@sebastianlitera
|
Rengar ve onun can yoldaşları koca vadiyi geçtiler. Karşılarında batının eşsiz ormanları tüm ihtişamıyla duruyordu. Hava kararmak üzere olduğundan ormanın içerisine girip kamp kurdular. Ortaya bir ateş yakıp oturdular. Küçük ordu bir yandan sohbet ederken bir yandan da karınlarını doyuruyorlardı. Rengar ise can yoldaşlarını sessizce izlemeye koyuldu. Köyde zulüm görmüş, aşağılanmış ve büyük işkencelere maruz kalmış köylü halkın yüzünde büyük bir mutluluk vardı. Yemeklerini her zamankinden iştahlı yiyor, büyük bir keyif içerisinde sohbet ediyorlardı. Bu sırada Roark, Rengar'ın yanına oturdu ve ''şunları görüyor musun? Hepsi ne kadar mutlu ve huzurlular'' dedi. Rengar Roark'a bakıp gülümsedi ve ''evet. Bende onları izliyordum. Köyde ki hallerinden eser yok'' dedi. Roark etrafı süzdü ve ''biliyorsun ki bu insanların barınmaya ve beslenmeye ihtiyaçları var. Bu sebeple en yakın zamanda kendimize bir yer bulmalıyız'' dedi. Rengar ''peki ya nasıl'' dedi. Roark iç çekti ve ''şuan da batıdayız. Batı şehri eski kralın destekçisi ve bu yüzden yeni kral tarafından askeri anlamda oldukça zayıflatıldı. Bunu bizim için bir fırsat. Buralarda savunması en düşük olan kalelerden birini ele geçirelim. Böylece barınma, yemek ve silah sorunumuzu halletmiş oluruz. Ancak düşük savunmada bir kaleyi elimizde oraklarla almamız imkansız'' dedi. Rengar başını öne eğdi. Bir süre sessizce düşündü. Ardından kafasını kaldırdı ve ''ele geçireceğimiz kalenin nerede olduğunu biliyorum. Nasıl ele geçireceğimizi de biliyorum'' dedi. Roark şaşkınlık içerisinde ''nasıl'' diye tepki gösterdi. Rengar ayağa kalktı ve ''dostlarım bir dakikanızı isteyeceğim'' dedi. İnsanlar sohbetlerini durdurdu ve pür dikkat liderlerine kulak kesildiler. Rengar ''sevgili dostlarım. Biliyorsunuz ki artık kalabalık bir grubuz. Barınma ve gıda konusuna acilen çözüm bulmamız gerekiyor. Bu yüzden batı topraklarında savunması düşük bir kaleyi ele geçireceğiz. Ancak elimizde oraklarla kaleye saldırmamız çok zor. Bu yüzden farklı bir planımız var. Bu gece herkes oraklarının dış yüzeyini taşlara sürterek olabildiğince keskin hale getirsin. Her savaşçıda en az iki orak ve bir at olacak. İçimizden bir elçi kaleye gidecek ve askerleri kışkırtıp dışarıya çekecek''... diye tüm planını anlattı. Ona bağlı olan köylü halk derhal ayağa kalktı ve etrafta buldukları taşlarla oraklarının etrafını keskinleştirmeye koyuldu. Rengar ise Roark ve Grock ile planın tüm detaylarını konuşup tartıştılar. Sabah erken saatlerde yola koyulan yoldaşlar Batı Luken Şehrine uzak mesafede olan Uyku Kalesinin yakınlarına gelip durdular. Ardından Grock atıyla tam hız Uyku Kalesinin kapısına kadar koştu. Kale surlarının tepesinde fark edilen Grock ellerini havaya kaldırdı ve askerlere ''selam size batının korucuları. Ben gezgin ozan Klavin. Sizlere bir haber getirdim'' diye bağırdı. Nöbetçiler şaşkınlıkla ona bakıyordu. İçlerinden bir tanesi içeri gitti ve kale komutanı Lord James'i çağırıp kale kapısının önüne çağırdılar. Kale kapıları açıldı ve içeriden Lord James askerleriyle beraber dışarı çıktı. Grock'u baştan aşağı süzen James ''söyle bakalım gezgin. Bize ne haber getirdin'' dedi. Grock ''efendim koca bir isyancı grubu kalenizi ele geçirmek için buraya geliyorlar. Çok geçmeden bir saat içinde burada olacaklar'' dedi. Lord James sinirlendi ve ''bu küstahlığı yapmaya kim cesaret edebilir. Gelsin ve kalemizi alsın bakalım'' dedi. Grock telaşla ''hayır efendim. Yanlış düşünüyorsunuz. Eğer kalenizi surların arkasında savunmaya kalkarsanız onların çok sayıda mancılığı yüzünden kaleyi kaybedebilirsiniz. Şuan da ağır mancılıkları taşımakla meşguller. Eğer onlara kılıçlı süvarilerinizde saldırırsanız savaşa hazırlıksız yakalanırlar ve vadide yok olup giderler'' dedi. Lord James, Grock'un hareketlerinden biraz şüphelenmiş olacak ki ''söyle bakalım. Sen neden bize yardım etmeye çalışıyorsun'' dedi. Grock kıvrak zekasını kullandı ve ''dediğim gibi efendim. Ben gezgin ozanım. Bir sonra ki handa konaklamam için paraya ihtiyacım var. Belki siz bu haber karşılığında beni ödüllendirirsiniz diye düşündüm'' dedi. Lord James buna oldukça inandı. Hırkasından bir kese altın çıkardı ve içinden iki tanesini Grock'a verdi. Grock teşekkür ederek kaleden uzaklaştı. Lord James büyük bir öfkeyle arkasını döndü ve ''atlarınızı hazırlayın. Hemen vadiye savaşa çıkıyoruz. Herkes yanına bir kılıç alsın'' dedi. Askerler hızlıca toparlandı ve kalenin dışına çıktılar. Lord James bu amaçsız saldırıya olan öfkesi nedeniyle okçulara dahi kılıç vererek kaleyi bomboş bıraktı. Hemen yola koyuldular ve düşmanın geldiği noktaya doğru ilerlemeye başladılar. Çok geçmeden ileride atlı askerlerin durduğunu fark eden Lord James askerlerine durmalarını emretti. Kendi kendine ''bu işte bir gariplik var diye sızlandı. Kendi ordusunda 600 asker varken karşısında sadece 60 tane atlı öylece duruyordu. Herhangi bir yerden gelebilecek bir pusu var mı diye etrafı göz ucuyla kontrol etti ancak pusu gelebilecek bir nokta yoktu. Şaşkınlık ve karmaşa hem Lord James'in hem de askerlerinin aklını tamamen bulandırmıştı. O sırada Rengar hücum emri verdi ve 60 kişilik atlı grubuyla 600 kişilik ordunun üzerine son hız koşmaya başladılar. O sırada Lord James'te kılıcını kaldırdı ve hücüm emri verdi. 600 kişilik ordu ellerindeki kısa kılıçları havaya kaldırarak koşarken karşı taraf sadece at üzerinde koşuyordu. Lord James'in ordusu düşmanla çarpışmak üzereydi ancak onların hangi silahı kullandıklarını bile bilmiyordu. Ordunun psikolojisi ile oynanmıştı. Çarpışmaya ramak kala Rengar'ın grubu arkalarında duran orakları çekip çıkardılar. Her iki elinde de orak olan grup atın üzerinde öne doğru olabildiğince eğildi ve oraklarını ileri doğru uzattı. Daha önce oraklı biriyle savaşmamış olan ordu ani bir şok daha geçirdi ve o anda çarpışma gerçekleşti. Rengar'ın grubu düşman ordunun arasından şimşek gibi geçerek ilerlerken oraklarıyla da düşman askerlerinin vücutlarına çok derin kesikler atıyor ve ölümcül yaralar almalarını sağlıyorlardı. Ellerinde kısa kılıçlarla şoka uğramış olan Lord James'in askeri düşmana karşı hiçbir karşı atak yapamadan tek tek öldürülüyordu. Çok kısa bir süre içinde Rengar'ın ordusu düşmanları keserek tam arkalarına gelmiş oldular. Atlarını durdurup geriye döndüklerinde koca ordunun kanlar içinde yerde yattığını fark ettiler. Ancak karşılarında 10- 15 kadar düşman askeri yara almadan atlarının üzerinde duruyordu. Rengar'ın tekrar atağa geçti ve son kalan askerleri de ot gibi biçti. Bu sırada ordusunun çok kısa bir süre içerisinde sadece 60 kişilik bir grup tarafından yok edildiğini fark eden Lord James atını çevirip büyük bir hızla kalesine doğru koştu. Orada bıraktığı nöbetçilerle kanının son damlasına kadar savaşacaktı. Kaleye yaklaştığında kapılar açıldı. Lord James büyük bir hızla kalenin avlusuna girdi ve atından indi. Ancak büyük bir şok yaşadı. Karşısında askerini beklerken onlarca kadın, çocuk ve bir de gezgin ozan diye tanıdığı Grock'u buldu. Resmen dona kalmıştı. Kendisi dışarıda savaşırken kalesi çoktan ele geçirilmişti. Grock okunu ona doğru doğrulttu ve ''ya teslim olup yaşarsın yada burada ölürsün'' dedi. Ancak Lord James öfkeden deliye dönmüştü. Kılıcını çekti ve büyük bir öfkeyle bağırarak Grock.'un üzerine koşmaya başladı. İşte tam o anda ellerinde sapan olan tüm kadın ve çocuklar bir anda atışa başladı. Tüm vücuduna saniyeler içinde onlarca taş isabet eden Lord James büyük bir acıyla kılıcını yere düşürdü ve yere yatıp kafasını elleriyle kapattı. Onun taşlanarak ölmesini istemeyen Grock okunu çekti ve yere kapanmış olan Lord James'in eline bir ok attı. O sırada başını tutan Lord'un eline giren ok kafasına saplandı ve oracıkta can verdi. Bu sırada Rengar'ın oraklı savaşçıları kalenin kapısından içeri girdiler. Her birinin atının üzerinde onlarca zırh ve kılıç vardı. Rengar avluya girer girmez atından indi ve köyün yaşlısına seslendi. Yaşlı adam büyük bir hızla Rengar'ın önüne gelip diz çöktü. Rengar onu kollarından tutup ayağa kaldırdı ve ''üç yaralımız var. Yaraları biraz derin. Hemen içeri alıp tedaviye başlayın'' dedi. Yaşlı adam baş selamı vererek ''emredersiniz efendim'' dedi ve yaralıların yanına koşup onları içeri taşıdı. Bu sırada Rengar kendi etrafında dönerek kalenin surlarını dikkatle izledi. Ardından yoldaşlarına döndü ve ''bundan sonra burası bizim yeni evimiz. Burada yaşayacak ve burada huzur bulacağız. Ancak bizlerin güvende olması adına herkese bir görev ve bir savaş eğitimi verilecek. Kadınlar, çocuklar ve gençler uzun menzil için yay, kısa menzil için baltalı savaş eğitimi alacaklar. Orakla savaşan erkekler ise kılıçla savaş eğitimi alacak. Şimdi zaferimizin tadını çıkaralık'' diye haykırdı ve insanlarda Rengar'ın bu haykırışına sevinç çığlıklarıyla karşılık verdiler. Rengar ve onun küçük ordusu zaferin vermiş olduğu mutluluk ve güç hissiyle hemen işe koyuldular. Kalenin tüm bireylerine tek tek görevler verildi. Bu görevlerden arta kalan zamanda herkes üzerine düşen eğitimi alacaktı. Rengar, Grock ve Roark kalenin komuta odasına çıktılar. Salonun ortasında duran geniş masanın başına Rengar oturdu. Ardından Roark ve Grock ise masanın sağına ve soluna geçtiler. Rengar biraz soluklandı ve ''bu kaleyi ele geçiridik ancak ilerleyen dönemde daha fazla insana ihtiyaç duyacağız. Luken Şehrine bu kaleyi aldığımız er yada geç duyurulacak. Zamanı geldiğinde daha fazla orduyla üzerimize gelecekler'' dedi. Roark dirseğini masaya yaslamış, elini alına koymuş kara kara düşünürken kafasını bir anda kaldırdı ve ''bunu sen çözeceksin. Daha bu kaleyi nasıl koruyacağımız belli değilken Kraliyet Şehrine girip intikam alacağımız konusunda söz vermemeliydin. Onları orada parçalamalıydım'' dedi. Rengar, Roark'ı ilk defa kendisine karşı bu kadar sinirli bir halde gördü ve şaşırdı. Derin bir iç çektikten sonra ''bu kalenin komutasını size bırakıyorum. Ben çıkıp yanımıza daha fazla yoldaş bulacağım'' dedi. Roark panikle ayağa kalktı ve ''alsa olmaz. Burası bile bizim için tehlikeli değilken dışarı çıkıp yoldaş aramana müsade edememem'' dedi. Grock'ta hemen atıldı ve Roark'a katılarak ''şuan da buradan ayrılmamamız bizim için çok daha iyi olacak'' dedi. Rengar sinirlendi ve ayağa kalktı. Salonun kapısına kadar yürüdü ve kapının önüne geldiğinde durakladı. Ardından arkasını döndü ve ''bu savaşı biz değil onlar başlattı. İntikam almak için yemin ederek çıktığımız yolda küçücük bir grup köylü yoldaşımızla bizden 6 kat büyük bir orduyu kayıp vermeden yok ettik. Üstüne birde kalelerini ele geçirdik. Savaşı başlatmayı sevmeme ama biri bunu başlatırsa, bitiren tarafından ben olacağımdan eminim. O yüzden şimdi işinizin başına dönün ve içinizdeki intikam ateşini sakın söndürmeyin'' dedi ve salondan ayrıldı. Roark ve Grock öylece kalakaldılar. Rengar atına atladı ve kaleden ayrılıp atını hızla sürmeye başladı. Etrafta köy, kasaba veya azınlık olup olmadığını kontrol ederek ilerliyordu. Karşısında duran yolun çevresi uzun ağaçlı ormanla kaplıydı. Rengar o yola amansızca atını sürüyordu. Sanki orada bir umut var gibi his doğmuştu içine. Orman yoluna girdiği an ağaçlar onu büyülemiş, bilinci resmen kapanmış gibiydi. Uçsuz bucaksız orman yolunda atıyla tam hız ilerlerken gözleriyle odaklandığı tek şey o yoldu. Kendisine gelmeye çalışıyor ama yine düşüncelere dalıyordu. Belki de çocukluk arkadaşına verdiği intikam sözünün yüzüne çarpılması onu derinden etkilemişti. Belki de onunla beraber gelen köylülerin güvenliğini sağlayıp sağlayamama konusunda endişeleri vardı. Rengar ormanın derinliklerine doğru rüzgar gibi ilerlerken ağaçlarından arasından gelen bir ok atının başına isabet etti. Rengar atıyla beraber metrelerce sürüklenip taklalar atarak yere çakıldı. Kafasına ve vücuduna aldığı sert darbeler yüzünden çok büyük yara almıştı. Yırt üstü yatıyor ve kımıldayamıyordu. Kalkıp kılıcını çekmek istese de buna imkan yoktu. Kafasını defalarca taşlara vurmasından dolayı gözleri etrafı bulanık görüyordu. Bir süre sonra etrafında bir kaç kişinin bağırarak ona doğru yaklaştığını duydu. Ne olduğunu kestirmeye çalıştı ancak oracıkta gözleri kapanıp bayıldı. Gözlerini açtığında kendini boş bir odada buldu. Oda bomboştu. Etrafı sadece duvarda asılı bir kaç meşale aydınlatıyordu. Bir süre öylece yattı. Derin bir nefes aldıktan sonra ayağa kalkmak istedi. Ancak ellerinin arkadan iplerle bağlandığını fark etti. Yüz üstü şekilde yattı. Dizlerini kanına sürükleyerek çekti. Ardından derin bir nefes aldı ve bedenini büyük bir güçlükle kaldırdı. Artık dizleri üzerinde duruyordu. Vücudundaki acı ve ağrıları hissetmeye başladı. Şaşkınlıkla etrafa bakınmaya devam etti. Nerede olduğunu ve onu buraya kimin getirdiğini bilmiyordu. Bir süre tam ağaya kalkacakken odanın kapısı açıldı. İçeride kısa boylu yaşlı bir adam ve arkasında bir düzine kadar askerle içeri girdi. Yaşlı adam Rengar'ı şöyle bir süzdü ve ''ismin ne'' dedi. Rengar biraz durakladı ve acı içinde inleyerek ''Rengar'' dedi. Yaşlı adam şaşırdı ve ''demek küçük bir köylü grupla Lord James'ın ordusunu yok edip kalesini ele geçiren sendin'' dedi. Rengar tekrar inledi ve ''siz kimsiniz'' dedi. Yaşlı adam odaya şöyle bir baktı ve ellerini havaya kaldırıp ''adım Lord Nick. Kraliyet ailesinin özel işlerinden sorumlu, batı kalelerinin bilgelerinden biriyim. Kraliyet ailesinden biri herhangi bir konuda direkt bana danışır. Gerçi bu bilgilerin sana bir faydası olmayacak. Çünkü birazdan ölü bir ceset olarak kalacaksın'' dedi. Rengar sinirlendi ve ayağa kalkamaya çalıştı. Ancak bedeni aldığı ağır yaralardan dolayı çok güçsüz düşmüştü. Rengar olduğu gibi yere kapaklandı. Bir kaç saniye öylece yattıktan sonra Lord Nick'e baktı ve ''benden ne istiyorsunuz'' dedi. Lord Nick gülümsedi ve ''asıl bu soruyu benim sana sormam lazım. Neden lordumuzu öldürüp kalemizi elimizden aldın'' dedi. Rengar nefes nefese kalmış vaziyetteydi. Konuşmakta dahi güçlük çekiyordu. Derin bir iç çekti ve ''yoldaşlarım kral muhafızları tarafından çok fazla işkenceye maruz kaldı. Onları kurtardım ve kendimize bir ev aramaya başladık. Bu yüzden yolumuzun üzerinde ki ilk kaleyi alıp kendimize ev yapmak istedik'' dedi. Lord Nick başını salladı ve ''teşekkür ederim. Sizin gibi güçlü ve yetenekli bir savaşçı kolay bulunmaz. Ancak yaptığınız bu kahramanlığın diyarda hızla duyulacağını bilmeniz gerekirdi. Kral sizin idamınıza hükmetti'' dedi. Ardından askerlere dönüp ''götürün onu'' dedi. Askerler Rengar'ın kollarından tuttular ve ayağa kaldırdılar. Ancak zavallı Rengar ayakta bile duramıyordu. Bu yüzden askerler onu sürükleyerek odadan çıkardılar. Daha sonra dönemeçli uzun merdivenlerden aşağıya indirdiler. Oldukça uzun ve düz bir koridordan geçirdiler ve sonunda koca bir kapının önüne geldiler. Lord Nick, Rengar'ın yanına geldi. Elini omuzuna koydu ve ''sana bakınca gerçek bir savaşçı görüyorum. Ancak yanlış zamanda yanlış yerde savaştın. Kafanı koparıp bu işi hızlıca bitirmeyi çok isterdim. Fakat onun karnının doyması gerekiyor'' dedi. Ardından askerlere kapıyı açmalarını söyledi. Askerler kapıyı açtı. İçerisi zifiri karanlıktı. Askerlerden biri ayakta güçlükle duran Rengar'ın ellerini çözdü. Daha sonra arkasına geçti ve güçlü bir tekme vurdu. Rengar ne olduğunu anlamadan karanlık odanın merdivenlerinden aşağı yuvarlandı. Karanlığın içinde inleyerek öylece yatıyordu. Nerede olduğunu ve ne ile cezalandırıldığını bilmiyordu. Derin bir nefes aldı. Yanındaki merdivenlerden tutunup güçlükle ayağa kalktı. Neredeyse bir çocuğun nefesiyle tekrar yere çakılacak durumdaydı. Acı içinde topallayarak yürürken hemen yakınında güçlü bir hırıltı sesi duydu ve olduğu yerde donup kaldı. Tüyleri diken diken olmuştu. O ses ne bir insan ne de bir hayvana aitti. Bir süre hareketsizce bekledi. O sırada askerler yukarıdan aşağıya doğru yanan bir meşale fırlattı. Meşale Rengar'ın ayağının dibine kadar geldi. Yere büyük bir güçlükle eğildi ve meşaleyi eline aldı. Artık etraf aydınlanıyordu. Rengar etrafa bakındığı sırada karşısında gördüğü şey karşısında şok oldu. Hemen önünde devasa bir ejderha duruyordu ve öylece ona bakıyordu. Hayatında ilk defa bir ejderha ile karşılaşmıştı. Ejderha ona yaklaştı ve hırlayarak dişlerini gösterdi. Dişleri neredeyse Rengar'dan daha uzundu. Artık yolun sonuna geldiğini anlamıştı. Gözlerini kapattı, kollarını açtı ve kafasını yukarı kaldırdı. Ölüme hazırdı. Çünkü bundan sonra kurtulması imkansızdı. Ejderha bir süre onu kokladı. Ardından ayağa kalktı. O güçlü nefesini içine çekti ve büyük bir güçle kükreyerek bağırmaya başladı. Rengar'ın kulakları sağır olmak üzereydi. Elindeki meşaleyi yere attı ve iki eliyle kulaklarını kapadı. Ejderha o kadar güçlü kükrüyordu ki Rengar bir kaç saniye sonra içeride oluşan rüzgardan ayakta duramadı ve yere düştü. Ejderha kükremesini bitirdiği anda yukarıdan Lord Nick'in defalarca ''Dragon'' diye bağırıp tekrarladığını duydu. Ejderha ağzını açtı. İçerisinde alev topu oluştu ve olan gücüyle Rengar'ın üzerine alev püskürtmeye başladı. İçerisi o kadar sıcak olmuştu ki Lord Nick bile sıcaktan etkilenmiş ve rahatsız olmuştu. Bir süre sonra ejderha alevini kesti ve geri çekildi. Lord Nick ''afiyet olsun'' diye seslendi. Tam kapıyı kapatıp arkasını döneceği sırada ejderhanın tuhaf iniltiler çıkardığını duydu. Ejderhanın kükremesinden başka bir ses çıkardığına ilk defa şahit olan Lord Nick büyük bir şaşkınlıkla kapıdan içeriye kafasını uzattı. Ejderha hala tuhaf iniltiler çıkarıyordu. Ne olduğunu merak etti ve askerlerinden birinin elinden meşale alıp tekrar içeri attı. İşte o anda yanındaki askerlerinin huzurunda hayatının şokunu yaşadı. Rengar yanmamıştı. Çırılçıplak vücuduyla ayaktaydı ve öylece ejderhaya bakıyordu. Ejderha kafasını Rengar'a uzatmış ve tuhaf sesler çıkarıyor, Rengar ise bir elini onun yüzüne koymuş öylece duruyordu. Lord Nick bir süre öylece onlara baktı. Ardından arkasına döndü ve kekeleyerek ''bu o'' diye bağırdı. Askerler şaşkınlık içerisinde dona kalmışlardı. Lord Nick tekrar kapıya doğru döndü ve gülümseyerek kendi kendine tekrar ''bu o'' diye fısıldadı...
|
0% |