@sdilaekin
|
Sessizlik. Her cümlenin başlangıcının sonuydu. Sessizlik olmadan ses bir hiçti. Her sonun da bir başlangıcıydı. Sessizlik sesin yerine geçerdi mesela. Çığlık atıp haykırdığında en büyük ses sessizliğin olurdu. Veya en çok mutlu olup kahkaha attığında da sessizlik sesi gömer. Sessizlik her zaman her konuşana bıçak ve her susana dikenli bi gül oldu. Konuştuğun kadar iyi hissederdin ama ses çıkarmayı seçtiğin de ise ölmeyi isteyecek kadar bağırırdın. Sustuğun kadar canın yanmazdı ama konuşamadığın kadar canın yanardı ve haykırmak isterdin.
Bugün 18.11.2019 Yaşayıp yaşayamayacağım en büyük kötülüğü ve iyiliği yaşayacaktım. Bi tarafım cennet ile baş başa kalır ve huzuru hissederken diğer tarafım cehennemde olacaktı ve aklı her zaman olduğu gibi iyi tarafta olacaktı. Kötü olmayı isteyecekti kötü tarafım ama iyi olmayı da unutmayacaktı.
Bugün 18.11.19 Mektupların saçmalığını anlayacak ve yaşadıklarımın ne kadar da arafta olduğunu anlayacaktım. Asıl evimin ev olmadığını ve sokaklardan da kaçacaktım. Ben gökyüzüne sığınacaktım. Umutlarımı ve hayallerimi kuşların kanatlarına bağlamış uçurmuştum. Bugün o kuşları çağıracaktım. Umutlarımın kanatlarından kopup kaybolduğunu fark edecektim. Hayallerimin parçalanıp kaçtığını ve çocukluğumun yanında beni izlediğini anlayacaktım.
Bugün 18.11.19 Gerçeklerle yüzleşecek ve her şeyi bir güne sığdırıp canımı yakan tanrıya ne olursa olsun yine teşekkür edecektim. Sırtımı satır çizgilerini yaslayacaktım ve avucumdan akan nehirleri birinin öpmesini bekleyecektim. Bunlar olmayacaktı biliyordum. Ama bildiğim tek bir şey varsa o da bugünün tarihini asla unutamayacak olmamdı. Çünkü bugün gerçeklerle yüzleşmek ve kim olduğumu öğrenmem için bir gündü. Ağzımda hissettiğim kan tanıyla gözlerimi araladım. Kan tadı yerini demir ve sonrasında hoşuma giden bir tada bırakmıştı. Beni alaşağı eden gözlerle göz göze gelmekten korkuyordum. Aslında tam olarak neyden korktuğumu bilmiyordum. Ondan mı korkuyordum? Kendimden mi? Yoksa gerçeklerden mi? Bu soru kaşlarımı çatmama neden oldu. "Kaşlarını çattın?" Dedi soru soran bi tınıyla. "Kaşlarımı çattım?" Dedim onu ilgilendirmeyen bi tonla. Bilmiyordum. Bu günden sonra en çok önemseyeceğim kişinin o değil de duyguları olacağını bilmiyordum. Başını salladı. Ve öne doğru eğildi. Bi sır vermek istermiş gibi heyecanla bana yaklaştı. Gözlerimde ki korkuyu fark edince aniden dudaklarını büktü ve "isteklerimi duygularıma çevirmeme az kaldı. Biraz daha korkarsan ben bile korkacağım gerçeklerden." Daha fazla korktum. Bu sefer benliğimden korktum. benliğimin hırsla beni bırakacağından korktum. Bugüne kadar benim benliğim yanımda olmuşken, beni terk etmesinden korkuyordum. "Okumak istiyorum." Kendime acımadan söyledim bu sözleri. Sanki okuyacağım şeyde bir yerlere sahipmişim gibi. Gerçekten önemliymişim gibi davranıyordum. Bir kitabın yan karakterlerin bahsettiği ve hiç umursanılamayan karakterlerden daha savunmasız ve önemsizdim oysa. Her karakterde olduğu gibi. Başını salladı ve avucunda durmadan sıkmaya çalıştığı ama kırmadığı şeyi bana uzattı. Ve diğer avucundaki defteri de bana uzattı. Eline baktım ilk önce. Sonra başımı kaldırıp tavana baktım. O an olduğumuz yer dikkatimi çekti. Oldukça lüks duran bi avizenin etrafında boyanın döküldüğü tavan ile kaşlarımı çattım. Avize içimdeki kitabın sayfalarını hızlıca karıştırmasına neden oldu. Daha sonra ağır ağır başımı indirdim ve odaya baktım. O an kitap daha hızlı açılmaya, sayfalarını çevirmeye başladı. Odanın kenarında ufak minik bir minder vardı. Ve minderin etrafında resimler, yazılar, şekiller vardı. Bakışlarımı çevirdiğim de amber gözler dikkatle gözlerimi inceliyordu. Dişlerimi birbirine bastırdım. Geçmişi okumayı artık istiyordum. Bitecek olan şeyleri başlatmak ve yankılanamayan uçurumdaki yankıları konuşturmak istiyordum. Elindekine yavaşça elimi uzattım ve aldım. Avucumda sıktığımda acıyı özlediğimi fark ettim. Elime baktım. Günlüğün anahtarına. Günlüğü hızlıca açtım. Açtıktan sonra anahtarı çıkarınca eğrildiğini gördüm. Umursamadan bıraktım. Ve okumaya başladım. "14 yıl önce" diye başladı kelimeler ve duraksadım. Gözlerimi kıstım ve o amber gözlere baktım. Sanki orada acıyı yaşayan oymuş gibi bakıyordu. Anlam veremedim ve o gözlerde kaybolmak istemedim. Başımı indirip okumaya devam ettim. "Ağabeyin vardı. Hastaydı. Kanserdi. Kanser her yerine vurmuştu ama o çok güçlüydü. Yine de yaşıyor, savaşıyor ve gülümsüyordu. Ve sende ona bakarak gülümsüyor ama o yaşına rağmen pişmanlık duyuyordun sağlıklı olduğun için. Oda da oturmuş uyuyan abini izlerken kapı tıklatıldı. Yerinden kalktın ve diğer odadan gelen ağlama, hıçkırma ve bebek seslerini duymayarak kapıyı açtın. Açtığın anda kapı itildi ve sen yere düştün. Kolunu duvar kenarına çarptığın için soyulmuş ve kanıyordu. Ama umurunda olmadı ayağa kalkıp adamların gittiği yöne doğru yürüdün. Adamlar bağırışların, ağlamaların ve bebek seslerinin geldiği kapıyı açıp içeri girdiler. Kapıyı kapattılar. Kapı yüzüne çarptı. Yırtık elbisen uçtu. O an tekrar ölmek istedin. İçerideki sesler susmaya başlarken daha vicdanın ne olduğunu bilmeyen senin vicdanın sızlamıştı. Korkup durdun kapının arkasında. Derin nefes aldın. Yasaklanan bir şeyi yaptın bu defa. Vicdanını okşadın ve kapıyı açtın. Adamlar içeri de kadınları ve çocukları yakalarından tutup sürüklemek için hamle yapmışlardı. Gözlerin diğer adamlarla beraber gelen ama daha farklı olan adama kaydı. Adam son damla taşmış gibi yakasından tuttuğu çocuğu sertçe yere itekledi. Cılız ve yaralarla dolu olan vücuda sahip çocuk yere düşünce son nefesini verirmiş gibi inledi. O minnacık cesaretle kaşlarını çattın adama. Adam yanından geçerken gözlerine baktı ve gitti. Sende peşinden içeriye gittin. İçeride yatan ağabeyine baktı. Elini beline uzattı. Belinden çıkardığı bıçak ve tabancayı sehpanın üzerine koydu ve usulca koltuğa oturdu. Sende yavaşça sehpanın yanındaki koltuğa oturdun. Adam gözlerini yerde yatan hasta çocuktan çekti ve vicdanını susturup hayal kırıklığını konuşturan küçücük 8 yaşındaki çocuğun gözlerine çevirdi. Sana baktı. Sende ona baktın. Karşındaki adam çenesiyle sehpayı işaret etti. Gözleri karardı adamın. Sehpanın üzerindekilere baktı ve tekrar çenesiyle işaret etti. Kararını ver demekti bu. Ağabeyinin ölümünü ellerinle seç ve onu öldür demekti bu. Ağabeyin uğruna kendini de öldür demekti bu. Sen yaşa o ölsün ama sende öl demekti bu. Seç demedi adam. Vur dedi. Annenin ölürken, babanın son kez saçlarını okşarken "bak ona, canın gibi sar, sev onu, kabullen" dedikleri ağabeyine bir son seç demekti bu. O an anladın. Hayatın çizgi filmlerden, oyunlardan olmadığını. Doğrusu oynamamıştın sen oyun. İzleyememiştin çizgi film. Yavaşça başını çevirdin sehpaya. Baktın. Biri acının korkusu, diğeri acının sonuydu. Biri hızlıca öldürecekti, diğeri son kez yaşatacaktı bu hayatı. Gözlerin yeşermek istedi. İzin vermedin. Kimsenin kesmediği ve uzayan tırnaklarını batırdın avuç içlerine. Gözlerindeki yaşlar intihar etmek istedi. Daha çok batırdın tırnaklarını avuç içlerine. Sırtını dik tuttun. Sende karşındaki adamı taklit ederek sehpanın üzerindeki seçimini işaret ettin. Adam kaşlarını kaldırdı. Hiç konuşmadı. Gözlerini adamın gözlerine çevirdin. Konuştun gözlerinle. Adam cevap vermedi. Sustun gözlerinle adam cevap vermek istedi. Hayat en büyük ihanetlerinden birini o gün sana yapmıştı: Kustuğun kelimelerin değil de biriktirdiğin cümlelerin konuştuğunu yüzüne vurdu. Sen susunca anlaşılırdın, konuşunca değil. Adam ayağa kalktı ve hızlı bir şekilde sehpanın üzerinden seçimini yaptığını aldı. Baktın, baktın, baktın. Gözlerini yumdun. Adam ne kadar hızlı geldiyse o kadar yavaş bi şekilde önünde oturur pozisyona geldi ve sert sivri bıçağın ucunu çenende gezdirdi. Gözlerini daha çok yumdun. Gözlerinin önüne annen ve baban geldi. Hızlıca açtın gözlerini. Adam zaten sert tavrını daha da sertleştirdi mümkünmüş gibi. Başını salladı ve "pişman olmayacaksın. Bu sadece hayatında yaptığın en büyük ihanet ve acı olacak küçük. Sadece mutsuz ve sahipsiz olacaksın. Sevgi arayacaksın her kapının yanında. Bulamayacaksın. Çünkü bulursan eğer hayat en büyük ikinci ihanetini ve acısını yine estirir." Adam dışarıyı gösterdi. "Tıpkı bugün olduğu gibi hava eser, yağmur bulutlardan yağmak için can atar. Sen ise en köşeye çekilir ve ölürsün. Ama daha farklı ölürsün. Acıyı çekmek için kıvranırsın, düşünmek ve hissetmek için çırpınırsın. Çünkü istediğin sevgi sendeki son sevgiyi de çekip götürür duyguların ve düşüncelerinle beraber." Sen o an istemsizce hıçkırırsın ve gözünden bi damla yaş intihar eder. O an bi rüzgar esti ve bi gülden ömür gitti. Adam ayağa kalkıp ağabeyinin yanına doğru ilerler yalnızca başını çevirerek izlersin olanları. Abinin üzerinde olan siyah tişört koyulaşır. Ve beyaz çarşaf o renge bulanır. Ağabeyinin en sevdiği renge bulanır. Her sabah severek kahvaltıda yediği domatesin, en sevdiği çiçek olan gülün ve en sevdiği, annenin hediye ettiği kazağın rengine bulanır. O an bi rüzgar esti ve bi gülden ömür gitti. Adam yüzüne bakmadan odadan çıkıp gider. Senin ruhun ilk kez kanar. O an bi rüzgar esti ve bi gülden ömür gitti. fısıldayarak dersin ki ruhunda ki sızıyla; "kırmızı sana hiç yakışmıyor ağabey." Masada kalan silahı eline alırsın ve kalbinde acının, saflığın, korkunun, ihanetin deliğini açarsın. Abinin saniyeler önce verdiği son nefesi huzurun verdiği huzursuzlukla sen verirsin." Ellerim titreyerek günlüğü kapattım. Zihnim bugüne kadar kaldıramadığım bütün acıları toplamış, bir araya getirmiş ve şuan da bedenime yüklüyordu. Evde babamın karalayıp yazdığı, annemle özellikle tartıştığı, benim adımın bir çok kez geçtiği, hararetle anlattığı ve hatta o tarihten sonra günlerce eve gelmediği zamanları hatırladım. Her yerim karıncalanmaya başladı. Her tarafım iğnelenmeye başladı. Nefes alamazken beynim alarmlar vermeye başladı ve ben suratıma tokat yemiş gibi oldum. Bütün işkenceleri tekrar çekmek istedim gerçekleri görmek yerine. Ben kim olduğumu öğrenince ellerime baktığımda gördüğüm kan izlerini anladım. Ben hayallerin yalan olduğunu öğrenip okuduklarımın sırtıma battığı bu günde, tek bir gerçeği öğrendim: Benim babam bende çıkmayacak bi leke bırakan adamdı. Benim babam katildi. Ben katilin kızıydım. Babamın beni oyununa ortak ettiği kızdım. Ve ben katil olmak için buradaydım. Ve ben buraya intikam alınmak için, başkalarının günahlarını çekmek için ve o küçücük kızın satır çizgilerini, avucundaki akar suları sırtlanmak için getirilmiştim. Rutubet kokan oda da bir rüzgar esti ve geleceğimden bir gülün solacağını tam o an anladım.
|
0% |