@sayfaarasinda
|
"İnsan birini en fazla ne kadar sevebilirdi? Belki kendini feda edecek kadar. Belki terk edecek kadar. Belki de esir düşecek kadar. Onun için onsuzluğa alışacak kadar. Esaretini kendi elleriyle yazacak kadar. Bile bile kendini onsuz zindanlara kapatacak kadar. Kendi kendine acı çektirecek kadar. Belki de bunların hepsiydi. Ama en çok da, insan birini en fazla onun için yaşayacak kadar sevebilirdi. Hayatı cehenneme dönse bile yaşamaya devam edecek kadar. Çünkü bilirdi, kendini feda ederse arkasından onun da öleceğini. Bilirdi, terk ederse her şeye rağmen peşinden geleceğini. Bilirdi, esir düşerse, kendi kendine acı çektirirse onun da aynı acılarda boğulacağını, aynı esaret zindanına düşeceğini. Belki de bu yüzden insan birini en çok, onun için yaşayacak kadar severdi." Bunlar yazıyordu babama ait olan kitapta. Naia Çiçeği hakkında bilgi toplamak isterken kendimi babamın hatıralarında bulmuştum. Bu kitabı küçükken teyzemin gizli sandığında bulmuştum. Teyzem benden, belki de kendinden, saklamak istediklerini sandığına koyardı. Bir gün merakıma yenik düşüp sandığı açmıştım. İçinde sadece eski püskü bir kitap vardı. Kitabı alıp baktığımda iç kısmında Naia yazdığını görmüştüm. İlgimi çektiği için almıştım yoksa o yaşta çiçekten bile haberim yoktu. Teyzem kitabın yokluğunu fark etmemişti. Gerçi, varlığının da umurunda olduğunu sanmıyordum. “Ben seni, senin için bu zalim ve acımasız dünyaya katlanacak kadar çok sevdim.” diyerek kitaptaki altı çizili başka bir cümleyi sesli okuduğumda Artin odama dalmıştı. “Bana mı seslendin?” Bu cümleyi ona söylediğimi düşündüm bir an. Başımı iki yana sallayıp bu saçma düşünceden kurtuldum. “Hayır, sana seslenmedim. Ayrıca, odama izinsiz girmemeni söylemiştim.” Gülümseyip kaşlarını kaldırdı. “Odana mı? Gemideyiz.” “Ne fark eder? Benim odam işte.” İç geçirdi ve başını salladı. “Peki tamam. Özür dilerim oldu mu?” Gülümseyip başımı salladığımda tekrar iç geçirdi ve odaya girip yatağıma oturdu. “Sana bir şey soracağım.” Tedirgin ve düşünceli olduğunu o zaman fark etmiştim. Kitabı kapatıp yandaki masaya koydum. “Sor.” “Ya geçmişe gittiğinde geri dönemezsen?” Bunu daha önceden düşünmüştüm. Çocukluğum da geçmişte olacağı için bebek halimle karşılaşırsam muhtemelen zamandan silinirdim. Eğer geri dönemezsem ya geçmişteki Rosa’yı elbet göreceğim için zamandan silinirdim ya da gizli bir yaşam sürerdim. İki türlüsü de berbattı ama tehlikeler beni annemden ayıramayacaktı. Düşüncelerimden kurtulup Artin’e cevap verdim. “Ya zamandan silinirim ya da geçmişte kalırım.” “Zamandan silinince ne olur ki?” diye sordu. Bu fikirden hoşlanmışa benzemiyordu. “Her yerden silinirim, insanların hafızasından bile. Beni kimse bir daha hatırlayamaz çünkü yok olmuşumdur.” “Ben de mi hatırlayamam?” “Sen de hatırlamazsın.” Başını iki yana salladı. “Ben seni unutamam.” Gözlerini kaçırdı. “Yani, her anımı zehir eden birini nasıl unutabilirim ki?” “Her anını zehir ediyorsam benimle gelmeyecektin.” Kırılmıştım ama neden kırıldığımı bilmiyordum. Bunu ona belli etmedim. Omzunu silkti. “Maceraları severim.” “Her neyse,” dedim konuyu değiştirerek. “Ne zaman Ales’e varmış oluruz?” Bir an önce varmak istiyordum, gemi yolculukları bana göre değildi. “Bir kaç saate.” Onaylar şekilde başımı salladım. Artin konuşmanın bittiğini anlayıp yataktan kaktı. Kapıya doğru ilerlerken “Bu arada,” diye seslenip onu durdurdum. Başını çevirip bana baktı. “Ales pelerinin olduğunu bilmiyordum.” “Benim değil. Babamınmış.” Pelerini yaktığım aklıma geldiğinde kendimi kötü hissettim. Öyle olmamasını umarak “Aile yadigarı mıydı?” diye sordum. Başını iki yana salladı. “Hayır, değildi.” Başka bir şey söylemedi. Merak etsem de üstelemedim. Artin odadan çıktığında gözlerim kitaba kaydı. Altı çizili satırlar bir anlam ifade ediyor olabilir miydi? Kitabı karıştırmaya devam ettim. Birkaç saat sonra başımı kitaptan kaldırdığımda gözlerim ağrımıştı. Kitabı bir kenara koyup gözlerimi ovuşturdum. Başka altı çizili yer veya herhangi bir not yoktu. Kamaramdan dışarı çıktım. Ales’e çok az kalmış olmalıydı. Güverteye vardığımda deniz esintisi genzimi doldururken ilerideki sisle örtülmüş kara parçasını görebiliyordum. Tüccar kılığında Kraliyet Sarayı’na sızacaktım ve Valeria ecelinin kendi sarayında olduğunu asla bilemeyecekti. Anladığında ise onun için artık çok geç olacaktı. Ales’e vardığımızda Artin ile birlikte gemiden indik ve limandaki diğer tüccarların arasına karıştık. Tüccarlarla ilgilenen top sakallı adam elindeki listeye bakıyor, malları kontrol ediyordu. İzin belgelerini de gördükten sonra geçmesine izin veriyordu. O sırada bunu tamamen unuttuğumu fark ettim. Artin’e döndüm. “Küçük bir sorunumuz var.” Gözlerini kısıp devam etmemi beklediğinde “İzin belgemiz yok.” dedim. İç geçirip konuştu. “Gerçekten küçük bir sorunmuş.” Omuzlarımı silkip “Aklımdan çıkmış.” dediğimde onaylamaz şekilde başını iki yana salladı. “Ne yapacağız peki?” “Bilmiyorum.” deyip başımı etrafa çevirdim ve kalabalığın arasından tanıdık bir yüz görmemle gözlerim irice açıldı. Şaşkınlıkla “Elisa?” diye mırıldandığımda Artin aniden bana döndü. “Elisa mı?” Bakışlarını baktığım yere çevirdi. Kızın yüzünü görmüyordum ama duruşundan bile o olduğunu anlayabilirdim. Sarı saçları omuzlarından dökülüyordu, duruşu her zamanki gibi dikti ve orta boyluydu. Dirseğindeki doğum lekesini de görünce onun Elisa olduğundan emin oldum. Koyu kahverengi bir pantolon ve omzunda biten siyah renkte balıkçı yaka bir triko giymişti. Belindeki kemerinde hançerleri vardı. Yüzünü bizim olduğumuz tarafa döndüğünde kahverengi gözlerini ve sıcak bakışlarını gördüm. Artin sıradan ayrılıp neredeyse koşarcasına Elisa’nın yanına gittiğinde gözlerimi devirdim ve bende peşinden gittim. Elisa bizim çocukluk arkadaşımızdı ve Artin’den hoşlandığından sürekli ondan bahsedip başımın etini yerdi. Elisa bizi gördüğünde şaşkınlıkla gözleri açıldı ve gülümsedi. “Artin! Rosa! Sizin burada ne işiniz var?!” Artin kıkırdayarak Elisa’ya sarıldı. “Asıl senin burada ne işin var?” Elisa onun sarılışına karşılık verirken gözleri bana kaydı. Kocaman gülümsedim ve bende onlara sarıldım. Artin benim kocaman ve sıkı sarılışımla gözlerini devirirken Elisa güldü. “Tanrım, hiç değişmemişsin Rosa!” Bende güldüm ve gerçi çekildim. Sarılma faslı bittiğinde “Burada ne yapıyorsun Elisa?” diye sordum. “Küçükken denizleri ve dalgaları çok sevdiğimi biliyorsunuz. Bu yüzden hep denizlerin içinde olmak, dalga seslerinin rahatlatıcı tınılarını dinlemek isterdim. Ridio’da deniz turizmi gelişmiş değil. O yüzden Ridio’da bu imkanı bulamadım. Şansımı Ales’te denedim ve gördüğünüz gibi,” kendi etrafında döndü. “şu anda Ales’in ünlü denizcilerinden biriyim!” Son cümlesini coşkuyla söylemişti. “Mios yerine neden Ales’i denedin ki?” diye sordum. Mios su elementinin gücünü kullanabilen krallıktı. “Yıl içinde bir kere de olsa Ridio’yu ziyaret etmeye çalışıyorum. Ales, Ridio’ya Mios’tan daha yakın.” Anladığımı belirterek başımı salladım. Artin “Özlemişim seni.” dediğinde Elisa gülümsedi. “Ee, siz ne arıyorsunuz burada?” “Bu gizli bir bilgi.” deyip Elisa’ya göz kırptım. Elisa güldü ve devam etmemi bekledi. “Öyle bakma, gerçekten gizli bir bilgi.” Aklıma bir fikir gelmesiyle “Aslında biraz yardımın gerekiyor.” diye ekledim. “Nasıl bir yardım?” diye sordu Elisa. Artin onu benim yerime yanıtladı. “İzin belgemiz yok. Geçmemize yardımcı olur musun?” Konuşurken başını yana yatırdıyordu. “Elbette, ancak neden izin belgeniz yok?” Bu sefer onu ben yanıtladım. “Çünkü gerçekten tüccar değiliz. Bir nevi kılık değiştirdik.” “Neden?” İç geçirdim. “Çok soru soruyorsun Elisa. Yardım edecek misin?” Gözlerini devirdi. “Tamam tamam ama daha sonra anlatacağınıza söz verin.” Başımı sallayarak onu geçiştirdim. Bize eliyle gelin o zaman, işareti yaptı ve peşine takıldık. Artin ile başlıklarımızı taktık. Elisa önden yürüyordu, Artin ve ben de arkasından ilerliyorduk. Sırada bekleyenlerin yanından geçtik ve Elisa top sakallı adamın önünde durdu. Adam başını listeden kaldırıp Elisa’ya baktı. “Ne oldu?” diye sordu. Elisa başıyla bizi işaret etti ve “Misafirlerim. Belgesiz geçireceksin.” dedi. Adam duraksadı ve güldü. “Neden?” Elisa hançerini çekip tehditkâr bir biçimde salladı. “Çünkü ben öyle istiyorum.” Adamın gülüşü kesildi ve bize bir bakış atıp tekrar listesine döndü. Kağıdı incelerken “Ben görmedim.” demesiyle Elisa sırıttı. Adamın yanından geçip giderken bende arkasından rüzgar gibi ilerledim. Artin de adama bakmadan “RA-0478” diye seslenerek geminin ismini söyledi ve peşimizden ilerledi. Elisa’yı takip ederken Artin arkamdan kulağıma eğilip “O yine her zamanki gibi, öyle değil mi?” diye fısıldadı. Başımı sallamakla yetindim. Limanın kenarında birçok taverna vardı. Gemiciler seferlerinden döndüklerinde soluğu tavernalarda alırdı. Denizin yorgunluğunu içkilerle ve müziklerle atarlardı. Elisa’yla tavernaları geçtik ve yürürken birden durup bize döndü. “Sormayı unuttum, gidecek yeriniz var mı?” Artin başını iki yana salladı. Elisa gülümsedi ve “Harika. Bende kalırsınız o zaman.” dedi. Cevabımızı beklemeden tekrar yola döndü ve yürümeye devam etti. “Yol uzun sayılır. Genelde atım Evyn ile geliyorum ama bugün hasta. O yüzden güneş tepedeyken sıkılmak istemiyorum, dökülün.” İç geçirdim ve her şeyi tane tane anlattım. Bu sırada Elisa’nın da evine yaklaşmış olmalıydık çünkü ileride bir ev görüyordum ve bahçesi neredeyse çiçek tarlasına dönmüştü. Çevresindeki ahşap evlerden farklı olarak bu ev kırmızı renkteydi. Evi bile kendisini yansıtıyordu. Çocukken bir keresinde Elisa bana “Ev güvende hissettiğin yerdir.” demişti. “Evin, dört duvar arasında olmak zorunda değil. Bazen evin başka birinin gözleri bile olabilir.” Bende gülerek karşılık vermiş, “Gözler nasıl ev olur ki?” diye sormuştum. O ise “Bilmiyorum, çok garip. Ama ona baktığımda güvendeymiş gibi hissediyorum. Orada kimse beni bulamaz gibi. O gözlerde kaybolmuş ama aslında asıl olmam gereken yer orasıymış gibi. Orası benim evimmiş gibi.” diye cevap vermişti. Daha sonra başka bir gün tekrar yanıma gelmiş neredeyse ağlayarak “Evimi yıktılar Rosa.” demişti. “Meğer orası benim evim değilmiş. Yanlış gözlerde yaşıyormuşum ben.” O gün ne olduğunu sorsam da hiçbir şey söylememişti. Bende fazla üstüne gitmemiştim. Anlatmayı bitirdiğimde Elisa’nın evinin önüne gelmiştik. Bahçeyi mor-pembe renkteki leylak ve sümbüller süslüyordu. Elisa merakla beni dinlemişti. En sonunda “Valeria’dan beklenirdi.” dedi kapıyı açarken. “Onunla herhangi bir bağlantın var mı?” Artin’in bu sorusuna başını salladı ve içeri girdi. Kapıdan girdim ve içeriye göz gezdirdim. Genel olarak sade tasarlanmıştı. Zaten Ales fakir bir krallık olduğu için buna pek şaşırmamıştım. Oturma odasına geçtik ve oturduk. Elisa’ya baktım. “Valeria’yla nasıl bir bağlantın var?” diye sordum. “Deniz işleriyle ben ilgileniyorum. Eğer bir krallıkla deniz yoluyla ticaret yapılacaksa ben izin vermeden olmaz. O yüzden imanda benim sözümle kolayca geçebildiniz. Valeria’nın emri. Bana güveniyor ama ona güvenmemesi gerektiğini söylemiştim. Biraz paraya herkesi satarım.” Sırıttı. “Yani sana para mı vermeliyiz?” diye sordum gülerek. Elisa da güldü ve başını iki yana salladı. “Siz istisnasınız. Ee, anlat bakalım plan ne?” Artin ve Elisa’ya baktım ve derin bir nefes verip oturduğum yerde eğildim. “O halde dinleyin. Plan Kod Adı: Kızıl Kan.” |
0% |