@sbeyza97
|
Sabah alarmın sesiyle kendine geldi. Bu alarm ona okul zamanının geldiğini ve evden uzaklaşmanın güzelliğini haber veriyordu. Okulda iyi zaman geçirmiyordu ancak okula giderken yaptığı kısa yürüyüş, evden farklı insanları görme gibi eylemler ona iyi geliyor kendini daha özgür hissettiriyordu. İnsanlar pazartesilerden nefret ederdi ancak o sırf bu yüzden pazartesileri seviyordu. Hafta sonu Gaye film izleriz diye söz vermiş ancak neredeyse yanına bile uğramamıştı. Kardeşinin yanına gitmeye yeltendiğinde ise annesi ona kızmış “Rahat bırak kızımı.” Diye azarlamıştı. O yüzden o da pek Gaye’nin yanına gidememişti. Yani neredeyse koca hafta sonu Gaye’yi göremedi. Bu sabah ise planladığı şey onunla aynı anda evden çıkmaktı. Bunun sonucunda okula geç kalsa bile Gaye’yi görmeliydi. Çünkü bir şeylerin ters gittiğine emindi. Gaye daha önce hiç onun yanına bu kadar gelmeden durmamıştı. Yanına gelmemeyi bırak mesajlarına da cevap vermemişti. Çabucak hazırlanıp ondan önce evden çıktı ve biraz ilerleyip onu beklemeye başladı. Biraz bekledikten sonra kapıdan Gaye’nin çıktığını gördü. Üzerinde gri okul forması vardı. Saçları okula giderken genelde toplu olsa da o gün toplu değildi. Dış kapıyı kapatır kapatmaz sokağın başına doğru yürürken Saye arkasından koşarak yanına geldi ve elini omzuna attı. Elini omzuna atmasıyla yerinden sıçrayan kardeşi ani bir korku refleksiyle kollarını vücuduna doğru çekmişti. “Gayeee benim.” Dedi Saye şaşkınlıkla. Bu kadar korkmasını anlayamamıştı. Gaye onu görünce rahatlayarak kendini toparladı. “Saye neden böyle şeyler yapıyorsun?” dedi geriye doğru gitmiş saçlarını düzeltip gözlerinin önüne getirmeye çalışarak. “Seni merak ettim neden hiç yanıma gelmedin, mesajlarıma da cevap vermedin?” Gaye gözlerini kaçırarak “Annem söylemedi mi? Biraz rahatsızdım.” Saye, hafif esen rüzgârın Gaye’nin yüzündeki saçları çekmesiyle tam alnının sağ köşesinde bir çizik ve morluk fark etti. “Gaye! Bu ne?” dedi hemen alnına yaklaşıp dokunmaya çalışarak. Gaye hemen kendini geri çekerek yüzünü istemsizce acıyla buruşturdu. “Kapıya çarptım Saye. Önemli bir şey değil.” “Nasıl bir çarpma bu? Kocaman kapıyı görmedin mi?” Saye kaşlarını çatmış Gaye’ye bakıyordu. Son zamanlarda çok dikkatsizleşmeye başlamıştı. Kolunu, bacağını oraya buraya vurup morartıyordu. Saye onun sınavların yaklaşmasıyla stres yaptığını düşünse de bu biraz abartı olmaya başlamıştı. “Beni sorgulama artık da okuluma gideyim. Geç kalacağım.” Diyerek geçiştirip yanından gitti Saye’nin. İleride Gaye’yi bekleyen taksiyi görünce peşinden gitmemeye karar verdi. Kendisi ise otobüsün yolunu tutmalıydı. Peki Gaye bu fakirliklerinde nasıl mı taksi kullanıyordu? Tabii ki aldığı burslarla. Birçok yerden burs alıyordu. Onun dışında anne babaları da varını yoğunu Gaye’ye harcıyordular çünkü geleceklerini tamamen ona göre şartlamıştılar. Gaye okuyup iyi yerlere gelecek ve onları kurtaracaktı. Her zaman bundan bahsederdiler. Saye’ye ise 18 olduğunda bu evden çekip gitmesini söylerdiler. O da zaten bunu istiyordu ama tek değil kardeşiyle gitmek istiyordu. İki tarafta kardeşini yanlarında bu kadar isterken o gün geldiğinde kardeşi ne yapacaktı bilmiyordu. Bir süre yürüdü ve sonunda otobüs durağına geldi. Otobüs durağı oldukça kalabalıktı. Onu ilk defa gören insanlar ise ona tuhaf tuhaf bakıyor, gözlerinin neden öyle olduğunu merak ediyor gibi gözüküyordular. Merak etmeleri doğaldı tabii ki ama böyle acınası ya da korkulası bakılması kalp kırıcıydı. Gerçi artık alışmıştı ama hala ilk girdiği ortamlarda bu bakışlardan rahatsız oluyordu. Otobüs tıs sesiyle durunca herkes içine doluşmaya başladı. Anlaşılan Saye yine ayakta kalacaktı. Otobüse binip bip sesiyle kartını okuttu ve ileriye doğru yürüyerek kendine boş bir yer buldu. Cama yaslanıp gideceği durağa kadar gözlerini kapadı. Otobüsteyken genelde gözlerini kapatırdı. Çünkü insanların yol boyunca ona tuhaf bakmasından hiç hoşlanmazdı. Bir de okul kısmı vardı bunun. Eğer şanslıysa kimse ona sataşmaz ve kendi halinde güzel bir gün geçirirdi ama şanssızsa birileri gelir onunla dalga geçer, saçını çekerlerdi. Tabii ki bunlara kayıtsız kalamadığı içinde müdürün yanını boylardı. Umuyordu ki bugün sorunsuz bir gün olsundu. Durağın ismini duyunca sıkış pekiş olan insanların arasından zorla geçerek otobüsten indi. Birçok öğrenci okula doğru yürüyordu. Bazıları kahvaltısını etmemiş bir elinde tuttuğu poğaçasından bir ısırık alarak yürüyor, bazıları arkadaşlarıyla karşılaşmış ve ödevin olduğunu unutmuş söyleniyordu. Bu kargaşa da yalnız başına ilerleyen Saye ise sadece kafasını yere eğmiş fark edilmemeyi umarak okulun girişine yürüyordu. Kendi halinde okulun kapısından girerken bir el arkadan saçını çekmiş “Naber Van Kedisi?” diyerek yanından geçmişti. Onu duyanlar gülmeye başlayarak “Harika bir lakap” diyerek o ergenliğe yeni girmiş, yüzü mayın tarlasından bile beter olan çocuğu onaylamıştılar. Onlara söyleyecek çok lafı olmasına rağmen hiçbir şey söylemeden sınıfa gitmeyi tercih etmişti. Bugün kimseyle uğraşası yoktu çünkü aklı Gaye’nin alnındaki izdeydi. Nedense içinden bir ses onun sadece bir kapı çarpması olmadığını söylüyordu. Bütün gün boyunca sırasından kalkmamış, dersleri öylesine dinlemiş gibi yapmıştı. Bazı dersler de uyuya kalmış, bazı dersler de defterine çizimler yapmıştı. Koca okulda bir resim öğretmeni bile yoktu ki doya doya o derste resmini çizsin. Zaten canı sıkkın olan bu günde kimsenin ona sataşmaması için elinden geleni yapıyor, onları adeta kendinden koruyordu. Ama inatla ona sataşan insanlar vardı ve ne kadar uyarsa da dinlemiyor daha çok üstüne geliyordular. Sanki onlara yanıt vermemesi veremeyeceği anlamına geliyormuş gibi davranıyordular. Son derse kadar kendini tutmayı başarmıştı. Ta ki sınıflarında kendini göstermek için Saye’yle dalga geçen kız Saye’nin formasının üzerini bilerek ve isteyerek boyayana kadar. Sorun Saye’yi boyaması da değildi sorun kalem lekesinin çıkmamasıydı. İşte bu da son damla olmuştu. Son dersleri boştu ve bir öğretmen gelip resim yapmalarını, kitap okumalarını söylemişti. Arkasında oturan ve kendini havalı sanan o kız yere kalemini düşürmüş ve bilerek alırken sırtını boydan boya çizmişti. İşte son damla böyle taşmıştı. Saye onun her ne kadar bunu yapacağını hissetse de yine de emin olamamıştı. Ama artık emindi ve o kız fena kaşınmıştı. Bunca zaman kendini her zaman kısıtlamış ve ailesinin deyimiyle bir gölge gibi davranmıştı. Ancak şu an içinde son saniyeleri kalan bir bomba var gibiydi. Ve o patladığında etrafa yayılan duman onun canını sıkan herkesin canını fena halde yakacaktı. Arkasına döndü “Kendi iyiliğin için sırtımı boyadığını söyleme.” Dedi. Artık işlerin çığırından çıkacağını hissediyordu. Yanında oturan kısa saçı küt şeklinde kesilmiş kıza sırtım boyandı mı diye sordu gözlerini kapatarak. İyici sinirleri gerilmişti ve öfkesinden içinin bile titrediğini hissetti. “Pardon yanlışlıkla oldu.” Dedi arkasında oturan saçlarını bigudiyle geceden sarıp sabah açtığı belli olan ve kendini çok havalı sanan kız. Saye ona sakince bakıp gülümsedi, gözlerini kapayarak birkaç saniye bekledi. Bu, fırtına öncesi sessizlikti. Birden önündeki sıraya tekme atarak ayağa kalktı. Önündeki kızlar yerinden sıçramış, bütün sınıf dikkat kesilmişti. Yanındaki kızın sulu boya yaparken karıştırdığı suyu aldı ve arkasına dönerek havalı kızın kafasından aşağı döküp kabı yere fırlattı. “Ah pardooon. Yanlışlıkla oldu.” Dedi yüzüne yaklaşıp pis suyun kafasından süzülüşünü izleyerek. Kız şok içinde ayağa kalkarak “Sen ne yapıyorsun be geri zekalı?” diye bağırmaya başlamıştı. “Ezik pislik kendini ne sanıyorsun.” Diye çemkirip Saye’nin saçına dalacakken Saye onun kolunu tutup büktü. “Bu kolunu kırılana kadar bükerim.” Dedi kulağına yaklaşarak. Sonra da tüm gücüyle kızı ittirince kız sendeleyerek kafasını öğretmenler masasının sivri yerine çarptı. Kızın kafasının kanlar içinde kaldığını gören Saye ilk başta istediğinin bu olmadığını düşünüp üzülse de sonrasında çok umursamadı. Dönemin başından beri kendisiyle uğraşmanın cezasını çekiyordu. Kız birkaç arkadaşının da yardımıyla müdürün odasına götürülmüştü. Saye bunun başına çok fena bela açacağını bilse de bunu pek de umursamadı. İnsanlar bazen başına gelen şeyleri hak ederdi ki ondan ders çıkarsın ve bir daha böyle bir şey yapmasın. Düşündüğü gibi de oldu ve 15 dakika içinde müdür onu odasına çağırdı. Bunu beklediği için hiç şaşırmamıştı. Sadece umuyordu ki küçük bir disiplin cezası verilsindi. Dağınık olan üstünü başını toparladı ve müdürün kapısını çalarak içeri girdi. O aptal kız mağdur psikolojisine girmiş ve hâlâ dolu dolu olan gözlerini Saye’ye dikmişti. Müdür tüm bedeninin kapladığı koltukta doğruldu ve kalın, beyaz kaşlarını çatarak “Bende bayadır buraya uğramadığını görünce şaşırmıştım Saye.” Dedi. Saye hiç cevap vermeden müdürün dediklerini dinliyordu. O kırışıklık dolu yüzündeki mimikleri konuşmasını sürdürürken arada bir açılıyor arada bir öfkelenerek daha da kırışıyordu. “Müdür Bey izin verirseniz kendimi açıklamak istiyorum.” Dedi Saye tüm sakinliğiyle. “Açıkla bakalım neyi açıklayacaksın arkadaşının ailesi geliyorlar bakalım onlara da açıklayabilecek misin?” “Açıklayabilirim.” Dedi Saye tüm ciddiyetiyle. Arkasını dönerek beyaz gömleğinde bulunan boylu boyuna uzanan çiziği gösterdi. “Bakın.” Dedi. “Bunu o kız bilerek yaptı.” “Ailemin durumunun olmadığını biliyorsunuz şimdi ben boyalı gömlekle mi geleceğim okula?” dedi tüm çaresizliğiyle. Eve gittiğinde annesinin gömleği gördüğü anı düşünüyordu. “Kızım tamam da arkadaşının kafasını kanatman mı lazım?” Bu arada kız odadan çıkmış revire götürülmüştü. Bu fakir okulda revirde ne bulunduğunu merak etse de bunu sonra düşünmeye karar verdi. “O isteyerek olmadı. Saçımı çekmek istedi bende izin vermeyerek ittirdim.” “Saye, sen artık çizgiyi aşıyorsun. Ben bu okulda öğrenciler arasında kavga ederek birbirlerine zarar veriyorlar dedirttirmem.” Diye o koca bıyığının altından sesini yükseltmişti. “Birbirlerine zarar veriyorlar dedirtmiyorsunuz ama birbirleriyle istedikleri şekilde dalga geçebiliyorlar dedirtebiliyorsunuz o zaman.” Dedi Saye sesini olduğundan fazla çıkartarak. “Ne diyorsun sen be?” dedi müdür ona aşağılayıcı bakışlarıyla. “Her gün saçımı çekiyorlar, benimle Van kedisi diye dalga geçiyorlar ama bir kere bile onları uyarmıyorsunuz bana gelince en ufak bir şey de Saye çok oluyorsun, dikkat et gibi şeyler söylüyorsunuz.” Dedi gözlerinin dolmasına engel olamayarak. Farklı gözükmek onun suçu muydu? O mu istemişti gözlerinin farklı olmasını? Müdür bağırarak “Sen kim oluyorsun da bana ders veriyorsun be?” o artık oturmaktan kıçının izi çıkmış koltuğundan kalkarak koca göbeğiyle Saye’nin karşısına geldi. “Sen hem hadsiz hem de çok problemli bir çocuksun.” Dedi tombik işaret parmağını ona doğrultarak. “1 hafta okuldan uzaklaştırma cezası veriyorum sana. Bir daha böyle bir şey olursa gözünün yaşına bakmam atarım seni bu okuldan.” Saye hiçbir şey demeyerek odadan çıktı. Onu anlamayan bir insanla büyükte olsa konuşmaya değmezdi. İnsanlar büyükte olsa küçükte olsa böyleydiler işte. Özellikle doğruları yüzlerine vurduğun an senden kötüsü yoktu. Bir de üzerine senin problemli olduğunu söylerdiler. Sınıfa giderken zil çalmıştı o da sınıftan çantasını alarak okul çıkışına doğru yürüdü. Herkes ona bakıyordu, anlaşılan ettiği kavga duyulmuştu. Ne olmuştu peki? Kimse neden ona sataşmıyordu? Böyle mi olmalıydı yani illa birine ders vermesi mi gerekliydi ona sataşmamaları için. İnsanlar neden doğru düzgün konuşunca anlamıyordular da illa canlarının yanması gerekliydi? O an insanların konuşarak anlaştığı tezini çürüttüğünü düşündü. Kimsenin konuşarak anlaştığı falan yoktu çünkü kimse birbirini dinlemiyordu. |
0% |