Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. SOĞUK

@sdilaekin

Nefes.

Aldığımız nefesler.

Verdiğimiz nefesler.

Belki de veremediğimiz nefesler.

Nefes almamalıyız. Nefes almayı bırakmalıyız. Boğulmalıyız. Koşmalıyız belki de. Nefesimiz kesilene kadar koşmalıyız.

Müzik dinlemeliyiz belki de. Nefes almayı unutana dek müzik dinlemeliyiz.

Uyumalıyız belki de. Son nefesimiz gelene kadar uyumalıyız.

Ellerim boğazımda gözümden akan bir kaç damla kan ile karşıma bakıyordum. Karşımda duvara asılmış bir ceset vardı. Yüzü yoktu. Bedeni paramparçaydı. Elbisesi simsiyahtı. Ama ıslaktı. Paramparça bedenden inlemeler yükselmeye başlamıştı. İnlemeler yerini mırıldanmalara, mırıldanmalar yerini kahkahalara, kahkahalar yerini bağırmalara ve onlarda yerini çığlıklara bıraktı. Bedenim karıncalanmıştı. Bileklerim kelepçelenmiş gibi acıyordu. Ama bileklerimde kelepçe yoktu. Ellerim daha çok boynuma sarıldı. Karşımda ki beden hareket etti. Saçları birbirine girdiği için hareketle aynı yöne ilerledi. Yüzü yine yoktu. Çığlıklar devam ediyordu. Bacaklarımda ağırlık hissettim ama bacaklarım da hiç bir şey yoktu. Gözlerimden kanlar akmaya devam ederken karşımdaki beden bana doğru ilerleme başladı.

Geriye doğru yürürken arkamda ki duvara çarpınca boğazımdan bir feryat koptu çünkü belimin kavislerinde acı hissettim. Kadın gelmeye devam ederken ellerim daha da sıkılaştı. Sanki ellerimin altında başka eller de bıçak gibi tenime saplanıyordu. Kadın tam önümde durunca arkasında ki duvarda olan bıçaklar belinden karnına doğru girdi. Bir feryat daha koptu. Ama bu ses sanki benim değildi. Yutkundum ve ağzımdan kanlar aktı. Ensemde bir acı hissettim. Ama dönemedim. Ensemde ki acı "cennetimin kanlarıyla, cehennemimin acılarıyla ve bedenim kayışıyla yaşamaya devam etmek zorundasın. Kendine gelmek zorundasın'' dedi.

Önümde ki kadın yok oldu. Tamamıyla yok oldu. Oda ve odada ki feryatlar yok oldu. Gözlerimde ki kanlar, belimde, bileğimde, bacaklarımda acılar ve inlemelerim kaldı sadece. "Kendine gel" dedi yine. Ama bu sefer ensemde acı da yoktu. Gözlerim buğulandı yada her şey buharlaştı bilmiyorum. Ama bedenimdeki acıları daha net hissetmeye başlamıştım. Daha çok bedenimi savunmaya çalışırken bırakılan acıların tonuydu sanki. Her şey tamamen yok olduğunda karanlık kaldı sadece. Karanlıkta bir ses yalvarır gibi ama daha çok korku ile "aç gözlerini" dedi. Kabusta mıydım? Düşünebiliyor muydum?

Göz kapaklarım birbirine eriyip yapışmış gibiydi. Ama zorlukla da olsa gözlerimi aralamaya çalıştım. Önce odayı görmeyi bekledim ama yoktu. Sonra paramparça bedeni görmeyi bekledim ama yoktu. Gözlerimde kanlar, bileklerimde, belimde ve kollarımda acıyı bekledim. Onlar vardı. Gözlerimde ki kan gözyaşlarım, belimde bileğimde ve kollarımda ki acıda bedenimin üzerinde ki ağırlıktandı. Gözlerim bana korkuyla bakan amber gözlerle bakıştı aniden. Buğulanan gözlerimden buğu perdesi kalkmıştı. Gözleri gözlerime bakarken son kez fısıldayarak "kendine gel" dedi.

Boğazımda ki kuruluğun verdiği acıyla aniden öğürdüm. Kusamadım. Bu durum yalnızca kabusumun etkileriydi. Karnımda sanki bir yara vardı ve bu yaradan yalnızca gördüklerim ve hissettiklerim akıyordu. Başımı çevirdim yere doğru. Bir kaç saniye yutkunmaya çalıştım sadece. Sonra aynadan kendimle göz göze geldim. Bir çok yıkılış sıralandı zihnimin her köşesinde gözlerimi kapattım ve tekrar açtığım da amber gözlerin sahibi bedenle göz göze geldim.

Çağatayla.

Ellerim boğazımdaydı. Elleri boğazımda olan ellerimi kavramıştı. Bacakları bel kavislerime baskı uyguluyordu çünkü kollarım da kesikler vardı ve kendime zarar vermeye kalktığım için bu haldeydiler. Gözlerim ve yanaklarım ise ıslaktı. Saçlarımda ıslanmıştı.

Bana bakmaya devam ederken "kabustu" dedi. Yutkundum ama ani bir öğürmeyle tekrar yana doğru eğildim. Bileklerimi bıraktı ve ayağı kalktı. Gözlerim kapalı aynı pozisyonda kalmaya devam ederken kollarımı tuttu ve beni oyuncak bir bebek gibi oturttu. Gözlerimi araladım ama yüzüne bakmadım. "Hiç bir zaman bu kadar zayıf olacağını düşünmemiştim." Yüzüme daha yakından baktı. "Bir kabusun seni yıkıp geçmesini istemezdim.'' Başımı hafifçe kaldırıp onunla göz göze geldim. Gülmedi. Tepki vermedi. Üstten bakmaya devam etti. Bir kurdun bir kuzuya baktığı şekilde acıyla bakıyordu. Ama gözlerinde bir hareket yoktu. Bir mimik bile oynamazken yüzünde, elini ani ve yavaşça kaldırdı. Kollarım yüzüme uzandı. Bana vuracağını düşünerek beklerken, beklemekle kaldım. Çünkü acı hissetmedim. O kadar etkisindeydim ki her şeyin, her an bir darbe yiyecekmişim gibiydi. Arabadaki boğazıma sarılışından sonra daha çok korkmaya başlamıştım.

Kolumu yüzümden çekip yüzüne bakınca, dudağının kenarıyla acıyla güldü ve "yanılıyorsun, hiç yanılmadığın ve hiç yanılmak istemeyeceğin kadar yanılıyorsun." Gözlerimi kıstım ve derin bir nefes aldım. Kollarımı kucağıma indirince elini saçlarıma uzattı. Gözlerimin önüne gelen ıslak saçlarımı parmağına doladı. İki parmağının arasında ki bir tutam saçı kulağımın arkasına bıraktı ve eli yanağımda gezindi. Bir ürperti bedenimden geçti.

"Daha fazla durmak istemiyorum. Para da istemiyorum. Senden bir beklenti de. Sadece gitmek istiyorum." Gözlerimin içine uzunca baktı. Kabul etmeyeceğini biliyordum. "Ben savaşabilirim, korkularımla da yaşarım. Sadece bir halüsinasyon ile ne hâle geldim.." Dün araba da söylediği şeyi tekrar etti. "Korkularınla yaşayamazsın. Eğer şimdi olmasa da bir gün korkularınla baş edemeyip yok olacaksın. Gömmen gereken duyguların var." Gözlerimi kapattım ve nasıl baş edebileceğimi düşünmeye başladım. Bir kabusta bile ne hale geldiğimi görmüyor muydu?

Dün onunla birlik olmak istemediğimi ve kararımdan vazgeçtiğimi söyledikten sonra gitmeme izin vermeyip beni patika evine zorla getirmişti. Önce uzun uzun dışarıyı izlemişti. Sonra bana dönmüş "ne düşündüğünün önemi yok. Benim getirmem gereken sonu senin ellerinle tamamlayacağım" demişti. Ama gördüğüm halüsinasyondan sonra kararım değişmemişti. Kıvranıyordum fakat istemiyordum. Çünkü kendimle bir savaş içerisindeyken annemle savaşmak yıkımım olurdu.

Dünden beri oturdum sadece. Hiç hareket dahi etmedim. Bir ara sarsıntıyla gözlerimi açtığım da yatağa uzandırdığını hissetmiştim. Daha sonra bilincim tekrardan uçuruma itilmişti.

"Ben yapamam" dedim sadece. Alay eder gibi "neyi yapamazsın? Bu zamana kadar saçma sapan şeylerle kendini avutan annenle yüzleşmeyi mi? Yoksa kendi korkularınla yüzleşmeyi mi?" Başımı kaldırıp ona bakınca beni anlamadığını yada anlamak istemediğini görmeye çalıştım. "Sana bir karar hakkı sundum ve kararını yaptın. Artık değiştiremezsin, dönüş de yapamazsın ve o karar hakkı da artık yok." Bunu söylediğinde beni anlamak istemediğini anlamıştım.

Ellerimi bacaklarıma sabitleyip ve olduğunca sıkıp "bana bir tercih hakkı sunduysan seçimimi yaptım. İstemiyorum yalnızca, diretiyorsun. Burada kalmayacağımı bilmen gerekiyor."

Başını iki yana salladı ve yataktan kalktı. Dolabı göstererek "içerisinde bedenine uygun elbise var mı bilmiyorum, bakarsın."

Sadece yüzüne baktım. Cevap vermemi bekledi ve vermeyeceğimi anladığında odadan çıktı. Kapıyı sertçe kapattı ve bir kaç dakika sonra su sesi yükseldi.

O suyun bedenimden akmasına ihtiyacım vardı. Tüm pisliklerimi bedenimden akıtmam lazımdı.

Yatakta oturdum. Saatlerce de oturabilirdim. Düşünebilirdim.

Düşündüm. Beynim sayfalarca yırtık kitapların olduğu yeri açmıştı yine. Issız sokaklar ve yağmurlu yıkık evler yoktu yine.

Sonra onu düşündüm. Fark etmiş miydi yokluğumu? Peki diğerleri? Kırgınlık el verdi içimde. Haftalarca yokluğum üzerine o ve diğerleri fark etmemişti bile. Sadece bir kaç gün yoktum ve bu umurlarında olmazdı.

Avuçlarımı açtım. Avuç içi çizgilerimi inceledim. O çizgilerden defalarca geçen parmaklar tüm bedenime bir ürperti bıraktı. Ezberlediği o çizgiler şimdi gözümde birer nehir gibiydi. Her şeyin aktığı, tüm her şeyimi yitirdiğim birer nehir gibi.

Su sesi kesilince amber gözler için bir yırtık kitap daha eklendi oraya. Onu düşündüm bu defa.

Ama tek ulaşabildiğim fiziksel özellikleri ve aldığı bir yara olduğunu bilmekti. Siyah saçları, kemikli yüzü, amber gözleri, dolgun sıyrılmış dudakları. Siyah bir meleğin siyah kanatlarında ki korku gibiydi. Sanki her an o kanatlarla ve amber gözlerle ecelimi getirecek gibiydi. İstediğini yapmadığım sürece. Ama en fazla nefesimi kesebilirdi çünkü amber gözler o değildi. O her şeyimi alabilirdi ama Çağatay bunu yapamazdı.

Sol gözünün kenarında bir yara vardı. Uzun süre önce o yaranın açıldığı belliydi ama acısını hala yaşıyormuş gibi duruyordu.

Daha fazla şey bilmek isterdim. Belki o zaman daha korkusuzca yürüyebilirdim. Ama daha kendim için bu kadar yetersizken ve onu tanımam imkansızmış gibi dururken bunu da yapamazdım. Çünkü yanımda kimse yoktu. Belki de sadece kalmalı ve dediğini yapmalıydım.

Belki de yapmamalıydım.

Yavaşça bacaklarımı karnıma çektim ve yatağın başlığına sırtımı yasladım. Başımı dizime yatırıp uzun pencerelerden gökyüzünü izlemeye başladım.

Gökyüzü yok oldu, masmavi sonsuzluk gülüp kahkaha attığım ve diğerlerinin de yanımda olduğu her bir âna dönüştü, pürüzsüz bulutlar ise birer acıya. Her baktığım şey yok oluyordu böyle. Her geldiğim yer bu şekilde karmaşaya dönüşüyordu. Hayatımda böyleydi. Sadece hayallerim, anılarım veya bir gökyüzü için geçerli değildi bu. Bu babamdan geçmişti bana. Her girdiği yerde huzursuzluk çıkar, insanların hepsi bulunduğu ortamlardan uzaklaşırdı. Sırf bu yüzden ailemi kimseye anlatmak istemezdim. Bir süre sonra kabullenmek zorunda bırakılana kadar.

Ne kadar böyle gökyüzünü izledim bilmiyorum ama gözlerim ve boynum ağrıyınca rahatsız olup ayağı kalktım. Oda artık boğuyordu beni. Zaten huzursuz olmuş ruhum bir de bu gittikçe kararan odayla daha da fazla kararıyordu. Bu yüzden hiç olmazsa biraz dışarıda dolanmak istiyordum. Belki gitmek için bir şeyler geçerdi elime.

Dolabı açıp içindekilere baktım. Kitaplarda olduğu gibi kadın kıyafetleri yoktu. Ümitlenmiştim oysa. Dudaklarımı büzüp kıyafetlere baktım. Hepsi büyüktü ve erkek kıyafetleriydi. Kalın siyah bir kazak ve altıma da siyah bir pijama aldım. Kazağı üstüme geçirdikten sonra pijamayı da giyindim. Pijamanın iplerini iyice sıkıp bağladım. Dağılan saçlarımı arkada salaş bir topuz yapıp aynaya baktım. Yıkık dökük yansımaya. Gözlerimi kapatıp son kez derin bir nefes aldım ve kapıya yaklaştım.

Ses yoktu. Su sesi de kesilmişti. Elimi kapının koluna bırakıp yavaşça aşağı indirdim. Kapıyı açıp küçük adımlarla odadan dışarı çıktım. Beni tamamıyla gri, yeşil ve beyaz tonlarının kullanıldığı küçük bir salon karşıladı. Hem karamsar hem de iç açıcı bir düzene sahipti.

Çıktığım odanın hemen yanında bir oda daha vardı, hemen karşısında tuvalet ve tuvaletin yanında simsiyah kapılı bir oda vardı. Sol tarafımda da aşağı inen bir merdiven vardı.

Aşağıya doğru ilerledim merdivenleri hızlı hızlı inip alt kata da göz attım. Burada eğer dediği gibi zorla tutacak ise beni gidebilecek başka yerlerin olduğunu bilmek istiyordum. Ruhumu bir de bu eve hapsedemezdim. İkinci kez olmaz.

Merdivenlerin hemen yanında küçük bir mutfak vardı. Sokak kapısının yanında da bir kapı vardı. Ve geri kalan her yer salonu kaplıyordu. Üst katın kapattığı tavanın hemen altında yani salonda minderler ve televizyon vardı. Küçük küçük bir sürü komidinler vardı.

Sokak kapısına doğru ilerlemeden önce yukarıya doğru bir bakış daha atıp hızlı adımlarla kapıya ilerledim. Kapının yanında ki küçük sırt çantamı ve Çağatay'a ait olan montu üzerime geçirdim. Cepleri boştu. İçimden kapının kilitli olmaması için dua ettim. Ve kulpu aşağı indirince yüzümde 5 yaşında ki bir çocuğun tebessümü belirdi.

Ama sadece 1 saniye sürdü çünkü tam da karşımda duruyordu. Tek kaşını kaldırıp yüzümü incelemeye başladı. Yutkundum ve "sadece bunaldım" dedim. Çantama baktı. "Alışkanlık" diyerek çantayı tekrar kapının kenarına bıraktım. Lanet olsun çantayı almazsam ölürdüm!

Anlaşılan kaçamayacaktım.

Başımı kaldırıp tekrar yüzüne bakınca saçlarının ıslak olduğunu fark ettim. Güneş falan mı açmıştı da bu kadar rahattı?

Klasik hareketleri sadece diyerek zihnime gelen diğer ismi sildim. Bana başkalarını hatırlatmamalıydı burası.

"İçeriye" dedi emreder gibi, hatta gibi de değil direkt emrediyordu. Gözlerimi devirdim ve "bunaldım" diyerek tekrarladım. Elinde bir şey olduğunu yere bırakana kadar fark etmemiştim. Bir sürü poşet vardı. İyi de ne ara gitmişti ki? Üstelik burası şehirin dışıydı neredeyse.

Eminim emrine amade zorla tuttuğu bir çok kişi vardır.

Kapıyı ayağıyla itip poşetlerin yarısını eline aldı ve "onları al ve eve gir" dedi.

"Harika, çok harika" diye sesli düşünüp poşetleri elime aldım. Yandan bir bakış atıp çenesiyle evi işaret etti. Arkamı dönüp eve girdim. Arkamdan kapıyı hızla kapattı ve yüksek sesle yerimden sıçradım. Poşetleri mutfakta masanın üzerine bıraktım ve içimde büyümeye başlayan o öfke ve hırsla montu çıkardım, götürüp yerine geri astım.

Aptal kız kaçmak bu kadar kolay değil tabii ki.

Arkamı döndüğümde kapının eşiğinde ne halt ettiğime bakıyordu. Kendi kendime tepiniyorum sayesinde.

"Acıktığını düşünüp iyilik yapmak istemiştim ama sanırım hata yaptım." O konuşurken bende mutfağa tekrar girdim ve poşetleri bıraktığım yerde durdum. Göğsünde birleştirdiği kollarını çözüp üstüme doğru yürümeye başladı. Derince yutkunup geriye doğru bir kaç adım attım ve tezgaha tutundum.

-Kaçmayı, vazgeçmeyi çıkar aklından, ha yok ben inadımdan vazgeçmem dersen benimle inatlaşmayı da göze almayı unutma" dedi ve bir adım daha atıp tam önümde durdu. Elini kaldırdığında gözlerimi kapattım, bir kaç saniye sonra burnuma çikolata kokusu dolunca gözlerimi araladım. Gözlerimi hızlıca kırpıştırıp bir çikolataya bir ona baktım. Ağzım kulaklarıma varacaktı neredeyse mutluluktan. Çikolatayı elinden alacakken bir anda çekti, çok ciddi bir şekilde yüzüme bakarak "bana edilmeyen merhameti sende görmeyeceksin" dedi. "Sana karşı hep iyi olacağım düşüncesine kapılmanın sebebi nedir?" Tek kaşını kaldırıp "seni bu kadar mutlu eden şey nedir?"

Bir anda ne olmuştu? Bir şey yapmamıştım. Sadece dışarı çıkmam mı onu sinirlendirmişti, yoksa kaçabilme düşüncesi mi? Belki de hiç biri. Belki de gerçekten babamın yaptıklarının bedelini ödeyecektim.

Çikolata paketini tezgaha fırlattı. "Odaya git ve çıkma" diyip sandalyeye oturdu. Hayal kırıklığı mıydı hissettiğim yoksa kırkınlık mı? Ne olduğunu bende bilmiyordum ama bir kaç saniye önceki mutluluğum hiç olmamış gibi yok olmuştu.

Yutkunmaya çalıştım ama yutkunamadım. Gözlerimi kapatıp "ben senin emirlerine uymak zorunda değilim" dedim. Hırsla nefesini verdiğini işittiğimde gözlerimi araladım ve ani bir şekilde üstüme geldi.

Zaman durdu.

Zaman akmayı bıraktı.

Zihnimden başka bir zaman akmaya başladı.

Ben senin emirlerini yerine getirmek zorunda değilim Ömer, diyordu bir ses.

Ben senin bedenimde izler bırakabileceğin bir taş da değilim, diyordu aynı ses. Sonra başka bir ses yankılandı.

Tokat sesi.

Öyle mi, dedi gür bir yankı. Öyle mi?! Tekrar söyle bana. Ben yapamam de. Söylesene!

Küçük kızın karşısında titreyen kadın belini bükmemiş gözlerini kapatmıştı.

Kendini sandalyeye bırakan adam kadını izlemeye devam etti.

Ben senin emirlerine uymayacağım, dedi titrek nefeslerle kadın. Gözlerini araladığında adam hızla kadının saçlarına yapıştı ve yüzüne bağırdı. Hakaret etti.

Kadını saçlarından sürükleyerek masanın kenarına getirdi. Başı defalarca masaya değerken yere çikolata parçaları döküldü. Üzerine de kırmızı yaşlı lekeler.

Küçük kız elleri ağzına kapalı izliyordu.

Canı çikolata çekmişti ama artık midesi bulanıyordu.

Yere bir beden yığıldı.

Saçları birbirine girmiş kırmızı lekelere ait bir beden.

Ve bakışlar küçük kıza çevrildi. Sahne sırası artık ondaydı.

Sigarasından yudum alan adam gözünden akan kana karışmış yaşı sildi. Ve kıza doğru ilerledi. Kız kaçmadı. İzledi. Yerdeki çikolataları ve annesini.

Görüşünü bir beden kapattı. Adam kızına baktı. Ve elinde hâlâ yanan sigarasından son yudumu aldı, küçük kızının elini çevirdi ve boğazından gelen dumanı eline üfledi.

Eline gelen dumanla boğazından korku dolu hıçkırığı kaçıran küçük kız gözlerini kıstı. Babasına yalvarırcasına baktı.

Suçu olmadığı halde "özür dilerim baba" dedi. Babası ikinci bir yaşı da gözünden silip elinde ki sigarayı kızının elinde söndürdü.

Bir ses yankılandı.

Minik bir kızın acı dolu haykırışıydı.

Sert bir sesle irkildiğimde, kollarını iki yanıma tezgaha yaslamış ve beni çatık kaşlarla izleyen amber gözlerle karşılaştım.

"Beni duyuyor musun?" Başımı deli gibi iki yana sakladığımda "güzel" dedi. "Çık odaya ve bir daha asla bana başkaldırma" başını omzuna yatırdı "yoksa olacaklar daha ağır gelir sana."

"Ne olur" dedim. Ne olabilirdi ki? O da saçlarımdan sürükleyip başımı masaya mı vu-

Sakin ol. Sakin olmalıyım.

Ne olur" dedim daha yüksek sesle. "Bilmek istemezsin emin ol" dedi. "Bence isterim" dedim ve kollarını itip masanın üzerindeki su dolu sürahiyi elime aldım. Gözlerinin içine bakarak sürahiyi hemen yanına fırlattım ve "bu mu olur!" dedim. "Yoksa" tezgahın üzerinde ki içi boş cam saksıları alıp sürahiyi fırlattığım yere fırlatarak "bu mu olur?"

Gözüm dönmüştü. Bağırmak bana göre değildi. Başkaldırı da bana göre değildi ama susmayacaktım. Beni zorla tutamazdı değil mi?

Üzerime atılıp tezgahtan aldığım diğer saksıyı tuttu ve çekti. Saksıyı tezgaha sertçe geri bıraktı ve kolumu sıkıca tutup beni mutfaktan çıkardı. Tepiniyordum ama bir işe yaramıyordu. "Bırak beni" dedim defalarca ama duymuyordu bile.

Tek kelime etmeyerek beni kapıya doğru sürükledi, kapıyı açıp "çok mu istiyorsun gitmek, siktir ol git" diyip kapının önüne fırlattı beni, kapıyı yüzüme çarptı. Şaşkınlıkla ve korkuyla titreyen bedenim ve gözlerim kapıya bakarken aniden kapı açıldı ve bir anda kollarımdan tutup üzerime giydiğim kazağı çıkardı. "Donarak geber burada" dedi ve içeriye geri girdi.

Üzerimde yalnızca yarım atlet vardı.

Ve ben ilk başkaldırımın bedelini donarak ödeyecektim.

🍀

Soğuk.

Bütün bedenimi çepeçevre saran şey buydu. Buz gibi soğuktu. Bedenim ne kadar soğuksa, zihnim bir o kadar sıcaktı. Düşüncelerim kaynayan bir nehir gibi akıyordu. Tek bir parmağımı bile hareket ettirecek halim kalmamıştı sanki. Bedenimi sıcaklığın bastığını sanıyordum her saat başı ama aslında bir kat daha donuyordum.

Derin bir nefes alıp arabaya daha fazla yasladım kendimi. Kapıyı açmamıştı. Gece yarısını geçmişti belki de saat. Ama merak bile etmemişti. Merak etmek bir yana dursun, evin perdesini oynatmamıştı.

Bu kadardı, diye fısıldadım. Ancak bu kadar dayanabilirdi bana.

Evin hemen karşısında olan arabanın kenarına oturmuştum. Kaldırımın üzerindeydim. Altımda kalın bir pijama vardı fakat üstümde beni ısıtacak bir şey yoktu. Göz kapaklarım o kadar ağırlaşmıştı ki, yer çekimiyle anlaşma içindeydiler sanki. Gözlerim kapanırken vücudumda ıslaklık hissettim bir kaç damla. Kendimi zorlayarak başımı yukarıya kaldırdığımda yağmurun yağmaya başladığını gördüm.

Ölmek için ne güzel gündü ama, tam da huzurlu bir gün! Derin nefes alıp belki de kaç saattir hareket ettirmediğim bedenimi hareket ettirip ayağa kalkmaya çalıştım. Ama dizlerim tutmuyordu. Belki de pes etmeliydim.

Pes etmeliyim, dedim yüksek sesle. En azından bana yüksek gelen sesimle. Bedenimi tekrardan serbest bırakıp arabaya yaslandım.

Gördüğüm silüete gülümsedim.

Pencereden bana bakan o mükemmel gözlere.

Son gördüğüm şey ise önümde duran yeşil bir arabaydı.

🍀

"Bedeni fazla soğuğa maruz kaldığı için, üstelik buna neredeyse yarım gün katlandığı için iyileşmesi bir kaç hafta sürer."

"İyi gelecek en iyi ilaçları yazın." Bu sesi tanıyordum. Yine emrediyordu.

"Tabii ki ama dediğim gibi iyileşmesi için bir kaç hafta dinlenmesi ilaçlardan daha iyi gelecektir."

Onaylayan mırıldanma sesi duyduktan hemen sonra kapının açılma sesini duydum.

"Para iki saat içerisinde hesabınızda olur."

"Tamam Çağatay bey iyi günler." Ve kapının kapanma sesi.

Gözlerimi açtığımda ilk geldiğim odadaydım. Yatağa sırtüstü uzandırılmıştım. Başımı hafifçe eğdiğim de üzerimde kazak olduğunu gördüm. Dudak ucuyla güldüğümde "neye güldün?" diyen ses ile irkildim. Bakışlarımı pencere tarafına çevirdim, beni izliyordu.

"Ölmesi için kapıya attığın kişinin iyileşmesi için verdiğin çabaya ve üzerimdeki kazağa güldüm" dedim.

"Ölmen için değil gitmen için atmıştım seni kapıya" dedikten sonra kazağa bakıp "kazağın neyi var?"

"Senin kazağın mı?"

"Evet"

"Üzerindeki çizgi film karakteri, karakterinle tam uyuyorda, o yüzden." Kazağın üzerinde Tazmanya canavarı vardı.

Kaşlarını kaldırıp "haddini fazla aşıyorsun ilk günlerde" dedi.

"Tahammül edemiyorsan vazgeçebilirsin" dedim.

"Hiç sanmıyorum."

Derin bir nefes alıp "babam sana ne yaptı da acısını bu kadar gösteriyorsun?"

"Her şeyin bir zamanı vardır izmarit."

Gözlerimi sıkıca yumdum. İzmariti nerden bildiğine olan merakım dolup taşıyordu. "Nereden biliyorsun?"dedim

"Neyi?"

"Sence?"

Onunda derin bir nefes aldığını işittim ve ona döndüm. Bir cevap vermesini bekledim, ama yatağın karşısında ki sandalyeyi yatağın yanına çekerek bacaklarını yatağa uzattı.

"Bir an önce iyileşmen lazım. Vaktimiz daralıyor."

Cevap vermemişti. Bir şeyler yatıyordu bunun altında, ama açık vermiyordu. Oynadığı oyuna ayak uydurarak "ne için vaktimiz var ki? Ölüm hemen burnumuzun ucunda değil mi? Belki de ölümü göze alarak her şeyi bir kenara bırakmalıyız. İntikam, acı, özlem, yokluk.. her şey unutulup yeni bir sayfa açılmalı hayatımızda."

"Yeni bir sayfa açmayı denedin mi?"

"Açtım."

"Her sayfanda neden korku var o zaman?"

Bir cevabım yoktu buna. Olamazdı da. Ama en azından yeni bir sayfa açmak için cesaretim vardı. Her sayfada mutluluğu ve cesareti de aramış, korkuyu silmek için çabalamıştım. "Sen yeni bir sayfa açarsan hiç bir duygu hissetmezsin belki de. Her şeyi geride bırakabilirsin."

Güldü. "Her sayfamda intikam, acı, özlem, yokluk var benimde. Bazı duygular hayatımızın merkezidir izmarit."

"İstemediğin sürece öyledir."

"Bilmekte istemiyorum."

"Öğrendiğin zaman kaybetmenin bile güzel olacağını düşüneceksin."

"İmkansız diye bir şey yoktur izmarit."

Tam konuşacağım sırada kelimelerimi ağzıma tıkayıp "artık uyu, dinlen. Yorucu bir zaman dilimi bizi bekliyor."

Nefesimi verip gözlerimi kapattım. Bir kaç saniye sonra ışığı kapatıp odadan çıktı. Kapının kapanma sesiyle gözlerimi araladım ve yataktan yavaşça doğruldum. Bir elime üzerime örtülü olan pikeyi aldım, diğer elimle de serumu askısıyla iteleyip pencerenin kenarında ki koltuğun baş ucunda bıraktım. Koltuğa uzanıp üzerimi de örttükten sonra dışarıyı izlemeye başladım.

Evindeykende yapardım sık sık bunu. Onlar ve diğerleriyle. Ama yoktu artık kimse. Yalnızdım. Yazdığımız bir şiir geldi aklıma. Gülerek, içimizde ki yalnız kalmış anılarla yazmıştık bu şiiri.

Şafak sökerkenki aydınlıktı yalnızlık, hayır ama Efulim. Şimdi değil, dedi diğerlerinden biri itiraz ederek.

Sessiz bir geminin yolculuğu, diğerleri de itiraz eden sese tepki gösterip katıldılar bana.

Bitmeyen gecenin derin göz yaşları o da kolunu omzuma atıp başını başıma yaslamıştı.

Sonu gelmeyen bitişin başlangıcıydı dedi bizimle beraber.

İlk kıta bittikten sonra hepimiz hep beraber devam ettik şiiri okumaya.

Arafın seçim yapması gibiydi yalnızlık araf hiç seçim yapar mıydı?

Uğultulu gecenin haykırışlarıydı belki de

Bitmek bilmeyen acının yolları acı bizim ruhumuzun adıydı.

Sonu gelmeyen gündüzün kahkahalarıydı gecelerimiz kahkaha için bir yalandı çünkü.

Gecenin karanlığında kaybolmaktı yalnızlık

Öfke dolu bakışların yargısı bir tek öfke birbirimize bakarken yok olurdu.

Bilinmeyen hiçliğin sancıları

Sonu gelmeyen yokluğun ıztırabıydı yokluk hayatımızı asla bırakmamıştı.

Ve artık yokluk bizi birbirimizden de ayırmıştı. Beni onlardan onları da benden ayırmıştı. Yokluktan en çok ben korkarken onların yokluğu etrafımı kuşatmıştı.

Loading...
0%