Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm Ruhu Yarali

@sarturndennkacan

ÖLÜMCÜL ÇIĞLIKLAR


8. BÖLÜM ''RUHU YARALI''

Bu bölüm YarenGzelel ithaf edilmiştir.

İyi ki doğdun! İyi ki tanıştık.


Şimdiki Zaman

Toprak Kantaş'tan

Her şey için çok pişmandım. Deniz'in hayatı kötüyken daha kötü hale getirdiğim için çok pişmandım. İçerideydi, vücudundaki darp izlerinin fotoğrafları çekiliyordu. Kadın bir hemşire ayakta durması için yardım etse de dizleri titriyor ayakta durmakta zorluk çekiyordu. Sadece hastaneye gelmesinin ardından 24 saat bile geçmemişti. Toparlanmaya çalışıyordu. Sadece fotoğraf çekilmesi için saatlerce ayakta kalmıştı. Fotoğraflar çekildikten sonra hemşirenin yardımıyla yeni kıyafetlerini giymiş ve bu kapıdan tekerlekli sandalyeyle çıkarken kapının ardından ben var mıyım diye kontrol etmişti. Beni sağında görünce gülümsedi. Neden bu kadar masum gülümsüyordu ki. Bu masum gülüşü içimi parçalıyordu.

Sandalyesinde daha çok doğrulduktan sonra ayağa kalkmaya çalıştı. Devrileceğini, düşeceğini zannettim. O yüzden hızlıca ona sarılır gibi bir hamle yaptım. O ise kollarını ensemde birleştirmişti. ''Şu an sadece sana sarılmak istiyorum bana sarılır mısın?'' dediğinde daha sıkı sarıldım. Sabah onun bana sarılmasına ihtiyacım varken şimdi onun bana sarılmaya ihtiyacı vardı. Deniz'in bana gece saatlerinde de ihtiyacı vardı ama ben onun yanında değildim ona yardım edememiştim. ''Lütfen, lütfen sarılmayı bırakma. Hep bana sıkı sıkı sarıl lütfen'' dediğinde şaşırsam da sarılmaya devam ettim. Derin bir nefes aldım, kokusunu içime çektim. Etraftaki matem havası aldığım nefesle beraber içimi kaplamıştı.

Canının yandığına emindim ama her şeyle savaşacak kadar, yanımda kalmaya dayanacak kadar direnmeye çalışıyordu. Deniz'le hiç birbirimizi bulmamamız gereken bir zamanda bulduğumuz için kendime küfürler ettim. Belki daha önceden tanışabilirdik. O hastaneye zorla yatırılmamış olsaydı belki de acilde belki de bir kafede. Şimdi ise bir felaketin ortasında o kadar masum kalıyordu ki tek suçu benimle tanışmaktı.

''Sana sarıldığım zaman hep sıkı sıkı ve uzun uzun sarılacağıma söz veriyorum Deniz.'' dediğimde o mesaja inanmamam gerektiğine bir kez daha inandım. O mesaj Deniz'in atmayacağı türden bir mesajdı. Deniz eğer gidecekse benimle her türlü vedalaşırdı. Vedalaştıktan sonra da bırakmazdı ki. Sürekli mesaj atardı. Kalbi o kadar iyiyken onu bu duruma ben sokmuştum. Benim yüzümden bunları yaşamıştı. Biri benim yüzümden dalgalarında kaybolduğum kızın denizini kirletti.

Deniz ayağa kalktığından daha fazla titremeye başlayan dizlerini fark ettiğimde onu sandalyesine geri oturtturdum. Deniz'i kapının dışarısına çıkartan hemşire sağ taraftaki bekleme koltuklarında oturmaya başlamış mutlu mutlu bize bakıyordu. Sarılmayı bıraktığımızı fark ettiğinde kafasını sallayıp yanımıza geldi. ''Çok yakışıyorsunuz'' dediğinde Deniz çok utanmıştı. Belki de şu an öyle bir duygusu yoktu ama kalbinde heyecan bıraktığımı bilmek güzeldi. Kalbinde küçük bir heyecan yaratabiliyordum. Onun kalbinde yaşamaya başlamıştım daha Deniz bunun yeni farkına varmış olabilirdi.

Hemşire sandalyeyi sürerken Deniz sürekli bana bakıyordu. Bana baktığı sırada fark edip bende ona bakıyordum. Deniz asansörü gördüğünde bana uzun uzun bakıp işaret parmağımdan tuttu. Onun gözlerine baktım. Ela gibiydi ama ismimi gözlerinde taşıyordu. Yaralı ruhu gözlerinden okunuyordu. Yaralı ruhu bedeninden daha yaralıydı.

Asansöre bindiğimizde hiç kimse yoktu. Onun en iyi tedaviyi görmesi için çabalıyordum. Ben tedavi ediyordum. Ruhunu tedavi edemesem de kendisine, bedenini iyileştirmek için çabalıyordum. Bugün 24.03.2022'ydi ve ben Deniz'i tedavi edip iyileştirmeye, yardım etmeye yemin etmiştim. Onu iyileştirecektim, inanıyordum. Deniz'in mutlu olacağına, Deniz'le beraber mutlu olacağımıza. Asansör yukarı çıkarken kimse tek bir ses bile çıkartmıyordu. Deniz elimi tutuyor olması benim için bir şaşkınlık değildi ama kafasını koluma yaslamıştı. Yorgun düşmüş olabilirdi. Biraz daha öyle kalırken asansör duracağına dair bir ses duyurdu. Asansör durduğunda kafasını kolumdan çekti. Odasına doğru giderken sadece önüme doğru bakıyordum.

Deniz'in odasının kapısına geldiğimizde babamı görmeyi aksattığım aklıma geldi. Denizle saatlerdir beraberken babamın da saatlerdir durumunu öğrenmemiştim. ''Deniz ben bir babama bakıp geleyim olur mu?'' olumlu anlamda kafasını sağlayınca parmakları elimden çekildi. Hemşiresi onu odasına doğru götürürken sadece kapı pervazından bakabiliyordum. Sanki içeriye girmem yasaktı gibi onun hayatını sadece uzaktan izleyebiliyormuş gibi hissettim. Hemşire Deniz'i yatağının yanına kadar getirip, zor da olsa yatağına yatırdı. Bunu görüp rahat bir şekilde yan odadaki babamın yanına gittim. Durumu iyiye gitmiyordu. 2 kez bıçaklanmış ilki kalbinin altından ikincisi ise karın boşluğundaydı. Vücudu yaşlılık evresinde olduğu için hızlı iyileşemiyordu. İyileşmek bir yanda dursun daha da kötüleşiyordu. Hala odasındaydı yoğun bakıma alınmamıştı durumu en azından o kadar kötü değildi.

Babamın bu durumuna her ne kadar yardım etmek istesem de babam olduğu için ne ameliyatlarına girebiliyordum ne de serum değiştirebiliyordum. Prosedürü ben değiştiremezdim sonuçta. Babamla ilgilenenlerde meslektaşlarımdı onlara güvenmek zorundaydım.

Deniz Karyeli'den

Yattığım yerden kalkınca kendimi küçük tahta bir evde olduğumu fark etmiştim. Etrafa bakınıyordum ne yapacağımı bilmez haldeydim. Duygularım karmakarışıktı. Ayaktayken bu küçük tahta evin içerisinde ne olduğuna bakmam gerektiğini düşündüm. Küçük bir masa alkol şişeleri üç tahta kapı. Evin her yeri olduğu gibi tahta kapıyı da kendime çekerek açtım. Sadece kafamın geçebileceği kadar boşluk bırakmış dışarı bakıyordum. Şafak daha yeni söküyordu fakat dışarıda elinde bir gaz lambası olan kadın vardı. Kadın hızlı adımlarla olduğum yere gelirken annem olduğunu fark ettim. Kapıyı daha çok kendime çekip açtım. Veranda da birkaç adım attıktan sonra birkaç basamaklı olan o merdivenlerden hızlı hızlı indim ve koşup anneme sarıldım.

Kokusunu, teninin sıcaklığını her şeyini unutmuştum resmen. Annemi unutmamak isteyen ben annemi unutmuştum. Annem asla bana sarılmazken kollarımı ondan çektim ve yüzüne baktım. Yüzünde birden bir yara belirdi. Daha yeniydi ve kanıyordu. Annemin yarasına dokunup iyileştireceğimi sanıyorken. Ardından biri ayağının altındaki karı eziyor gibi bir ses geldi. Aniden arkamı döndüğümde elindeki kanlı bıçakla babamı daha doğrusu annemin katilini göreceğimi düşünmedim. Ayaklarımın altında bir soğukluk hissedince yere baktım. Bu soğukluk annemin kanıydı. Annemin bıçak yaralarından süzülen o kanlardı. Annem katiline gözleri dolu bir şekilde bakıyordu. Sanki 'Beni öldürme' der gibi bakıyordu. Annemi buradan götürüp düzgün bir hayat yaşatabilirdim. Artık büyümüştüm annemle kaçıp gidebilirdik buralardan. Annemin elini tutup bu ormandan kaçacağımızı düşünürken annemin eli resmen beni kabul etmiyordu. Her tuttuğum seferde babam bir adım daha yaklaşsa da elim kayıyordu.

Annemi burada bırakmak istemiyordum. Hem de burada hiç bırakmak istemiyordum. Yaralarına merhem olmak iyileştirmek istiyordum. Babam her bir adım daha gelirken annemin yüzünü avuçladım. ''Ben gerçek değilim ama baban gerçek kaç kurtar kendini'' diyen annem gözlerimin içine bakmıştı. Annem gerçek değil miydi? Ama kokusu tanıdığım bir kokuyla aynıydı. Zamanında alıştığım teninin sıcaklığı beni sarıp sarmalarken ki aynı sıcaklıktı. Anneme bir kez daha sarıldım. Bu gerçeklikte annem her gün kaybolacaktı. Benim zihnimde de kaybolmaya devam edecek yavaş yavaş yok olacaktı. Babam şimdi ise annemi kovalamıyordu beni kovalıyordu. Şimdi annem değil benim babamdan katilimden kaçmam gerekiyordu. Annemi sıkı sıkı sararken bir anda bırakıp koşmaya başladım. Karşımda bir göl vardı. Hayır göl değildi. Kan gölüydü. Kan o kadar koyuydu ki. Akşam karanlığına yakınken su sanmıştım. Yakınlaştığım sırada kan olduğunu anlamıştım. Bir anlık hissiyatla arkama döndüğümde biri bana sarılmıştı.

Toprak Kantaş'tan

Deniz kâbus görüyordu. Gözlerini açtığında onu doğrultup sarıldım, saçlarını okşamaya başladım. ''Bir şey yok artık yanındayım, hep yanında olacağım'' derken ne olduğunu fark edememiş olmalıydı. Birkaç saniye sonra kolları boynuma dolandı. ''Çok kötü bir şeydi. Kâbus değildi rüya hiç değildi. Korkunçtu. Annemin katilini gördüm, bu sefer beni öldürmek için geliyordu.'' dediğimde gözlerimi şaşkınlıkla açtım. Deniz kendini benden uzaklaştırarak sadece gözlerime baktı. Yaşamak istediği o kadar açıktı ki. Bu hayatı yaşamak istiyordu. Öleceğini bilse ve her dakika ölüme daha çok yakınlaşsa da bu hayatı yaşamak istiyordu.

''Hayır öyle bir şey yok kimse seni öldürmeyecek, sen yaşayacaksın Deniz'' dediğimde bana inanmak istercesine bakıyordu. İnanmak istiyordu çünkü yaşamak istiyordu. ''Ben eve gitmek istiyorum Toprak burada kendimi hiç iyi hissetmiyorum'' dediğinde olumsuz bir şekilde kafamı salladım ''Olmaz Deniz burada kalman daha hızlı iyileşmen için bir fırsat ayrıca babamın yanına gelmek için sürekli yanından ayrılacağım bu başına bir şey daha gelebilmesine yol açar seni tek bırakamam'' tek bırakamazdım. Tek uyuduğunda bile kâbus görmeye başlamıştı. Onu nasıl tek bırakırdım.

Dediklerimi duyduktan sonra kabullenmişti. Burada kalmak zorundaydı. İyileşmesi onun yararına olacaktı. Dün sabah o günün mükemmel olacağını zannetmiştik fakat bir gün sonrasından hiç iyi olmadığını anlıyorum. Keşke o gün hiç olmasaydı diye keşkelerimi içimden geçiriyordum. Deniz yatağına geri uzandı. Komidindeki ona verdiğim telefonu fark etmiş olmalı ki uzatıp eline aldı. Garip garip şeylere bakarken bir anda sesini düzeltmek için öksürdü. ''Toprak Kantaş'ın kız kardeşi Grace İstanbul hava limanında görüntülendi. Babasının yanına geldiği düşünülüyor. Grace ona yöneltilen hiçbir soruyu cevaplamadı.'' dediğinde kız kardeşimin Türkiye'ye daha doğrusu İstanbul'a geldiğini düşünmüyordum. Bu düşüncelerimi bir kenara bırakıp kardeşimi aramam gerekiyordu ki Deniz'in elindeki telefonu kulağına götürdüğünü gördüm.

''Alo abi?'' dedi. Abisiyle konuşması beni bir nebze mutlu etti. ''Abi ne diyorsun ben nasıl bir anda Amerika'ya geleyim benim pasaportum bile yok'' dediğinde kafamı bir anda Deniz'e doğru çevirip, büyüttüm. O sadece yavaşça gözlerini kapatmıştı. 'Bir şey yok' mu demeye çalışıyordu. Deniz abisiyle konuşurken dediklerinden hiçbir şey anlamıyordum.

Deniz şimdi benden mi gidecekti? ''Abi ben gelmeyeceğim hem durumum her dakika daha iyiye gidiyor merak etme'' dediğinde etraftaki sessizlikten abisinin sesini duyuyordum. ''İyi, orada kal ama kendine çok dikkat et oraya geldiğimde seni sağlam görmek istiyorum'' dedikten sonra Deniz telefonu kulağından kucağına doğru götürdü. ''Her şey düzelecek, inanıyorum'' dediğinde gülümsedim. İnanıyordu, en önemlisi hislerine, hislerimize güveniyordu.

Deniz Karyeli'den

Abimle telefon konuşmamızdan sonra moralim bozulsa da Toprak'a çaktırmamaya çalışıyordum. Beni Türkiye'den hiç bilmediğim tanımadığım bir ülkeye Amerika'ya götürmek istiyordu. Çünkü en küçük somurtmamda 'ne oldu' diye soruyordu. Aslında pek bir şey yoktu sadece her yerim ağrıyordu. Bu normaldi yani sanırım normaldi. Ayriyeten doktorumun Toprak olması benim için daha iyiydi. En azından doktorlarla uğraşmayacaktım. Toprak ayakta camdan dışarı bakarken ona seslendim ''Toprak'' dedim kısık sesimle. Sesimi duyup hemen bana dönüp birkaç adımla yanımdaki sandalyeye oturmuştu. ''Ağrılarım yine başladı çok normaller ama sırtım çok acıyor üzerine yattığımdan dolayı ağrı kesici bir krem vardı sürebilir misin?'' diye sorduğumda bana ''Sorman hata'' demişti. Gülümsemiştim bana gösterdiği ilgi beni çok mutlu ediyordu.

Bana bebek bakıyor gibi bakıyor, ilgileniyordu. Bu ilgi ise beni mutlu ediyordu. Kremi yanına alarak ilk önce yattığım yatağı dikleştirdi. Kendimi sıkıp dik durmaya çalışırken yattığım yatak eski haline geri döndürdü. Toprak arkama oturdu ve sırtımı açmamı bekledi. Tişörtümü sırtımdan sıyırdım. Tişörtümü bir eliyle tutarken diğer eliyle de kremi sürmeye çalışıyordu. Krem soğuk olduğundan her dokunuşunda daha çok ürperiyordum. ''Birazdan krem teninin sıcaklığıyla ısınır merak etme'' dediğinde başımı salladım. Zaten birazdan ısınacağını biliyordum.

Toprak tişörtümü düzelttikten sonra arkamdan kalkıp sedyeyi yükseltti. ''Hastane önünde bir sürü magazinci var ve hepsi durumunu merak ediyor'' dedi elinde sedye kumandası vardı. Gözlerimi yüzüne doğru kaldırdım.

Deniz Karyeli'den

21 Mart 2021

Her zamanki gibiydi sabah erken saatlerde uyanmıştım. Normalde hemşireler 8-9 gibi uyanmamızı beklerken ben 6'da uyanıyor çizgi film kanallarında geziyordum. Bir çizgi film bittiğinde diğerine geçiyor 8'e kadar vakit geçiriyordum. Hemşire beni kontrol etmeye geliyor sonrasında da yemeğimi getiriyordu.

Her zamanki gibi yemeğimi yerken bir yandan da çizgi film izliyordum. Bağdaş kurmuş izlerken en komik kısmında kapı açıldı. Başta hemşire gelip yemeğimi bitti sanıp yemeğimi aldı zannetmiştim. Ama kapıya doğru baktığımda yüzünde maske olan elinde de bıçak olan biri vardı. Korkuyla adamın gözlerine baktım. Adam ardından kapıyı kapatınca daha çok korktum. ''Senin'' dedikten sonra bir adım yaklaştı. Ellerimi sedyenin üstüne koydum her an hızla ilerleyip camdan aşağıya sarkabilmek için cesaret topluyordum. Sanırım bu cesareti asla toplayamayacaktım. ''Yüzünden'' bir adım daha. ''Kardeşim iyileşmesine rağmen bu hastanede kalmak zorunda'' derken derin nefes almış büyükçe bir adım atmıştı. Artık sedyemin başına neredeyse 1 adım atmasa bile ulaşabilirdi.

Kendi içimde çelişirken gözlerim cama gitti. Cama çok fazla bakmış olmalıyım ki o adam kollarımı arkamda birleştirip beni ayağa kaldırdı. Korkuyla odanın en sağ tarafındaki aynaya gözlerim takıldı. Adam benden epeyce iri ve uzundu. Kurtulmam imkansızdı. Derin nefesler alırken beni kapının yanındaki duvara yaslayıp kollarımı yukarıdan tutarken boğazıma bıçağını dayadı. Derin nefesler almıyor, kısık kısık nefesler alıyordum. Derin nefes alırsam bu bıçağın beni kesebileceğini biliyordum. Ardından kafamı sedyeme uzatırken annemi sedyenin yanındaki koltukta otururken gördüm. ''Anne'' diye fısıldadım. Annem bana ''Kurtulacaksın'' diye fısıldadı.

Annem bana yalan söylemezdi. Alabildiğim kadar kısık nefesler aldım ve ciğerimi doldurdum. İçimdeki nefesin dışarı çıkmak istediğini fark ettiğim sırada atabileceğim en büyük çığlığı atıp boğazımı zorladım. Çığlık atarken bıçağın üzerimde bir kesik oluşturduğunu fark ettiğim için gözlerimden bir yaş bıraktım. Bu acıya dayanabilirdim çünkü daha büyük acılar çekmiştim. Bu acı onların yanında katlanılabilir kalıyordu.

Hemşirem çığlığımla beraber odaya güvenliklerle gelmişti. Normalde bu tarz olaylarda kameralar izlenir fakat hiçbir şey yapmazlardı. Beni kurtarmak için gelmişlerdi. Hemşiremin beni önemsemesi beni mutlu etse de. Karşımdaki adam kaçmamıştı. Her göz yaşımı teker teker izleyip nefesini kulaklarımda hissettirmişti. Güvenlikler karşımdaki caniyi kollarından tutup dışarı çıkartırken elindeki bıçak yere düştü. Hemşirem benim daha fazla ayakta duramadığımı anlayıp kollarını belime sardı. ''Arkadaşlar yardım edin hemen, Kerem hocayı çağırın!'' dediğini duydum. Birkaç kişinin geldiğini ve beni sedyeme geri yatırdıklarını gördüm. Çizgi film oynamaya devam ediyordu ama ben o sırada gerçekliği hat safhada yaşıyordum.

Deniz Karyeli'den


Şimdiki Zaman

Elimdeki telefondan magazin haberlerine bakarken sürekli kendimi görüyordum. O gecedeki halimi görüyordum. O gecedeki halden bu sabahki hale gelmem çok acı vericiydi. ''Toprak Kantaş'ın ev arkadaşı ''Deniz Karyeli'nin'' saldırıya uğradığı ve durumunun iyi olduğu öğrenildi'' haberini her gördüğüm zaman Toprak'a okuyordum. Toprak her dediğimi büyük bir dikkatle dinliyordu. ''Sanırım 8 oldu'' diye saymıştı. Aslında dalgasına sayıyordu biliyordum. Ama o haberlerin altındaki yorumları okuduğum zaman kimsenin bana kötü bir şey yazdığını görmedim. Herkes iyi olmam içim umut ettiği yorumlar atıyordu. Bu ise beni mutlu ediyordu.

Toprak ise kendi telefonundan bazı işler yapıyordu sanırım. Sürekli birileriyle konuşuyordu. ''Kız kardeşim buraya geliyor. Hem babamı hem de seni görmek için'' dediğinde elimdeki telefondan bir anda Toprak'a baktım. ''Babanı anlarım da ben ne alaka benim için niye geliyor... Gelmesin bu halimle utanırım'' dediğimde üzerime örtülen çarşafı kafama kadar çektim. Bu sefer Toprak yanıma gelip çarşafı başımdan çekti ve gözlerini kaldırıp bana baktı. ''Utanmana gerek yok ki! Bedenindeki morluklardan utanmana gerek yok bu senin bile isteye yaptığın bir şey değildi. Ayrıca o geceden farkın yok hala çok güzelsin'' dediğinde bakışlarımı aşağıya doğru diktim. En son dediği cümlesine çok utanmıştım. Neden utandığımı bende bilmiyordum ama utanmıştım işte.

Telefona bakmaya devam ederken kapı tıklandı. Toprak'ın ''gel'' demesiyle birlikte kapı açıldı. Karşımda çok güzel bir kadın vardı. Saçları bir kere zengin sarısıydı. Gözleri yeşil ve çok güzeldi. Boyu oldukça uzun, manken gibiydi. Üzerine bol bir tişört geçirmiş olması fiziğini pek kapatmıyordu bile. Çok güzel bir fiziği, boyu ve saçları vardı. ''Abi'' dedikten sonra bana değil Toprak'a bakmaya başladı. Toprak yağa kalkarak kız kardeşine sarıldı. Nedense huzursuz hissetmeye başlamıştım.

Gelen kız kardeşi olmasına rağmen dakikalarca yan yana oturup İngilizce bir şeyler konuşurken ben kadar İngilizce bilmediğimden hiçbir şey anlayamıyordum. Anlayamadığımdan dolayı bu fısıltılar benim kulağıma ninni gibi geliyordu. Ninniler benim uykumu getirirken. Elimdeki telefonu sedyeye bırakıp kafamı geriye doğru yasladım. Sedyenin dik olması beni rahatsız etmemişti ki gözlerim yavaştan ağırlaşarak kapanmaya başlamıştı. En son Toprak'ın konuştuklarını duymuştum. ''I have feelings for that girl''

🕯️

Gözlerimi kırpıştırarak açtığımda her yerimde kuvvetli bir ağrı hissettim. Sağıma baktığımda sanki aynı hastanedeydim ama solumdaki cam yoktu. Toprak o camdan dışarı bakardı. Şimdi o cam yoktu, Toprak'ta yoktu. Belki perdelerin kapalı olduğunu düşündüm ama etraftaki kısık ışıklı da olsa kapıdan içeriye giren az da olsa ışık vardı. Bu dışarıdan gelen ışık perde bile olmadığını gösteriyordu. Etrafımdaki koltuklar gitmişti. Fakat elimi birazcık ileri taşıdığımda telefonun burada olduğunu fark ettim. Konuşmadan sessizce bu telefonla Toprak'la iletişime geçebilirdim. Bu sefer bir şeyler yaşanmadan kurtulabilirdim. Yüksek ihtimalle yine o cani tarafından kaçırılmıştım.

Telefonu yüz hizama kadar getirebilmiştim. Açtığımda ilk önce telefonun ışığı gözlerimi rahatsız etti. Gözlerimi kırpıştırarak telefonun ışığını kıstım. Sonrasında telefon kısmına girerek Toprak'ın ismini buldum ve üzerine tıkladım. Telefon çalarken telefonun sesini en kısığa alarak bacağımın altına koydum. Telefonun mikrofon kısmının altında olduğunu düşünerek alt kısmını bacağımın dışına doğru çevirdim. Bacaklarıma her dokunmamda ağrının daha da fazla arttığını hissediyordum. Aralık olan ve içeri az da olsa ışığın girdiği kapı bir anda açıldı.

O kişiydi, bana saldıran hatta hastanede boynuma bıçak dayayan. Güvenlikler onu benim üzerimden alırken bile gözlerime bakandı. Elindeki bıçak hala değişmemişti. Aynı gölge, aynı duruş, aynı kostüm. Aynı vahşet. O adam bana yaklaşmaya devam ederken artık korkmuyordum. Her seferinde daha ne yaşabilirim diye düşünürken ellerim boğazımdaki o bıçak izine gitti.

Gözlerimizi bu sefer ben birleştirdim. Bir insanın içinde hiç mi merhamet olmazdı. Hep mi korkunçluk. Vahşet saçmak mı zorundalardı? Her saniye küçük adımlar atarak yanıma geliyordu. Babama benzettiğim bu cani aslında babam değildi. Babamdan daha kötü bir insandı fakat babamın anneme yaşattıklarının aynısını yaşatıyordu. Ben ne annem gibi değildim. Annem gibi ölmek istemiyordum. Annemi çok sevsem de annem gibi ölmek hiçbir kadın istemezdi. Ama babam gibi vahşet saçmak isteyen çoktu. Onlardan biri de karşımdaydı.

''Daha ne yapabilirsin ki? Yine bıçağı boğazıma dayar ölmemi mi istersin?'' dediğimde adam garipsedi. Daha çok yaklaştı. Ama ben birilerinin beni kurtarmaya yaklaşacağını hissediyordum. İnanıyordum bu sefer iyileşeceğime, inanıyordum bu sefer kurtulacağıma. Derken gözlerimi kapatmış ellerimi kulaklarımla sanki bir şey duymak istemezcesine kapatmıştım. Örtü üzerimden kaymış gitmiş telefon gün yüzüne çıkmıştı. Tanımadığım adam hızlıca yanıma yaklaşıp telefonu aldı. ''Toprak'' diyebilmiştim sadece. Ondan sonrasında gözlerimi korkudan çok sıkı kapatıp bacaklarımı serbest bırakmıştım. Telefonun kırılma seslerini duyarken ben sadece yatakta uzanıyordum. Sadece karnıma bir şey girdiğini hissettim ondan sonrasında acıdan gözlerimi bile açamazken kendimi sırt üstü bırakmıştım. Tekrar çok büyük bir acı hissederken sadece gözyaşlarımı serbest bıraktım.

Kapının sertçe kapandığını duyunca sadece çığlık attığımı duydum. Kapı dakikalar sonra tekrar açılınca biri elimi tuttu. ''Deniz buradayım tamam geldim işte gözlerini açsana!'' diyen Toprak'ın sözlerini duyarken sadece gözlerimi bir kez daha açabildim. ''İyiyim'' derken gözlerimi tekrar kapattım.

🕯️

Toprak Kantaş'tan

Hayır, hayır iyi değildi. Gördüğü kabuslar bile benim yüzündendi. O akşam onu tek bırakmasaydım belki de başımıza bunlar gelmeyecekti. Sakinleştirici etkisinde olan Deniz kısa süredir uyuyordu. Kapıda polisler dikiliydi. Rahat hissetmiyordum. Fakat polislerle bile olsa güvendeydik bunu biliyordum.

Başından beri kapıda bekleyen yakinen tanıdığım hastane polisimiz içeriye girdi. ''Toprak Deniz'i sevk etmeye geliyorlar.'' dediğinde şok geçirerek ona baktım. ''Akıl hastanesinden kaçmış 2-3 hafta önce şimdi tekrar o hastaneye yatırmak için geliyorlar.''' dediğinde bunun sadece şaka olmasını dilemiştim Deniz orada neler yaşamıştı bir daha oraya dönemezdi. Göz ucumla Deniz'e baktım.

Hastaneye geldiğimiz andan itibaren arkadaşım benim başımda bekliyordu. Deniz'le ilgilenmemem için. Hasta yakını olduğunu öğrenip sadece başımda bekliyor Deniz'e bakması için hastanenin iyi doktorlarını yönlendirmişti. Başında da bir hemşire vardı. Her an her ne olduysa arkadaşım Emre'ye haber veriyordu. ''Hadi artık çocukluk yapma bırak Deniz'le ilgileneyim lütfen onun şu an bana ihtiyacı var. Sevkinin yapılması gerekiyor. Onu iyileştireceğime söz verdim. Hem ya başına bir şey gelse ya o katil gelirse ne yapacağım burada Emre'' diye kaçıncı yalvarışımdı bilmiyorum ama Deniz'le konuşmak istiyordum. En azından gitmeden konuşmak istiyordum. Kapı tıklandığında kapıya baktım. İçeriye giren Emre'ydi.

''Emre götüreceklermiş ben ne yapacağım onun oraya gitmesine izin vermem orada yapamaz.'' dedikten sonra elim ayağım boşalmaya başladı. ''Emre o orada yapamaz o kendi içinde çocukken o ortama tekrar girerse mahvolur.'' dediğimde Emre beni zorda olsa dışarıya çıkartmıştı.

Deniz'in odasından çıktığımızdan beri beni esir tutan arkadaşıma bakıyordum. İlaç odasında beni tutmuş iki sandalye çekmiş oturuyorduk. Bazen hemşireler geliyordu burada ne yaptığımı anlayamazlarken ayağa kalkmaya çalıştığımda beni geri oturtturuyordu. Çok sinir olmaya başlamıştım. ''Hayır! Toprak burada oturacaksın ben odasına çekildiği an seni bırakacağım. Ne var bu kızda bu kadar söz vermişsin ki'' dediğinde saçlarımı ellerimin arasına almıştım. Ellerimi saçlarımdan çekip ona baktım. ''Çok şey var, yaşadığı çok şey var ama benim ona verdiğim onun yaşadıklarının yanında hiçbir şey ki. Kız annesinin öldürülmesine şahit olmuş! Bir de şizofreni teşhisi koyup senelerce 1-2 sene değil 9 sene boyunca o hastanede tutmuşlar. Bıçaklı saldırıya kadar uğramış o hastanede. Şimdi gitmesine izin vermek istemiyorum. Onu daha kazanamadan kaybetmek istemiyordum.'' dediğimde Emre beni can kulağıyla dinliyordu. Dediklerime şaşırmış olsa da bir şey diyememişti.

''Anladım, hem de çok iyi anladım.'' dedi Emre. Bunu der demez telefonum çaldı. Başta Emre'nin telefonu çalıyor zannetsem de kendi telefonum olduğunu cebimde titreyen bir telefon olduğunu fark ettiğimde anladım. Cebimden telefonu çıkarttığımda kız kardeşimin ismini gördüm. Aramayı cevaplandırıp kulağıma götürdüm.

Birkaç dakika telefonla konuştuğumda ise Grace'in bana anlattı tek bir şey vardı Deniz. Babamdan bir yandan umudu kesmiştik. Babam yoğun bakıma kaldırılmamak için sadece nefes alıyordu. Deniz'in başında olan hemşirenin mesaisinin bittiğini sırtına kremleri hemşirenin sürdüğünü söylemişti. Geri kalan kısımlara kendi krem sürdüğünü söylemişti. Kız kardeşim Deniz'e bakıyordu. Bunları dinlerken sırıtarak dinlemiştim. Fakat birazdan Deniz'in gideceği aklıma geldiğinde gülüşüm solmuştu.

Emre dik gözleriyle bakarken neden sırıttığımı çözmeye çalışıyordu. ''Tamam öyle bakma Grace, Deniz'in durumunun iyiye gittiğini söyledi. '' dediğimde anladığına dair bir yüz yaptı. Artık Deniz'in durumu için kafamı yememe gerek kalmadığı için ayağa kalktım. Emre herhangi bir tepki vermediğinden dolayı kapıyı açtım. Kapıyı açtığımda da tepki vermeyince kapıyı hızlıca kapatıp Deniz'in odasını bulmak kaldı.

Danışmaya gittiğim anda kimi soracağımı anladılar. Bu kadar mı belli ediyordum Deniz'i aradığımı? ''Deniz Hanım 256. odada Toprak Bey. Fakat birazdan sevki sağlanacakmış onun bilgisi geldi hasta hazırlanıyor.'' dediğinde orada oturan kız başta dediklerini söylerken gülse de sonradan gülüşü soldu. Oda numarasını aklıma kazıdıktan sonra bu kat içerisinde ilerlemeye başladım. İlerlerken kapının önüne geldiğimi fark etmemiştim. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde Grace oturmuş telefonuna bakıyordu. Demek ki deniz uyuyordu yoksa Grace başından ayrılmazdı. Tabii Grace Deniz'in başına geleceklerden habersizdi. İlerlediğimde Deniz'in uyuduğunu gördüm. Grace, Deniz'in sedyesinin yanına diğer sandalyeyi çekmişti. O sandalyeye hemen oturdum ve Deniz'in her zamanki gibi elini tuttum. Her zaman da tutmaya devam edecektim...

-Bölüm Sonu-

3375 kelimelik uzuuuun ve dramalı bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Ayrıca eski versiyonundan biraz daha farklı olmasını istedim. Bu yüzden ekstra bir sahne ekledim. Umarım keyifle okumuşsunuzdur bir sonraki hafta görüşmek üzereee sevgiyle kalın. Okur kalııın.

Loading...
0%