Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16.BÖLÜM "Ben küllerimden yeniden doğacağım."

@sbeyza97

 

 

Sabah birinin sevinç çığlıklarını duyup uyandı. Gözleri hâlâ kapalıydı ve açmak istemiyordu. Neredeydi? Bodrumda mı? Gözlerini açmaktan ve olanların bir kâbus olmadığından korkuyordu. Henüz gerçekle karşılaşmak istemiyordu. Yattığı zemin soğuk ve sertti. Bodrumda olduğunu biliyordu ama “Belki de odamdaki yerde yatmışımdır, gece düşmüşümdür. O kötü kâbusu görürken kendimi yere atmışımdır.” Diye düşünüyordu. Böyle düşünmek istiyordu. Sevinç çığlıkları daha da artmış “Bu başımıza konan bir talih kuşu.” Diye bağırıyordu annesi. Tabii ya hepsi kötü bir kâbustu. Olanlardan sonra annesi asla böyle bir şey diyemezdi. O kadar olay çıkardıktan sonra nasıl bir talih kuşu konabilirdi ki?

 

Birazdan kardeşi gelecek ve annesiyle babasının gittiğini söyleyip beraber kahvaltı edeceklerdi. Yine de gözlerini açmadı, sadece bekledi. Annesi ve babası her ne kadar sessiz konuşmaya çalışsalar da konuşmalarının hararetli olduğunu anlıyordu. Dış kapının açılıp kapanma sesini duydu büyük ihtimalle babası ya da annesiyle babası evden çıkmıştı. Emin değildi. Biraz daha beklemeye devam etti. Bekledi, bekledi ve bekledi. Kimse gelmedi. Hâlâ gözlerini açmayı ve gerçeği görmeyi inkâr ediyordu.

 

Biraz sonra bir kilit sesi duydu, işte o zaman acı gerçek tekrar yüzüne vurdu. Bu kilit sesinden bodrumda olduğunu anladı. Nerede olursa olsun bodrumun kilit sesini ayırt edebilirdi. Artık gözlerini açmadan durmasına gerek yoktu çünkü gerçeği öğrenmişti. Gözlerini açtığında annesi ve Gaye’yi karşısında gördü. Annesi elinde bir iple ve bantla duruyordu.

 

“Birazdan Seçkin Bey gelecek ve güzel bir anlaşma yapacağız. Senin ise susup sesini çıkarmaman gerekiyor ama nedense öyle durmayacağını biliyorum. Bu yüzden... elindeki kalın ipi göstererek…Seni bağlayacağız.” Dedi.

 

Bir şeyler demek istiyordu ama şu an konuşması bile o kadar anlamsızdı ki.. Hiçbir şey diyemedi. O ikisini de haklayacak güce sahipti bunu onlarda biliyordu ancak kılını bile kıpırdatmak istemiyordu. Gaye’nin donuk gözlerine baktı. Bu kız sanki yıllardır birlikte büyüdüğü kız değilmiş de aslında Gaye’nin bir klonuymuş gibiydi. Onun gözlerine baktığında canı yandı. Onu gerçekten tanımıyordu. Kardeşi gitmiş yerine bambaşka bir kız gelmişti.

 

İlay insanların değişebileceğini söylemişti, olabilirdi de. Ama kimse bu kadar değişemez, değişmemeliydi. Bakışlarındaki o canlılık bile gitmiş yerine donuk, ölü bakışlar gelmişti. Annesi yanına yaklaşarak onu bağlamaya başladı. Annesi onu bağlarken, annesinin ilk defa yanına bu kadar yaklaştığını kokusunu ilk defa bu kadar net alabildiğini fark etti. Güzel kokmuyordu kokusu adeta çürük meyvelerin kokusunu andırıyordu. Aynı içinin de çürümüş olduğu gibi çürük kokuyordu.

 

Kokusunu almamak için kafasını geri çekmişti. Gaye ise karşısında durmuş donuk gözlerle ona bakıyordu. Yüzünde acayip derece de bir ifadesizlik vardı, tek bir mimiği bile oynamıyordu. Annesi onu bağladıktan sonra Gaye’den gidip bandı aldı ve gelip Saye’nin ağzının bantladı.

 

Tüm bu hazırlıklar Seçkin Bey içindi yani. O kimse? “Başımıza talih kuşu kondu” demişti annesi. “Yoksa beni evlatlık mı verecekler?” diye düşündü birden. Yoksa yıllarca çocukları olmayan bir çifte mi satacaklar?

 

Kendisinden kurtulmaları ailesi için her anlamda talih kuşu konmasıydı. Paralı ya da parasız fark etmeksizin. Gaye’ye birçok laf söylemek istedi. “Değer miydi? Kardeşine bunu yapmaya değer miydi?” diye bağırmak istedi. Ama karşısındaki kişinin Gaye olmadığını hatırlattığında ağzından tek bir harf bile çıkarmak istemedi onun için. Annesi işini bitirdiğinde Gaye’ye bakarak “Gidelim.” Dedi.

 

Kapıdan çıkarken Gaye’nin gözlerinin dolduğunu gördüğünü sandı. Ancak aklının ona oyun oynamasına izin vermemeliydi. “Hayır, hayır o artık Gaye değil.” Dedi içinden kafasını sallayarak. “Tamam madem beni istemiyorlar o zaman beni kendi halimde bıraksınlar. Başka aile de istemiyorum kimseyi istemiyorum tek kalmak istiyorum.” Kafasından böyle birçok düşünce geçiyordu. O sırada dış kapının çaldığını ve içeriye iki adamın girdiğini duydu. Bu adamlarda birisi babasıydı. Daha içeri girer girmez sesinden anlamıştı babası olduğunu çünkü eviyle çok ilgili bir baba rolüne bürünmüştü. “Ah canım kızım bak nasılda üzgün.” Diye başlamıştı konuşmaya.

 

Sonra diğer adamın sesini duydu “Efendim yaşattıklarımız ve yaşadıklarımız için çok üzgünüm. Kötü bir başlangıç yaptık ancak bugün bunu düzeltebiliriz.” Demişti güçlü, gür bir ses. Saye dikkat kesilerek sesi dinliyordu. Bu sesi tanıdığını fark ederek daha da dikkatle dinledi.

 

“Dün olanlardan sonra Gaye kızımız hemen bana koşarak olanların bir hata olduğunu söyleyip telafi edeceğini söyledi.” Dedi adam. Daha da cümlesine devam ediyordu ancak Saye daha sonrasını duyamıyordu. Çünkü sinirden kulakları uğuldamaya başlamıştı. Bu adamın sesini çok net hatırlamıştı. Nasıl unutabilirdi ki Saye’nin karşısında ona küçümseyici bakışlarıyla bakıp üstten konuşmasını.

 

Bu adam o okulun kurucusuydu; Özel Seçkinler Koleji’nin. Annesi ne demişti? “Seçkin Bey gelecek.” Aklına o adamın bu adam olabileceği hiç gelmemişti. Demek adı Seçkin’di. Demek annesi başımıza talih kuşu kondu derken bunu kastetmişti. İyi de dün Gaye eve geldiğinde kötü bir haldeydi ve bu durumu asla düzeltemeyeceğini söylüyordu. Nasıl olmuştu da bu adam şimdi evlerindeydi? Dikkatle dinlemeye çalıştı.

 

“Efendim dün Gaye bana geldiğinde açıkçası samimi olmadığını düşündüm. Çünkü okul kontrolden çıkmıştı. Daha sonra düşündüğüm de bunu yapan kişinin en iyi şekilde düzeltebileceğini de fark ettim ve akşam sizi aradım.” Daha sonra biraz durdu ya da bir şeyler dedi ama Saye kaçırmıştı.

 

“Yani efendim anlayacağınız ben Gaye’yi başka özel bir okula nakledip 2 yıl boyunca da tüm eğitim masraflarını ve sizin kalacağınız yerin masraflarını ödemeyi teklif ediyorum size.” Dedi adam. Saye arada ne söylediğini kaçırmıştı. Annesi ve babası çıldırmış gibi “Allah sizden razı olsun, Allah ne muradınız görsün.” Diye dua ediyordular adama. “Çok Allah’a inanırmış gibi dua ediyorlar bir de.” Diye düşündü Saye. Köpeğin duası kabul olsaydı gökten kemik yağardı. Sonra anne babasına köpek dediği için utandı. Çünkü köpekler ya da diğer hayvanlar bile yavrularına daha fazla sahip çıkardı.

 

Saye bu arada sinirlenmiş, kendini belli etmek için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Zorla da olsa ayağa kalkmış kendini yerden yere atıyordu. Duyulacağından adı gibi emindi. Sonra uzakta masada bulunan ıvır zıvırların yanına zıplayarak gidip, kafasıyla devirdi onları.

 

Annesinin bağırarak “Ah ben o kediyi bir yakalayayım, neler yapacağım.” Dediğini duysa da umursamadı.

 

“Gaye git kızım yakala şu kediyi.” O adam bunu bir kedinin yapamayacağını bilmeyecek kadar salaksa hiç o okulun kurucusuyum diye gezinmemeliydi ortalıkta. Bu arada tavandaki tahtaların gıcırtısından Gaye’nin bodruma doğru geldiğini anladı Saye. Biraz sonra bodrumun demir kapısı büyük bir gıcırtıyla açıldı. İçeri Gaye girdi. Saye’ye gözlerinin içine bakarak birazda kısık bir sesle:

 

“Ne oldu bunu da mı mahvetmeye çalışıyorsun? Hayatımı elimden almaya çalıştığın yetmedi mi?” diye sordu nefretle. Saye işaretle bandını açmasını işaret etti. Gaye buna ilk başta yanaşmasa da sonunda bağırmaması şartıyla bunu kabul etti. Bunu kabul edişinden belliydi, Gaye hâlâ içerlerde bir yerlerdeydi. Onu birisi fena doldurmuştu buna emindi.

 

“Gaye neden bunu bana yapıyorsun? Ben ne zaman senin kötülüğünü istedim.”

 

“Hep istedin. Doğduğundan beri hatta anne karnından beri istedin benim kötülüğümü. Anne karnında bile beni itekleyip durmuşsun sen be. Senin yüzünden erken doğmuşuz. Bencilliğin yüzünden.” Saye’nin kalbi ağrıyordu. Karşısındaki canından çok sevdiği kız yüzüne bütün biriktirdiklerini, bütün nefretini kusuyordu. Belki de onu hiç sevmemişti bile sadece büyük nefretini gizlemişti. “Annemle babamın lafları bunlar Gaye. Sen her zaman onların saçmaladıklarını düşünürdün.” Gözlerindeki yaşların bittiğini sanıyordu ama yine onlara engel olamıyor, akmaya devam ediyordu. “Haklıymışlar.” Demekle yetindi Gaye.

 

“Kardeşim. Yemin ederim ki seni kendimden bile çok sevdim ve hep seveceğim. Ne yaparsan yap.” O an içinde bir umut yeşerdi çünkü o fark etmese de Gaye’nin gözlerinden de yaşlar akıyordu. İfadesiz yüzünü bozmamaya çalışsa da o yaşları görmüştü işte.

 

“Ben seni hiç kardeşim olarak görmedim.” Dedi yutkunarak. “Ve şimdi bambaşka, sensiz bir yaşama gidiyorum. Sende kendi hayatını yaşa.” Tam giderken söylemeyi unuttuğu bir şeyi hatırlayarak durdu:

 

“Beni arama Saye. Ne olursa olsun arama, gelme, görme. Ben artık senin kardeşin değilim. Beni bırak.” Dedi belki de dünden beri ilk defa gerçek Gaye gibi bakan gözlerindeki yaşları silerek çıktı oradan.

 

Saye, bandın o kadar çıkması için ısrar etmişti ancak şimdi o ağzını kapatacak, hıçkırıklarını gizleyecek bir şeyle ağzını kapatıyordu. Canı öylesine yanıyordu ki sanki içinden bir parça alıyordular. Kardeşini, her şeyini kaybetmişti. Bağırmıyordu bile, sesi çıkmıyordu. İçine içine ağladı, ağladıkça daha da ağladı. Bütün duyguları bir arada yaşıyordu; hayal kırıklığı, öfke, acı, korku, şaşkınlık… Hangisine ne tepki vereceğini bile bilmiyordu artık.

 

Hani çok sevdiğiniz biri sapasağlamdır, hiçbir şeyi yoktur ve birden yok olur. Artık hayatınızda yoktur. Ya ölmüştür ya da haber vermeden çekip gitmiştir ve siz şaşkınlık, üzgünlük gibi birçok duygu yaşarsınız işte bu da aynen böyleydi. Kardeşi birden Saye ne olduğunu bile anlamadan çekip gidiyordu. Hayattaki tek ailesi de artık onu geride bırakmıştı. Belki alıştıra alıştıra olsaydı bu kadar acıtmazdı. Ama birden yok olması bu en kötüsüydü.

 

Uzun bir süre yerde bağlı bir halde yatarak ağladı. Hayatında toplasa bu kadar ağlamamıştı ama bu iki gün hiç ağlamadığı kadar ağlamıştı. Kardeşi ona kıymıştı. Belki de gerçekten bir baş belasıydı artık bunu kabullenmesi gerekiyordu. İnsanlar onu sevmiyordu, yanındayken mutlu olmuyordular. Bunu kabullenmeliydi. Bu arada yattığı yerden bunları düşünüp bir yandan gözyaşları yere düşerken yukarıdan eşyaları oraya buraya sürükleme sesleri geliyordu. Bir ara annesiyle Gaye’nin bağırışlarını duydu ama ne olduğunu bile duymak istemeyerek kulaklarını kapattı.

 

Yaklaşık yarım saat sonra evlerine bir aracın yaklaştığını duydu. Ayağa kalkıp tepesindeki parmaklıklı küçük pencereden bakmak istedi ama bağlıydı. Kulağını duvara yaklaştırdığında babasının sesini duydu “Hadi hadi eşyalarınızı getirin.” Diye bağırıyordu.

 

Gidiyorlar mıydı? Bu kadar çabuk mu? Bırakamazlardı onu buna izin vermeyecekti. Saatlerdir çıkmayan sesini çıkarmaya çalıştı. İlk başta ortaya boğuk bir ses çıktı sonra zorla da olsa bağırarak “Lütfen beni bırakmayın. Lütfen!” diye bağırıyordu. Zıplayarak kapıya doğru gidip kendini demir kapıya attı. “Güm” diye bir ses çıktı. “Bunun ağzını mı açtın sen?” diye bağırdığını duydu annesinin Gaye’ye.

 

Sonra bir hışımla bodruma gelip Saye’ye bir tokat indirerek “Kes sesini. Rahat bırak bizi artık senden kurtuluyoruz.” Dedi annesi o kötülük dolu sesiyle. Her zerresinden tiksiniyordu annesinin. Hatta bazen bir zamanlar onun karnında olduğu için kendinden bile tiksiniyordu.

 

“İnsan değilsin sen.” Diye bağırdı Saye. “Hayvanlar bile senden daha iyi annelik yapar. Sen hayatımda gördüğüm en iğrenç annesin.” Dedi. Bir gram bile etkilenmeyen annesi bir tokat daha indirip ağzını tekrar bantladı Saye’nin. “Tek başına kal burada o zaman benim gibi bir anneyi bile ararsın.” Dedi iğrenerek çıkan ses tonuyla. Bir hışımla girdiği bodrumdan bir hışımla çıktı. Toparlanmaları bitmiş gibiydi. Eşyaları taşıma sesleri gelmiyordu.

 

“Gaye hadii.” Diye bağırdı annesi. Uzanıp demir parmaklıklı camdan bakmak istedi tam o an bodrumun kapısının oradan bir ses duydu. Kapının altından Gaye bir şey atmıştı. Uzaktan pek göremese de ucu parlak bir şeydi. Sonra kardeşi merdivenlerden koşa koşa kapının oraya çıkmıştı. Saye parmaklıklı camdan zorda olsa onu arkasından görmüştü.

 

Saçlarını arkadan at kuyruğu yapmış, en sevdiği beyaz spor ayakkabılarını giymişti. Anlaşılan buradan ve Saye’den kurtulduğu için mutluydu. Lacivert küçük bir minibüstü içine bindikleri. Bu minibüs kesinlikle o adama (Seçkin Bey’e) aitti. Hiç arkalarına bakmadan bindiler. Saye ise gidişlerini görmemek için yere oturup arkalarından bakmayı bıraktı.

 

Arabanın lastik seslerini duyunca gittiklerini anlamıştı. Artık yalnız ve tek başınaydı. Burada ölüme terk edilmişti. Ne yapacağını bilemez bir halde yalnızca oturdu. Ne yapabilirdi ki elleri bağlıydı, ağzı kapalıydı. Nefes bile zorla alabiliyordu. Bir hulk değildi ki ipleri tüm gücüyle kopartsın. Ağzı kapalı sesi de çıkmıyordu. Sessizce ölümü bekledi. Ne kadar hızlı gelirse onun için o kadar iyiydi. Oturduğu yerden kendini atarak yatar pozisyona geçti. Artık ağlayamıyordu da çünkü gözyaşları bitmişti ağlamaktan. Bağlı olan ipler kollarını ayaklarını acıtmaya başladığı için huzurlu bir uykuya da dalamıyordu.

 

Eskileri düşünmeye başlamıştı. Gaye’yle olan anılarını. Gerçekten Gaye’nin dediği gibi Gaye’nin kendisini sevdiğini ve iyi biri olduğunu o mu düşünmek istemişti? Bunu bilmeliydi. Gaye gerçekten düşündüğü gibi biri hiç olmamış mıydı? Peki neden o zaman küçükken bile her düştüğünde, annesi babası onu her hırpaladığında Gaye koşmuştu yanına? Bunlar da mı yalandı? Sarılması da mı yalandı? Anne ve babalarından ilk defa Saye’nin yüzünden tokat yemesi de mi yalandı? Küçükken onunla dalga geçen çocukları dövmeye çalışıp ama dövemeyip dayak yemesi de mi yalandı.

 

Saye dövüş sporlarına o zaman gitmeye karar vermişti. Normalde hiçbir şeye ilgisi olmayan bu kız, kardeşinin kendisi için dayak yediğini görünce onu koruyamadığı için kendine çok kızmıştı. Gaye onu her seferinde herkesten korumuştu ama o Gaye’yi koruyamamıştı. O zamandan itibaren ilkokulda zorla da olsa dövüş sporlarına yazılmıştı. Annesi ve babası onun bir şeyle ilk defa bu kadar ilgilendiklerini görmüşler ve her fırsatta onu bu spordan almakla tehdit etmişlerdi. Sonunda da almışlardı. Ama hayatında tanıdığı bütün büyük insanların içinde ilk defa ona sevgi gösteren dövüş öğretmeninden ve spordan ayrılmak onu çok üzmüştü. Neyse ki biricik öğretmeni onu bırakmamış ve gizlice gelmesine izin vermişti. Hatta gizli kazandığı bir madalyası bile vardı.

 

Daha sonra öğretmeni bir nedenden dolayı istifa etmek zorunda kalmış ve kendi dövüş salonunu açmıştı. İstifa ettikten sonra bir kere onu görmüş, öğretmeni onu özel açtığı yere çok çağırmış hatta ondan para bile istememişti. Ama o para vermeden orada çalışmayı kabul edememişti. Sonra da bir daha onu hiç görmemişti. Gidip devam etseydi belki de çok daha iyi yerlerde olabilir, böyle sefil sefil bodrum köşelerinde ölüme terkedilmezdi. Başarılı olduktan sonra belki anne babası da onu severlerdi. Ama artık hepsi eski de kalmıştı.

 

Bu boş düşüncelerden kendini sıyırdı. Ağzının kuruduğunu fark etti. Oldukça susamıştı. Bir insan susuzluğa ne kadar dayanabiliyordu 24 saat miydi yoksa 48 saat mi? Henüz 24 saat bile olmamıştı ama kendini oldukça susuz hissediyordu. Etrafa bakındığında dikkatini çekecek bir şey göremedi zaten karanlıkta çökmeye başlamıştı. Ellerini çözebilse birkaç gün önce annesinden gizlice indirdiği birkaç yiyecek ve birkaç şişe su saklamıştı buraya. Onları yiyip içer birkaç gün idare ederdi. Yaşamak mı istiyordu? Dünden beri ölmek istiyordu şimdi neden kararı değişmiş yaşamak için bir yol aramaya başlamıştı? Aslında bunun nedenini de biliyordu; inadına yaşamak istiyordu. Kendi için değil, onlara inat ölmemek istiyordu. “Madem ben bir baş belasıyım o zaman gerçekten de baş belası gibi olup yaşamalıyım.” Baş belaları çabuk ölmezlerdi, kötülere bir şey olmazdı.

 

“Bende bir kötü değil miyim? O zaman ölmemeliyim.” Diye düşündü. Etraf iyice karanlık olmuştu şu an da bir şey araması çok anlamsızdı. Ama yarın bunu halledebilirdi. Sabah olduğunda ilk işi keskin bir şey ya da bir yer arayıp önce ellerindeki ipleri çözmesi olacaktı.

 

Birden gözüne parlak bir cisim takıldı. Bir şey arada bir parlıyor, gözünü alıyordu. Gözünün karanlığa alışmasıyla bunun kapı tarafında olduğunu fark etti. Sürünerek oraya gitmeye başladığında aklına kardeşinin son an kapının altından bir şey yolladığını hatırladı. Yaklaştıkça anladı ki bu bir bıçaktı. Evin en keskin bıçağını kapının altından ona bırakmıştı. Bu da gösteriyordu ki Gaye onu unutmamış, arkada bırakmamıştı. Biliyordu Gaye’nin bu kadar değişemeyeceğini biliyordu, bir sorun olduğunu biliyordu. Kapının altından ittirilen bıçağı hemen ucundan çekerek aldı. Zorlansa da ellerindeki ipi kesmeye çalıştı. Biraz vakit alabilirdi ama pes etmeyecekti. Kardeşi onu ölüme terk etmemişti. Bu kadar olmayacağını biliyordu ve bu bile içindeki bütün umudu yeşertmeye yetmişti.

 

Birkaç saat böyle uğraştı sonunda ellerindeki ip baya gevşedi ve koptu. Önce hemen ağzını açtı, sonra da vücudunu saran iplerden kurtuldu. Koşarak kenarda duran dolapların köşesine sakladığı birkaç şişe sudan bir tanesini alıp kana kana içti. Beynine kan gitmiş, yüzüne renk geldiğini hissetmişti. Kendini yere atıp rahatladı. Tepedeki parmaklıklı cama bakarak “Zor olsa da buradan çıkacağım ve siz beni ölüme terk etmişken ben küllerimden yeniden doğacağım.” Diyerek bağırdı.

Loading...
0%