Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Goblinler

@sbnbrk

Emily’nin bu garip diyara gelmesinin üzerinden on beş gün geçmişti. Bu zaman içerisinde Frank ve Harold’u daha fazla tanımaya başlamış ve tanıdıkça da onlarla yakınlaşmıştı. Yaşları daha yakın olduğu için ilk Harold ile konuşmayı tercih etmişti. Harold daha iki yaşındayken annesi ve babası kasabadaki düzeni sağlamakla görevli olan İmparatorluk Muhafızları tarafından isyancı olmakla suçlanıp çıkan çatışmada öldürülmüşlerdi. Frank de yalnız başına kalan Harold’u büyütmek için evlat edinmişti.

Harold’un hikayesini öğrenen Emily, daha sonra da Frank ile konuşmayı tercih etmişti. Frank eskiden İmparatorluk Ordusu’na hizmet etmiş Heralsadya’nın bir çok kasabasında görev yapmış başarılı bir komutandı. Ordudaki diğer komutanlardan biri olan Edward Corbyn ile yaşadığı bazı anlaşmazlıklardan sonra ordudan ayrılmış ve son üç yıldır görev yaptığı, “Viverian” adlı bu küçük kasabaya yerleşmişti. Hizmet yaptığı dönemde de onu çok seven halk bu sevgisini Frank’e onu her seçimde kasaba valisi seçerek göstermişti.

Emily, Frank ve Harold’un geçmişini öğrenebilmişti ama kendi geçmişini anlatamamıştı. Çünkü geldiği yer hakkında genel bilgileri hatırlasa da kendi geçmişini hatırlayamıyordu. Arkadaşları, ailesi, geçmişi her şey yok olmuştu adeta. Geceleri Frank’in ona yer ayarlayana kadar kalmasını istediği salondaki koltukta tek başına tavana bakarken düşünüyordu geceleri, eğer bunları hatırlasaydı belki de buraya alışması daha zor olacaktı. Zaten istese de şu anlık geri dönemeyeceği için geçmişi hatırlamaya çalışmaktansa buraya daha çabuk alışmaya çalışmayı tercih etmişti.

Emily işte yine böyle düşünceli bir sabaha uyandı. Pencereden giren güneş ışıkları geniş salonu aydınlatıyordu. Emily ise uzandığı koltukta ellerini yastığın ve başının arasında kenetlemiş sırt üstü yatıyordu. İlk günlerde içinde olan rahatsızlık artık yoktu. Artık yanında olan bu insanlara cidden güvenebileceğini anlamıştı. Birkaç dakika boyunca tavan ile bakıştıktan sonra koridora açılan kapalı salon kapısının ardından gelen tabak sesleri ile yüzünü kapıya doğru döndü. Dikkati dağıldı ve yüzünü kapıya çevirdi. Daha sonra üstündeki yorganı yavaşça kaldırdı ve kollarından destek alarak doğruldu. Ayaklarını yere indirdi. Yine aynı yavaşlıkla kalktı. Kendi kıyafetleri kirlendiği için üzerinde Frank’in ona verdiği beyaz, düz bir kumaştan yapılmış uzun bir gecelik vardı. Yavaş adımlarla kapıya doğru yürüdü ve kapıyı kulpundan tuttu. Kapıyı yavaşça açtı. Uzun ve loş koridordan yürüyerek tam karşısındaki mutfağa girdi. Mutfağın üç duvarına da dolaplar yerleştirilmiş, boş kalan duvara da yuvarlak bir yemek masası dayanmıştı. Küçük mutfak duvarlardaki dolapların üstündeki pencerelerden giren güneş ışınları ile aydınlanıyordu. Bu pencerelerin birinin önünde Frank bir eline şurup dolu kaseyi diğer eline de küçük bir tahta kaşığı almış, kasedeki şurubu kaşık ile tezgahtaki tabakta bulunan kreplerin üstüne döküyordu. Gözünü ayırmadan:

Frank: Bu gün çok erken uyanmışsın…

Emily: Her zaman bu saatlerde uyanıyordum… Sadece, sen çağırmadan gelmeye çekiniyordum…

Frank kase ve kaşığı bırakarak eline krep dolu tabağı aldı ve masaya doğru ilerledi. Emily dikkatlice onu izliyordu:

Frank: Şaşırmış gözüküyorsun… Ara sıra alışılmışın dışına çıkarak insan yemeklerini de denemek güzel geliyor…

Emily: (Şaşkın bir ifade ile) İnsan yemekleri mi? Bizim yemeklerimizi nereden biliyorsun ki!?

Frank tabakları masaya koyarken gülümseyerek Emily’e baktı:
Frank: Buraya gelen ilk insan olduğunu mu sanıyorsun?

Frank kafasını kaldırdı ve masanın dayandığı duvarın üstündeki bir çiviye asılmış olan kolyeye baktı. Kolyenin iplerine pembenin tonlarında birkaç tane kristal geçirilmişti. Gözlerini o kolyeden ayırmadan:

Frank: Hayır değilsin… Buraya senden önce gelenler, burada yaşayanlar ve ayrılanlar oldu çocuk… Senin de vakti geldiğinde evine dönebilmen için elimden geleni yapacağım. (Emily’e döndü) Harold’u çağırabilir misin? Kahvaltı yapmamız gerek…

 

Emily hiçbir şey diyemedi. Frank, bu zamana kadar ondan önce başka insanların buraya geldiğini söylememişti ona. Emily onaylar şeklinde başını salladı ve odadan çıktı. Koridorun yarısına kadar ilerledikten sonra durdu ve solunda duran merdivene döndü. Ağır adımlar ile çıkmaya başladı. Attığı her adımda merdivenin tahta basamakları gıcırdıyordu. Son basamağı da çıktığında etrafı gözleri ile inceledi. Merdiven, üst kattaki koridorun başına çıkıyordu. Koridorun her iki tarafında da ikişer tane olmak üzere toplam dört oda vardı. Koridor başındaki ve sonundaki büyük pencereler sayesinde az çok aydınlanıyordu. Emily evin üst katına ilk defa çıkıyordu. Daha öncesinde korktuğu için salondan bile zar zor çıkıyordu. Yavaşça koridorun sağındaki ilk odaya yöneldi. Kapalı olan kapıyı kolunu çevirerek açtı. İçeride küçük bir tekli yatak, yatağın hemen başında bir komodin ve yatağın karşısında bir gardırop vardı. Sade ve dağınık olmayan bir odaydı. Odanın Frank’e ait olduğu düşüncesi ile kapıyı çekti ve çıktı. Hemen aynı taraftaki ikinci odaya yöneldi. Kapıyı açtığında içeride onu ağzı kapalı koliler, sandıklar, süpürgeler ve raflar onu karşıladı. Oda çok küçüktü ve herhangi bir penceresi yoktu. Depo olduğu belli olan odadan yine kapıyı kapatarak çıktı. Karşısındaki kapıya baktı. Kapıya doğru gitti ve kapıyı açarak odaya girdi. İçeride Mavi bir yatak, komodin, yatağın hemen karşısında bir çalışma masası, çalışma masasının yanında kitaplık ve odanın sağ köşesinde kalan bir gardırop vardı. Odanın her yeri sanki uzun yıllardır temizlenmiyormuş gibi toz tutmuştu. İçeriye girdi ve odayı son bir defa daha incelemek için kendi etrafında döndü. Yüzünde bir gülümseme oluştu. Bu odayı nedense çok sevmişti. Kullanılmadığı da belli olduğuna göre burada kalmayı isteyebilirdi ama sormaya çekiniyordu. Odadan çıkarken gülümseyerek kapıyı kapattı. Kapıyı kapatması ile beraber evin çok büyük bir gürültü ile sallanması bir olmuştu. Hayır bunu kendisi yapmış olamazdı. Hemen sesin geldiği son odaya döndü. Temkinli bir şekilde oraya doğru yürürken yine aynı gürültüyle sallandı ve düşmemek için kendini duvara yasladı. Odanın kapısı aralıktı. Aralıktan içeriye baktığında içeride Harold’u gördü. Üstünde tüm vücudunu saran turuncu bir pelerin vardı. Pelerinin kapüşonunu kapatmış ve asasını tam karşısındaki duvara doğrultmuştu. Duvarın tam o kısmı çarpan büyülerin etkisiyle kararmıştı ve az da olsa dumanlar çıkıyordu. Harold duvara doğru bir defa daha asasını savurdu. Asasını savurmasıyla beraber asanın duvara doğrultulmuş olan sivri ucundan adeta mor bir yıldırıma benzeyen bir büyünün çıkması bir oldu. Daha sonra Harold asasını art arda defalarca savurmaya başladı. Her savurduğunda bağırıyordu:

Harold: BEN! SENDEN! DAHA! İYİYİM! EVA! DAHA! İYİ!

Bir anda büyü savurmayı bıraktı ve asasını sinir ile yere fırlattı. Kapüşonunu indirdi. Mor renkte olan gözleri aniden eski yeşil haline döndü. Kararmış ve duman çıkan duvara bakarken!

Harold: Ben senden daha iyiyim Eva Corbyn! Ve sana yeminlerim olsun ki bunu sana kanıtlayacağım!

Yatağına doğru yürüdü ve oturdu. Dirseklerini dizlerinin üstüne koyarak elleri ile yüzünü kapadı. Tam o sırada Emily iki defa kapıya tıkladı. Ellerinin arasından hafifçe kapıya baktıktan sonra yüzünü kapatmayı bırakarak mutlu bir şekilde:

Harold: Buyur Emily, gelebilirsin!

Emily: Amacım gözetlemek falan değildi ama… Az önce yaptıkların bir harikaydı!

Harold: (Hafifçe güldü) Yani ilk defa gören için olabilir, ama hayatın boyunca bunu yapınca pek de ilginç bir tarafı kalmıyor…

Emily: (Ona yaklaşırken) Peki her zaman büyü yaparken göz rengin böyle değişiyor mu? Bu çok havalı…

Harold bir anda telaşlı bir ifade ile Emily’e baktı, sonradan yalandan bir gülümseme ile:
Harold: Ne? Hayır, büyü yaparken büyücülerin göz renkleri değişmez. Sanırsam büyü den gözüme yansıyan ışıktan dolayı öyle gördün…

Emily: Oh, anlıyorum. Peki… Eva kim?

Harold, Emily’e oturması için yer açmak amacıyla hafifçe kaydı. Emily otururken:
Harold: Eva Corbyn… Aslında babası ile ilk geldiğin gün tanışmıştın. Muhafızların komutanı… Frank ile konuşan adam. İşte o Edward Corbyn, Eva Corbyn’in babası…

Emily: (Merakla) Eva’yı sevmiyor gibi gözüküyordun aranızda bir şey mi var?

Harold: (İç Çekerek) Klasik Eva, sürekli benimle uğraşıp benden üstünmüş gibi davranıyor…

Eva: Bir nevi zorba yani.

Harold: (Emily’e baktı) Evet, aynen öyle… (Yüzünü karşısındaki duvara döndü) Benden güçlü ve daha iyi olduğunu sanıyor ama bir gün ona daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım... (Yataktan kalkarken) Yani en azından planım bu. Bu arada sen ne için gelmiştin?

Emily: Oh, şey… Frank bizi kahvaltı için seni çağırmamı istemişti.

Harold: Tamam o zaman, hadi gel onu daha fazla bekletmeyelim…

İkisi de odadan çıktı ve sağ tarafta bulunan merdivenlerden aşağı inerek mutfağa girdiler. Frank çoktan sandalyelerden birine oturmuş tabağındaki krepi bir elindeki çatal ile sabitlerken diğer elindeki bıçak ile kesiyordu. Göz ucuyla sandalyeye oturan çocuklara baktıktan sonra Emily’e dönerek:

Frank: Sanırım Harold’un sabah talimine rastladın…

Emily: (Önündeki tabağa bir krep koyarken) Evet, aslında baya müthişti!


Harold: (Ağızındaki krepi yuttuktan sonra) Tabii ki! Benim büyülerim sıradan öğrencilerinkine benzemez! Ben Viverian’daki en iyi büyücülerden biriyim!

Frank önce alaylı bakışlarla Harold’un üzerindeki pelerini inceledi, daha sonra gülümseyerek:

Frank: Evet tabii, en iyilerinden birisin. Hatta üstündeki pelerini ters giyecek kadar zeki!

Frank kahkaha atarken Emily gülmemek için kendini zor tutuyordu. Harold ise yüzü düşmüş bir şekilde önce pelerinin dikişlerinin yönüne baktı daha sonra pelerini çıkarttı ve yönünü değiştirerek tekrar giydi. Frank tabağının yanında duran tahta bardağı kulpundan tutarak kaldırdı. Bardaktaki bitki çayından bir yudum aldı ve yerine koyarken:

Frank: Aslında bu gün sizin için bir planım var!

Emily şaşkın bir yüz ifadesi ile Frank’e döndü:
Emily: Nasıl yani?

Harold önce Emily’e baktı ve sonra Frank’e döndü:
Harold: Evet, ne planı?

Frank: (Arkasına yaslanarak) Biliyorsunuz ki Emily’nin buraya geldiği gün bir takım otlar topluyordum ama Emily’i bulduğumdan dolayı işim yarım kaldı. (Emily’e dönerek) Seni de burada yalnız bırakmak istemediğimden dolayı tekrar çıkmaya fırsatım olmadı. Hatta bu yüzden senin yaranı kapatmak için Orid otunu bile kasabadan almak zorunda kaldık. Şu anda sadece Orid otumuz değil neredeyse hiçbir şeyimiz kalmadı. Seni de hala yalnız bırakmak istemediğim için bu gün ot toplamaya beraber çıkacağız…

Emily: (Heyecanla) Nasıl yani! Ben de mi geleceğim!?

Harold, Frank’e döndü ve hafifçe ona doğru eğilerek:
Harold: Frank, bu güvenli mi? Sonuçta geldiğinden beri daha yukarı kata bile ilk defa çıktı…

Frank: Biliyorum, ama hep evde duramaz değil mi? Kendi dünyasına dönene kadar buraya ayak uydurması lazım. (Emily’e döndü) Sanırsam senin için de sorun olmaz değil mi?

Emily: (Tereddütle) Sanırım… Evet, dönene kadar buraya alışmam gerek…

Frank: (Gülümseyerek) O zaman hızlı olalım! Ne kadar erken çıkarsak o kadar iyi!

Emily bir an duraksadı ve üstündeki elbiseyi işaret ederek Frank’e:
Emily: Frank, acaba bu kıyafet ile mi geleceğim?

Frank: Ah, doğru özür dilerim. Üst katta birkaç tane kıyafet vardı. Daha önceden verecektim ama temizlemem gerekiyordu. Birazdan veririm…

Kahvaltıyı bitirdikten sonra Harold hazırlanmak için yukarı çıktı. Frank masayı kaldırırken Emily ona yardım etti. Mutfağı tekrar düzenli hale getirdikten sonra odadan çıktılar. Frank üst kata çıkarken Emily arkasından onu takip etti. Frank merdivenleri çıktıktan sonra, Harold’un odasının yanındaki kapısı kapalı olan odaya yöneldi. Kapının önüne geldiğinde kapı kulpunu tuttu ve birkaç saniye bekledi. Derin bir nefes aldı ve kapıyı açtı. İçeri girmedi. Kapısını açtığı tozlu odanın karşısında adeta donup kalmıştı. Üzerinde mavi çarşaf olan yatağa baktı, üzerindeki tozlardan griye bürünmüş olan kitaplığa, açılırken çıkardığı gıcırtısını hala hatırladığı gardıroba. Yavaşça kapının eşiğini geçti ve kafasındaki düşünceleri dağıtmak için kafasını iki yana salladı. Gardıroba doğru ilerlerken Emily onu takip ediyordu. Sanki bu odaya daha yarım saat önce girmemiş gibiydi. Yüzünde yine aynı ifade vardı. Frank gardırobun kapısını açarken:

Frank: Kusura bakma, bu odaya son on yılda sadece dün kıyafetlerim temizlemek için girdim bir de bu gün. Burası sana bahsettiğim dünyaya dönen eski bir dosta aitti…

Emily: (Arkasında beklerken) Eğer özlüyorsan dünyaya döndüğüm zaman o dostunu bulup ona selamını iletebilirim…

Frank gardırobun kapısını tutmuş şekilde dona kaldı. Yüzünde acı bir gülümseme belirdi. Daha sonra arkasını dönmeden:

Frank: Tabi… Bu iyi olabilir…

Frank dolabın kapağını açtı ve içerideki kıyafetleri karıştırdıktan sonra dolaptan deri kahverengi bir askılı bir pantolon ile kumaş beyaz bir tişört çıkartarak Emily’e döndü. Elindeki kıyafetlere büyük bir gülümsemeyle bakarken:

Frank: İşte! Buradalar! Nasıl? Beğendin mi?

Emily parlayan gözlerle odayı inceliyordu. Frank’e döndü ve konuşmadan onaylar bir biçimde kafasını salladı. Daha sonra tekrar gözüyle odayı incelemeye başladı. Frank bir an duraksadı:

Frank: Emily… Bu odayı senin için ayarlamayı düşünüyordum… Ne dersin?

Emily bir anda ona baktı. Tekrar onaylar şekilde başını salladı fakat bu sefer daha hızlı ve istekliydi.


Frank: (Gülerek) Tamam o zaman, birkaç güne burayı tertemiz yaparım ve senin olur! Ama şimdilik salonu kullanmalısın, burası çok kirli…

İkisi de odadan çıktı. Frank hazırlanmak için kendi odasına giderken Emily de hazırlanmak için salona girdi ve kapıyı kapattı.

**********************************************************************************

Emily neredeyse hazırdı. Son olarak pantolonun askılarını omuzunun üzerinden geçirdi ve pantolonun ön kısmındaki düğmelere bağladı. Daha sonra salonun kapısını açtı. Tam o sırada Harold merdivenlerden iniyordu. Üstündeki pelerin kafası hariç tüm vücudunu örtüyordu. Emily’nin yanına yaklaştı. Elindeki deri çantayı onun boynuna asarken:

Harold: Topladığımız bitkileri çantanın içine atacağız.

Pelerinin içinden bir hançer çıkardı ve dikkatlice Emily’e uzattı:
Harold: Pelerinin olmadığı için şimdilik çantanın içine koyabilirsin. Dikkatli ol! Bir tarafını kesme!

Harold konuşurken Frank’in hızlı adımlarının sesi yaklaşmaya başladı. Koridordan salona gelen Frank, evin kapısını açarken:

Frank: Hadi çabuk! Neredeyse öğlen olacak!

Emily ile Harold önce birbirlerine baktılar daha sonra hızlı adımlarla Frank’i takip etmeye başladılar.

**********************************************************************************

Neredeyse yarım saattir ormanın içinde yürüyorlardı. Ağaçlar o kadar sıklaşmıştı ki yan yana duran ağaçların dalları birbirine girmişti. Dallardaki büyük koyu yeşil yapraklar güneş ışınlarının geçmesini engellemiş serin ve loş bir ortam oluşturmuştu. Frank uzun süredir takip ettikleri patika yolun ikiye ayrıldığı yerde durdu ve çocuklara döndü:

Frank: Burada yollarımız ayrılıyor. Siz ikiniz sağdan gidin. Ben ise soldan gideceğim…

Emily ve Harold birbirlerine baktılar ve sonra Frank’e dönüp onaylar bir şekilde başlarını salladılar.

Frank: Tamam o zaman en geç iki saat sonra tekrar burada buluşalım. Anlaşıldı mı?

Harold: Anlaşıldı. İki saat…

Frank: Güzel…

Frank arkasını dönerek yolun sol tarafından devam etti. O uzaklaşırken Emily ve Harold da yolun sağ tarafından yürümeye başladı. Birkaç dakikalık bir yürüyüşün ardından Harold sol tarafındaki mor çiçekli çalıyı fark etti ve durdu. Çalıya doğru ilerledi ve eğilerek çiçeği, sapından narince tuttu:

Harold: İşte, yanıma gel…

Emily, Harold’un yanına geldi ve tek dizinin üzerine eğilerek dikkatlice onu izlemeye başladı. Harold dikkatlice çiçeğin sapını hançeri ile başparmağının arasına sabitleyerek:

Harold: Çiçeğin yapraklarına zarar vermeden böyle alacağız...

Başparmağından destek alarak çiçeği hançer ile sapından kopardı. Güler bir yüz ile çiçeği Emily’e gösterdikten sonra çantasının içine attı ve ayağı kalktı. Parmağı ile hafif uzaktaki bir çalıyı işaret ederek:

Harold: Sen buradaki çiçekleri topla. Ben oradakileri toplayacağım…

Emily onaylar şekilde başını sallarken Harold o yöne doğru yürümeye başladı. Çalının yanına yaklaştı ve üstündeki mor ve mavi çiçekleri teker teker sapından keserek çantasına attı. Çalılardaki tüm çiçekleri bitirmesi beş dakikasını aldı. Ayağa kalktı ve çantasının ağzını kapattıktan sonra güler yüzle arkasını dönerek geldiği yere geri yürümeye başladı. Fakat döndüğünde Emily’i göremedi etrafına bakınarak:

Harold: Emily!? Burada mısın!?

Ses gelmeyince bir daha seslendi:
Harold: EMILY!?

Harold etrafında dönerken yerdeki hançeri ve hançerin yanındaki çiçek dolu çantayı. Biraz daha ileriye baktığında yerdeki izleri gördü. Bir şeylerinin yerde sürüklenerek götürülmüş olduğunu anladı. Bunun Emily olduğunu anladı. Korku dolu hızlı adımlarla izi takip etmeye başladı. Birkaç saniye yürüdükten sonra arkasından duyduğu çıtırtı sesiyle arkasını döndü. Döner dönmez aniden bir şeyin yüzüne yapışması bir oldu. Yaklaşık elli santim boyunda, gri tenli, sivri uzun kulakları olan, derisinin her yeri büzüşmüş bir yaratık yüzüne atlamış kısa kolları ile ona sıkıca yapışmıştı. Harold kendi etrafında hızlıca dönerken elleri ile canlının sırtından tutup çekerek onu yüzünden ayırdı. Yüzündeki sinirli ifade ile yaratığı bir ağaça doğru fırlattı. Ağacın gövdesine çarpan canlı önce yere düştü ve daha sonra ayağa kalktı. Kollarını iki yana doğru açarak Harold’a doğru baktı ve bağırdı. Harold hemen pelerinin içindeki asasını aldı ve yaratığa savurdu. Savurması ile beraber asasından yıldırım şeklinde bir büyü çıkarak yaratığa çarptı ve yaratığın küllere dönüşmesine sebep oldu. Tam o sırada aynı türden başka bir yaratık Harold’un bacağına sarılarak bağırmaya başladı. Daha sonra bir tanesi diğer bacağına, diğeri koluna, diğeri gövdesine derken Harold’u sırt üstü yere düşürdüler. Harold’un o an son gördüğü şey kafasına inen bir sopa oldu.

**********************************************************************************

Harold gözlerini yavaşça araladı. Başında dayanılmayacak bir ağrı vardı. Etrafı bulanık görüyordu. Yavaşça kendine gelirken etrafı daha iyi görmeye başladı. Hafifçe hareket etmeye çalıştı fakat kıpırdayamadı. Bu sefer daha hızlı şekilde kalkmaya çalıştı fakat yine başaramadı. Büyük bir ağacın gövdesine kalın bir ip ile bağlanmıştı. Kafasını kaldırdı ve ilerisindeki minik evlerinden oluşan köye baktı:

Harold: Hay lanet…

Yanında onunla beraber ağaca bağlanmış olan Emily’i fark etti. Emily’nin ağzı da bağlanmıştı. Ona baktı ve gülerek:

Harold: Panikleyip bağırmaya başladın değil mi?

Emily gayet sinir olmuş bir şekilde başını salladı. Harold hafifçe güldü:

Harold: Merak etme eğer şanslıysak çok rahat bir şekilde kurtuluruz…

Harold tam sözünü bitirmişken yanlarında kendi boylarından biraz daha uzun mızraklarla aynı yaratıklar yanına geldi. Yaratıklardan biri diğer dördünün omuzlarında geldi ve yere atladı:

Harold: Biliyor musun… siz goblinlerden nefret ediyorum.

Goblin: (Sinsi bir gülümseme ile) Biz de siz büyücülere çok bayılmıyoruz aslında… Ama bir goblin şefine özellikle onun köyündeyken böyle sözler söylememelisin…

Harold kendine hakim olamayarak kahkaha attı:
Harold: Bir goblin olarak kendini çok önemli görüyorsun cidden.

Goblin şefi Harold’un yanındaki paniklemiş Emily’e döndü:
Goblin Şefi: Bu kızı yanında ilk defa görüyorum… Yeni biri mi? Tanışmak isterim!

Şef kafası ile kızı işaret ederek ağzının açılmasını istedi. Goblinlerden biri paytak adımlarla kıza yaklaştıktan sonra hızlıca ipe kadar tırmandı ve Emily’nin ağzındaki bezi aşağı doğru çekerek açtı. Bezin açılması ile beraber Emily hemen bağırdı:

Emily: LÜTFEN BENİ BIRAKIN! BEN BİR İNSANIM BÜYÜCÜ DEĞİLİM! İŞİNİZE YARAMAM! LÜTFEN, LÜTFEN, LÜTFEN!!!

Harold: Hadi ama! Şunu her yerde söylemesen olmaz mı!?

Goblin Şefi: İnsan mı? (Gülerek) Bunu seni bırakmamız için söylüyorsan tanıdığım en salak insansın! (Birkaç saniye düşündü) Gerçi daha önce hiçbir insan tanımamıştım. Her neyse! İmparator insanlar için çok fazla para veriyor. Belki seni teslim ederek bir insan yakalamış ilk goblin olabilirim! ÖLDÜRÜN ŞUNU!

Goblinler tam mızraklarını fırlatacakları anda Harold gözlerini kapattı ve odaklandı. Bütün ip bir anda mor bir ateşle yanarak kül oldu. Harold hızlı bir şekilde Emily’i çekerek ağacın gövdesinin arkasına sığındılar:

Emily: NEDEN BUNU DAHA ÖNCE YAPMADIN!

Harold: Çünkü yapabildiğimi bilmiyordum! Bir büyücü asası olmadan sadece basit telekineziler yapabilir! İpi yakamaz!

Ağacın gövdesine siper almışlardı. Etraflarından mızraklar geçiyordu. Emily eğilip bakmaya çalıştığında Harold aniden onu geri çekti:

Harold: Dikkat et! Goblin mızraklarının ucunda zehir vardır!

Soluna baktı:
Harold: Şu çalıyı görüyor musun?

Emily başını salladı:
Harold:Güzel! Kalkan oluşturduğum anda ona doğru koş ve siper al!

Harold asasını çıkardı ve çalıya doğru savurdu. Ağaçtan çalıya kadar turuncu bir güç kalkanının oluşması ile Emily çalıya doğru koştu ve saklandı.

Harold: Sadece orada bekle!

Harold bir anda güç kalkanının arkasından çıkarak kolunu üzerlerine gelen küçük mızraklara doğru uzattı ve elini açtı. Tüm mızraklar bir anda havada durdu. Harold, Emily’e bakarak:

Harold: Gördün mü… küçük telekineziler!

Harold tekrar orada toplanmış olan goblinlere döndü. Kolunu iyice geriye çekerek tekrar iter gibi yaptı. Mızrakların hepsi geriye doğru dönüp onları fırlatan goblinlere saplandı. Tam bu sırada arkadan dolaşmış olan bir goblin sırtından Harold’un uzun saçlarına atlayarak tuttuğu bir tutam saçı çekti. Harold kafasını aniden arkaya yatırdı ve gökyüzüne baktı. Gözleri koyu mor bir renk aldı. Havanın güneşli olmasına rağmen aniden bulutlar belirdi ve bir yıldırım goblin köyüne düştü. Düşen yıldırım yerde dallara ayrılarak tüm evlerin büyük bir güçle yıkılmasına ve goblinlerin ölmesine sebep oldu. Şaşırtıcı bir şekilde Harold ve Emily hiçbir hasar almadı. Harold elleri ile yüzünü kapattı ve eğildi. Daha sonra tekrar doğruldu. Yüzünü açtığında gözleri eski haline dönmüştü. Aniden Emily’e doğru koştu ve tek dizinin üstüne çökerek Emily’nin yüzünü ve kollarını kontrol etti:

Harold: Bir şeyin yok değil mi!?

Emily: Hayır…

Emily şaşırmış ve biraz da korkmuş gözüküyordu:
Emily: Harold, hani sadece basit telekinezilerdi?

Harold: Bak Emily… Uzun zamandır içimde kontrol edemediğim bir şey var. Frank’e bile söylemedim. Sana söylüyorum ve lütfen bu aramızda kalsın. Belki ne olduğunu beraber çözeriz. Tamam mı?

Emily: (Başını sallayarak) Tamam! Aramızda kalacak! Söz!

Harold yerle bir olmuş köye ve yerdeki ölü goblinlere bakarak:
Harold: Hadi şimdi buradan gidelim…

Loading...
0%