@sdilaekin
|
Şarkı: Myrath - Throuugh your eyes, Cold - Feel it in your heart Bir çoğumuz yollarımızı nasıl belirleyeceğimizi bilemiyoruz. Bir yol çiziyoruz ve bir yıldırım düşüyor yolumuza. Her şey dağılıyor. Parçalanıyor. Oysa o yolu duygularımızla çiziyoruz. Başka bir yol daha çiziyoruz. Tekrardan yol parçalanıyor. Bu yol aslında bir kaçış. Kaçış, çünkü tamamıyla yok olan duygulardan tekrar yol çizmek o duygulardan kaçış demektir. Kaçıyoruz. Geçmişimizden, geleceğimizden, kendimizden. Her şeyden kaçıyoruz çünkü kaçtığımız her şey bir gün ok gibi batacak yüreğimize. Bunun farkındayız. Ben Efulim Yıldırım. Benliğinden kaçan kızın adı bu. Ruhu dağınık bedeni paramparça olan kızın adı bu. Korkuların asıl sahibinin adı bu. Ben Efulim Yıldırım. Kaybettikleriyle bir gelecek vaad eden ve o geleceği cehennemin tahtalarıyla oluşturan kızım. Ben Efulim Yıldırım. Bir adamın ruhuyla yaşayan, ve bir annenin acısıyla yarışan kişiyim. Ben bu hayata iz bırakmak için değil, bir şeyleri kanıtlamaya gelmiştim. Ve kanıtlamaya çalıştığım tek şey ise benliğimdi. Çünkü ancak benliğimle bir şeylerin izini bırakabilirdim. Elimde tuttuğum günlük nefesimi tutmama neden olmuştu. Sakince nefesimi verdikten sonra başımı yavaşça kaldırdım ve gözlerimi diktiğim günlükten ayırdım. Amber gözler bana tarifini bilmediğim bir şekilde bakıyordu. Anlayamıyordum şuan da onu çünkü sanki orada yatan hasta çocuk oymuş gibi, yaraları varmış gibi bir yandan da şefkatle bakıyordu. Oysa bu durumda olsaydı ona şefkat beslemesi gereken ben olmam gerekmez miydi? Elimdeki günlüğü buz gibi olmuş ellerimle ona uzattım. Bir günlüğe baktı bir bana baktı. Gözleri yoğunlaştı. Gözlerime çevirdi tekrardan gözlerini ve sandalyesini çekerek biraz daha bana yaklaştı. Çenem titremeye başladı bir anda. Ama umursamadım ve dişlerimi birbirine bastırdım. Beni daha dikkatle inceledi ve bir anda elimdeki günlüğü elimden aldı, kenardaki minderin üzerine fırlattı. Anahtarı da alıp kenarda yanan şömineye attı. Biraz daha bana yaklaştı ve üstten küçümseyici bir şekilde bakmaya başladı. Kendimi eziliyormuşum gibi hissediyordum. Sanki serçe parmağıyla beni daha anlatamadıklarıyla eziyordu. Bu şekilde bakmaya devam edince başımı indirdim ve ellerimle oynamaya başladım. Daha ne kadar bakacaktı. Benden intikam alması, canımı acıtması, bağırması belki de sövüp savurup dövmesi gerekmiyor muydu? Gerçi bunu neden yapacaktı ki? Ama yapmadı sadece konuştu ve konuştuğunda irkildim, kalbimi korku sardı. "Bazen geceleri uyuyamıyorum. Gözlerim akacak gibi oluyor ama ben uyuyamıyorum. Neden biliyor musun?" dedi ve derin bir iç çekti. Bu iç çekiş bir yerlerde alamadığı nefesler içindi sanki. Başımı kaldırıp yüzüne baktım ve "neden?" dedim. Hafifçe güldü. Gözlerim gülünce gözünün yanında belirginleşen yaraya kaydı. İnceleme fırsatım olmadan başını yarayı görmemi istemezmiş gibi hafifçe eğdi ve konuşmaya başladı. "Çünkü ben sana yapacaklarıma karar veremiyorum. Büyük bir vicdan azabıyla yaşıyorum ve bu vicdan azabı seni öldürmem gerektiğini söylüyor. Düşünüyorum.." dedi elini şakaklarındaki vurarak, devam etti. "Düşünüyorum ve düşündükçe çıkmaz yollarım, sokaklarım artıyor. Asla tereddüde düşmeyen ben, bu konuda seçimimi yapamıyorum. Çünkü bir tarafta senin ölümün diğer tarafta g.." sustu. Devamını getirmedi. Kaşlarımı çatıp "diğer tarafta?" dedim. Ama cevap vermek yerine göz ucuyla bana baktı. Daha sonra ayağı kalkıp odanın bir ucundaki komodine yöneldi. Çekmecesini açıp içinden bir kutu ve kağıtlar çıkardı. Çekmeceyi kapatıp kutu ve kağıtları alıp yanıma tekrardan geldi ve karşıma oturdu. İlk önce bana baktı. Sanki daha da dik durmamı istiyor gibiydi. Tam tersini yapıp omuzlarımı düşürdüm. Bunu fark etti ve kaşlarını kaldırdı. Daha sonra elindeki kutuyu bana uzattı. Kutunun dışında adım yazıyordu. Ama soyad kısmı farklıydı. 'Efulim Çıkmaz.' Anlamayarak ona baktım. Anlamadığımı fark edince dilini damağına 3 defa vurdu ve "açıp anlayabilirsin" dedi. Başımı salladım. Elime aldım ve kutuyu zorlukla da olsa açtım ve içinden minyatür bir oyuncak tabut çıktı. Yanında da bir not vardı. Oyuncağı kenara koydum ve notu elime aldım. Nottaki isim kalbimin çarpmasına neden oldu. Elim kalbime gitti ve notu okumadan kutuya koyup kapattım. Kutuyu ona uzattım ve "okumak istemiyorum" dedim. "Neden?" diye sordu. Omzumu silktim ve ayağı kalktım. Kapıya doğru ilerledim. İçimi bir korku sarmıştı. İçimden bir ses gidemeyeceğimi söylüyordu. Kolu indirdim ama kapı açılmadı. Kalbim korkuyla tekledi. Tekrar tekrar denedim ama olmadı. Arkamı dönüp amber gözlerin sahibine bakınca hafif tebessümle omzunun üzerinden bana baktığını gördüm. Hızlıca ilerledim ve yanında durdum. "gitmek istiyorum, aç şu kapıyı" dedim. Hiç bir tepki göstermedi. Tekrardan bağırarak "aç şu lanet kapıyı, senin derdin ne?" diye inledim. Oturduğu yerden kalktı, üzerime doğru yürüdü. Geriye bir kaç adım attım ve korkaklık olacağını düşünüp durdum. Durunca o da durdu. Hafifçe eğilip "gidebileceğini kim söyledi izmarit? İznim olmadan adım bile atamazsın. Uslu bir kız ol ve anlaşalım olur mu?" dedi ve göz kırptı. Şımarık şerefsiz diye geçirdi iç sesim. Sus ve sakin ol! Sus ve sakin ol! Kaşlarımı çattım ve büyük bir şaşkınlık bedenimi sardı. İzmarit. Bunu nereden biliyordu? Bilmesi imkansız kadardı. Aklıma bir çok isim gelsin istedim, rüya olmasını ya da imkansız bir olay. Aklıma bir isim geldi. Beni tutsak edebilecek tek isim. Ama başımı salladım ve ihtimalleri yok etmek istedim ve olmadı. Ne demek istiyordu? Ne demek onun izni olmadan bir şey yapamazdım? Kim oluyordu? Daha doğrusu kimdi? Aklımdan geçenleri okumuş gibi sorularıma cevap verdi. "Demek istediğim bundan sonra yalnızca beni dinleyeceksin." Bu kadar rahat olması daha da korkutuyordu beni ama o devam etti. "İznim olmadan bir şey yapamazsın çünkü bundan sonra hayatın benim ellerimde. Ben yaşamanı sağlayacak kişiyim ve kimsin dersen.." elini kaldırdı, saçımın bir tutamını parmağına doladı ve devam etti. "büyük bir oyun arkadaşın ve yarından sonra ki yollarını beraber çizeceğin adam." Gözlerim karardı. Anlayamadım. O kadar gülünç konuşuyordu ki ciddiye alamıyordum. Ellerim bunların gerçek olma ihtimali ile daha da soğudu. Parmağına doladığı saçı hafifçe çekip kulağıma yakınlaştı ve "anlıyor musun?" dedi. Bir kaç saniye sonra bir şeyleri idrak ettiğimde onun üzerine bu sefer ben yürüdüm ama o geri kaçmadı. Omuzlarından itekledim ama hareket dahi etmedi. Bağırarak "ne dediğinin farkında mısın? Bunların hepsi onun oyunu değil mi? O söyledi bunları yapmanı, o yönetiyor seni. Lanet olsun. Sen nasıl bir insanla iş yapıyorsun biliyor musun?" Nefesim kesilmişti konuşurken. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Kaşlarını kaldırdı ve beni susturdu. "İlk olarak ben kimseyle iş yapmam şu andan itibaren sen dışında tabi piyon olduğunu yok sayarsak, ikincisi ben kimseyle bir oyun da kurmam ve üçüncüsü ne dediğimin farkındayım." dedi. Gözlerimi yumdum. "Bana yalan konuşmayı kes! Kimsin sen ve neden böyle bir şey yapıyorsunuz? Yalvarırım bana her şeyi anlat. Neden onunla bu oyunda berabersin?" Üzülüyormuş, umutsuz vakaymışım veya hiç anlamayacakmışım gibi başını salladı. Ellerini omuzlarıma koydu ve "ben kimseyle bir oyun oynamıyorum. Anlatacak bir şey de yok. Tek istediğim benimle beraber ortak olman, o kadar." Güldü ve yine "bir piyon saymazsak" dedi. Omuzlarım düştü. Ellerini omuzlarımdan çekti. Bu yalan mıydı yoksa oyun muydu? Bu neydi? Başımı kaldırdım ve tam soru soracağım sırada soracağım soruyu anladı. "Korkma annen bu işin içinde yok. Ve emin ol gerçekten onunla bir iş yapmıyorum. Oyunumu büyük bir istekle tek başıma oynarım. Ama bu sefer bir farklılık yapıp piyon olarak seni seçtim. Çünkü bu oyunun en büyük kumarı sensin." dedi. "Neden? Anlatacak bir şey yoksa neden benim?" Derin bir nefes alıp verdim ve gözlerinin içine baktım. O diye bahsettiğim kişi annemdi. Beni bu tür olaylara ortak edecek, hayatımı korkmadan yakacak kişiydi. Bir parmağını şıklatsa beni öldürebilirdi ama o oynamayı seçiyordu. Bu yüzden hayatım boyunca korkularla yaşamıştım. Ben bütün olabilecekleri düşünürken o gayet rahat bir şekilde bana baktı. Daha sonra gayet anlaşılmış gibi arkasını döndü ve koltuğa ilerledi, oturdu. Cebinden sigara paketini çıkardı. Sigarası çakmakla can bulurken gözlerini gözlerime çevirdi. Bu sefer o, daha yeni kalktığı sandalyesine oturmam için başıyla işaret verdi. Ellerimi yumruk yaptım ve oturdum. Sigarasını içerken bana bakmaya devam etti. Sonra bir anda kalktı. Üzerime geleceğini sanıp yerime sinerken o yanımdan eğildi ve mindere attığı kutuyu alıp bana uzattı. "Annenden bu. Özellikle vermemi istedi." Nefesini verdi, gülümsedi. Daha sonda doğruldu ve yerine tekrar oturdu. "Annemle bir işin olmadığını söylemiştin" inanmadığımı belli edecek bir kahkaha attım. Ruh halim saniyede bir değişiyordu. O da güldü ama onun gülüşü samimiyetsiz ve gerçeklikten uzaktı. "Yok zaten, sadece bazı tanışıklıklar.." dedi. Tek kaşım yine havaya kalktı. Aynısı tekrarladı. "Baksana bir" dedim. Beni izlemeye devam etti. "Ne komik değil mi? Annem bu işin içinde yok ama sana bir kutu gönderiyor bana vermen için." Dudaklarımı kanatacak kadar ısırdım ve mırıldanarak ne olursa olsun artık dedim. Bir şeyleri çözmek ister gibi başımı salladım ve derin bir nefes verip kutuyu elinden aldım. Kutuya baktım. Ölüm fermanım gibiydi sanki. Kağıdı elime alıp kutuyu da yere attım. Buz gibi ellerimle hızlıca açtım.
Sevgili kızım. Bu mektup sana ulaşınca ben senden yaklaşık bir kaç ülke uzakta olacağım. Çünkü ben bu mektubu yazarken sen çoktan kaderini yakmış olacaksın. Ve bu mektubu okurken de yeni bir kader yazmış olacaksın. Bilmeni istediğim tek bir şey var. Ben bir kaç ülke uzağındayım çünkü sana ulaşmam gerekiyor. Neredesin, nasılsın biliyorum ama sana ulaşmak demek böyle değil. Sana ulaşmam gerekiyor yani babanın yıllar önce yarım bıraktığı sana, yok etmem gereken sana ve bu yeni kaderine ulaşmam gerekiyor. Bir gün bu yeni yazdığın kader yanacak. Ama unutma bu kaderi bu sefer ben yakacağım. Hem de büyük bir zevkle. Ve bunu da unutma ki kaderini bir daha hiç yazamayacaksın çünkü belki bir çöpte son nefesini vermiş o beden olacaksın. Annen Kızıl• Başımı kaldırıp ona baktım. Sigarasından son yudumunu da alıp söndürdü ve bütün nefesini verdi. Başını kaldırıp bana baktı. Dilini damağına vurdu. Tek kaşını kaldırıp ''Sana bir teklif sunuyorum. Vereceğin cevaptan eminim ama sadece soruyorum.'' duraksadı ve vereceğim tepkiyi bekledi. Sadece başımı omzuma yatırıp merak ve korkuyla söyleyeceği teklifi bekledim. ''Annen benim yaşatmak istemeyeceğim insanlar arasında en başlarda yer alıyor. Ve annene ulaşmamın tek yolu sensin. Senden istediğim benimle beraber annenle oynaman ve amacıma ulaşmamı sağlamama yardım etmen. Bu işin sonunda yüklü miktar para alacaksın.'' Neden böyle bir teklif yapıyordu. Ne gibi bir amacı vardı bilmiyordum ama bende artık kurtulmak istiyordum. Yorulmuştum. En önemlisi çocukluğumun katilinin bir yerlerde nefes alması çocukluğumun nefesinin kesilmesine sebep oluyordu. Ama her şeye rağmen düşünmek istedim. Biriyle oynayacak kadar güçlü değildim. Ya da birinin sonunu getirecek kadar. Kendimle yüzleşecek cesaretim bile kalmamıştı. Bu yüzden sadece ''bana düşünmem için süre ver.'' dedim. Şaşırmadı ama hak verip anlamaya çalışır gibi başını onaylayarak salladı. Ayağı kalktı ve cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. Bana döndü ''vereceğin cevaptan eminim ama umarım bir aptallık etmezsin. Sandığımdan daha akıllı oynarsın. Çünkü bakışlarından yapabileceklerini görüyorum'' dedi ve elini öne uzatarak çıkmamı bekledi. Ayağı kalkıp dışarı çıktım. Esen rüzgar ve simsiyah bulutlar içime bir korku doladı. Mektup aklıma geldi. ''Tıpkı bugün olduğu gibi hava eser, yağmur bulutlardan yağmak için can atar. Sen ise en köşeye çekilir ve ölürsün. Ama daha farklı ölürsün. Acıyı çekmek için kıvranırsın, düşünmek ve hissetmek için çırpınırsın. Çünkü istediğin sevgi sendeki son sevgiyi de çekip götürür, duyguların ve düşüncelerinle beraber.'' Bunu bende yaşar mıydım. Bu benim de felaketim olabilir miydi? Kimseyi sevmedim bugüne kadar. Değer vermedim. Çünkü kimsem yoktu. Her zaman ön sıralarda oturmak istemiştim ki belki dikkat çekerim de bir arkadaşım olur diye. Hep insanlarla göz göz gelmek için uğraşmıştım belki bir merhaba diyen olur diye. Hepsinde de yalnızlığımı paylaşmak istemiştim ama olmamıştı. Sonra bir söz görmüştüm. ''Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılırsa yalnızlık olmaz.'' Bu sözden sonra yalnızlığımın bana tek ait olabileceğini ve paylaşamayacağıma emin olmuştum. Ve yalnızlığımı da bırakmak istemeyeceğimi fark ettim. Daha sonra arka sıralarda oturmayı kabul etmiş, kimseyle de göz göze gelmemiştim. Belki de tanrı bu yüzden herkesten uzak durmamı istemişti. Acıyan ruhumun kanamasını istememişti. Köşeye çekilip duyguları için yalvarmamamı istemişti tanrı. Gökyüzüne bakıp derin bir iç çektim. İçimden ''tanrım, n'olur bir gün bana değer verecek bir insan olursa ona değer vermeme izin verme. Acıyan ruhumun kanaması ve duygularımın yok olmasına izin verme.'' 🍀 Başımda ki feci ağrıyla gözlerimi araladım. Parmaklarımla şakaklarımı ovmaya başladım. Sonra aklıma yolda olduğum geldi. Başımı çevirince araba da tek başıma olduğumu gördüm. Camdan dışarı bakınca orada sigara içtiğini gördüm. Bana bakıyordu. Gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım. Sigarasını içmeye devam ederken telefonunu cebinden çıkardı ve kulağına götürdü. Biri aramış olmalıydı. Önüme döndüm ve çok sıcak olduğundan terlediğimi fark ettim. Üzerimde oldukça büyük yorgan gibi gelecek mont vardı. Büyük ihtimalle onundu. Üzerimden aldım ve arka koltuğa attım. Arabaya yaklaştığını göz ucuyla gördüm. Sigarasını yere attığını da ama gözlerini ayırmamıştı benden. Arabanın kapısı açıldı ve koltuğa oturdu. Bana bakınca terlemiş olduğumu ve montu da çıkardığımı görünce kaşlarını çattı. Bir şey söyler gibi oldu ama vazgeçip önüne döndü ve arabayı çalıştırdı. 2 gün önce kararımı vermiştim. Daha fazla yarım yaşamak istemiyordum. Babamın yarım bıraktığı o ruhu annem yok edemezdi. Hâlâ bir umut mutluluğu istiyordum çünkü. Teklifini kabul etmiştim. Bu oyunu kendim için oynayacaktım. Kendimi iyi hissetmek ve güvende olduğumu hissetmek istiyordum. Ama belki de ne güven kalacaktı en sonunda ne de ben. Belki de bahsettiği gibi ölüm uğruna çıkmıştım bu yola. Kendi düşünceme omuz silktim.
Arabada giderken ölüm sessizliği vardı. Gelen motor sesinin dışında konuşmuyorduk. Uyumak istiyordum ama gözlerim kapanmıyordu. Aklımda binlerce soru vardı. Susmak ağır geldiği için sorularımı sormayı tercih ettim. ''Neden bana o mektubu okuttun?'' Ani sorum ile başını bana çevirdi sonra tekrar yola döndü. ''Çünkü o mektupta olayları yaşayan kişilerden birisi benim.'' Gözlerim açıldı. Uzun bir süre şaşırarak geçirecektik galiba. ''Nasıl sen-'' sözümü kesip ''Orada kim olduğum önemli değil. Çok acı çekiyordum. Oradaki herkes acı çekiyordu. Oraya gelen adamlar mesela, çektiği acıları için oraya odadakileri almaya gelmişti. Orada ki adam. Yani baban o da bir amaç uğruna oradaydı. Onun da acısı vardı. Hasta çocuk.. Onun da çok derin bir acısı vardı. Hem de çok derin. O kız. En çok acı çeken oydu.'' Gözlerini yumdu ve devam etti. ''Ben orada ki herhangi önemsiz biriyim. Orada acıyı çektiren babandı ve yıllar sonra bana tekrar o acıyı yaşatanda annendi. Ben de bu yüzden o mektubu okutup seni yanıma aldım.'' Sustum. Sustum çünkü acının tarifi ve telafisi olmazdı. Sadece yaşanırdı. Ne yaparsam yapayım yalnızca yaptığımla kalırdım. Çünkü o zaman gidemez annem ve babamın hatasını telafi edemezdim. Gözlerini gözlerime çevirdi ve gözlerimdeki annem ve babam yerine yaşadığım pişmanlığı gördü. Gözlerimi kaçırdım ve başımı cama yasladım. Uzun bir süre daha sessiz kaldık ikimiz de. Arabadaki gergin hava geçince ona sormak istediğim soruyu sordum. ''Adını söylemedin. Adın ne?'' Kaşlarını kaldırdı ve alayla güldü. ''Ne yani tanışmak mı istiyorsun şimdi de?'' Söylediği öfkelenmeme sebep oldu ve ''sadece beraber iş yapacağımız için adını merak ettim.'' Gözlerini devirdi ve arabayı kırmızı ışıkta durdurdu. Bana dönüp elini uzattı. ''Çağatay. Senin adın ne hiç adını ağzından duymadım.'' Öyle bir söyledi ki hiç yaşananların olmadığını düşünüp çapkınlık yapan erkeklerden olduğunu düşünecektim nerdeyse. Ama bir kaç saniye sonra hafifçe gülüp bende gözlerimi devirdim ve elimi uzattım, elini tutup ona uydum. ''Bende Efulim, Efulim Yıldırım. Memnun oldum Çağatay bey" diyip samimiyetsizce güldüm. Ağız ucuyla gülüp ''Lütfen Çağatay deyin bana daha güzel olur Efulim Hanım.'' Daha fazla güldüm. ''Tabi Çağatay derim tabi'' dedim dişlerimi sıkar gibi. Geçen gereksiz muhabbetin ardından arkadan bir kaç korna sesi yükselince elimi hızlıca çektim ve elim kalbime gitti. Ani yüksek seslerden korktuğum için gözüm anlık seğirdi ve kalbim hızlı atmaya başladı. Bunu o da fark etti ama bir şey demedi ve arabayı sürmeye devam etti. Yoldan farklı bir patika yoluna saptı. ''Yaklaşık 8 saatlik yola çıkacağımız için şimdi bir şeyler yanımıza alacağız bu evden.'' Yolun sonunda ki evi gösterdi. Yolun sonunda oldukça güzel dışı ışıklarla süslenmiş bir patika ev vardı. İçimden bir ses bu evde bir sürü şey yaşayacağımı söylüyordu. Ama o sesi susturup sadece başımı salladım söylediğine. Arabayı evin önüne park edip anahtarı çıkardı. Arabadan indi ve bende vakit kaybetmeden arabadan indim. O eve ilerlerken kalbimdeki korku daha da fazla arttı. Korku hayatımda ki bir çok yere hakimdi. Ama her seferinde alışmam gerekirken daha da cebelleşiyordum korkuyla. Yediğim de, içtiğim de, attığım her adımım da, güldüğüm, konuştuğum, her heceler de ve her şeyde daha da kalbim ağırlaşıyordu korkuyla. Şimdi de öyleydi. Korku benliğimi öyle bir sarmıştı ki adımlarım ağırlaşmıştı sanki. Sanki birazdan bu ağırlıkla çökecektim ve yok olacaktım. Ama olmadım. Olamadım çünkü bir tarafım bunu reddediyordu. O tarafımda her zaman her kötülüğe baş kaldırıcı olan tarafımdı. Bu tarafım gün yüzüne çıkınca böyle oluyordum. Ne çöküyordum ve ne de güçlü duruyordum. Omuzlarım hep düşük durduğu kadar hep savaşıyordu da. Kimse bakınca fark etmezdi ama içimde ki benimle beraber doğan iblisim omuzlarımdaki güçlülüğün kara bulutlarıydı. Tıpkı şuan da acıya susamış olmasından dolayı daha çok acı için bedenimde ki serzenişin farkında olmamı engellediği gibi. Çünkü karşımda annem duruyordu. Üzerinde o gece olduğu gibi koyu mavi geceliği vardı. Bana gülümsüyordu. Ölü bir ceset gibi. O gece de bana gülümsemişti. Nefes almayı kesmiştim sanki. Zaman mı durmuştu yoksa? Bir anda yanımda belirdi ve yüzüme dokundu. Bu an çığlık atarsam tüm kuşlar ağaçlardan kaçacak ve ağaçlar bir ceset gibi yere yığılacaktı sanki. Hareket edemedim. Elinin tenime değmesi midemi bulandırdı ve kusmak istedim. Yüzüm yanmaya başladı. Sanki elinde küçük bir neşterle yanağımı parçalıyordu. Bir sarsılış hissettim. Ve annemin yüzü ve bedeni bulanıklaştı ama acı geçmedi. Midem daha da harlandı ve bulantım iki katına çıktı. Tekrar sarsılış hissettim ve annem tamamen yok oldu. Etrafıma baktım ama yoktu. Kolumda bir acı hissettim ama umursamadım. Etrafıma baktım onu görmek istemedim ama aradım gözlerimle. Yine bir ihtiyaç hissettim. Sonra fark ettim ki onunla yüzleşmeye hazır değildim. Yapamazdım. Savaşamazdım onunla. Bir anda her şey dümdüz oldu ve nefes almaya başladım. Kolumda tekrardan hissettiğim acıyla kendime geldim ve koluma baktım. Çağatay yanıma gelmiş ve beni sarsıyordu. ''Duyuyor musun beni?'' dedi. Bir anda başımı hızlıca sallayıp kolumu ondan kurtardım ve eve doğru ilerledim ama kurtardığım kolumu tekrardan kavradı ve beni kendisine çevirdi. Elinde ki çantasını gösterip ''nereye gittiğini sanıyorsun? Bütün eşyaları aldım bile ve kaç dakikadır burada sabit bir şekilde beni bekliyorsun farkında mısın?'' Başımı iki yana salladım ve kolumu çekmeye çalıştım. Ama izin vermedi. Ne ara o kadar dakika geçmişti? Her şey saniyelikti oysaki. Amber gözleri karardı ve biraz daha bana yaklaştı. Gözlerime baktı. Gördü her şeyi. Gözlerimi kaçırmak istedim, yapamadım. Bir an her şeyi bozup koşmak, kaçmak istedim. Bunu da fark etti, gördü. Ama bir şey demeden beni arabaya sürükleyip yolcu koltuğuna oturttu ve kapıyı sertçe kapattı. Kendimde miydim? Kendime gelmeliydim. Duygularıma kanmamalıydım.
Sürücü koltuğuna oturunca bir anda ona dönüp ''vazgeçiyorum, bu oyunu oynamak istemiyorum'' dedim. Arabayı çalıştıran eli duraksadı ve bir anda bana dönüp boğazıma sarıldı. Sanki bu anı beklermiş gibi hareket ediyordu. Nefesim kesik kesik gelirken ''ne dediğinin farkında mısın? Kabul edip vazgeçmek de ne demek?'' Diğer elini karnıma bastırıp ''sana öyle şeyler yaparım ki ölmek için yalvarırsın. Geri dönmeyeceksin, duydun mu beni?'' Başımı iki yana salladım ve gözlerimde ki yaşlar yanaklarımdan boğazımda ki ellerine süzüldü. Afallar gibi oldu ama aldırış etmedi. Daha çok sıktı boğazımı. Baş parmağında ki siyah yüzük boğazımı acıttı ama aldırış etmedim. ''Onu gördüm'' dedim. Tekrardan başımı iki yana salladım ve gözlerim kararmaya başladı. Bayılmamalıydım. Gözüm arkada ki eve kaydı. Ve onu orada evin camından beni mavi geceliğiyle izlerken gördüm. Başım dönüyordu. Başımı art arda sallamaya devam ettim. Gözlerim daha da karardı. O an bu kadar güçsüz oluşuma lanet ettim. Kalbim sarsıldı sanki. Ama o boğazımı bırakmadı. Daha fazla da sıkamadı. ''O burada değil'' dedi. ''Canımı acıtıyorsun'' dedim. Güldü. Daha fazla acıtacağını belli edercesine güldü. Bu an gelecekte bedenlerimizin birbirine uygulayacağı çekimin ihanetiydi. Bu an umutlarımı ve haykırışlarımı kuşların kanatlarına bağladığım ipin kopuşunun simgesiydi. Yazmaya başladığım kaderimin mürekkebi bembeyazken simsiyah olmuştu. Defterim kirlenmişti. O çöp kutusunda cansız bedenimi görebiliyordum. İncindim zarif bir tüy gibi. Gözlerimi kapattım ve bilincimin teslim olmasını bekledim. Ama o buna izin vermeden güçlü ellerini boğazımdan çekti. Direksiyona vurup küfür savurdu. Gözlerim kapalı o şekilde kaldım. Göz yaşlarım kurudu ve boğazımda soğuk izler bıraktı. Her şey o kadar ani gelişti ki bu anda olmak bile cehennemin tahtalarıyla kurduğum kaderimi yok etmeye yeterdi. Her şey saçmaydı. Çünkü her şey korkunçtu. Çünkü her şeyi en kötü haliyle sevmeyi kabul etmiştim. |
0% |