@sebastianlitera
|
OLAYLAR YAŞANDIKTAN TAM 19 SENE SONRA... 3 Arkadaş kuzeyin en ücra köşelerinde kalmış bir köyden Kraliyet Şehri Astegor'da düzenlenecek olan büyük turnuvada savaşmak için yola çıktılar. İçlerinden bir tanesi oldukça kısa boylu ve kilolu bir gençti. İsmi Grock ve kendisi muhteşem bir okçuydu. Çok uzaktaki bir avı tam kafasından kusursuzca vurabilecek kadar eğitimliydi. İçlerinden bir diğeri ise Roark. Genç ve uzun boylu Roark'ın en bilinen özelliği ise balta ve gürz ile savaş konusunda oldukça eğitimli olmasıydı. Son olarak grubunun lider özelliğini taşıyan ve muhteşem bir kılıç kullanma yeteneği olan Rengar vardı. Rengar orta boylarda esmer bir gençti. Kızların oldukça ilgisini çeken bu genç adam ise kılıç kullanma konusunda muhteşem bir yeteneğe sahip olmasının yanı sıra bu konuda çok büyük bir eğitim almıştı. Bu üç arkadaş 19 sene önce hainlerin şehirlere saldırdıkları sırada batının en büyük savaş ustası ve bilgesi tarafından kundaktaki bebekken şehirden kaçırıldılar. Onları yanına alan büyük savaş ustası olayların durulmasından sonra kuzeyin en ücra köylerinden birine yerleşti ve bebekleri de yanında getirip orada büyüttü. Daha çok küçük yaşlarda bu üç gençle özel olarak ilgilendi ve onları yetenekli oldukları savaş sanatları konusunda yetiştirdi. Gençler kraliyet şehrine doğru yola çıkmadan tam iki sene önce bilinmeyen bir hastalıktan dolayı hayata gözlerini yumdu. Bundan sonra hayatlarına yeni bir anlam katmak isteyen Rengar, Roark ve Grock kraliyet şehrine yapılacak olan büyük ödüllü turnuva için köylerini terk edip yola koyuldular. Aceleleri yoktu. Bu yüzden yavaş yavaş birlikte eğlenip şakalaşarak ilerliyorlardı. Yollar oldukça sessiz ve sakindi. İnsanlar isyancılarla karşılaşmamak için kolay kolay köylerinden ve şehirlerinden ayrılmıyorlardı. Ayrılanlar ise ticaret için yola çıkan kervanlardı. Bunlar da genelde paralı askerler tarafından korunarak hareket ediyorlardı. 2 günlük yürüyüşün ardından sonunda kuzeyin karlı topraklarını geride bıraktılar ve yeşil dev ağaçların hüküm sürdüğü ormanlık alana geldiler. Buralar onlara oldukça tuhaf ve bir o kadar da güzel gözükmüştü. Senelerdir soğuk ve kar içinde yaşayan gençler, daha önce çok az orman görmüşlerdi. Yolda yürüyüp sağa sola bakınırlarken bir yandan da yanlarına aldıkları haritadan nerede olduklarını takip ediyorlardı. Ormanın içerisinde ki yoldan yavaş yavaş yürürken havanın kararmasının yakın olduğunu fark ettiler. Bu yüzden yoldan çıktılar ve ormanın içine girip kendilerine güzel bir kamp alanı seçtiler. Grock akşam için yakacak odun toplarken Roark ve Rengar çadır kurmakla meşguldüler. Grock odun topladığı sırada yakınlarda genç bir kızın çığlıklar attığını fark etti. Hemen elindeki odunları yere attı ve arkadaşlarının yanına koştu. Arkadaşları onu telaşlı halde görünce şaşırdılar ve ayağa kalkıp ne olduğunu sordular. Grock nefes nefese kalmış halde ''sanırım yakınımızda birileri var. Genç bir kızın çığlık attığını duydum'' dedi. Rengar yardım sever ve onurlu bir gençti. Hemen Roark'ın kolunu tuttu ve ''her kimse gidip yardım etmeliyiz'' dedi. Roark arkadaşı Rengar'ın her zaman yanındaydı. Bu yüzden hiç düşünmeden ''hadi gidelim'' dedi. Grock önden koşup sesin geldiği yeri tarif etti. Ormanın içinde genç kızın çığlıkları yankılanıyordu. Sese doğru yavaş yavaş gittiler ve ufak bir tepeyi tırmandılar. Ardından yere yatıp sürünerek tepeden aşağıya baktılar. Üçü de gördükleri karşısında şok oldular. Önlerinde tam 9 kişilik bir grup ve kendi yaşlarında genç bir kız vardı. Adamlar kıza kırbaçlarla vurup işkence ediyorlardı. Görünüşe bakılırsa eskimiş askeri kıyafet giymiş olan bu grup isyancıydı. Kız ise köylü olabilirdi. Arkaya doğru örülmüş kumral saçları şehirli bir kızı andırsa da kıyafetleri pekte şehirde yaşan bir kızınkine benzemiyordu. Rengar arkadaşlarına döndü ve fısıldayarak ''Grock sen burada kal. Roark ile beraber yanlarına gidip kızı bırakmalarını söyleyeceğiz. Eğer işi zora sokarlarsa onları tepeden okla vur'' dedi. Grock başını salladı ve yayını eline alıp isyancılara nişan aldı. Roark ve Rengar ayağa kalkıp isyancılara yaklaştılar. İsyancılar iki genci karşılarında görünce şaşırdılar ve içlerinde bir tanesi ''evet... Birini mi arıyordunuz'' dedi. Rengar başı dik bir şekilde ''kızı rahat bırakın ve burayı hemen terk edin'' dedi. Bunun üzerine isyancılar kahkahalar atmaya başladılar. Görünen o ki uyarıyı ciddiye bile almamışlardı. Ardından Roark sinirli bir şekilde ''ikinci kez uyarıyoruz. Kızı bırakın'' dedi. Bunun üzerine grubun başındaki adam sinirlendi ve kılıcını çekti. Ardından orada bulunan herkes kılıcını çekip havaya kaldırdı. Roark ve Rengar birbirlerine baktılar. Rengar kılıcını, Roark ise büyük baltasını çekti. İsyancılardan bir tanesi Rengar'ın üzerine bağırarak koşmaya başladı. İsyancı kılıcını tam Rengar'ın suratına saplayacağı sırada Rengar sola kaydı ve kılıcını isyancının boynuna sallayıp kafasını kopardı. İsyancılar arkadaşlarının kafasının gövdesinden ayrılmasına çok sinirlendiler hepsi bir anda Rengar ve Roark'ın üzerine koşmaya başladılar. Bu sırada Grock arkadan isyancılardan birini tam kafasından vurdu. Roark ise baltasını sallayarak önündeki iki isyancının karını param parça etti. Bu sırada Rengar ise kılıcını savurdu ve önündeki üç isyancıyı saniyeler içinde kılıçtan geçirdi. O sırada Rengar'ın arkasında bir isyancı belirdi. Kılıcını Rengar'ın sırdına sokacağı sırada Roark baltasını kaldırdı ve başının üzerinden vurup isyancıyı ikiye böldü. Geriye sadece isyancı grubun lideri kalmıştı. Karşılarında müthiş savaşçılar olduğunu gören lider hemen kızın yanına gitti ve belindeki hançeri çıkarıp boğazına dayadı. Rengar'a bakıp ''eğer bana yaklaşırsanız kızın kafasını koparırım'' dedi. Kız kanlar içinde hüngür hüngür ağlıyordu. Rengar ve Roark donakalmıştı. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Birbirlerine baktılar ama ikisininde bir planı yoktu. Tam o sırada ıslık sesine benzer bir ses geldi. Grock lideri okuyla tam kafasından vurup öldürmüştü. Hemen koşup kızı kaldırdılar. Roark genç kızı kucakladı ve kamp alanına doğru yola çıktılar. Roark gözünü kızdan alamıyordu. Hayatında ilk defa aşık olmuştu. Yaşadığı duyguya anlam vermeye çalışıyor ama bir türlü yapamıyordu. Kucağında ki kıza baktıkça kalbi hızlı hızlı çarpıyor ve heyecandan ara ara dizleri çözülüyordu. Kamp alanına gelince kızı hemen çadırına koydu. Üzerindeki kıyafetleri çıkardı ve çantasındaki bezlerle yaralarını tek tek temizledi. Derin kesikleri ise çok dikkatli bir şekilde dikti. Ardından yanındaki yedek kıyafetlerini kıza giydirdi ve çadırından çıktı. Karşısında Rengar ve Grock'u görünce çok şaşırdı. Arkadaşları Roark'a bakıp kıs kıs gülüyorlardı. Roark kafasını salladı ve ''neye gülüyorsunuz. Zavallı kızı çok fena benzetmişler'' dedi. Grock yanına yaklaşıp ''sen abayı fena yakmışsın koca adam'' dedi ve kahkaha attı. Roark ise Grock'u itekledi ve ''saçmalamayın. Ben de sizin gibi sadece bu aciz kıza yardım ediyorum'' dedi. Daha sonra Rengar sırıtarak arkadaşının omzuna elini koydu ve ''suratından her şey belli oluyordu. Sen kıza abayı yakmışsın. Ona iyi bak'' dedi ve Grock'la beraber gülüşe gülüşe çadırlarına gittiler. Roark ise şaşkın şaşkın bir kıza birde arkadaşlarına baktı. Ardından iç çekip kızın çadırının önüne oturdu. O gece sabaha kadar kızın çadırının önünde nöbet tuttu ve gün doğmaya yakın uyuya kaldı. Sabahın erken saatlerinde Roark irkilerek uyandı. Hemen kafasını çadırdan içeri uzattı. Ancak o da ne? Çadırın içi bomboştu. Roark panikle ayağa kalktı ve etrafa bakınırken ateşin olduğu yerde genç kızı gördü. Kız ateşin üzerinde tavşan pişiriyordu. O sırada Rengar ve Grock çadırlarından çıktılar. Üçü de genç kızı ayakta gördüklerine oldukça şaşırdılar. Genç kız onlara baktı ve gülümseyerek ''Günaydın. Ben Liva. Size dünkü iyiliğiniz için çok teşekkür ederim. Sayenizde o pisliklerin elinden kurtuldum'' dedi. Rengar kıza yaklaştı ve ''nasılsın? Canın acıyor mu'' dedi. Kız yüzünü ekşiterek ''biraz acıyor ama olsun. Zamanla iyileşeyecek'' dedi. Ardından pişmiş tavşanı ateşten aldı ve ''hadi gelin kahvaltı hazır'' dedi. Roark, Liva ile konuşmak istiyor ancak heyecandan bir türlü ağızını açamıyordu. Tavşanı yerken Liva kafasını Roark'a çevirdi ve gülümseyerek baktı. Ardından ''sana ayrıca teşekkür ederim. Ara ara yaralarımı temizlerken ve başımda nöbet tutarken gördüm. Sizler çok iyi insanlara benziyorsunuz. Hikayeniz nedir'' dedi. Roark öksürerek boğazını temizledi ve ''biz kuzeyden geliyoruz. Kraliyet Şehri Astegor'da düzenlenecek olan büyük turnuvada dövüşeceğiz'' dedi. Kız bunu duyunca gözleri parladı ve ''çok etkilendim. Demek ülkenin en iyi kılıç ustalarıyla çarpışacaksınız. Eğer izin verirseniz size katılmaktan onur duyarım'' dedi. Roark hiç düşünmeden atıldı ve ''seve seve kabul ederiz'' dedi. Rengar bu arkadaş grubunun lideriydi. Normal de kendisine danışılmasını isterdi ancak arkadaşının Liva'ya nasıl aşkla baktığını gördüğü için buna hiç karışmadı. O sırada Roark ''peki senin hikayen nedir'' diye sordu. Liva'nın yüzü düştü. Başını öne eğdi ve yutkundu. Ardından ''şey'' diye sayıkladı ama konuşamadı. Roark biraz şaşırdı ve ''bize anlatabilirsin. Çekinme'' dedi. Kız kafasını yavaşça kaldırdı ve ''ben bir hırsızım'' dedi. Rengar şaşırdı ve ''nasıl'' dedi. Liva çekinerek ellerini dizlerinin arasına koydu ve ''ben şehirlere gidip orada insanlardan bir şeyler çalarak yaşamımı sürdürüyorum. Ancak dürüstlükten asla kaçmam. Bu yüzden size hırsız olduğumu açık açık söylüyorum'' dedi. Rengar ayağa kalktı ve ''dürüstlüğün için teşekkür ederiz. Bir hırsız olduğunu açıkça söyleyerek dürüstlüğün konusunda güven verdin. Ancak bize katılacaksan bir daha hırsızlık yapmayacağına yemin etmelisin'' dedi. Liva tekrar başını önüne eğerek sustu. Rengar bir yemin bekliyordu. O sırada Roark kıza yaklaştı ve elini dizine koyup ''et şu yemini. Bizim yanımızda kalabilirsin. Seni koruruz'' dedi. Kız hemen ayağa kalktı ve Rengar'a dönüp ''bundan sonra sizinle birlikte aynı yolda yürüyeceğime ve hırsızlık yapmayacağıma tüm tanrılar adına yemin ederim'' dedi. Rengar ve Roark göz göze geldiler. Rengar bir iç çekti ve ''peki aramıza katıldın. Hadi hazırlanın ve yola devam edelim'' dedi. Hızlıca kampı kaldırdılar ve tekrar yola koyuldular. Grock ve Rengar yolda yürürken bir yandan da ellerinde ki haritaya bakıyorlardı. Roark ve Liva ise sohbet ederek hemen arkadalarından yürüyorlardı. Görünen o ki Liva'da Roark'a karşı bazı hisler besliyordu. Ona derin ve manalı bakışlar atıyor, söylediği her şeye gülüyordu. Roark ona bir anısını anlattığı sırada Liva öndekilerin haritaya baktığını gördü. Roark'a ''bekle'' diyerek sözünü kesti ve Rengar'ın yanına gidip ''bu haritaya bakmanıza gerek yok. Ben yolu avcumun içi gibi biliyorum. Ayrıca gittiğimiz yol bizi çok dolandıracak. Eğer ormanın içerisinden yürürsek yarın şehre varmış oluruz'' dedi. Rengar kıza güvendi ve ''peki bizi götür o zaman'' dedi. Kız onlara ormana soktu. Ormanda yürürken Rengar'ın dikkatini bir şeyler çekti. Ağaçlarda parçalanmış ve çürümüş halde bir kaç insan cesedi vardı. Liva'ya döndü ve ''bu da ne'' dedi. Liva gülümsedi ve ''merak etme. Bunu yapanlar ortadan kayboldular'' dedi. Rengar şaşkınlık içinde ''kim'' diye sordu. Liva derin bir iç çekti ve ''karanlığın evlatları. Yada diğer adıyla gece halkı. Bunlar geceleri çıkıp bu yollardan geçen insanları kaçırırlardı. Ormana götürüp onları parçalar ve etlerini yerlerdi. Ama Eski Kral Arca Baselion'un tahtı yıkılmadan hemen önce ortadan bir anda kayboldular. Nedenini kimse bilmiyor ama şuan ki Kral Ramsey Leapmar onların kayboluşunu kan emicilere bağlayarak bir yalan uydurdu ve tahtı eline aldı. Belki de yalan değildir. Bunu kimse bilemez'' dedi. Grock bu anlatılana oldukça korkmuştu. Liva'ya döndü ve ''bir daha bu konuyu konuşmazsak sevinirim'' dedi. Ardından arkadaşları Grock'a güldüler ve yola devam ettiler. Gece kampından sonra ertesi gün gerçekten de Kraliyet Şehri Astegor'a gelmişlerdi. Dev şehir surlarının ortasında duran koca kapının önündelerdi. Burası oldukça kalabalıktı. Turnuva ve şenlikler için çok fazla gelen vardı. Şehir kapısına yaklaştılar. Kapıda ki nöbetçi onları durdurdu ve kim olduklarını sordu. Rengar nöbetçiye burada düzenlenen turnuvada dövüşmek için geldiklerini söylediler. Nöbetçi onları başka bir askere teslim etti. Asker onları şehrin sokaklarından geçirerek arenanın yanında ki binaya soktu. Karşılarında yaşlı, üzerinde altın renginde parlayan zırhı olan bir adam duruyordu. Gençlere baktı ve ''evet sizi dinliyorum'' dedi. Rengar başıyla selam verdi ve ''biz kuzeyden geliyoruz. Turnuvada savaşmak istiyoruz efendim'' dedi. Adam gençleri baştan aşağı süzdü ve ''dövüşçüden çok birer kaçak gibi duruyorsunuz'' dedi. Liva bir adım öne çıktı ve başıyla selam vererek ''efendim görünüşümüz için özür dileriz ancak biz kuzeyden geliyoruz. Bilirsiniz oralar her zaman karlı ve soğuktur. Bu yüzden bu şehre uygun giyinemedik. Ancak arkadaşlarımın bu turnuvada çok iyi iş çıkaracağına adım gibi eminim'' dedi. Adam yanında ki yardımcısına baktı ve yedeklerden birini getir'' dedi. Ardından Rengar'a dönüp ''turnuvada bir kişilik yer kaldı. Sadece birinizi alacağım. Eğer katılmak istiyorsanız nasıl dövüştüğünüzü görmem gerek. Bu yüzden kabul ederseniz içinizden birini yedekte bekleyen bir dövüşçü ile hemen burada test etmek isterim'' dedi. Rengar başını salladı ve ''peki efendim'' dedi. O sırada yaşlı adam ''şunu unutmayın. Turnuvada sadece kılıç kullanılacak'' dedi. Dördü birbirlerine baktılar. O sırada Liva onlara yaklaştı ve ''kılıcı en iyi kullananız kimse o katılsın. Zaten üçünüzü de turnuvaya alırlarsa birbirinizi öldürmek zorunda kalacaksınız'' dedi. O anda gözler Rengar'a çevrildi. Rengar turnuvaya çıkacaktı. O sırada kapı açıldı ve içeriye elinde kılıçla 40 yaşlarında bir adam girdi. Yaşlı adam onlara içerideki yuvarlak alanı gösterdi ve orada kendinizi kanıtlayın'' dedi. Rengar yuvarlak alana geçti ve ardından rakibi karşısına geldi. Rengar'a bakıp pis pis gülüyordu. Yaşlı adam ''başlayın'' diye bağırdı. Rakibi kılını kaldırdı ve koşarak Rengar'a yukarıdan vurmayı denedi. Ancak Rengar hızlı bir hamle yaparak kenara kaçtı ve kılıcıyla adamın baldırına bir kesik atıp onu yere düşürdü. Rengar yaşlı adama döndü ve ''ispatladım mı efendim'' dedi. Yaşlı adam başını salladı ve ''rakibin hala yaşıyor'' dedi. Tam o sırada rakibi ayağa kalkmış ve Rengar'a arkadan saldıracağı sırada Rengar arkasını döndü ve rakibinin hamlesini kılıcıyla blokladı. Ardından kılıcını hızlıca ileriye doğru itekledi ve rakibinin kalbine sapladı. Yaşlı adam alkışlayarak ''işte bu. Yarın arenada sende olacaksın'' dedi. Rengar ve arkadaşları sevinçle birbirlerine sarıldılar. Ardından kahya yanlarına geldi ve ''buyurun. Size kalacağınız odaya gidene kadar eşlik edeceğim'' dedi. Onları odaların bulunduğu bir koridora soktu. Parmağıyla işaret ederek ''bu iki oda size ait. İsterseniz bayan birinde siz üçünüz diğerinde kalın. Ya da ikişerli olarak kalın. Karar sizin. Akşam gün batımında odanıza hizmetçiler yemek getirecektir. Odalarda yıkanma ve tuvalet ihtiyacınızı karşılayacak bölümler bulunmaktadır. Hoşçakalın'' dedi ve ayrıldı. O sırada gençler birbirlerine bakıyor ve nasıl kalacaklarını düşünüyorlardı. Roark ise Liva ile beraber kalmak için resmen dua ediyordu. Tam Rengar konuşacağı sırada Liva, Roark'ın elinden tuttu ve onu odaya çekti. Diğerlerine ''sonra görüşürüz'' diyerek odaya kapattı. Rengar ve Grock gülerek diğer odaya girdiler. Sırayla duşa girip temizlenmeye koyuldular. Bu sırada iki aşık odada birbirlerine kavuşmanın vermiş olduğu heyecanla yanıp tutuşuyorlardı. Şehvet ile birbirlerini öperken göz göze birbirlerine bakmaktan asla kaçınmıyorlardı. Resmen birbirleri için yanıp tutuşuyorlardı. Liva Roark'ın yüzüne dokundu ve ''ben senin için doğmuşum'' dedi. Roark ise mutluluktan ağlamak üzereydi. İki aşık yemekleri gelene kadar vücutlarını birbirleriyle buluşturdular. Yemeklerini yedikten sonra yatıp güzel bir uyku çektiler. Sabah erken saatte kalktılar. Rengar ve Grock iki aşığı kapıda bekliyorlardı. Sonunda Roark ve Liva odadan çıktılar. Grock gülümseyerek ''dün gece bu koridor çok sessizdi. Sanırım birileri fazla heyecan yaptı'' diyerek Roark'la dalga geçti. Roark, Grock'un omzuna vurdu ve ''kes sesini'' dedi. Liva gülümseyerek Roark'ın koluna girdi ve ''o gerçekten çok iyiydi'' dedi. Beraber güle oynaya şehrin sokaklarına çıktılar. Etrafa büyük bir hayranlıkla bakıp inceliyorlardı. Sokak kenarındaki bir tezgahtardan mısır aldılar ve yiyerek gezinmeye devam ettiler. Tam o sırada bir demircinin önünden geçerken içeriden yaşlı bir adam Rengar'a ''hey buraya gel'' diye seslendi. Rengar şaşırdı ve demirciye girip ''bana mı seslendiniz'' dedi. Adam parmağıyla Rengar'ın kılıcını işaret etti ve ''bu kılıcı nereden aldın'' dedi. Rengar şaşkın bir şekilde ''bunu bana kılıç ustam hediye etti. Çocukluğumdan beri bende'' dedi. Adam Rengar'a yaklaştı ve ''efendim uzaktan incelememe izin verin'' dedi. Rengar kafasını sallayarak ''tabi'' dedi. Adam büyük bir ilgiyle kılıcına baktı. Parmağıyla dokundu ve ''bu o'' dedi. Rengar bir adama bir kılıca baktı. ''ne demek istediniz'' dedi. Demirci geriye çekildi ve fısıldayarak ''bu kılıç çok değerli. Sıkıştırılmış demir, ejderha kanı ve ejderha kemiğinden yapılmış. Bunu sadece ejderha kanını taşıyan kişiler taşıyabilir. Yani eski Kral Arca Baselion ve onun soyundaki erkekler. Ancak onun oğlu yok. Bildiğim kadarıyla hamile karısı Balenos Adalarına kaçmış ve orada bir kız çocuğu doğurup ölmüş. Bu Baselion Hanesine ait olamaz. Üzerinde onların damgası da yok. Ama bu kılıcın ejderha kanı ve ejderha kemiğinden yapıldığına yemin edebilirim'' dedi. Rengar şaşkınlıkla ''bunun neyden yapıldığını bilmiyorum. Ancak bu şehirde sorun teşkil eder mi'' diye sordu. Demirci sağa sola sallayarak ''hayır efendim. Bunu sadece benim gibi çok eski demir ustaları anlar. Merak etmeyin. Kılıcınız dikkat çekmeyecektir'' dedi. Ardından Rengar teşekkür etti ve arkasını dönüp dükkandan ayrıldı. Arkadaşları merakla o adamın ne dediğini sordular. Rengar ise ''hiç bir şey. Sadece kafayı sıyırmış ihtiyarın teki'' dedi ve yürümeye koyuldular. Akşama kadar şehirde gezip mekanlarda eğlendiler. Akşam hava kararmaya yakın Rengar arena yakınında kaldığı binada salona davet edildi. Salondan içeriye girdi. Burası çok geniş ve şıktı. İçeride bir sürü erkek vardı ve yan yana sıraya dizilmişlerdi. Kahya Rengar'a parmağı ile işaret ederek ''siz de sıraya geçin'' dedi. Bir süre sessizce ayakta beklediler. Ardından salona dünkü yaşlı adam girdi. Karşısındakilere baktı ve ''ben turnuvayı yönetecek olan Lord Egarin. Yarın öğle saatinde arenaya çıkmış olacağız. Öncelikle Kral Ramsey Leapmar halkına ve tüm lordlara hitaben konuşma yapacak ve ardından dövüş başlayacak. Sizden tek ricamız var. Kim sona kalırsa kalsın mutlaka öldürün. Pes etmesine müsade etmeyin. Çünkü bu turnuvada tüm şehir ve kale lordları olacak. Kralımız ülkede kalıcı barış ve refahı sağlamak için onlara bu eğlenceyi tertip ediyor. Bu yüzden bu önemli turnuvada kazanan kişiye 15.000 altın verilecek. Yani koca bir kalenin yarısını satın almak gibi düşünebilirsiniz. Ayrıca altın dışında tüm diyarda sizden en büyük kılıç ustası, en iyi savaşçı olarak bahsedilecek. Hem ün, hem para bu turnuvada olacak. O yüzden elinizden gelenin en iyisini yapın'' dedi ve başarılar dileyerek salondan ayrıldı. Daha sonra kahya savaşçılara döndü ve ''herkes sessiz bir şekilde odasına geçsin. Kesinlikle rakipleriniz ile konuşmayın'' dedi. Tüm dövüşçüler sessizce salondan çıkıp odalara geçtiler. Rengar içeri girdiğinde karşısında Grock, Liva ve Roark'ı gördü. Rengar içeri girdi ve ''dövüş yarın başlayacak. 15.000 altın ve büyük ünvanlar verilecek'' dedi. Grock ayağa kalktı ve ''dışarıda askerler konuşurken duydum. Bazı lordların oğulları, büyük şövalyeler, ordu komutanları ve diyarın bir çok kılıç ustası bu turnuvada olacak. Yani içlerinde bir tek köylü sen varsın. Bence turnuvadan vazgeçmeliyiz'' dedi. Rengar başını öne eğdi ve ''olmaz'' dedi. Liva'da ayağa kalktı ve ''bu turnuvaya gerek yok. Hayatını riske atmaya değmez. Sizi şehirden kaçırırım. Buradan gideriz ve başka bir maceraya atılırız'' dedi. Roark'ta ayağa kalktı ve Rengar'a sarılarak ''bu iş bizim boyumuzu aşacak gibi duruyor. Buradan çekip gidelim. Ben bir kardeş kaybetmek istemiyorum. Şuan sevdiğim kadını, hayatımın aşkını bulmuşken kardeşimi kaybedemem'' dedi. Rengar büyük bir baskı altındaydı. Bir kaç saniye sessizce yere baktı ve ardından başını kaldırıp ''haklısınız. Ülkenin en iyileri ölüm için çarpışacak. Onlara karşı pek bir şansım yok. Ancak geri çekilemem. Sadece altın için değil. Onurum için bunu yapacağım'' dedi. Arkadaşları ne söylese de Rengar ikna olmayacaktı. O ne kadar onurlu ve şerefli biri olsa da bir o kadar da inatçıydı. Bu yüzden ısrar etmek fayda etmeyecekti. Liva ve Roark başıyla selam vererek odadan çıktılar. Rengar ve Grock'ta yataklarına yattılar. Rengar yan yatıp düşüncelere daldığı sırada Grock Rengar'a ''dostum şunu asla unutma. Sen gerçek bir savaşçısın ve korkusuzsun. Oraya yarın kazanmak için çık ve bize ait olanı al. Sana sonsuz güvenim var'' dedi. Ardından ışığı söndürdü ve yatıp uykuya daldılar. Ertesi sabah Rengar erkenden kalktı. Kahvaltıdan sonra arkadaşlarıyla vedalaşıp hızlıca toplanma salonuna girdi. Kahya onlara ince zırh, kask ve kılıçlarını verdi. Ardından onları arenanın bekleme odasına soktu. Dışarıda Kral Ramsey Leapmar'ın konuşması duyuluyordu. Halka ve hanedanlara barış getireceğini, ejderin hükmünün sona erdiğini anlatıyordu. Rengar ise bu sırada derin düşüncelere dalmıştı. Kendini kontrol etmeye çalışıyordu. İçerisinde ufakta olsa bir heyecan vardı. Neler yapacağını düşünürken içeriye Lord Egarin girdi. ''Hadi beyler çıkıyoruz'' dedi. 16 dövüşçü ayağa kalktı ve tek sıra halinde arenaya çıkıp 4 ayrı köşeye de sıraya dizildiler. Ardından Lord Egarin Kralın huzuruna yaklaştı. Kılıcını çıkarıp yere sapladı ve dizinin üstüne çökerek ''Kralımız, lordlarımız ve halkımız için asil ruhlu savaşçılarımız kan dökmeye hazırlar'' dedi. Kral Ramsey Leapmar ayağa kalktı. Ellerini birbirine vurarak iki kez şaklattı ve ''tanrı sizleri onurlandırsın. Savaş başlasın'' dedi. Ardından Lord Egarin kılıcını havaya kaldırıp arenadan ayrıldı. İnsanlar büyük bir heyecanla çığlıklar atıyordu. Büyük bir kan dökülecekti. Savaşçılar pür dikkat birbirlerine odaklanmış durumdaydı. Çanlar çaldı, kılıçlar havaya kaldırıldı ve o büyük dövüş başladı...
|
0% |