Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. BÖLÜM

@sayfaarasinda

Gemi yolculuğumuzun ikinci günündeydik. Gözlerimi araladığımda kendi kamaramdaydım. Dün gece konuştuktan sonra kamaralarımıza çekilmiştik.

 

Bütün gece uyuyamamıştım, annemi düşünmüştüm. Onu düşünmediğim tek bir dakika yoktu. Kamaramdaki yuvarlak pencerenin önündeydim; denizi izliyor, maviliği huzur veriyordu. Ara sıra Artin ile olan konuşma üzerine düşünüyordum. Dün gece konuştuklarımız dünde kalmıştı, ikimiz sırlarımızı açmıştık ve yıldızlar bize eşlik etmişti. Yıldızlar sırlarımızı saklayacaktı ve bir süre ikimizin de saklanılanları dışa vurmak gibi bir niyeti yoktu.

 

Artin kapıyı çalmadan kamarama daldığında düşüncelerim bölündü. “Rosa, dışarıda görmen gereken bir şey var.”

 

Kaşlarımı çatıp Artin’in yanına ilerledim. “Ne oldu?”

 

“Gelip görsen daha iyi.” Başımı salladım ve güverteye çıktım, Artin de peşimden geliyordu. Aniden bir fırtına koptu. Sert rüzgarla geriye savruldum ve sırtım Artin’in göğsüne çarpmıştı.

 

“Neler oluyor?” diye mırıldandım çıkan fırtınaya bakarken.

 

“Valeria.” dedi Artin. Kaşlarımı çatıp başımı Artin’e çevirdim. “Valeria mı?”

 

Valeria, Ales’in kraliçesiydi.

 

“Ondan başkası olamaz.” dedi hala fırtınaya bakarken Artin.

 

Tekrar kafamı güverteye çevirdiğimde gelirken yanıma aldığım ve şu an rüzgarda uçuşan torbamı gördüm. Aniden gözlerim açıldı. Onun içinde annemle benim tek hatıram vardı. “Hayır.” diye mırıldanıp koşarak güvertedeki masaya ulaşmaya çalıştım. Rüzgar beni engellese de pes edemezdim.

 

O resmi kaybedemezdim.

O resmi kaybedersem yıllarımı kaybederdim.

O resmi kaybedersem annemi kaybederdim.

 

Artin arkamdan beni engellemek için yaklaşmaya çalışıyordu ama rüzgar onu da engelliyordu. Masaya ulaştığımda torbaya elimi attığımda rüzgar torbayı savurdu ve içindekiler etrafa saçıldı. Endişeyle ve korkuyla savrulan eşyalara bakarken resmi gördüm. Rüzgar onu denize doğru götürüyordu. “Hayır.” diye bağırıp peşinden ilerledim ama yetişemedim.

 

Tek hatıram güvertenin demirlerinden sonsuzluğa ilerlerken elimi savursam da yakalayamadım. O sırada fırtına yavaşlamaya başladı, rüzgar duruldu. Annemle olan tek resmim sonbaharda düşen yaprak misali denize düşerken hiç düşünmeden suya atladım.

 

Artin arkamdan “Rosa!” diye bağırırken onu duymuyordum bile. Odak noktamdaki tek şey o resimdi. Annemdi.

 

Yüzerek resme ulaşmaya çalıştım. Uzaktan da olsa boyalarının aktığını görebiliyordum. O resmi kaybedemezdim, asla. Annemden bana kalan tek şeyi o sürtük kraliçenin çıkardığı fırtına yüzünden kaybedemezdim!

 

“Rosa!” Artin’in bağırışları umurumda değildi. En sonunda resme ulaştım ve kağıdı hemen havaya kaldırıp güneşe tuttum, fırtınadan sonra bir güneş kaldıysa tabii. Ancak geç kalmıştım. Resmin arkasında siyah mürekkeple tarihinin yazılı olduğu yerse benimle alay edermiş gibi silinmemişti.

 

Annemden bana kalan son şey denizin hırçın dalgalarında silinip gitmişti.

 

“Hayır.” diye mırıldandım. Hayır, olmamalıydı bu. “Hayır!” diye çığlık atarak suları yumrukladım. Gözyaşlarım denizin tuzlu sularına karışıyordu.

 

Arkamdan bir su sesi duysam da gözlerimi bir zamanlar annemin yüzünün olduğu yerden ayırmıyordum. Ayıramıyordum.

 

Birkaç dakika önce oradaydı, saçlarımı tarayıp gülümsüyordu. Şimdiyse annemin gülüşünden geriye sadece ıslanmış bir kağıt kalmıştı.

 

Ağlama anne. Az önce güldüğün gibi gül yine, ıslanmasın yanakların. Yıldızlar parlasın gözlerinde tekrar, hiç sönmesinler.

 

Artin’in hemen arkamda olduğunu biliyordum. Ona dönmedim, gözlerimden yaşlar akarken hala ıslanmış kâğıda bakıyordum.

 

Artin arkamdan bana sarıldığında tepki verememiştim. Tepkisizdim, tamamen. Annemin sıcacık gülümsemesini silen rüzgâr beraberinde duygularımı ve hislerimi de götürmüştü.

 

Artin kulağıma doğru “Sadece bir kâğıt parçası Rosa... Anneni geri getireceğiz... Söz veriyorum sana.” diye fısıldadı. Sıcak nefesini hissediyordum. Masmavi sonsuzluğun içindeki tek ses dalgaların, nefeslerimizin ve kalplerimizin sesiydi. Ağlamayı bırakmıştım. Ağlamayacaktım. Güçlü olmalıydım, annem için. Artin haklıydı, sadece bir kâğıt parçasıydı.

 

Sadece bir kâğıt parçası canımı bu kadar acıtmamalıydı.

 

Sadece bir kâğıt parçası canımı bu kadar yakmamalıydı.

 

Ve sadece bir kâğıt parçası özlem duygumu bu denli kabartmamalıydı.

 

Anneme duyduğum özlem, artık kalbimde daha çok yankılanıyordu.

 

Artin “Çıkalım mı?” diye sorduğunda belli belirsiz başımı salladım. Resmi -ya da ondan geriye ne kaldıysa- yanıma aldığımda Artin’in bu hareketimi sorguladığını biliyordum ama bir şey demedi. Tekrar gemiye çıktığımızda esen soğuk hava titrememe sebep olmuştu ama soğuğu hissetmiyordum. Aksine içimde bir intikam ateşi yanıyordu. Ales’ten bunun intikamını almadan ayrılmayacaktım.

 

Evet, bazılarına göre sadece bir kâğıt parçası için.

 

Bana göreyse, annemin intikamının ilk adımıydı.

 

“İyi misin?” Artin’in endişeli sesiyle ona bakıp gülümsedim.

 

“Hiç bu kadar iyi hissetmemiştim.”

 

“Üşüyor musun?” diye sordu bu kez.

 

“İçimde bir ateş yanıyor. Annemi görene kadar da sönmeyecek.”

 

“Delirdin mi?” diye sorduğunda sırıtışım genişledi.

 

“Belki.”

 

Başını iki yana salladı. “Delirmişsin sen.” Kafasını eğip yüzüme yaklaştı. Sıcak nefesini tekrardan hissedebiliyordum. “Ve bu mükemmel bir şey.”

 

“Ales’i Valeria’nın başına yıkacağım. Hala benimle misin?”

 

Üzerindeki pelerini çıkartıp bana giydirdi. Boynundaki bağları bağlarken gözlerini bana odakladı. “Seninleyim. Gidip Ales’i cehenneme çevirelim.”

 

<———————————————————————>

 

Kamaramdaki yatakta oturmuş saçlarımı kurutuyordum. Hasta olmam hiç işime yaramazdı; artık eskisinden daha güçlü, acımasız ve gözü kara olmalıydım. Düşmanlarım ve annemin düşmanları için asla merhametim olmamalıydı. Bu beni insanlıktan çıkarsa bile yolumdan dönmeyecektim.

 

Hemen önümde bir boy aynası vardı. Kendime bakarken 1 hafta önceki ben ile şimdiki ben asla aynı kadın olamazdı. Yeşil gözlerimin altındaki morluklar ya da yüzümdeki yorgunluk değildi beni yabancılaştıran, gözlerimdeki alev kıvılcımları ve intikam dolu bakışlarımdı.

 

Bu ben değildim ama yine de kendimi bulmuş gibi hissediyordum.

 

Üstümü değiştirmiştim, hastalanacağımı düşünmüyordum. Başımı yana çevirdiğimde sandalyeme asılı duran Artin’in pelerinindeki detaylar dikkatimi çekmişti.

 

Koyu kırmızı renkteki pelerinin üstünde siyah güneş ve ay şemaları vardı. Güneş ve ay Ales’i simgeliyordu. Ales halkı hava enerjisini kullanırdı, güneş ve ay kutsal sembolleri sayılırdı. Özellikle kraliçeleri Valeria başta olmak üzere, gündüz güneşin ve gece ayın onları yalnız bırakmadığını düşünürlerdi.

 

Valeria’yı güneşin sıcağında ve ayın ışığında boğacaktım.

 

Ayağa kalktım ve aynadaki kendime son bir kez bakıp pelerini giydim. Kamaramdan çıkıp güverteye doğru ilerlediğimde Artin’in her zamanki tahta sandalyede oturduğunu gördüm.

 

Fırtınadan sonra kaptan ve miçolar güverteyi temizlemişlerdi. Etrafa göz gezdirdiğimde her şey aynı gibi duruyordu ama ben eskisinden çok daha farklıydım.

 

Artin’in yanına ilerlediğimde beni fark edip ayağa kalktı. Hançerimi çekip masadaki haritada Ales yazan yere sapladım. Tam olarak Kraliyet Sarayı’na. “Zila’ya gitmeden önce Valeria’yı öldüreceğim. İntikamımı teker teker herkesten alacağım.”

 

Artin bu ani hareketime şaşırmıştı. Gözleri hançeri sapladığım Kraliyet Sarayı’na odaklanmıştı. Gülümseyerek kafasını kaldırıp bana baktı. “Bu kadını sevdim.”

 

Gülümsedim. Gözlerimi hançerden ayırmıyordum. Elimi hançerden çekip Artin’e baktım ve boynumdaki pelerini çıkardım. “Sana yeni bir pelerin alırım.”

 

Artin ne yapacağımı anlamıştı. Başını salladı. Pelerini çıkartıp gözümü kırpmadan yanda duran şömineye fırlattım. Alevler pelerini esir alırken “Bekle beni Valeria. Ecelin geliyor.” diye fısıldadım.

Loading...
0%