Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm Pamuk İpli̇ği̇

@sarturndennkacan

ÖLÜMCÜL ÇIĞLIKLAR

4. BÖLÜM ''PAMUK İPLİĞİ''

🕯️

Sevgili kardeşim,


Bugün bu mektubu belki okumayacaksın ama yine de yazmak istedim. Çünkü bazı şeyleri gerçekten bilmen gerekiyor. Ne gibi gerçekler diye sorgulayabilirsin elbette ama bunları bilmen gerektiğini düşündüm. Evet öncelikle beni hatırlamıyor olabilirsin. Belki silik bazı anılarında varım ama eski beyaz atlı prensin bendim. Hep babam yerine bana düşkündün çünkü ikinizde birbirinizden nefret ediyordunuz bende ondan nefret ediyordum ama iyi çocuk muamelesi yapıyor onu kandırıyordum. Yaşın daha çok küçük olmasına rağmen her şeyi anlayıp bu oyunlara benimle birlikte ayak uyduruyordun. O zaman 16 yaşında liseyi yarım bırakmış ortaokul diplomasıyla çalışan bir çocuktum. Şu an 33 yaşında işini eline almış üniversiteme kadar okumuş biriyim.

Hatırladığın zamanlar lise okumam gereken zamanlardı. Ama okuyamamıştım. İçimde kalan değil hep hayalim olmuştu yaptım da okuyup gerçekten güzel bir meslek edinmiştim. Ta ki senin anneannemle yaşamadığını öğrenene kadar. Anneannem babaannemler tarafından öldürüldü. Neden mi? O deliler hastanesinden çıktığın zaman ilk çalacağın kapı o katil bir evlat yetiştiren insanlar olsun diye. Şu an o deliler hastanesinde olmadığını da biliyorum. Başka birinin evindesin ama o ev bizim evimiz. O evde seninle beraber büyüdük. Belki 5 yıl sana az gelebilir ama hayatımın yaşadığım en güzel 5 yılıydı.

Çocukluğumuzun geçtiği, mutlu olduğumuz evimiz. Bu her ne kadar mutlu olmak denilirse tabi. En azından sen mutluydun. Bazen hasta olup çok ağlasan da bazen ise babam yüzünden mutsuz olsan da hatırladığım neredeyse bütün anılarda o güler yüzün var. Mutlu olmak en çok sana ve anneme yakışıyordu. Şimdi annem hayattan göç etmek zorunda kaldı. Ama şu an hayattan göç etme fikrin varsa bunu vazgeçirmeye çalışmak istiyorum. Çünkü tek ailem sen kaldın. O zamanlar seni mutlu etmek için çabalıyordum. Belki o zamanlar dağınık bir aileydik. Belki aile bile sayılmazdık ama işte aileydik her ne olursa olsun. Babama karşı 3 kişilik beraberken çok mutlu bir aileydik. Sen, ben ve annem mutluyduk. Bu anlatamayacağım bir mutluluk. Biz annem, sen ve ben hep mutlu bir aileydik. Fakat bozmak isteyip başaranlar oldu şimdi bu aileyi geri toplamak sana destek çıkan bir abi olmak istiyorum.

Şimdi dünyanın 4 bir yanına savrulmuş dağılmış bir aileyiz. Geri birleşebiliriz tekrardan aile olabiliriz. Birbirimizin elinden tutan abi kardeş olabiliriz. Şu an beni merak ediyorsan sana tamimiyle kendimi tanıtmam geçmişimize saygısızlık olur o yüzden bunu yapmayacağım. Bize saygısızlık olur gibi hissediyorum. Ama şunu bil ki ailenden. Kanından uzaktan akraban olmayan tek ben kaldım. Sana kavuşmayı vaktimin dolmasını bekliyorum. Zamanı geldiğinde yüzleşeceğiz Prensesim. Her şey yoluna girecek, girmezse bile girdirmeye çalışacağım. Çünkü şu an hayatını en düzgün şekilde yaşayamıyorsan bile ben yanına geldiğim zaman düzeltmeye çalışacağım. Çünkü sen en iyisini hak ediyorsun. En kötülerini yaşayan sen şu an en iyi geleceği hak ediyorsun. Tekrardan beyaz atlı prensin olmak için can atıyorum diyebilirim. Türkiye'ye yakında senin için çok uzak olabilir ama gün sayıyorum yakında geleceğim abiciğim. Seni çok özledim.

Bir gün kavuşmak dileğiyle...

Sevgilerimle abinden.

🕯️

Deniz Karyeli'den

Annemin bu çağırısına kulak asmamam gerekiyordu. Bunların hayal olduğunu aklıma kazımak istedim. Kafamı bir o yana bir bu yana sallarken aklımdaki bütün fikirlerin gittiğini düşünmekti tek gayem. Annemin gittiğini değil bütün bu saçma düşüncelerimin gitmesini istedim.

''İyi misin Deniz? '' diye soran Toprak'ı duydu kulaklarım bu sefer. Gözlerimi açtığımda annem karşımda yoktu. Toprak'a doğru döndüm '' Hayır sadece gözlerimin önünden bir şeyler geçti'' dedikten sonra arabaya doğru yürümeye devam ettim. Annemi görmüş olmam hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Şizofreniyi beynimin içinde reddetmem gerekiyordu. Çünkü hasta tanısından artık soyunmak istiyorum. Çünkü kendimi hasta hissettiğimden hiç iyi hissetmiyordum. Belki normal olsa da kendimi kirli de hissediyordum. Annem gerçek değildi karşıma çıkamaz benimle konuşamayacağını aklımın köşesine yazmam gerekti. Tamamen sağlıklı bir ruh haline sahip olan insanlar gibi yaşamak istiyordum. Annemin sesine dahi kulak asmamam gerekiyordu. Annemi özlesem de gözlerimin önüne gelse de artık onu görmek sanki korkunç bir şey gibi hissediyordum. Sanki bir canavardım. Sihirler yapabilen bir canavar. Annesini istediği zaman görebilen bir sihirli varlık gibi hissediyordum.

Zamanında babaannende annenin çığlıklarına kulak asmamıştı şimdi sen kulak asmazsan kim duyuracak annenin sesini Deniz? Annen ne olacak. Annenin haklarını alman gerekiyor. Annenin çığlıklarını annenin duygularını açığa çıkarman gerekiyor. Anneni hiç mi özlemedim? Anneni savun, anneni geri kazan.

Arabanın farları yanıp sönünce arabanın kapısı açıldığını anlamıştım. İçeriye hızlıca girip oturdum dışarıda hafif esen rüzgâr tenimde alışkanlık bırakmıştı. Rüzgârın soğukluğunu hep hissetmek istemiştim. Gözlerimi kapatmıştım tam o sırada Toprak arabaya bindi. Neler olduğunu öğrenmek istiyordu. Soru işaretleriyle doluydu. Gözlerimi açtım sorular soran ama dışarı vuramayan gözlerine baktım. ''Sadece... Sadece bir an annemi gördüm sandım. '' dedim. Ardından sahte bir gülümseme takınarak yola devam etmemiz için yola doğru bakmaya başladım. Annemi bir daha görebilecek miydim bilmiyordum ama şu an moralim yerle bir olmuştu. Annemi görmem moralimi bozmamıştı elbette ama kötü hissediyordum.

''A doğru markete gitmemiz gerek.'' dedi ve arabayı çalıştırdı. Mutluluk havasından neden matem havasına geçtiğimizi anlayamamıştım. Hava durumu martta olduğunu belli eden cinsteydi. Üzerimdeki eşofman takımı beni biraz havasız bırakmıştı. Bu nedenle camı biraz araladım. ''Ne alacağız ben bir market listesi çıkarmazdım'' dediğimde Toprak haklısın der gibi bana baktı. ''İstediğimizi alırız'' dedi. Zaten orta gelirli bir yaşam sürdüğünü düşünerek pek bir şey almamaya kararlıydım. Sonuçta bana kimse bir şey almak zorunda değildi. Kimseyi zor duruma düşüremezdim. Toprak'ın evinde misafirdim ne de olsa. Belirli bir süre sonra gidecektim. Ama o belirli süre ne kadar bir zaman dilimiydi bilmiyordum.

Bir marketin önünde durduğunda kemerimi çıkartıp arabadan dışarıya adımımı attım. Hava sıcak olsa da esen rüzgâr tenime ilişti. Bu hafif rüzgâr beni mutlu etse de içeri girmem gerekiyordu. İçeri beraber girdik.

Toprak'la hayatlarımız çok farklıydı. Belki birleşemeyecek cinsten. Birleştiği zamansa pamuk ipliğine bağlı bir türdendi. Kopmak üzere olan pamuk ipliği. Duygularımızı en uçta yaşayabileceğimiz fakat asla kopmaktan korkmayacağımız, ama bir gün kopacağımız bir ilişki olabilirdi. Gözlerime baktığında hep derince bakan gözleri beni farklı duygulara savursa da ben ve o pamuk ipliğinden farksızdık. Hayatlarımız birbirine bağlı olsa dahi kopabilirdik. Kopacaktık da.

Markete girerken sanki bir filmde sahne çekiyormuşçasına birbirimize baktık. Ardından ikimizde birbirimize aniden baktığımız için güldük. İçeri girdiğimizde yana bulunan alışveriş arabalarından aldım ve reyonlara bakarken abur cubur reyonu dikkatimi çekti. Acaba her hafta bir kere yediğim o çikolata hala var mıydı? Olmayabilirdi çok geçmişte kalan bir çikolataydı. Geleceğe doğru yürürken geçmişte bıraktıklarımdandı.

Bir çikolata alıp baklagil reyonuna doğru ilerledim birkaç paket makarna ekleyip reyonlarda ilerlemeye devam ettim. Arkamı döndüğümde Toprak aldığım o çikolatanın kutusunu almış peşimden geliyordu. Gülerek önüme geri döndüm. Toprak önüme geçince gülmemeye çalıştım. Kendimi sıkmam daha komik gösteriyor olabilirdi.

Önüme dönüp market alışverişine devam ettim. Küçük market alışverişimiz giderek büyüyordu ama her şeyden az az eklememe rağmen Toprak paket paket almaktan vazgeçmiyordu. Artık araba dolmaya başladığında bir süre sonra paket paket almaktan vazgeçti. Sadece annesiyle markete gelen uslu çocuklar gibi peşimde dolanıyordu.

Mutlu mutlu alışverişimizi yaparken sanki rafların ardında annemle kendi geçmişimizi görmek garibime gitmişti. Bu sefer rafların arasında ben ve Toprak olmamız dışında pek bir farkımız yoktu. Küçücük bir çocuk gibi çikolata reyonunda annemle pırıl pırıl gözlerle çikolatalara bakıyorduk. Bir diğer farkın annemin en uygun çikolatayı araması, benim ise en güzel çikolatayı.

Güzlerimin önü bulanıklaşınca görüntü de yavaş yavaş bulanıklaşıyordu. Bugün yemek yemememin etkisiyle gözlerim kararmaya başladı. Market arabasına daha sıkı tutundum. Dizlerim titriyordu. Toprak sürekli bana 'iyi misin' diyor. Bense cevap bile veremiyordum. Gözlerimi sürekli açıp kapayınca o karartı ve bulanıklık yavaştan gitmişti Toprak'a döndüm. Korku duyan ve derin bakan gözlerle sürekli bana bakıyor. Sanki gözleri bana bir şey söylemek istiyor gibiydi.

''Sanırım fazla aç kaldığımdan gözlerim karardı. Bunları alıp eve gidebilir miyiz? Bir şeyden ne olur ikiden fazla alma. Arabada bekleyeceğim seni.'' dedikten sonra Toprak market arabasıyla arkamdan gelip girişe geri geldim. Giriş ile çıkışın aynı yerden yapıldığı bir marketti. Arabanın uzaktan anahtarıyla arabayı açtı. Hızlıca arabaya ilerledim. Bir anda esen rüzgâr beni yalpalattı. Arabaya oturduğum zaman derin nefesler aldım. Kafamı geriye doğru yasladım.

Şu an hiç mutlu değildim hem açtım hem de nedensiz bir matem havası sarmıştı beni. Arabadaki dokunmatik ekranda 05.03.22 yazısını gördüm. Annemin doğum gününe sadece 1 aydan daha kısa bir süre kalmıştı. Aynı zamanda ölüm yıl dönümüne. Gözlerimi kaçırdım ve kapattım.

Geçmiş Zaman

Ezgi Karyeli'den

Babam beni okuldan almaya gelmişti. Hem ben ne yapmıştım ki? Bu denli okumak istemekten başka? Derste bir anda sınıfa girince şaşırmıştım. Öğretmenime iyi baba rolü oynasa da bana o rolleri sökmüyordu. Elbet bir şekilde foyası çıkacaktı. Çıktı da o okul koridorlarında bana bağırdı bana defalarca vurdu. Ağlamadan, pes etmeden sınıfıma gitmeye çalışsam da peşimi bırakmadı.

Babam zorla beni dersten alıp arabaya bindirmişti. Kolum çok acımıştı. ''Başıma orospu çıktın. Okulda birilerine veriyormuşsun pislik. Yarın evleneceksin'' dedikten sonra dünyam başıma yıkıldı. NE EVLENMESİ? Daha 16 yaşındaydım, daha reşit bile değildim. Ne evlenmesi diye karşı çıkmam gerekiyordu. Ama bu işin peşini asla bırakmayacaktım. Okumanın peşini bırakamazdım. Bu yaşıma kadar Mustafa Kemal'in yolunda okumuş bu yolumun devamında da öyle olup hayatıma devam etmek istiyordum. Mustafa Kemal'in yolundan okumak istiyordum. Başarılı bir hemşire olmak için çabalıyorken şimdi evlenip çocuk bakamazdım. Bu benim için imkansızdı evlenmek bana dünyanın en kötü şeyi gibi geliyordu. Evde akşama kadar temizlik yapıp kocam gelmeden birkaç saat önce yemek hazırlamam gerekiyordu. Bu köleliği asla yapmak istemiyordum yapmayacaktım da.

Evlenmeye bu denli karşıt biriyken şimdi babamın zoruyla evlenemezdim. Çok kısa bir sürede eve gelmiştik bana sanki yıllar geçmiş gibi gelmişti. Babamın daha hızlı gelmemiz için trafik kurallarını ihlal ettiğini bile söyleyebilirdim. Neydi bu acelesi? Arabadan inip hemen eve geçen babamın bende peşinden koşarak geldim. Hızlıca ayakkabılarımı çıkartıp babamın karşısına geçmiştim. Üstümde okul formam vardı. Karşımda da çiçek çikolatasıyla gelen insanlar. Babamı görmek isterken karşımda takım elbiseli benden birkaç daha doğrusu en az 5 yaş büyük biri vardı. İnsanların karşısında babamla kavga edemezdim. Eğer kavga edersem beni bu insanların karşısında döverdi. Hiç acımayacağını adım gibi biliyordum. Bu adamla evlenmek benim hayatımın sonunu getirecekmiş gibi hissediyordum.

''Kızımızda ne güzelmiş, bunlar iş kıyafetleri mi?'' dedikten sonra o yaşlı kadına döndüm. Ne diyordu böyle okul tişörtü olduğu gayet belliydi ne demeye getiriyordu. Bu kız anca dışarıda çalışır evlenince evinde de çalışır okuyacak gözümün olmayacağını düşünüyordu. ''Hayır okul tişörtüm teyze okuyorum ben hala'' dedim. Kadının teyze dememe bozulması hiç umurumda değildi. Okulumuzdaki kızlar gibi etek giymiyordum pantolon giyiyordum. Okulun müdürüne yalvar yakar yalvardıktan sonra pantolon giymeme izin vermişti. Şu zamanlar kızların okulda etek giymesi zorunluydu. Okuldaki kızlar genelde zengin ailelerin kızları olduğundan onlar bu tarz etekler giymeye alışıktı. Bende tek bir elbise bile yoktu. ''Bakın ben hala okuyorum okumak istiyor evlenmeye niyetim yok neden çiçek çikolatanızla geldiniz?'' dediklerinde karşımdaki teyze bana şaşkın bakışlarla bakmıştı. ''E madem kızımız da geldiğine göre bizlere bir kahve yapsın da görelim el becerilerini '' okuduğumu üzerime konduramamış olmalıydı ki hala çalıştığımı düşünüyor el becerimi görmek istiyordu.

Dediğinde anneme baktım. Annem bana üzgün bakışlarıyla bakıyordu. Mecbur gibiydim. Kızım kahvesine tuz koy damadın bu senin istemediğini gösterir. Dedi iç sesim onu haklı buldum ve karşımdaki dayıya beni istemeye gelen öküze gidip kahve yapmam gerekirdi. Arkamı dönüp küçük mutfağımıza ilerledim. Ders çalışırken ayakta kalmak için yaptığım kahveyi bu sefer beni istemeye gelen kişiye yapacak olmam beni geriyordu. Normalde annemle beraber içerdik Türk kahvesini hiç benim için gelen birine Türk kahvesi yapmamıştım ki. Şu anda derste olup tahtadakileri deftere geçirmek yerine beni talibi olarak gören kişiye kahve yapıyordum. Yapabildiğim en hızlı kahveyi yaptım. Kokusu içeriye gitmiş olmalı ki oradaki teyze ''Bize kahve yapıyor elleri lezzetlidir inşallah'' dedi. Kahveye bolca tuz kattıktan sonra güzelce annemin takımlarından birine koydum. Kahvenin hoş kokusu burnuma geliyordu. Fakat yapma amacım hiç hoş değildi.

Ardından üstüme başıma çeki düzen verdim. Pantolonum hep toz olmuştu tozların hepsini silkelemiştim. Belki toz lekeleri hala duruyordu ama geldiğim halden daha iyi gözüktüğüme emindim. Babamın kolumu sıkarak morarttığı yeri okul formamı bileklerime kadar çekip sakladım. Ayaklarım salona doğru ilerlerken zihnim kapıya doğru kaç diyordu. Salona girdiğim an herkesin gözü benim üzerimdeydi. Ellerim titriyordu ama titremesini belli etmemek için kendimi sıkıyordum. Takım elbiseli o adamın sehpasına kahveyi koyup annemin yanına oturup başımı öne eğdim. Kimsenin yüzüne bakacak durumda değildim. Babam beni zorla evlendiriyor ve karşımdaki adama benden kahve yapmalarını dahi istemişlerdi. Kahveye tuz koyduğumu hatırlayıp sırıtmalarımı saklamaya çalıştım. Karşımdaki adam tek dikişte kahveyi içip yüzünü buruşturmuştu. Annesine doğru eğilip bir şeyler söyleyip tekrar doğruldu. O adamın gözlerine baktığım sırada bana garip bir şekilde baktığının farkına vardım. Gözlerimi kaçırıp annesine baktım o da beni kötü bakışlarla korkutmaya çalışıyorlardı. Tuzlu kahve numarası işe yarar diye düşümsem de o kahveyi hiç umursamamışlardı.

''Birazdan fotoğrafçı gelir kızım git üzerini değiştir saçlarını fırçala güzel gözük emi. Yüzük takacağız'' dedikten sonra gözlerimi büyüterek çok konuşan o teyzeye baktıktan sonra anneme baktım. Annem gerçekten böyle bir şeye izin vermiş miydi? İzin vermediğine inanmak istiyordum.

Şimdiki zaman

Deniz Karyeli'den

Bir anda arabanın sürücü kapısı açılınca içimi korku kaplamıştı. Girenin Toprak olduğunu değil de sanki babammış gibi hissettim. Bana vurmaya çalışıyormuş gibi. Korkuyla ellerimi yüzüme getirdim. Babam hep bana vururdu. Vurmaya yeltenir bazense tokat atardı. Bazen üzerime kaynar su dökerdi.

Ellerimi yüzümden indirmeye yaklaşırken Toprak'ı gördüm. Neden ellerimle yüzümü koruduğumu anlayamamıştı tabi ki de. Toprak'a doğru baktığımda ona bir açıklama yapma gereği duydum. ''Yabancı biri sandım o yüzden yaptım, yani kendimi korumaya çalıştım'' dedim. Saf salak halimle. Daha doğru düzgün bir cümle bile kuramamıştım. Toprak en azından ne olduğunu anlamamış bu davranışımı refleks olarak yorumlayıp önünde dönmüştür diye düşündüm.

Toprak arabayı çalıştırmış hatta ilerlemeye başlamıştık. Toprak'ın ağzını bıçak açmıyordu. Sokağın sonundan dönüp geldiğimiz sokakların bir arka sokağından gitmeye başladık. Bir binanın önünde oynayan çocuklar çok mutlu görünüyorlardı. Keşke bende çocukluğumu bu kadar mutlu geçirseydim diye düşündüm. Çocukluğumda anneannem korkusundan beni sadece markete çıkartmış. Annemse sadece parka götürmüştü. Sürekli parka götürür müydü bilmiyorum ama annemle de çok fazla hatırladığım market anım vardı.

Geçmiş Zaman

Ezgi Karyeli'den

Dün gece Fatih eve gelmemişti. Gün içerisinde gelmeyeceğini adımdan gibi iyi biliyordum. Oğlum evde değildi çalışıyordu. Babasının yapmadığı işi o yapıyor eve ekmek getiriyordu. Deniz'in tek arkadaşı abisi olduğundan Deniz evde çok sıkılıyordu. Parka gidip elbette oynamasını isterdim ama daha önce Deniz'i parka götürdüğümde komşuların dilinden düşmemiş Fatih duymuş hatta kavga çıkartmıştı evde. Parka çıkartıp oynamasını istemem bence suç değildi. Evin yakınlarındaki bir parka gidebilirdik. Sonuçta Deniz'de bir çocuktu oynamaya hakkı vardı. Deniz'e dışarı çıkacağımızı söylediğim zaman çok heyecanlanmış evde bir o yana bir bu yana koşturup duruyordu. Markete gideceğimizi düşünüyordu. Marketten başka yer bilmiyordu. Bu sefer parka götürecek Deniz'in eğelenmesini sağlayacaktım.

Bir anda gözümün önünden kayboldu ardından bir elinde tulumu diğer elinde ise her zaman oynadığı anahtarlık olan ayıcık vardı. Elindeki tulumu giymek istiyordu. Hızlıca giydirdim. Deniz'e sarı renk çok yakışıyordu. Sarı tulumu ile uyumlu sarı lastik tokalarla iki tane atkuyruğu yaptım. Girişte bulunan aynaya doğru ilerlerken Deniz'i kucağıma aldım. Deniz kendine bakarken çığlık atıp ayaklarını sallıyordu. Bense ona sarılıp kokluyordum.

Deniz'i seven bir baba olsaydı ona en güzel kıyafetleri alıp giydirebilirdin Ezgi. Okumak olan planımı bozan babam yüzünden şu an iki evlat sahibiydim. Çocuklarımdan pişman değildim tabi ki de ama sevdiğim biriyle evlenseydim Deniz daha mutlu olabilirdi. Oğlum babası yerine çalışmak zorunda kalmazdı ve en önemlisi kavga olmayan bir evde büyürlerdi. Deniz babası geldiğinde sevinç çığlıklarını saklamak zorunda kalmazdı.

Dışarı çıktığımızda hiç elimi tutmayı bırakmazdı. Hep elimden tutardı. Deniz büyüdüğünde abisine düşkün bir kız olacağı belliydi. Abisiyle gülüyor, eğleniyordu sadece. Abisinden başka arkadaşı yoktu. Şimdi arkadaşları olacaktı. Sık sık getiremesem de getirmeye çalışacaktım. Onun da eğlenmeye arkadaşlarının olmasına ihtiyacı vardı.

Kapının yanındaki askılıktan çantamı da aldıktan sonra Deniz'in sıkı sıkı parmağımı tuttuğunu gördüm. Her ne kadar dışarı çıkmayı sevse de kaybolmaktan korkuyordu. Ayakkabılarını giydirdikten sonra yavaş yavaş merdivenlerden indik ve parka doğru yürümeye başladık. Deniz bütün kelimeleri öğrenmemiş olsa bile anlayabileceğim şekilde konuşabiliyordu artık. Evin alt sokağında olan parka doğru ilerlerken Deniz bana baktı.

''Anne park!'' dedi sadece. Çizgi filmlerde gördüğü parklara gidiyorduk şu anda. Çok mutluydu zıplaya zıplaya ilerliyordu. ''Anne salıncak'' dedi parkın aletleri gözüktüğü an. Çok fazla çocuk yoktu bu yüzden hemen salıncaklara doğru koştuk. Deniz'i salıncağa oturttum. Salıncaktan bacakları sarkmıyordu bile. Bir oyuncak bebeğe benziyordu. Belki biraz yükseğe çıktığı için korkabilirdi. Salıncağın demirlerini sıkı sıkı tutmuştu. Korksa da salıncakta sallanabilirdi. Umarım korkmazdı.

Yavaş yavaş sallıyordum. Bir anda arkasını döndü. ''Anne çok korkuyorum'' dedi bebeksi sesiyle ağlamaya yakındı. Korkmuştu. İlk defa girdiği deneyimlediği bir şeydi sonuçta korkmasını normal karşıladım. Elimdeki çantamı omzuma taktıktan sona Deniz'i kucağıma aldım. Bana sıkı sıkı sarılıyordu. Belki kaydıraktan korkmaz diye kısa kaydıraklardan birine getirdim. ''Annecim kaymak ister misin?'' dedim. Deniz yeni şeyler denemeye bayılıyordu. Bu yüzden sıkı sıkı sarılmasını bırakıp bana doğru baktı. Kafasını salladı. Bende onu kaydırağın başına oturttum ve parmağımdan tutmasına izin verdim.

Bir anda kaydırağın ucuna doğru inmişti. Yüzüne çarpan hava onu mutlu etmiş olacaktı ki gülümsüyordu. Göz yaşları yanaklarından damlamıştı. Artık ağlamıyor, gülüyordu. Birkaç kez daha kaydıktan sonra Deniz yürüyerek beni başka aletlere götürmeye çalışırken bize doğru sinirle gelen Fatih'i gördüm. Benden ne istiyordu ki? Ben sadece çocuğumu eğlendirmek istiyordum. Çocuğumun mutluluğuyla mutlu olmak istiyordum. Deniz'in mutluluğuyla mutlu olmak istiyordum. Deniz hep mutlu olsun istiyordum. Bunca zaman o evde Deniz için dayanmıştım zaten.

Deniz'i kucağıma aldığım sırada Deniz, üzerimize doğru gelen Fatihi görmüş olacak ki bana sıkı sıkı sarıldı. Boynuma ne kadar sıkı sarılırsa o kadar güvende olacağını hissediyor olabilirdi. Fatih'ten yani babasından korkuyordu ve şu an tek sığınabileceği kişi bendim. Fatih yanımıza geldiğinde korku dolu bakışlarımı ondan kaçırdım. ''Elimde kalacaksın, dua et ki baban rahatsızlanmış oraya gideceğiz.'' dedikten sonra Deniz'e sarıldığım kolumdan tutunca Deniz'i düşüreceğim sandım. Bana o kadar sıkı sarılmıştı ki ve bana sonsuz güveni beni mutlu etse de diğer elimle Deniz'i tutmaya devam ettim. Ona sarılırken tek bir fısıltı bile çıkartmıyordu sessiz sessiz bana sarılıyordu.

Babamın rahatsızlanması umurumda bile olmamıştı. Kızını parayla satabilecek bir adamdı. Üzülmemiştim. Arabaya geldiğimiz sırada ön koltukta oğlumu görmüştüm. Bir nebze rahatlamıştım. Arabanın içerisinde kavga olmayacağı için mutlu oldum. Deniz'le beraber arka koltuğa geçtik. Oturduktan sonra Fatih rastgele birileriyle konuşurken arabayı sürmeye devam ediyordu. Bende o sırada denizle fısıldaşıyordum. ''Eve gidince ne yemek istersin Deniz bulgur pilavı yemek ister misin?'' diye sorunca kafa sallamıştı. Asla cevap vermiyordu. Fatih'ten çok korkuyordu. Tekrar vurur ona bağırır diye. Babası ona bağırdıktan sonra en ufak bir ses yükseltmeye gözü dolmaya başlamıştı.

Fatih ışıklarda durup telefonu kapatınca ona bir soru yönelttim. ''Eve gidince ne yemek istiyorsun ona göre bir şeyler hazırlayayım?'' dediğimde bana ''Dışarıdan yeriz şimdi eve gittiğimizde geç olur sen hızlı bir şeyler hazırlayamazsın'' dedi. Dışarda ilk defa yiyecektim 17 yıllık evliydik ama ilk defa dışarıda yemek yiyecektik. ''Tamam'' dedim fısıldarcasına. Ben hızlı hazırlayamam diye dışarda yemek yemek istemiyordu elbette. Fatih neredeyse haftanın 4 günü evde değildi ve dışarıdan yiyordu bu bariz belliydi.

-BÖLÜM SONU-

Diğer bölümlere nazaran daha kısa bir bölümdü bir kısa bölüm sonrasında asıl olaylar başlıyor. Neredeyse 3000 kelimelik bir bölümdü bir sonraki haftaaa yinee görüşmek üzeree sağlıkla ve okur kalın...

Loading...
0%