anne Fatih beni aldatıyormuş uzun zamandır. Boşanmak istiyorum artık çok vuruyor, çok içiyor anne'' diye yakınmaya başlarken tenceresini rafından çıkarttı.

''Annem biliyorum ama artık oğlunu geçtim Deniz var onun babasız büyümesine izin mi vereceksin?'' deyip sinirlenmişti. ''Anne Deniz bir babayla büyüyecekse bile bu Fatih olmasın daha geçenlerde Deniz'e vurmaya çalıştı. Anne oğluma böyle bir şey hayatta yapmadı ama Deniz'e yapıyor yapmasına izin vermedikçe daha çok saldırganlaşıyor. İstemiyorum artık bu evliliği'.' diye yakınmaya devam etti ağlayarak. ''Kızım ben şimdi Şenay hanıma söylesem 'Erkektir yapar diyecek' benim elimden gelen bir durum yok ki. Biliyorsun dizlerimde kireç var seni oradan alıp kurtaramıyorum güzel kızım.'' dedi.

''Anne benim bir planım var. Benim maaşıma zam yapıldı ben yine eski fiyattan Fatih'e vereyim. Kalan parayı biriktireyim sende bana biraz yardımcı ol başka bir şehir başka bir hayata başlayalım. Orada da boşanırım sonrasından hem ben hem de oğlum çalışırız anne ev kirasını karşılarız.'' dedi. ''Ezgi kızım senin ağzın neler söylüyor bunu nasıl yaparız bu başımıza çok büyük işler açar. Fatih'in eli kolu uzundur seni her türlü bulur güzel kızım.'' dedi haklıydı yaşlı başlı kadındı. Çok şaşırmıştı. Ezgi Fatih'le evlenmek yerine okumak istediğinde de babasına böyle karşı gelmişti. Annesinin hayatında görmediği bir cesaretti.

''Anne merak etme en fazla ne olabilir ki?''

Şimdiki Zaman

Deniz Karyeli'den

''Deniz iyi misin?'' diyen Toprak'ın sesini duydu. Gözleri ilerideki noktayı netleştirdi. ''Ah dalmışım bir sorun yok? Ne yiyoruz ne yapalım daha doğrusu alışveriş yapmamız gerek mi?'' dedikten sonra eğilerek güldü. ''Ah hayır ben eve genelde bir şeyler almıyorum hep hazır söylüyorum genelde de zamanım olmuyor zaten.'' dedi. Benim artık zamandan bol neyim vardı. ''Artık hazır yemek yok daha doğrusu ben gidene kadar yok eve malzeme alabiliriz. Ben güzel yemek yaparım'' dedim. En son sanırım 8 sene önce yemek yapmıştım. Sanırım diyebiliyor başka bir şey diyemiyor olsam da son zamanlarda saçma hastane yemekleri dışında bir şey yememiştim. Lezzetli şeyler yemeyi özlemiştim artık. Son bir haftada Toprak'ın dışarıdan söylediği yemeklerle idare etmiştik fakat böyle nereye kadar idare edebilirdik. Ama olsun yine kötü yemek yapacağım diye bir şey yoktu. Belki el yeteneklerimi kaybetmemiştim.

''Iı tamam alalım saat daha o kadar geç değil hava yaza yaklaştığımız için geç kararıyor istersen gidip bir şeyler alabiliriz.'' diye ortaya bir laf koydu. ''T-tamam gidelim olur ama önce ne almamız gerektiğinin listesini çıkarmamız- ah doğru evde hiçbir şey yok. Sudan başka.'' deyip güldüm. Toprak'ta güldü. Bu kadar güzel gülmesi adil miydi?

Gözüm sanki yine uzaklara gitmek istiyor gibiydi. Eski anılarımı hatırlamak benim için hiç kolay olmayacaktı. Aklıma anneannemle kutladığımız doğum günleri düştü. Çok mutluydum her doğum günümde annem bu sefer meleklerin yanından gelecek mi sorusunu 10 yaşına kadar sormuş olduğumda aklıma düştü. Şu an mutlu olmaya çabalıyordum.

Belki de mutlu olacaktım. 5 yaşındayken hayatım mahvolmuş olabilirdi. Peki ya şimdi düzeltmek için şansım var mıydı? Olmalıydı. 18 yaşımdan 25 yaşıma kadar hatırlamadığım anılar beynimde boşluk yaratmaya başlamıştı. Ben şu an yaşıyor muyum düşüncesi beynimi kapladı. Bu düşünceyi aklımdan atabilmek için ellerime baktım.

''Gelecek misin yoksa markete mi ışınlanmayı planlıyorsun?'' diye soran Toprak'ın sesini duydum. Dalgınlığımı bir kenara bıraktığım zaman hemen kapıya doğru ilerledim. Üzerimdeki kıyafetler pijama tarzı olsa da rahat bir eşofman takımına benziyordu. Dışarıya çıkabilirdim yani. Ayakkabılarıma uzandım teker teker giyip bağcıklarımı bağladım. Toprak beni yukardan izliyordu. Bense ona yukarı doğru bakıyordum.

''Market yürüme yoluyla uzak kalıyor istersen arabamla gidelim. Çok uzak bir yere park etmedim.'' dedi. Ellerimle bilmem dermiş gibi yaparak merdivenlerden ritimle indim. Aklımda çılgın müzik ritimleri vardı. Eğlene eğlene merdivenleri inmiş Toprak kapıyı açınca sanki eteğim varmış edasıyla eteğimi kaldırır gibi duruş sergiledim. Ardından kahkaha attım. 5 yaşındayken babam kahkaha attım diye üzerime yürüyüp tokat atmıştı. Bu korkunç anının aklımdan çıkmasını istedim.

Neden beynimiz en kötü anıları depolayıp en mutlu anımızda belki gülerken belki salıncakta sallanırken belki de yetişkin bir bedende çocuk olduğumuz zaman neden ve nasıl aklımızın bir köşesinde çürüyecekken gözler önüne seriyordu ki?

Donuk bakışlarımla bir an Toprak'a baktım. O beni incelermişçesine bakıyordu. Etrafıma baktım. Tüylerim diken diken olmuş etrafıma bakıyordum. Etrafımda sanki bir tehlike vardı. İzleniyordum. Ölecek gibi hissediyordum. Deli dehşet korkuyordum.

''İyi misin?'' diye bir ses duydum ardından biri omzuma dokunmuştu. Arkamı döndüğümde Toprak bana bu soruyu sormuştu başımı evet anlamında sallasam bile tam karşımda annem melek kanatlarıyla duruyordu. ''Burası güvenli değil kaç git buralardan abini bul kızım''

(Bölüme özel kısım)

Yıl 1998

Yazar'ın ağzından

Deniz'in Çocukluğu

Deniz bugün 3 yaşına girmiş olsa da Ezgi, Fatih evde olduğundan kızına bir sonraki gün doğum günü olduğunu söyleyip doğrum gününü gizli bir şekilde bir gün sonra kutlayacaklardı. Deniz bir sonraki günü merakla bekliyor etrafa gülücükler saçıyordu. Fatih o gün eve sarhoş gelmişti. Fatih kızına kıyasla etrafa nefret saçıyordu.

Ezgi yarın bir sorun çıkmaması için Fatih'e istediği her şeyi yapıyordu. Bu akşam kötü bir şey olmaması için direniyordu. Fatih sakinleyecek gibi gözükmüyordu. Aksine daha da sinirleniyordu. Ama Ezgi'nin direnmekten başka çaresi yoktu. Ezgi hep direnirdi zaten 14 yıldır direniyor boşanmaya çalışıyordu. Her seferinde annesinin yanına geri dönse de Fatih onu bir şekilde eve geri getiriyordu.

Deniz annesini salonda babasının yanında görünce hemen annesinin eteklerine koştu ve sarıldı. ''Anne bende çay istiyorum içeyim mi?'' diye sorduğunu Fatih, Deniz'in bu dediklerini duydu. Normalde kafasını geriye doğru yaslamış uyumak üzereydi. Elini çaya doğru uzatırken yana doğru ittirdi. Sıcak olan çay Deniz'in bacaklarına doğru döküldü. Deniz babası kızar diye ağlayamıyordu. Gözleri dolmuştu. Deniz kendi içinde göz yaşları akmasın diye savaş veriyordu oysaki aksa ne olurdu diye düşünmek istemiyordu. Nefesini tutup annesine baktı. Ezgi'nin tek gayesi ortalığı hızlıca toparlayıp kızına bakmaktı. Oğlu daha işten gelmemişti saat akşam 10'a doğru geliyordu. Birazdan gelmesi lazımdı. Eğer gelmezse Deniz eve çığlıklarını bahşedecekti. Oğlu gerçekten çok iyi rol oynuyordu. Babasına karşı mahallenin serseri çocukları gibi gözükerek babasını gururlandırıyor. Babası olmadığı zaman kardeşinin beyaz atlı prensi. Annesinin biricik oğlu oluyordu. Gururlandırdığı kişi bu serseri halinden oldukça memnundu. Oysaki gururlanması gereken annesiydi. Bu evi geçindiren omuzlarında taşıyan biricik oğluydu.

Ezgi bu durumdan şikayetçi değildi. Mutlu bir aile isterken şiddet dolu bir ailede çocuklarını büyütmek zorunda kalmıştı. Elinden gelen bir şey olsa bu durumda çocuklarını asla büyütmezdi. Daha çocuk yaşında evlenmişti. Çocukken elinde bir çocuğuyla beraber büyümeye çalışıyordu kocasına nazaran. 16 yaşındaydı evlendiğinde. Fatih ise 21. Ezgi babasının zoruyla evlenmiş. Ezgi'nin babası Fatih'in ailesinden yüzlerce lira başlık parası almıştı. Oysaki Ezgi o yaşlarında okuyup mesleğini eline aldıktan sonra sevdiği biriyle evlenip çoluk çocuk işine karışmak istiyordu. Hiç kadınların istediği olur mu kafasıyla babası Ezgi'yi evlendirmişti. Kocasından daha nişanlıyken bile şiddet görmeye başlamıştı. Annesine yalvarıyorken hiçbir şey yapamıyordu. Annesi o felçli haline bakmadan eşine söylese de bir şey yapamamış bu durumda yanan Ezgi olmuştu. Ezgi'nin annesi Şerife o sıralar belden aşağısı felçti. Fizik tedaviler sonucu yeni yeni yürümeye başlamıştı.

Ezgi ne kadar hızlı toplayabilirse o kadar hızlı topladı ortalığı. Fatih Deniz'e bağırıyordu. Deniz daha 3 yaşında bir çocuktu. Daha doğrusu bugün 3 yaşına girmişti. Babası ondan izinsiz salona girmemesi hakkında küçücük çocuğa bağırıyordu. Küçük çocuk korksa da korkularını içine saklıyordu. Kim bilebilirdi korkuları yıllar sonra onu karanlıkta köşe kapmaca oynatacağını. Sonrasın da bütün korkularıyla beyaz atlı prensini bulup kurtulacağını sanacağını.

Deniz yanan bacaklarıyla yavaş yavaş yürüyerek annesinin yanına mutfağa doğru ilerlerken. Abisi Deniz'i kucağına aldı. Deniz'in bu denli yavaş yürümesini garip bulup mutfağa kadar götürmüş. Babasına ''ellerimi yıkıyorum'' bahanesiyle annesiyle konuşma fırsatı bulmuştu. Ezgi oğlunun kucağından Deniz'i almış bacaklarına bakmaya başlamıştı. ''Annem canın acıyor mu söyle bana acına çare olayım söyle annem.'' Ezgi kızına bacakları acıyor mu diye söylemesini isterken abisi babasını oyalamak için içeri geçti. Deniz Ezgi'ye dolu gözlerle bakıyor konuşamıyordu. O kadar içine ağlamıştı ki kesik kesik nefesler alıyor bir yandan da göz yaşlarını saklamaya çalışıyordu minik elleriyle.

''Anne burası'' bacağını küçük parmaklarıyla gösterdi. ''uzun uzun acıyor anne'' derken Ezgi orasının sızladığını anlamıştı. Dökülen çay daha yeni ocaktan alınmıştı. Fokur fokur kaynamıştı. Deniz için bu sıcaklık fazla olmalıydı ki bacakları sızlıyordu. ''Tamam annem bakalım mı bacaklarına odanda?'' der demez Deniz kafasını salladı. Ezgi, Deniz'i abisiyle kaldığı odaya götürdü. Pijamasını çıkarttı ver bacaklarına baktı. Küçük kızının bacakları kızarmıştı. Ezgi hızla odadan çıkıp koşar adımlarla mutfağa ilerledi. Yanık kremi aldı buzdolabından tam geri dönecekken buzluktan buz aldı ve kızının yanına ilerledi.

Yerde kızının oyuncakları vardı kuzenleri gelirken hep oyuncak alıyorlardı. Babasının oyuncakları olduğundan haberi yoktu tabi. Eğer haberi olsaydı oyuncakları yakmaktan daha beter şeyler yapacağını aklına bile getirmek istemiyordu. Ezgi hemen Deniz'in yanında oturup bacaklarında önce buz gezdirdi. Deniz'in biraz olsun bacak sızısı geçmişti. Sonrasında ise yanık kremini sürmüştü. ''Anne bugün benle yat n'olur'' demişti. Ezgi için bir sorun yoktu. Fatih'e bir bakınıp öyle yatsa iyi olurdu. ''Tamam annem sen yat ben pijamalarını alıp geleceğim.'' dedikten sonra salonda oğlunu Fatih'i kaldırırken görmüştü. Fark ettirmeden lambayı kapattı ve karanlık kısıma doğru yürüdü. Şu anda sarhoştu ve kimi görse ona takıyordu kafasını bu yüzden karanlıkta durmak en mantıklısıydı.

''Ahmet abi seni bekliyor dışarıda baba adamı bekletme istersen'' diyerek koluna girmişti. Amacı Fatih'i dışarı gönderip kardeşiyle ilgilenmekti. Fatih dışarı çıkmış oğlu da kapının başında bekliyordu. Ezgi ses çıkarmadan mutfağa ulaşmış camdan gerçekten Ahmet gelmiş mi diye bakmıştı. Kapı kapanma sesi duyunca rahatlamıştı. Fatih'in en az 2 gece daha eve gelmeyeceğini biliyordu. Çünkü her seferinde başka kadınların evlerinde veya otel odalarında uyanır sonrasında o her zamanki kadına tekrar giderdi. Hep aynısı yaşanır sonrasında eve neredeyse 1 hafta tünerdi.

Ezgi balkona geçip bir sandalye açtı ''Anne'' diyerek gelen oğluna baktı. ''Efendim oğlum'' diye mırıldandı. ''Deniz içeride seni bekliyor'' dedi. Ezgi'nin kafasına dank etmişti. Kızına hemen geleceğine dair söz vermişti. Balkonda iplere asılı kurumuş olan pijamasını aldı. Birkaç kez elinde silkeledi. Dışarının tozu az da olsa çıktı. Pijamalarla birlikte küçük kızının odasına ulaştı. Kapıyı açınca hala oturduğunu ama bacaklarına üflediğini gördü. Bugün Nisan'ın 5. günü hem Deniz'in hem de Ezgi'nin doğum günüydü. Bu gece mutlulardı Fatih Alkoç'un olmadığı her saniye mutlulardı. Mutlu olmamak için tek nedenleri oydu. Onun gibiler yüzünden hiçbir zaman mutlu olamayacaklardı.

Ezgi'nin oğlundan, kızına mektup

Sevgili kardeşim,

Bugün bu mektubu belki okumayacaksın ama yine de yazmak istedim. Çünkü bazı şeyleri gerçekten bilmen gerekiyor. Ne gibi gerçekler diye sorgulayabilirsin elbette ama bunları bilmen gerektiğini düşündüm. Evet öncelikle beni hatırlamıyor olabilirsin. Belki silik bazı anılarında varım ama eski beyaz atlı prensin bendim. Hep babam yerine bana düşkündün çünkü ikinizde birbirinizden nefret ediyordunuz bende ondan nefret ediyordum ama iyi çocuk muamelesi yapıyor onu kandırıyordum. Yaşın daha çok küçük olmasına rağmen her şeyi anlayıp bu oyunlara benimle birlikte ayak uyduruyordun. O zaman 16 yaşında liseyi yarım bırakmış ortaokul diplomasıyla çalışan bir çocuktum. Şu an 33 yaşında işini eline almış üniversiteme kadar okumuş biriyim.

Hatırladığın zamanlar lise okumam gereken zamanlardı. Ama okuyamamıştım. İçimde kalan değil hep hayalim olmuştu yaptım da okuyup gerçekten güzel bir meslek edinmiştim. Ta ki senin anneannemle yaşamadığını öğrenene kadar. Anneannem babaannemler tarafından öldürüldü. Neden mi? O deliler hastanesinden çıktığın zaman ilk çalacağın kapı o katil bir evlat yetiştiren insanlar olsun diye. Şu an o deliler hastanesinde olmadığını da biliyorum. Başka birinin evindesin ama o ev bizim evimiz. O evde seninle beraber büyüdük. Belki 5 yıl sana az gelebilir ama hayatımın yaşadığım en güzel 5 yılıydı.

Çocukluğumuzun geçtiği, mutlu olduğumuz evimiz. Bu her ne kadar mutlu olmak denilirse tabi. En azından sen mutluydun. Bazen hasta olup çok ağlasan da bazen ise babam yüzünden mutsuz olsan da hatırladığım neredeyse bütün anılarda o güler yüzün var. Mutlu olmak en çok sana ve anneme yakışıyordu. Şimdi annem hayattan göç etmek zorunda kaldı. Ama şu an hayattan göç etme fikrin varsa bunu vazgeçirmeye çalışmak istiyorum. Çünkü tek ailem sen kaldın. O zamanlar seni mutlu etmek için çabalıyordum. Belki o zamanlar dağınık bir aileydik. Belki aile bile sayılmazdık ama işte aileydik her ne olursa olsun. Babama karşı 3 kişilik beraberken çok mutlu bir aileydik. Sen, ben ve annem mutluyduk. Bu anlatamayacağım bir mutluluk. Biz annem, sen ve ben hep mutlu bir aileydik. Fakat bozmak isteyip başaranlar oldu şimdi bu aileyi geri toplamak sana destek çıkan bir abi olmak istiyorum.

Şimdi dünyanın 4 bir yanına savrulmuş dağılmış bir aileyiz. Geri birleşebiliriz tekrardan aile olabiliriz. Birbirimizin elinden tutan abi kardeş olabiliriz. Şu an beni merak ediyorsan sana tamimiyle kendimi tanıtmam geçmişimize saygısızlık olur o yüzden bunu yapmayacağım. Bize saygısızlık olur gibi hissediyorum. Ama şunu bil ki ailenden. Kanından uzaktan akraban olmayan tek ben kaldım. Sana kavuşmayı vaktimin dolmasını bekliyorum. Zamanı geldiğinde yüzleşeceğiz Prensesim. Her şey yoluna girecek, girmezse bile girdirmeye çalışacağım. Çünkü şu an hayatını en düzgün şekilde yaşayamıyorsan bile ben yanına geldiğim zaman düzeltmeye çalışacağım. Çünkü sen en iyisini hak ediyorsun. En kötülerini yaşayan sen şu an en iyi geleceği hak ediyorsun. Tekrardan beyaz atlı prensin olmak için can atıyorum diyebilirim. Türkiye'ye yakında senin için çok uzak olabilir ama gün sayıyorum yakında geleceğim ağabeycim. Seni çok özledim.

Bir gün kavuşmak dileğiyle...

Sevgilerimle abinden.

Toprak Kantaş'ın çocukluğu

Toprak'ın üvey annesi ona çok yakın davranmaya çalışıyor. Kendi kızından ayırmıyordu. Çünkü biliyordu ki ayırdığı zaman kapı önüne konulacaktı. Kerem'in göz bebeğiydi Toprak. Her ne kadar sahte aile oyunlarını sevmese de bu oyunun en büyük parçası hatta bütün parçaları birleştiren kişi oydu. Onun varlığıydı.

Toprak bu sene liseye geçecekti. Okula erken verilmesi sebebiyle erken lise sınavına çalışıyordu. Yaşıtları şu anda 6. sınıftaydı. Sınıfta parası oluğunu kimse bilmiyordu. Sonuçta paranın gözü kördü. Para her şeyi çözebilecek fakat her şeyi satın alamayacak bir şeydi. Lise sınavına pek çalışmak istemiyordu zaten özel bir liseye gidecekti.

Anastasia, Toprak'a bir tabak meyve getirmişti. Toprak Anastasia'yı çok seviyordu. Annesini bile artık özlemiyordu. Annesi Toprak'ı sevdiğini bile gösterememişti. Belki de sevmemişti. Toprak annesi tarafından sevildiğini asla düşünmedi 6 yaşında annesi tarafından terk edilip babasının sahte bir evlilik yapmasına şahit olmuştu. Toprak'ın kaygılarını geride bıraktığı çalışma dönemi başlamıştı. Çok gergindi fakat babasına karşı gergin olmadığını kanıtlamaya çalışıyordu. Liseye özel okullarla devam edecek olsa da babasının yanında başarılı bir doktor olmak istiyordu.

Anastasia bu evde pek mutlu değildi gözler önünde olmasa da psikolojik baskı görüyordu. Kimi zaman babası Kerem'in keskin sözleriyle Anastasia'yı iğneleyerek küçümsüyordu. Ama Anastasia hem Toprak için hem de karnındaki daha kimsenin bilmediği çocuğu için dayanmaya çalışıyordu. Dayanmaya ve en büyük cevabı olan susmak kozunu kullanıyordu. Ama yeri geldiği zaman konuşacaktı. Çünkü her sustuğunda yeni bir şey öğreniyor bunları koz olarak kullanmak için beynine not ediyordu.

Kerem hala Toprak'ın annesini seviyordu fakat bir anda Anastasia'nın rüzgarına tutulmuştu. Rüzgâr bittiğinde aklına tekrar âşık olduğu kadın gelmişti. Kerem artık Anastasia ile evlendiğine pişmandı ama boşanmaları Toprak için sarsıcı olacaklarını bildiklerinden boşanmıyorlardı. Her şeyden önce Toprak'ı düşünüyorlardı. Düşünmekten daha fazlasını Toprak'tan liseye giriş sınavının başarılı olmasını istiyorlardı.

Sınava çok kısa bir süre kalmıştı. Toprak çok kaygılanıyordu. Babası onu özel bir liseye gönderecek olması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Toprak'ın iyi bir puan alması gerekiyordu. Eğer alamazsa istemediği psikolojik baskılara maruz kalabilirdi. Anastasia bunun için iyi bir örnekti.

Anastasia'nın bıraktığı meyve tabağının ardından çıkmıştı. Hizmetli gelip yemek saati olduğundan hemen gelmesi gerektiğinden babasının önemli şeylerden bahsedeceğinden söylendi dakikalarca. Sanki İngiltere kraliçesiyle konuşacak ona prosedürleri anlatıyorlardı. Toprak önündeki test kitabına hangi soruda kaldığını yuvarlak içine aldıktan sonrasında kapının yanındaki aynasından kendine baktı. Kendisini iyi görmek zorundaydı. Saatinin olmadığını fark ettiğinde hemen takmıştı. Babasının takması gerektiğini sadece uyumak ve gerekli sebepler için çıkartması gerektiğini söylese de dışarı çıktığında ve babasının yanında giderken takıyordu sadece bu saati.

Saat belki manevi değere sahipti fakat bu Toprak için önemli değildi. Toprak için bir değeri yoktu. Bu aileye sadece başarılı bir çocuk olup soy adı neslini devam ettirmek için doğan bir erkek çocuğuydu. Normalde akıllarda olmayan çocuk planıyla bir anda gelişen bir çocuktu Toprak. Sonrasında anne ve babasının evlenmesine ve doğduktan sonra başlayan kavgalarıyla büyüyen bir çocuktu. Ailesinin ani haberleri sonucu istenmeyen bir evlilikle bu sadece akademik başarının göz önünde bulunduğu, kameralar karşısında gurur kaynağı olmak için büyütülen bir çocuktu. Planlı bir bebek değildi, ailesinin geleneklerinde hep planlı bebekler olmasına rağmen kendisi süpriz bir bebekti.

Toprak başı dik bir şekilde babasının çalışma odasının kapısını tıklattı. Babasının ''Gel'' diyen kalın sesini duyunca hemen içeri girdi. İçinde büyük bir korku vardı yanlışlıkla bir şey mi yapmıştı diye düşünürken hiç beklemediği biriyle karşılaştı. Yıllar önce simasını zar zor hatırladığı annesini görmek yoktu düşüncelerine göre. Gerçekten birkaç yılda çok değişmiş duruyordu. Saçları uzamış ve birkaç beyazı çıkmış, gözlerinin etrafında kırışmalar başlamıştı oysaki 30'lu yaşlarının sonundaydı. Ağzından sadece ''Anne?'' kelimesi çıkabilmişti. İçinde anne değildi sadece doğurmakla anne olunmuyordu belki. Ama yıllarca annesini camda beklemişti. O kış gecesi annesini beklerken soğuktan donmaya o an için değmemişti belki de ama şu an karşısında durması her şeyin değeri olduğunu gösteriyordu.

''Bir süre annenle yaşacayacaksın'' demişti annesiyle yaşamak istemiyordu burada en azından devam eden düzenli bir hayatı vardı. Hem sınavlara çalışıyor hem de annesiyle yaşamaya başlarsa okul değiştirmek zorunda kalacaktı. ''Baba ben annemle yaşamak istemiyorum burada mutluyum'' dedikten sonra annesinin gözünden bir damla yaş döküldü. ''Anne ben seni yıllarca beklerken de gözlerimden öyle yaşlar döküldü ama sen gelmedin. 6. yaşımda sadece tıkılıp kaldın.''

-BÖLÜM SONU-

Bu bölümün özel kısmını düzenlemedim. Çünkü özel kısımı yazdığım zaman sanki sadece o ana özel bir his barındırdığım için içimde sadece bölümün yarısını düzenledim. Bu yüzden özel kısım içerisinde bir yazım hatası, harf hatası noktalama hatası varsa beni uyarırsanız çok mutlu olurumm.

Onun dışında bu bölümden sonraki bölümler uzun olmaya başlayacak bu yüzden uzun bölümlere kendinizi alıştırın derim çünkü tamamen evrene de girmiş olacaksınız. Bu bölümde kısa da olsa şimdiki anı size yansıttığım için özür dilerim. Önceden nasıl yazdıysam pek değiştirmemeye çalışıyorum hikayeyi akış bakımından bu yüzden bir sorun olmaz diye düşünüyorum.

Loading...
0%