Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. KIYAMET HABERCİSİ

@sdilaekin

Bir Çarşamba günü, cam kenarında, üçüncü sırada felsefe hocasının anlattıklarını dinlerken aklımda dönüp dolaşan bir söz oldu.

Kaşlarım yukarı doğru kalkarken hoca ile göz göze geldik. Bu sözün beni etkileyeceğinin veya küstahça güleceğimin farkındaydı.

"Aşktan anlamayan taştan bir kalpti o" dedi.

Hayal gücünün sınırlarında sevdiği ve öldürdüğü kadın için söylemişti bu sözü. Nihilizm savunan kadınları anlatırken kalbinde yara bırakan kadın içindi. Hepimiz bunun farkındaydık.

Sonra o masadan bir arabaya savruldum. Arka camdan dışarıyı izlerken soğuk, camda izler bıraktı. Nefesimin buğusu soğuk ile buluştu cam kenarında. Babamın anneme "senin kadar ahlaksız bir kadın görmedim" dediğini hatırlıyorum. Annemin kırılan kalbini avuçlarımda hissettim o an. Parmak uçlarım acıdı, uyuştu. O günden sonra babamı eskisi kadar sevemedim.

Tekrardan o sınıfa, orta tarafta en son masaya döndüm. "Bir kalbiniz varsa ve karşınızdaki insan ölüm pahasına kalbinizi seviyorsa her şey altüst olur. Ama karşınızdaki insan Laplace şeytanı ile yaşıyorsa bütün hayatınız daha da fazla altüst olur."

Felsefe hocası bana döndü ve "Laplace şeytanı nedir Revan?" Dedi. Ellerimi usulca önümde çenemin altında kenetledim ve dilimde biriken kelimeler sınıfa dolmaya başladı. "Olasılık yoktur. Evrendeki her şeyin özelliğini bilirsen onların geleceği geçmişleri kadar açıktır. Bir bozuk para düşünün, havaya attığında Laplace şeytanı onun yazı mı tura mı geleceğini bilir. Kalbini emanet ettiğin kişi bir Laplace şeytanı ise kalbini kaç açıdan, kaç derecede, kaç farklı şekilde kırması gerektiğini en iyi şekilde bilir."

Laplace şeytanı benimle yaşamıyordu.

Soğuk bir kış gününde üzerime yağan cam tanelerini hesaplayamamıştım çünkü Laplace şeytanım yoktu. Kitaplara koşarken beni izleyen bir çift gözü belki de bir çok çift gözü fark etmemiştim. Geleceğim geçmişim kadar apaçık değildi çünkü.

Yalnızca benim için öyleydi.

Onlar için değil.

Kolumdaki hissizlik bedenimi aşmış ruhuma yayılmaya başlamıştı. Bir ambulans sedyesinde taşınırken gözlerimi yalnızca gökyüzüne dikmiştim. Beni izleyen gözleri ağırlamamıştı gözlerim. Sorulan sözleri duymuyor, kendimden yalnızca bi'haber şekilde uzanıyordum. Acı yeterince boğazımda feryatlar bırakmıştı çünkü.

Sonra gözlerim karanlığa gömüldü. Sessizce bir sokakta durmuş karşımdaki bedene bakıyordum. Bir kaç metre uzağımda olmalıydı ki bir o kadar yakındı. Titreyen adımlarla ona yaklaşırken "baba?" kelimesi can buldu gökyüzüyle. Her yerde sesim yankılanırken karşımdaki beden kayboldu.

Bir hastanede saatin tam önündeydim. Sağ tarafımda yanan ve ölüme terk edilmiş bedenler, sol tarafımda ameliyathane. Çok tanıdık bir andı bu an. Çünkü kollarımdan akan mürekkebe dokunan küçük bir kız çocuğu beni sandalyelere doğru çekiyordu. Sandalyede oturan kişi annemdi.

Zaman sessizce akıp giderken içimdeki kan akışı durmuştu.

Anneme merhametim artık yoktu. Buna emin değildim. Ama vicdanımın seside uzaklardaydı, bana erişemeyecek kadar uzaklardaydı. Vicdanımı bir nebze de duyuyor olmam anneme olan duvarlarımı yıkıyordu. Vicdanım kazanmamalıydı.

Mutsuzdum.

Annemin kollarımda tırnak izlerini bıraktığı odamda küçük tatlı halının üzerindeydim. Ağlıyordum.

Araftaydım.

Bir tarafımda ne cennet vardı ne de cehennem. Bir tarafımda hem varoluş sebebim annem ve diğer tarafımda yok oluş sebebim olan yine annem vardı.

Annem bir gün beni yok edecekti, buna emindim.

Kolumdan akan mürekkep o küçük kızın ellerine bulaşmıştı ama umurunda değildi ve beni çekiştiriyordu. Annemin tam önümdeydi, yangını arkamda bırakmış durmuştum. Hafifçe dizlerimin üzerine çöktüm ve gözlerimden akan yaşları sildim. Annemin saçları eşarbından sıyrılmış parlıyordu. Boyadığı saçları sapsarıydı.

Elimden akan mürekkep fayans zeminde ses çıkarırken bunun önemsiz olduğunu düşünüp saçlarına dokundum.

Vicdanım kazanmıştı.

Gözlerimi sıkıca yumdum ve saçlarını okşamaya başladım. Sarı saçlarından kollarımdaki mürekkep akarken boynunda ve yüzünde iz bırakıyordu. Sonra sesler kesildi.

Başını kaldırdı ve kızarmış gözlerle bana baktı. Gülümsedim sakince anneme. Nefesim ona baktıkça daralıyor ve bir o kadarda iyi geliyordu bana.

İlk defa gülüşümden bu kadar nefret ettim. Annem bana nefret dolu gözlerle bakıyorken bir suçlu gibi hissettim. Sanki aileden biri değildim, onun kızı değildim de büyük bir hata yapmıştım ona.

Sonra tanrı beni küçük kardeşimin mezarına sürükledi. Yeni doğmuş daha iki aylık kardeşimin mezarına. Onu tanımamıştım, adını bile söylememişlerdi bana ama ben yine suçlu benmişim gibi acı çekiyordum.

O günden sonra annem bana gülümsemedi.

Tanrı, zihnimdeki dönen fırtınaları, ve hiç şüphesiz ne kadar yıkıldığımı biliyordu. Tanrı, benim yalnız olduğumu da biliyordu.

İlk defa başım secdeye indiğinde yedi yaşındaydım. Tanrının huzuruna ilk defa o zaman çıkmıştım. Mutluluk, huzur o zamanlar bana lazım değildi.

Ben asıl duyguları yedi yaşımdan sonra aramaya başladım. Tanrı beni huzuruna kabul etmediğini anladığımda da 17 yaşındaydım.

Tam şuanda.

Bugüne kadar defalarca secde etmek, dua etmek, ağlamak ve ona yakarmak istemiştim. Bunu içten içe istemiştim.

Bir gün hatırlıyorum, bileklerimde ve parmak uçlarımda küçük kesikler vardı. Tanrıdan özür dilemek yerine, "neden bana bunları yaşatıyorsun, neden sadece ben, ben sana ne yaptım?" diye isyan etmiştim.

Babamdan gelen şiddetli bir sesi hatırlıyorum. Yüzümde bütün parmak izlerini bıraktığı o sesi... İsyan ettiğim, şirk koştuğum için o günden sonra bir hafta konuşmamıştık.

Babam.

Kalbimdeki bir diğer yalnızlığım babamdı. Tanrı beni bu defa babamın yanına göndermedi. Onun yanına sürüklenmedi zihnim.

Babamı anlatacak kadar anım yoktu ama babamla kurduğum hayallerim çoktu her zaman. Mesela bir anı sorsalar lunapark derdim, ama bir hayal sorsalar babamla bir tek lunaparkta eğlenmek derdim.

Şimdi ise tanrı beni buraya, bu küçük yalnızca bana ait odaya bırakmıştı. Kapı hızlıca tıklandı ve "hâlâ hazır değilsin misin Revân?" dedi Elif.

Her zaman en hızlı ben hazırlanırdım ama düşüncelerim tam anlamıyla hiç bir zaman hazır değildi.

"Hazırım, gelebilirsin." Kapıyı hızlıca açtı ve bana hayal kırıklığı yaşamak istemezcesine baktı.

Elif benim sayılı arkadaşlarımdandı. Dostum diyebileceğim tek insan denebilirdi. Ailelerimiz dosttu ve bu sayede biz de kaynaşmıştık. Bana göre daha neşeliydi ve biraz.. deliydi sanırım. Hayatı uçlarda yaşıyordu.

Çok zıt karakterlerimiz olsa da beni hep anlamaya çalıştığı için anlaşabiliyorduk. Ben pek konuşmadığım için, empati duygumu daha çok kullanıp düşünmeye daha çok vakit ayırıyordum. En sevdiğim yanımızda buydu.

"Keşke daha az süslenseydin!?"

"Dalga geçme, dolabımdaki en şık elbisem buydu." Sanırım ikna olmamıştı, kimse olmazdı.

"Sana almamız gerektiğini söyledim ben."

Başımı olumsuzca salladım, buna gerek yoktu çünkü buluşmaya ben değil o gidecekti. Sadece evden çıkabilmek için beni de kullanıyordu.

İki ay önce kolumdan vurulduğumdan beri dışarı çıkmamıştım hastaneye gitmek dışında, Elifte bunu bahane ederek yeni oluşturduğu rotasıyla buluşacaktı. Bir çok erkekten daha çapkındı.

Memnun olması için gerçekten de en şık olan; bana bol gelen ışıltılı sweatshirt ve bir çok detayı, süsü olan kargo kot bir pantolon giyinmiştim.

Arkasını döndü ve "güvenliğin karşı tarafında bizi bekliyor" dedi.

"Bizi o mu alacaktı?" Şaşırmıştım ve hiç iyi hissetmiyordum. Bir terslik olacaktı eminim.

"Güveniyorum ona merak etme"

"Kaç aydır tanışıyorsunuz?"

"İki hafta Revân" hiç çekinmemişti bunu söylerken. Odadan bende çıktım ve kapımı sertçe kapattım. Yandan bir bakış atarak botlarımı giyinmeye başladım. O benden önce giyinmiş ve çıkmıştı bile.

Güvenliğe doğru ilerlerken ikimizin de sesi çıkmıyordu. Siteden çıktığımızda arabayı gördüm. Lüks, son model bir arabaydı. Tabii Elif'in yakışıklı ve zengin takıntısı olduğu için buna şaşırmamak gerekiyordu.

Arabadan indi ve bize doğru bir kaç adım attı. Ben biraz arkada durmuş izlerken Elif'e sarıldı ve "çok bekletmedik, değil mi?" diye sordu Elif.

"Hayır bende yeni geldim." Bakışlarını bana yönlendirdi ve bana doğru bir kaç adım attı. Gözlerine baktım. Koyu mavi, insanı içine çekecek bir zifiri mavisi vardı.

"Berkin" elini uzatmıştı. İçimdeki sıkıntıya inat gülümsemeye çalışarak bende elimi uzattım ve hafif parmak uçlarımı eliyle temas ettirerek "Revân" dedim.

Bir kıyamet belkide ufak bir dokunuşta gizlidir. Buna hiç şahit oldunuz mu? Bir kıyametin habercisinin yalnızca ufak bir temas olduğuna.

Ben henüz olmamıştım.

Gelecekten bana

hüzünlü gözlerle bakan o kızı hissetmiştim ama o kızın gerçek olduğuna emin olamıyordum şuanda.

Instagram: sdilaekin 💐

 

Loading...
0%