Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.BÖLÜM "İnsanlar geçmişten bu yana farklı olanı kabul edememişlerdi."

@sbeyza97

2017 Yılı

 

Koltukta oturmuş bir ayna misali kendisini izliyordu sanki. Ona bakarken aynaya bakmış gibi hissediyor, bende dışarıdan böyle mi gözüküyorum diye merak ediyordu. Sarı saçlarını örmeye çalışan, boncuk gözlerine rimel süren kardeşini uzun uzun izledi. Her bir kirpiğine dokundurduğu rimelin fırçasını tutuşunu izledi. Kesinlikle dışarıdan böyle gözükmediğine emin oldu. O çok daha nazik, sevecen, yardımsever ve insan canlısı bir kızdı. Kendisi ise biraz daha soğuk, aykırı ve insanlar tarafından sevilmeyendi.

Peki kendisine dış görünüş olarak neredeyse birebir benzeyen bu kız nasıl oluyordu da dışarıdan bu kadar farklı gözükebilirdi?

Ailenin en değerli kızıydı Gaye. Türkiye’nin en ünlü özel kolejinde %100 burs kazanmıştı. Akıllı, zeki ve çok güzeldi. Kendisi ise ailesinin gözünde yok olmuş olandı.

Daha doğar doğmaz onu yok saymışlardı. Öyle ki adını bile buna göre koymuşlardı: Saye.. Hatırladığı kadarıyla Saye Farsça da “gölge” anlamına geliyordu. Annesi ona daha küçüklükten beri: “Sen sadece bir gölgesin. Kardeşinin ışığı ardında kalan bir gölge.” Diyordu. Bu yüzden adından da nefret ediyordu. Aslında bir bakıma öyleydi de kardeşinin gölgesinde yaşıyordu. Öyle ki kardeşinin artıklarından kalanları giyiyor okula giderken eksikliklerini kardeşinin eskileriyle tamamlıyordu. Okulu ise kardeşinin tam tersi vasat bir okuldu. Kenar mahallede bulunan, içerisinde doğru dürüst öğretmen bile bulunmayan bir okuldu.

Peki neden mi ona böyle davranıyordular? Farklı olduğu için. İnsanlar geçmişten bu yana farklı olanları kabul edememişti. Aynı şekilde küçük bir çocuğu da farklı olduğu için doğduğundan beri kabul etmedikleri gibi. Farklılığı ise gözlerinin rengiydi. Bir gözü yeşil bir gözü mavi olan Saye bu özelliğinden dolayı doğduğundan beri insanlar tarafından korkulan hatta istenmeyen biri olmuştu. Ailesi için bile bu böyleydi.

Anne babası daha onlar dünyada değilken kırsal, ücra bir köyde yaşıyorlardı. Annesi onlara hamile kaldığında ise o kırsal köyde hiç doktor yoktu. Doğumunu da evde yapan annesi köyün en yaşlı ebesi sayesinde çocuklarını dünyaya getirmişti.

Ebe ise Saye’yi kucağına aldığı gibi çığlık atmış bu çocuk lanetli diye bağırarak kaçmıştı. Saye küçüklükten beri anlatılan bu hikâyeye inanmasa da insanların davranışları yüzünden artık inanmaya başlamıştı. Onun yüzünden dışlanan ailesi babaannesinin bıraktığı şehirdeki eve yerleşmiş ve burada Saye’yi gizli tutmaya karar vermişlerdi. Ama Saye okul çağına gelince bu pek de mümkün olmamıştı. Yine de en cüzi şekilde kendini gösteriyor, onun dışında dışarı çıkmıyor, genelde evin bodrumunda oluyordu.

Her şey gözleri yüzündendi. He bir de tam sağ omuzunun arkasında mühür gibi ince yuvarlak bir iz vardı. Doğum lekesi olarak bildiği bu lekeye de insanlar o ilk doğduğunda lanetlenmiş gözüyle bakmışlar, kardeşi ise biraz daha büyüyünce bunu araştırmış sadece bir doğum lekesi olduğunu söylemişti. Saye ne kadar ona inansa da hala o lekenin insanları kendisinden uzaklaştıran bir şey olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden o işaretten de gözlerinden de nefret ediyordu.

İkiz kardeşinin gözleri ise maviydi. Evet ikisi de. Çok şanslıydı. Keşke benim gözlerimde öyle olsaydı; ikisi aynı olsaydı diye düşünürdü hep. Ama bu şu anda imkansızdı.

İkiz kardeşine küçüklükten beri Saye’nin uğursuz olduğunu söylüyorlardı. Onlar yüzünden küçükken kendisinden korkuyordu ancak büyüdükçe Saye’ye yaklaşıp sevmeye başlamıştı. Şu anda da onu seven tek kişi kardeşiydi. Ancak ailesi Gaye’yi Saye’den uzak tutmanın peşindeydi her zaman.

Kardeşine farklı davranmalarını ilk zamanlar kıskansa da bu artık onu rahatsız etmiyor tam tersi bütün ilgiyi üzerinde toplamış olması onu mutlu ediyordu. Çünkü onunla ilgilenirken başına gelip kimse kendisini sıkmıyor, onu kendi haline bırakıyorlardı. O da ailesini insanların başına bela olarak cezalandırıyordu. Sadece şu an inadına onları cezalandırıyordu ama küçükken bunu asla bilerek yapmıyordu. Yine de o zamanlar bile bir baş belası olduğunu duyuyordu ailesinden. Her gün mutlaka bir komşu şikâyete geliyordu. Ya çocuklarına kötülük yaptığından bahsediyorlardı ya da kendilerine kötü şakalar yaptığından.

Zaman geçmiş ancak bu hiç değişmemişti. Artık büyümüş bir liseli olmuştu. Göğüsleri büyümüş, sesi biraz değişmiş daha çekici hale gelmişti. Belki artık ailem büyüdüğüm için beni sever diye düşünürken tam tersi daha da baş belası olmuştu. Çünkü artık yaşıtı olan insanlar farklılıklarla daha çok dalga geçer hale gelmişler ve onu daha da küçük düşürmeye başlamışlardı. O da tabi ki karşılıksız kalmıyordu. Sonra da kendisi suçlu konumuna düşüyor ve problem çocuk oluyordu. Gaye bunu biliyor ona destek çıkmaya çalışıyordu ancak ailesi her konuda inandıkları çocuklarına sadece bu konuda inanmıyorlardı. Çünkü onların gözünde kendisi tamamen bir problemdi.

Gaye arkadaşları ile buluşmak için hazırlanırken o küçüklükten beri yaşadığı şeyleri düşünmüş ve neden hiç arkadaşı olmadığını sorgulamıştı. Gerçi arkadaşının olmasına da pek özenmiyordu. Çünkü ona göre gerçek arkadaş diye bir şey yoktu. Herkes bir çıkar ilişkisindeydi ve bu ilişki doğrultusunda hareket ediliyordu. Çıkar ilişkisi bitince de yolları ayrılıyor, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi davranıyorlardı. Gerçek arkadaş, dost diye bir şey yoktu.

Kimse birbirine yakın değildi. Herkes birbirini önemsiyormuş gibi yapıyor ancak önemsemiyorlardı. Birisi iyi bir şey yapmaya çalışırken onu engellemeye çalışıyor; bence bu çok saçma, bence yapma boş ver.. Diyerek ona engel oluyor yapıp başarılı olduğunda ise biz yapacağını biliyorduk diyorlardı. O yüzden insan ilişkilerine asla inanmıyordu. Çünkü insanların çoğu iki yüzlüydü.

Gaye son olarak şık, küçük çantasını omzuna geçirerek aynadan Saye’ye bakarak “Şimdi gidiyorum ama akşama seninle film partisi yapalım.” Dedi gülümseyerek. Vişne rengi dudakları kıvrılmıştı. Gelip Saye’nin yanına oturdu.

“Sen ne yapacaksın?” Hep dışarı çıkarken bunu soruyordu. Saye kendisini merak ettiğini biliyordu ama yine de ne yapabilirdi ki?

“Evdeyim işte.” Dedi omuz silkerek.

“Söz veriyorum akşama telafi edeceğim.” Diyerek Saye’nin yanağına bir öpücük kondurdu ve odadan çıktı.

Saye de bodruma inip biraz çizim yapmayı düşünüyordu. Çizmeyi seviyordu çünkü bunu onu düşüncelerinden arındıran nadir şeylerden biriydi. Zaten başka da yapacak bir şeyi yoktu. Hafta sonları onun için genelde böyle geçerdi. O yüzden okul olsa bile hafta içlerini daha çok seviyordu.

Hiç değilse hava alıyor, dersim uzadı deyip biraz kendine dışarıda vakit ayırabiliyordu. Tabii ki okulda da sevilmiyor, bir çok insan onu dışlıyordu ama yine de evden farklı bir yerde olmak ona kendini iyi hissettiriyordu.

Tam bodruma inerken annesi yakasından tutarak onu geri çekti.

“Nereye gidiyorsun öyle kaçarak?” dedi kaşlarını çatarak. Rastgele toplanmış ve her yerden çıkmış saçları onu adeta bir cadı gibi gösteriyordu.

“Ka..kaçmıyorum anne.” Dedi geri çekilerek.

“Kaçmıyorsan git yemeği yap gezinme.” Dedi o çatallı sesiyle.

“Tamam anne.” Diyerek arkasını dönüp eski püskü mutfaklarına gitti. Annesi de mutfakla bir olan oturma odasında bir ayağı kırık olan kanepeye oturmuştu. Ağzında sakızla eski püskü telefonunu karıştırıyordu. Saye onu incelediğinde her seferinde nasıl bu kadar masallardaki cadılara benzeyebildiğine hayret ediyordu.

Burnunun kemerli olan kısmının tam üzerinde bir et beni vardı ve oldukça büyüktü. Dişleri ise ayrık ve sigara içmekten lekeli lekeliydi. Kahkaha atınca ortaya çıkıyor ve oldukça çirkin gözüküyorlardı. Sigara ve alkole kendini vermekten dolayı oldukça zayıflamış ve sağlıksız bir vücuda sahip olmuştu. Her ne kadar annesi Saye’yi beğenmeyip sevmese de ondan kat kat daha güzel olduğunu biliyordu. Kardeşi ve kendisi kesinlikle annesine benzemiyorlardı.

Annesinin yemek yap diye yolladığı mutfakta ise ne yazık ki hiçbir şey yoktu. Şans eseri birkaç paket makarna buldu ve bir tanesini aldı. Doğru dürüst tencereleri bile yoktu. Kenardaki dolaptan tencere almaya çalışırken zaten yarısı kırılmış yere yakın duran dolabın kapağı Saye’nin dokunmasıyla yere düşünce annesi oturduğu yerden fırlayarak çemkirmeye başlamıştı.

Koşarak yanına geldi ve Saye’yi bir hışımla iterek “Beceriksiz” diye bağırmaya başladı.

“Bir şeyi de doğru yap be. Bir dokunduğunu da mahvetme. Uğursuz değil mi ne bekliyorsun ki?”

“Ama anne dolabın kapağı zaten kırıktı.” Bunu söylemesiyle annesinin tokadını yüzünde hissetmesi bir oldu.

“Kes sesini be. Bir kere de özür dilerim de. Amaaa yok nerde o günleeer.” Diye söylenirken ayağa kalkan Saye’yi ittirip “Defol git odana gözüm görmesin seni bugün.” Dedi. Saye daha fazla bir şey söylemeden mutfaktan çıktı. Odasına değil bodruma inmek için evin arka koridorun da bulunan merdivenlere giderek yavaşça bodruma indi. Burada ne kimsenin sesini duyuyor ne de onları görüyordu. O yüzden burada zaman geçirmeye karar verdi.

Genelde önemli şeylerini bodrumda saklardı çünkü annesi bulunca ona her kızdığında onları çöpe atardı. O da burada saklayarak sevdiği şeyleri annesinden korurdu. Ondan gizli zorla aldığı kulaklığını taktı ve bodrumun kapısını içerden kilitledi.

Oturup bütün gün boyunca çizim yaptı. Çizip çizip durdu, karaladı, sildi, bozdu ve yeniden yaptı. Sonunda ise ortaya çok güzel bir resim çıktı. İşte ona mutluluk veren şey buydu. Ne kadar hata yaparsa yapsın, öfkelensin, elindekini karalasın dursun sonunda ortaya güzel bir şey çıkıyordu. Keşke hayatta böyle olsaydı. Ne kadar bocalarsan bocala sonunda güzel bir şey ortaya çıkacağını bile bilseydin. Ama maalesef tam tersi oluyordu. Bir kere bocaladığında herkes sana tekme atmak için hazırlanıyordu. Ve daha da dibe batıyordun. Kimse seni çekip kurtarmıyor herkes seyirci kalıyordu. O yüzden kalkıp kalkmaman sadece senin elindeydi. İşte şu an da Saye tam olarak dipteydi. Bir lise öğrencisine göre oldukça normal düşüncelerdi bunlar. Genelde her lise öğrencisinin belli bir dönemi böyle düşüncelerle geçebilirdi. Ergenliğin verdiği belirsiz duygularla kendini yalnız ve dipte hissetmesi normaldi ancak maalesef Saye’nin düşüncesi ergenliğin verdiği düşüncelerden ziyade gerçekti. Çünkü gerçekten kardeşi hariç herkes onu itip kakıyor ve neredeyse hiçbir şey de başarılı olamıyordu. Neredeyse diyordu çünkü başarılı olduğu sadece iki şey vardı.

Onlardan biri dövüş diğeri ise şu an uğraştığı resimdi. İkisi de onun yaşadığı dönemde pek rövanşta olmayan şeylerdi o yüzden iyi bildiği şeyleri de değerlendiremiyordu. Aslında ilkokulda tanıdığı beden öğretmeni dövüş konusunda onu keşfetmiş ve baya çalıştırmıştı. O zaman öğretmeni zorla ailesini ikna etmiş ve yarışmaya bile çıkmıştı. Yarışmadan bir de madalya kazanmıştı ancak ondan ailesinin haberi yoktu ve burada saklıyordu. O madalya Saye’nin başarılı olduğunun tek kanıtı olabilirdi.

Çok sevdiği ve sayesinde başarılı olduğu öğretmeni ise daha sonra istifa etmiş ve okuldan gitmişti. Sonrasında Saye yine yalnız kalmıştı. Daha sonraları ise hiçbir öğretmeni ona öyle güzel davranmamıştı.

Dış kapının açılıp kapanma sesi onu düşüncelerinden ayıran şey olmuştu. Büyük ihtimalle Gaye gelmişti. Saatin kaç olduğunu anlamasa da karanlık olduğu için tahmin edebiliyordu. Annesinden öyle bir hızla kaçmıştı ki kırık dökük telefonunu odasında bırakmış bir daha yukarı çıkıp alma riskine bile girmemişti. Belki de o buradayken Gaye mesaj atmıştı ama telefonu yanında olmadığı için görmemişti. Sessizce elindekileri bıraktı ve yukarı çıkmak için bodrumun demir kapısını yavaşça açtı. Ne kadar yavaş açarsa açsın evde olan sessizlikten ötürü kapının küçük gıcırtısı devasa bir borazan ötmüş gibi ses çıkarmıştı. Merdivenlerden çıkan eski tahta sesi de şansın ondan yana olmadığını gösteren bir diğer şeydi. Ama garip bir şekilde evde kimse yok gibiydi.

Gaye’nin odasının önüne geldiğinde ise annesinin Gaye’nin odasında olduğunu anladı. İçerden konuşmalarını duyabiliyordu. Annesi çıkmadan sessizce odasına tüymeliydi. Tam oradan ayrılırken

“Senin başındaki bu çizik ne?” diye bağırdı korkuyla. Saye’nin adımı havada kaldı ve sonra hemen durup dinlemeye başladı.

“Bir şey değil anne arkadaşlarla şakalaşırken oldu.”

“Şakalaşırken böyle şey mi olurmuş? Şakalaşma o arkadaşlarınla.” Dedi annesi çemkirerek.

“Merak etme yanlışlıkla oldu.” Dedi Gaye. Annesinin ayak seslerini duyan Saye odasına ışık hızıyla koştu. Bazen annesinin Gaye için endişelenmesine imreniyordu. Çünkü kendisi için bir kez bile endişelenmemişti.

Hatırlıyordu da bir keresinde okulda merdivenlerden düşmüştü ve kafası yarılıp eve gelmişti. O zaman bile annesi kavga ettiğini sanıp onu azarlamış hatta tartaklamıştı. Kavga etmediğini öğrendiğinde ise bu sefer düştüğü için onu dikkatsizlikle suçlamıştı. Bu davranışları gittikçe annesinden nefret etmesine yol açmıştı. Saye odasındayken kapının kilit sesini ve ardından gelen şarkı mırıldanmalarını duydu. İşte evin diğer alkoliği babası gelmişti.

Annesi ve babası kesin yine kavga ederlerdi. Sanki annesi çok iyiymiş ve alkol tüketmiyormuş gibi babasının üstüne çullanır ve ona sadece alkol içtiğini, başka bir işe yaramadığını söyleyip dururdu. Babası da en sonunda dayanamaz o da söylenir ve sonra kavga büyürdü.

İşte sefil hayatları böyleydi. Artık bu evde olmaktan, bu ortamda olmaktan nefret ediyordu. Odasında bulunan küçük camdan gökyüzüne bakarak “Tanrım lütfen beni ve kardeşimi bu evden kurtar.” Diye dua etmeye başlamıştı.

Nerden bilebilirdi ki bu duanın hayatlarında birçok şeyi değiştireceğini. Ve o küçük aklıyla nereden bilebilirdi ki eksik dua etmenin hayatında nelere mâl olacağını.

.

.

Merhaba arkadaşlar ilk bölümü nasıl buldunuz? Bu arada bu kitap Wattpad'de neredeyse bitmek üzere o yüzden artık buraya da yüklemeye karar verdim :) Destek olursanız sevinirim :)

 

 

 

Loading...
0%