Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@sedadmrl

2. BÖLÜM

MELTEM AKÇA

Karavana giden yolda ilerlerken bir sesle durdum.

"Ah Meltem sende mi buradaydın?" dedi o ses. Yine takip ediyordu yine buradaydı.

"Ne var ne istiyorsun ?" diye sordum cevabı gecikmedi.

"Kozan Abim kontrol etmemi istedi sonuçta siz onun çocuklarısınız" dedi Rıfat.

"Kontrol ettin bak gördüğün gibiyiz hadi nerden geldiysen oraya" dedim onun tersi yoluna giderken.
Ama kolumdan tutup çekince durmak zorunda kaldım.
Önümü döndüğümde birden bir adam gelmişti ve Rıfat denen adama yumruk atmıştı kim olduğunu bilmiyordum, en ufak bir fikrim bile yoktu.
1.90 boylarında kumral saçlı benim yaşlarımda biriydi.
Rıfat'ın gücü kalmadığında yere yığıldı.

"İyi misin?" Dedi Rıfat'ı döven adam.

"İyiyim sen kimsin?" Diye sordum merakla. Bu ormanda bizden başka birilerinin olduğunu düşünmüyordum doğrusu.

Sağ kolunu uzattı "Levent" dedi ve ekledi "Erendil"

"Meltem Akça " dedim el sıkışırken. Çikolata kahvesi gözleri benim yeşilli mavili gözlerime kaydı.

"Teşekkür ederim" diye de ekledim gülümsedi.

Gözleri gözlerimdeyken gülümsemesi genişledi.

AYDA GÜZ

"Hoş geldin" dedim çay ve keki masaya bırakıp sandalyeye otururken.

"Kusura bakma sonuçta burada bizimle çalışacağın için sizli bizli konuşmuyorum?" dedim izin alırmışçasına.

"Keke de çaya da gerek yok ben işe başlayayım" dedi ayağa kalkarken.

"Bir dakika bir dakika, " dedim kolundan tutup durdururken.

Neden dercesine bakıyordu "Daha tanışmadık sonuçta ortak olacağız?" dedim bir çırpıda.

Rahatsızca yerine oturdu.

"Barış Demirkan" dedi elini uzatırken.

"Sizde Aydan olmalısınız" dediğinde hızla düzelttim "Ayda adım" diyerek gülümsedim.

"Ayda," dedi.

"Benim işe başlamam lazım, acil" diyerek ayağa kalktı ve tezgahın arkasına geçti Çınar ona işleri anlatmaya başladı ve iki dakika sonra işe başladı.

Ruhsuz diye geçirdim içimden çünkü tam olarak öyleydi.

Tuğçe Barış'ın az önce kalktığı sandalyeye oturdu.

"Ee neden bu kadar az konuştunuz?" diye sorunca gülesim gelmişti.

"Ne gülüyorsun kız bir şey mi oldu?" diye sordu Tuğçe.

"Adam konuşmuyor ki tek derdi iş yani bende anlamadım ki!" dedim sinirle.

"Nasıl hiç mi konuşmuyor? Biraz bile mi konuşmuyor?” Diye sormuştu Tuğçe.

“Yok Tuğçe’ciğim konuşuyor konuşuyor ama idareli kullanıyormuş biraz konuşuyormuş, Allah aşkına saçmalama Tuğçe biraz konuşmak diye bir şey mi var?”

Ben gülerken Tuğçe ciddiyetle dinliyordu.

“Öf ne biliyim ben? Sanki yıllardır tanıyorsun sende bu ne rahatlık?” Aslında Tuğçe bir bakımdan haklıydı aynı evde yaşayacağım insanı gram tanımıyordum ki!

“Haklısın ben mesai bitiminde konuşmayı deneyeceğim” dedim keki ve çayı tezgahın arkasına koymaya giderken.

SAVAŞ KANDEMİR

Kağıdı dikkatlice kaldırdım ve poşet dosyanın içerisine yerleştirdim. Bir yol izlemeliydim sessiz ve büyük çığlıklarla dolu, evet sessiz ve büyük çığlıklarla.

Bizden başkalarıda vardı bunu biliyordum ben ve Meltem tek başımıza değildik bu yolda. Meltem’e her ne kadar onu ailesine kadar tanıdığımı söylesemde bu söylediklerim sadece yalandan ibaretti. Meltem benim bu yoldaki tek arkadaşımdı.Meltem’in bir abisi olduğundan şüpheleniyordum ama kim olduğunu bilmiyordum .Hatırladığıma göre sekiz dokuz yaşlarımdan beri Meltem’i tanıyordum ve o da beni altı yedi yaşından beri tanıyordu. 06/02/2006 fotoğrafın arkasında yazan tarih buydu. Karanlık bir sokak arasında çekilmiş yalnızca bozuk ve zar zor yanan bir sokak lambasının izin verdiği kadar aydınlıkla çekilmiş bir fotoğraftı ve ben o geceyi hayal gibi hatırlıyordum. Meltem’e daha önce bu fotoğrafı hiç göstermedim sormadım da acaba o bu geceyi hatırlıyor muydu? Bu soru beni ne kadar düşündürse de ona soramazdım. Fotoğrafta altı çocuk vardı biri bendim biri Meltem ve biri Abimdi, diğer üç çocuğu da hatırlamıyordum. İki küçücük kız çocuğu Meltem’in yaşlarındaydı ve bir çocuk oda benim yaşlarımda gözüküyordu. Yüzlerimiz net değildi zoraki çekilen ışıksız bir fotoğraftan ibaretti. Ben bu fotoğrafı Fikret’in evinden yatak odasının çekmecesinden gizlice almıştım. Ve Fikret ile bir anlaşmam vardı ben ona bu üç çocuğu getirecektim o da bana Abimi verecekti bu kadar basitti. Ama bana gram yardımcı olmuyordu. Üç çocuk hakkında tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdi.

Yaklaşık bir saat sonra Meltem yanına bir adamla belirdi karşımda bu adam kimdi? Tera’da ne işi vardı Meltem tanımadığım birini nasıl Tera’ya sokardı?

Sinirle sandalyemden kalktığım sırada neredeyse üç saattir incelediğim fotoğraf bana bir şeyler kazandırmıştı ve ben bunu neyse ki son anda olsa bile fark edebilmiştim. Fotoğraftaki benim yaşlarımda olan çocuğun boynunun kenarında üç iz vardı bıçak izi alt alta çizilmiş üç bıçak izi, fotoğrafta kanıyordu çünkü tamda yaranın denk geldiği kısım parlayarak çıkmıştı fotoğraf siyah beyaz olsa da bunu fark etmemek imkansızdı yada ben gereğinden fazla incelemiştim. Ve bir detay daha vardı fotoğraftaki çocuğun kolyesi, aynı kolyeyi şu an boynunda taşıyordu karşımdaki çocuk bir detay daha bıçak izleri kanamıyordu ama yerli yerindeydi. Bu düşündüklerimden biri olsa tesadüf der geçerdim ama ikisi olunca bu tesadüf olmaktan çıkıyordu. Ve Meltem’e teşekkür etmem gerekliydi küçükken gözü kapalı bir şekilde yani kör ebe de bile beni bulurdu ve şimdi de neredeyse aynısını yapmıştı, fotoğrafı bilmiyordu birini hatta birilerini aradığımı bilmiyordu hiçbir şey bilmemesine rağmen yine yapmıştı yapacağını, istediğim kişiyi getirmişti bilmemesine rağmen. “Meltem?” Dedim sorarcasına.

“Ormanda karşılaştık,” dedi ama bildiğim kadarıyla Fikret Kozan buraya kimseyi geçirmiyordu.

“Tam olarak nasıl?” dedim merakla.

“Kozan’ın adamı kolumdan çekiştiriyordu Levent kurtardı” dedi gülümseyerek. İşte bu hiç hoş bir durum değildi çünkü Meltem’i biraz tanıyorsam ona bağlılık duymaya başlamıştı.

“Şey ben su almaya geçiyorum sen otur istersen Levent” dedi Meltem içeri girerken.

Hiçbir şey söylemeden bende Meltem ile içeri geçtiğimde, “Sen Tera’ya birini getirdin farkındasın değil mi?” diye sordum. Tera bizim kaldığımız yere deniyordu Tamara ise tüm orman demekti. Kozanların kaldığı yer ise Tamaranın Tina bölümüydü.

“Evet Savaş ne var bunda?” dedi su doldururken.

Düşündüğümden fazla etkilenmişti.

 

DAMLA DURAN

Artık kabullenmiştim. Ne kurtuluşum vardı ne de kurtaracaklarım.

Yavaş yavaş tükeniyordum, belki de ölüyordum.

İnsan öldüğü günü hissedermiş, yani bir çocuğun bana böyle söylediğini hatırlıyordum ama çocuğun yüzü silinmişti aklımdan.

Ölüm böyle bir şey miydi?

Ölüm bu denli acı çekmek miydi?

Ben acı çekiyordum belki de bir hiç uğuruna.

 

 

AYDA GÜZ

Barış’ın yanına tezgahın arkasına geçtiğimde hazır olan keklerimin üzerine sos dökmekle meşguldü, ama pek başardığı söylenemezdi biz zikzak çizerdik ama o kaşıkla alıp resmen fırlatıyordu.

“Zikzak çizmen lazım, istersen ben yapayım” dedim elindeki sosu almak isterken geri çekilirken bende tezgahla onun arasında kalmıştım refleks olarak sosu dökeceği için sos elbisemin üzerine dökülmüştü. “Ya” diye aniden elbisem kirlendiği için refleksle bir kırıştı çıkarmıştım. “Bunu yapmak istememiştim” dediğinde eline hızla ıslak bir bez alıp silmeye çalıştı ama daha çok bulaşmıştı. “Ben hallederim” deyip bezi elinden almak isterken izin vermedi ve “Peki” deyip geri çekildi ama bu peki tripli bir pekiydi.

Tezgahtan ayrılıp servise gittiğinde lavobaya geçip lekeyi temizlemeye çalıştım ama tutkal gibi yapışmıştı çıkmıyordu. Vaz geçtiğimde servise çıkmaya karar verdim.

MELTEM AKÇA

“Meltem!” Savaş resmen adımı haykırıyordu. Savaş ela gözleriyle bana bakıp elleriyle uyanmamı söyleyip kalkmamı emrediyordu. Ne oldu dercesine attığım bakışlarımla birlikte, “Savaş?” Dedim. “Kalk Meltem uyumak zaman kaybı, taşınıyoruz”

“Ne nereye?” Dedim yerimden sıçrayarak.

“Şehre taşınıyoruz eşyalarını topla” dediğinde şok olmuştum.

“Savaş neyden bahsediyorsun anlamıyorum?”

“Saat gecenin üçü bu saatte nereye taşınıyoruz?”

“Meltem,” dedi büyük bir sabırla, “Soru soracaksan gelmek zorunda değilsin” diye de ekledi. Adı kadar iyi biliyordu onunla ölüme bile gideceğimi, ama korkmuştum ve korkumu gizleyememiştim benim bu hayatta bildiğim iki insan vardı en önemlisi Savaş, bir de Şevval teyzeydi. Benim bu hayatta ikisinden başka kimsem yoktu Şevval teyzeyi kaybetmiştik. Ama Savaş’ı kendi isteğimle kaybedemezdim bunun korkusu vardı üstümde. Savaş, “Korkma Meltem” dedi sanki içimi okumuş gibi elini omzuma koydu. “Korkma, seni zorla götürecek değilim” Belki beni zorla götürebilirdi ama ben bundan değil Savaş’a bir şey olmasından korkuyordum. Savaş dünyanın bir ucundan diğer ucuna da gitse hiç düşünmeden peşine takılır giderdim. “Ondan korkmuyorum,” dedim ve ekledim, “ Başına bir şey mi geldi Savaş?” Dedim endişeyle. Güldü.

“Sence benim başıma bir şey gelebilir mi kara meleğim?”

“Öyle deme Savaş ya” dedim. Ardından gülümsedim belki de beni bu dünyada ölene kadar güldürebilecek gülümsememi sağlayan tek insana gülümsedim, ben bir tek ona gülümserdim. Elini omzumdan çekti ve dolaba ilerledi kıyafetlerini büyük çantaya dolduruyordu. Bende kendi dolabımdaki kıyafetlerimi çantama dizmeye başladım zaten çok değillerdi Tera ihtiyacınızdan fazlasını alamazdı. Karavan hayatı yaşayan insanlar bilir di onların çok fazla eşyaları yoktur ve o eşyalar için her zaman küçük bir çantaları olurlardı. Çantamı toparladıktan sonra giyeceğim eşyalarımı alıp duşa geçtim üzerimi giyinip kapıyı açtığım an Savaş adımı ezberliyormuşçasına “Meltem!” Diye bağırıyordu.Karavanın dışına çıktığımda Savaş dışarıdaki sandalyeleri masayı toplamıştı motorumuzu da karavanın arkasına bağlıyordu. Savaş çantalarımızı alıp karavandan çıkıp Tera’yı kilitlediğinde arabaya geçmiştik. Tera’yı arkamızda bırakırken hüzünlü bakışlarım her şeyi açıklıyordu. Savaş, “Alacağız Meltem Tera’yı burada bırakacak değilim,” dediğinde içim biraz da olsa rahatlamıştı. Tera her şeyin başlangıcıydı o benim için özeldi. “Kozan o kadar söylensin ama biz Tamara’yı terk etmeyelim sonra da” dediğimde sözüme devam etmedim bana ela bakışlarını atıp şöyle dedi, “Tamara’yı terk etmiyoruz Meltem burası hep bizimdi, bizim kalacak” dedi. Ben Meltem Akça kendimle ilgili pek bir şey bilmiyordum tek bildiğim adımın Meltem soyadımın ise Akça olduğuydu.

Ama kendim hakkımda bir şeyler öğrenecektim Savaş bana benim nasıl bir çocukluk geçirdiğimi anlatıyordu. Ben normal insanlar gibi ailemle büyümüyordum eminim bu dünyada benim gibi olan bir çok insan, çocuk vardı. Ben henüz altı yaşındayken Tera’nın yani Savaş ile benim az önceye kadar içinde yaşadığımız karavanın içine bırakılmıştım Savaş öyle söylemişti. Tera basit bir karavan gibi görünse de benim evimdi. Ben kendi çocukluğuma dair bir şey bilmesem de Savaş ile ilgili her şeyi bilirdim. Mesela güneşli günlerden nefret ederdi. En sevdiği renk mavi ve yeşil öyle söylerdi küçükken ben ise gözlerimin rengi diye sevinirdim. Ama dışarıdan biri en sevdiği rengi sorsa siyah derdi simsiyah kapkara kömür karası saçlarım gibi. En sevdiği meyve elmaydı mutfak tezgahımızdan elma eksik olmazdı Mesela Prasa ıspanak ve kabak yemeğinden nefret ederdi Annesi yaptığında ise sürekli benim tabağıma itelerdi annesinin önünde zorla yiyormuş gibi yapıp annesi gidince tabağıma itelerdi, Ama bende Mercimek sevmezdim ne zaman önüme konulsa Savaş’ın tabağına itelerdim karşılıklı sessiz bir anlaşmaydı bu. Tatlı yemeyi sevmezdi birisi hariç en basit olanı ama onun için en özel olanı Puding… Elimden geldiğince her gün yapmaya çalışırdım ama badem sütlü, nedenini bende bilmiyordum. Ne zaman akşama ne yemek yapsam diye sorsam puding der gülümserdi, her yaptığımda da bana Annemi hatırlatıyorsun Meltem derdi. Savaş'ın annesi ile fotoğrafını o kadar çok benziyorduk ki , neredeyse kendi kızıymışım gibi..

Çantamın içinden çıkardığım yeşil elmayı Savaş’a uzattım sorgusuz aldı ve bir ısırık alıp gözlerini yeniden yola dikti. Yol boyunca tek kelime etmedim ben hiçbir zaman sormazdım bilmezdim Savaş bilirdi, söylemek isteseydi söylerdi zaten. Hem ben onun yanında zorla durmuyordum ki kendi isteğimle onunlaydım. Savaş benden üç yaş büyüktü buna rağmen beni o büyütmüştü birde Sedef teyze Savaş’ın annesi yani. Bir gece ansızın kaybetmiştik Sedef teyzeyi o gün Savaş bir yemin etmişti ne yemini olduğunu bilmiyordum sorunca İntikam, demişti İntikam Meltem, demişti o yaptı ,demişti karşılığını alacak Meltem ,demişti. O yaptı dediği için ben Kozan zannetmiştim ama sanırım o değildi. O geceyi çok iyi hatırlıyordum Savaş’ın 15. Yaş doğum günüydü çok erken değil miydi bir çocuğun annesinden ayrıldığı yaşın on beş olması?

Ben kendime aile kurmuştum demek isterdim ama bana aile veren kişi Savaş’tı, bana bir anne gibi davranan kişi Sedef teyzeydi Savaş’ın annesi, asla ayırt etmezdi Savaş ile beni. Benim hayatımı kurtaran kişi Savaş’tı Savaş Kandemir. O gün beni o karavandan dışarı atabilirdi belki de umursamayıp Sedef Teyzeye bu kızı burada istemiyorum başkasına verelim diyebilirdi gitsin buradan diyebilirdi ama o öyle yapmamıştı.

Savaş intikamını alacaktı Sedef teyzenin intikamını alacaktı böyle bir yol seçmişse Sedef Teyze için ben ona yardım edecektim. Kara Melek onun daima yanında olacaktı. Savaş benim olmayan Ailem, onun bir ailesi vardı. Savaş ailesini geri kazanacaktı ona sonsuz yardım edecektim. Yaşadığım sürece benim aileme ailesini bulmasında yardım edecektim. Savaş’ın, “Meltem daldın yine” diyen sesi beni düşüncelerimden ayırdı. Savaş elini önümde sallaya sallaya bir şeyler söylüyordu. “Yok bir şey evet dalmışım, ne diyordun?” diye sordum. Savaş elindeki iki karton bardaklardan birini bana uzattı. Bu sıcak çikolataydı “Seversin” deyince aldım elinden bardağı. Neyi sevip sevmediğimi Savaş’tan duyunca içimdeki mutluluğa engel olamıyordum. Biri vardı bu dünyada benib ilen tanıyan bu o kadar güzel bir şeydi ki… Benim gibi olmayanların asla anlamayacağı bir duyguydu. “Teşekkürler” dedim şu ana kadar yaptığı her şey için bir teşekkürdü bu az kalırdı ama elimden bu kadarı geliyordu. O ise teşekkürümü sadece sıcak çikolata için sanıp çok da üzerinde durmamıştı. Sıkıntılı bir nefes verdim karanlık bir yoldaydık korkuyordum ama kendim için değil Savaş için.

“Sor haydi” dedi.

“Neyi?” dedim anlamayarak ofladı.

“İçinde kaldı Meltem, sor hadi bilmiyorum mu zannediyorsun?” dedi bilmiş bir tavırla.

“Tamam soracağım,” dedim panikle.

“Nereye neden gidiyoruz?” dedim arada kalmışlıkla.

“Tamara’da yaşarken bir şey fark ettim Meltem,” dedi sakinlikle. Hep aynı Savaş’tı değişmiyordu, bir soru sorunca kaçmıyor sorunun en ince ayrıntılı nedenlerine kadar inip hikaye gibi anlatıp ,sorunun cevabını ise hikayenin içine saklıyordu sonra cevap diye mal mal bakıyordunuz suratına en sonunda da cevap ayrıntılarda gizli deyip yanağımdan makas alıp kaçıyordu. Bir süre anlattığı şeyleri dikkatle dinledim ama bir yerden sonra beyninizi bir kenara dinlendirmeye bırakmanız gerekiyordu dinlenmeye giden beyin olunca anlatılanların devamını da anlamıyordunuz zaten, kısaca bağlantı kopuyordu.

“Ee” dediğimde Savaş’tan beklenen bir cümle duydum.

“Ayrıntılar Meltemcim” dediğinde çıldıracak seviyede olabiliyordunuz. “Of” diye bir çığlık attığımda Savaş buna sadece güldü.

 

 

 

BARIŞ DEMİRKAN

Sonunda servise çıkmıştı şu kız. Geldiğimden beri bakışlarını üzerimden ayırmıyordu her işime o minik burnunu sokmak zorunda mıydı? Olmamalıydı. Özellikle sos olayında çok fazla yakınımdaydı bu yakınlık beni rahatsız etmişti, özellikle de o kokusu kokusu derken kötü bir kokudan bahsetmiyordum öyle bir kokuydu ki bu koku su içmek gibiydi yemek yemek gibiydi hayatımızın bir parçası gibi. Kokusunda anlamlandıramadığım bir şeyler vardı sanki birazcık daha kokusunu solusam ayrılamayacakmışım gibi beni kokusuna bağlayan şey neydi?

Gelen mektuba göre bu kafede olmam lazımdı birileri tarafından izleniyordum kimdi bu birileri? Düne kadar bu kafelerin yanından geçmezdim bile. Belki de bu kızdı beni izleyen olamaz mıydı? Her hareketimde dibimde bitmesine ne demeliydik?

Servisten gelmişti başındaki kaskı çıkarıp yorgunca masaya bıraktı gözlerine sürdüğü renkli ama adını bilmediğim bir şey vardı rengi akmıştı. Üzerindeki motorcu mor ceketini çıkarıp masaya bıraktı ve yorgunca oturdu masalardan birine. Tuğçe denilen kız ve sevgilisi yada sevdiği olduğunu düşündüğüm Çınar denilen çocukla beraber işten erken çıkmıştı nedenini ise bilmiyordum. Her gün bu kız mı toparlıyordu buraları? Tek başına? Yazık değil miydi ona?

Birkaç dakika sonra başı resmen masaya düşmüştü elini başının altına koyup gözlerini yorgunca kapatmıştı bitik halde gibi gözüküyordu her gün böyle mi oluyordu ona? İçimde anlamlandıramadığım bir sızı hissettim. Bardakları tezgahın üzerindeki raflara dizdim masaları silip dışarıdaki masa sandalye takımlarını içeri geçirdim. Yerdeki kirler de hallettikten sonra uyuyan kıza baktım. Sürekli kıza kız kız demem beni güldürdü ama adını unutmuştum nedendi? Şimdi yanına gidip uyandırıp adın ne diye sorsam yüzüme tokadı geçirecek gibi bir hali vardı. Uyandırmamam daha olası duruyordu. Yanına gidip karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum izlenilesi bir yüzü vardı. Koyu kahve saçları beline kadar geliyordu çocuksu kahverengi gözleri etrafa merakla ve yardım duygusuyla bakıyordu bir çocuk kadar küçük bir burna sahipti, hafif bir esmer teni vardı koyu kahve kaşlarına kadar gelen saçları vardı, Tuğçe buna perçem diyordu bende bugün öğrenmiştim bunu öğrendiğim için saçma bir şekilde mutlu olmuştum. Gülerken birden “Kendine gel oğlum Barış” dedim kendime kızarak buna mı sevinmiştim ben? Daha nelerdi?

Her neyse, gözlerini kapattığı için nefret etmiştim perçem denilen şeylerinden.

 

________________________________________________________________________________________

3. Bölümde görüşmek üzeree! Her birinizin yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum.

En çok hangi karakterin modelini merak ediyorsunuz?

 

Loading...
0%