Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@sedadmrl

4. BÖLÜM

YILLARDIR TANIYIP ONU KIRMAMAK İÇİN HATIRLAMASINI BEKLEMEK

(Deniz’in anlatımıyla)

“Geçekten kötü mü geçti?” diye sordu Ege.

İlk gün olduğu için Mavi’nin yaptığı hataları görmezden gelmiştim, Mavi’nin aldığı ilk görevi buydu her ne kadar üstüne gitmeyi istemesem de onu sinirlendirerek de olsa da ona bazı şeyleri öğretmeliydim tıpkı eskisi gibi…

Ben ilk defa bir ortakla çalışıyordum ve ilk ortağım Maviydi.

Bazen sinirlenmesi hoşuma da gitmiyor değildi.

“Hayır ama hatalarını görmezden gelemezdim Ege” diyerek kendimce açıkladım.

“Üstüne gidiyorsun Ada’ya nefes alacak alan tanımıyorsun!” dedi öfkeyle.

“Bir şey gördüğün yok Ege, hataları ufak da olsa birleştirdiğinde büyüyor. Karşımızdaki insanlar salak değil parçaları birleştirip Ajan olduğumuzu anlamaz mı sanıyorsun?” söylediğime karşılık masadan kalktı ve evin içinde volta atmaya başladı.

“Bak Deniz! Ben onu çok zor buldum, buralara kadar zar zor getirdim getirdik bunu en iyi sen biliyorsun.” Dedi büyük bir sakinlikle.

Kendisinin bulduğunu zannediyordu. Mavi’yi benim bulduğumdan haberi yoktu olmayacaktı da, Mavi’yi ben bulmuştum sonra da Ege’nin gözünün önünde bir yerlere bırakmıştım onu kendisi buldu zannetsin diye.

“Biliyorum zor buldun,” dedim.

“Alan tanı ona” dedi son cümlesi bu oldu ilk önce mutfaktan çıktı sonra verandadan çıktı.

Çok bile alan tanıyordum ona, ben onu on bir yaşımdan beri tanıyordum, ister miydim onu kırmak? Asla!

Ege konuşup duruyordu, bazı yerlerde haklı olsa da bildikleri buzdağının görünen kısmından farksızdı. Hiç biliyor muydu birini yıllardır tanıyıp tanımıyormuş gibi yapmayı? Bilemezdi. Çaresizce hatırlamasını beklemenin ne olduğunu bilebilir miydi? Asla bilemezdi. Kimsenin bileceğini de düşünmüyordum.

Yukarı çıktım ilk önce odama girip üzerimdeki takım elbiseyi çıkarttım gri bir eşofman giydim altıma. Tişört ararken evin içinde sessiz ama büyük bir çığlık duydum. Evet sessiz ama büyük bir çığlıktı bu. Tişört aramayı bıraktım koridorda Mavi’ye verdiğim odaya doğru ilerledim. Ses Mavi’nin odasından geliyordu. Kapıyı açmak istedim ama açamadım, küçüklük alışkanlıklarına devam ediyordu demek ki. Kapıyı kilitlemişti. Bunun olacağını tahmin ettiğim için yedek anahtarı almak için odama gittim acelece.

Anahtarı çekmeceden aldığım gibi soluğu Mavi’nin odasında buldum. Hızlıca açtım kapıyı. İçeri girdiğimde yatakta uzanmıştı çığlıklar atıyordu sessiz ama büyük… Kendini tırmalamaya çalışıyordu, güzelim sarı saçlarını yolmaya çalışıyordu net göremesem de gece lambasının izin verdiği kadarını görüyordum. Bıraktığım gibiydi tıpkı kabusların onu rahat bırakmadığı gibi. Yanına koştum yatağın köşesine oturdum ,ilk önce ellerini kendinden uzaklaştırdım bunu yapmam onu daha da öfkelendirdi kendine zarar veremediği için bana zarar vermeye başlamıştı. Ellerini ondan uzaklaştırdığım için bana zarar veriyordu, izin verdim bana zarar vermesine. Saçlarını bileğindeki tokasıyla bağladım. Bilinci açık değildi uykudaydı kabus görüyordu.

“Hiç mi sevmedin?” diyordu Annesine.

“Ne zaman geleceksin ?” diyordu Babasına.

Belinden tutup kaldırdım onu, sarıldım ona sıkıca saçlarını sevdim sakinleştirmeye çalıştım. Tırnaklarıyla zarar vermeye devam ediyordu sırtımın kıpkırmızı olduğuna emindim şu an. Birazcık da olsa kendine geldiğinde yastığını düzeltip yatırdım onu. Sayıklamaya devam ediyordu ama artık zarar vermeyi bırakmıştı. Kollarında bir sürü kızarıklık vardı kendini tırmalarken kanatmıştı omuzunda boynunda… Bembeyaz teninde yaralar açmıştı benim dokunmaya kıyamadığım teninde… Odadan çıkıp aşağı indim mutfaktaki ecza dolabından sürmem gereken kremleri aldım karton bir tabak aldım birde pipet tam yukarı çıkacakken buzdolabından buz aldım ve odaya doğru ilerledim.

İçeri girdiğimde gece lambasını kapatıp ışıkları açtım. Az önce sadece gece lambasının izin verdiği kadarını görmüştüm yaralarını ama şimdi… Karton tabağın içine kullanacağım kadar miktarda kremi sıktım diğer kremle birlikte pipetin yardımıyla karıştırdım. Tenini yakmasın diye ara ara buz tutarak sürdüm kremi, uyuması onun canını yakmadığı anlamına gelmiyordu yüzünü buruşturup duruyordu. Kremi sürdükten sonra elimi anlına koyup ateşine baktım genelde ateşi çıkardı ama şu an ateşi yoktu. Son kez kontrol ettim ve ışıkları kapatıp odadan çıktım. Bir şey fark etmesin diye kapıyı kilitlemeyi de unutmadım. Kremi tekrar yerine yerleştirip karton tabak ile pipeti çöpe atıp odama çıktım.

(Ada’nın anlatımıyla)

Gözlerimi açtığımda yine bir kabustan uyanmıştım. Çarşafı ittirip kalktım ayağa ilk önce aynaya baktım yaralarımın nerede olduğunu görmek için ve onları kapatmak için…

İlginçti ama yaralarım düşündüğüm gibi fazla değildi hatta yok denecek kadar küçüktüler, ve bir şey fark ettim saçlarım bağlıydı ama ben bağladığımı hatırlamıyordum. Ilık bir duşun ardından giyinme odasına geçtim. Düz renk bir kot pantolon giymek istiyordum ama burada gösterişsiz bir ayakkabı bile yoktu! Mavi bol paçalı kot pantolonu ve üzerine kiraz kırmızısı bir askılı crop giyindim. Sade ayakkabı ararken maalesef bulamadım. Kırmızı bilekten bağlamalı topuklu ayakkabıları giyip aşağı indim. Mutfağa geçip soğuk bir bardak su içtikten sonra sarı bar taburelerine oturdum. Telefonumu yukarıdan almak için yukarı çıkacağım sırada kapı çaldı. Deniz ortalıklarda görünmüyordu yukarı çıkıp odasına bakmak vardı ama kapı bir kez daha ısrarla çalınca kapıyı açmaya gittim. Kapıyı açtığımda karşımda deri ceketli deri etek giyinmiş ve altında deri çizmeleri olan bir kadın ile karşılaştım.

“Merhaba? Deniz buralarda mı?” diye sordu kadın kim olduğunu bilmiyordum baştan aşağı siyah giyinmişti saçları da gece gibi siyahtı zaten. Acaba sevgilisi miydi ?

“Siz kimsiniz?” diye sordu anında asıl o kimdi?

“Ada ben” dedim ne olduğunu anlayamayarak.

“Sen Deniz’in sevgilisi misin?”

“Ne! pardon sevgilisi değilim nereden çıkardın bunu?” dedim anında.

“Deniz’in evinde kalman?” diyerek açıkladığını düşündü.

Tam konuşacaktım ki arkamda bir hareketlilik belimde bir el hissetmemle arkamı döndüm.

Deniz, “Sevgilim değil Karım.” Dediğinde bir anlığına duraksadım.

“Ne?” dedi kapıdaki kadın.

“Nasıl Ne Ara?” dedi hızla.

“Sen içeri geçsene Abicim”

Abicim mi dedi o? Yoksa ben mi yanlış duydum?

Sevgilisi sandığım kız resmen kız kardeşi çıkmıştı!

İçeri salona doğru gçip koltuklara oturduğumuzda Deniz’in kız kardeşi elini uzattı.

Acaba hangisiydi Derin mi? Gece mi? Yoksa Güneş mi?

“Doğru düzgün tanışamadık,” dedi içten bir gülümsemeyle.

Elini uzattığında bende uzattım ve adımı söyledim. “Ada Atay” dediğimde şaşırdı neden ki?

“Ada Aras” diyerek düzeltti beni Deniz. Tabi ya, evliydik biz!

“Evet, Ada Aras” dedim sanki yanlışlıkla söylemişim gibi.

“Ben Derin” dedi az önceki samimiyetini koruyarak.

Demek Derin sensin diye düşündüm içimden. Deniz ile tek benzer yanları gece karası gözleriydi.

El sıkıştık.

“Pardon da siz ne zaman evlendiniz? Hayır Deniz beni çağırırdı! En azından Nikaha?” diye sorguya başladı Derin“

“Bir ara” dediğimde Deniz adam öldürmüşüm gibi baktı.

“Bir ara derken?” soruyu soran Derin merakla bizi dinliyordu.

“Bir ara bu ara işte!” dediğimde sıkılmıştım.

“Ayın yirmisinde” dedi hızla Deniz. Tarihi ezbere mi biliyordu? Ben gününde unutmuştum.

“Bir dakika! Ben Ada’ya sormuştum sana değil Abicik”

Deniz yanıma kulağıma doğru yaklaştı ve sessizce şu kelimeler döküldü dudaklarından.

“Mutfağa gidiyorsun,içecek bahanesiyle sonra plan yapacağız”

Kafamı sallayıp onayladım ve ayağa kalktım.

“Ne içersin Derin? Kahve ,çay, soda, meyve suyu?” Çeşit çeşit saydığıma bakmayın evde hangisi var hangisi yok onu bile bilmiyordum!

“Soda alabilirim, ama acelesi yok hem ben alırım sen zahmet etme” dedi Derin nazikçe.

“Zahmet olmaz” dedi Deniz hem de Derin cümlesini bitirir bitirmez konuşmuştu.

“Pardon da sana ne Deniz? Öyleyse sen getir sodamı yengeciğimi de rahat bırak!” İşine gelince Abi işine gelince Deniz diye hitap ediyordu, çok garipti çok…

Ayrıca Yengeciğim ne demek oluyordu? Yenge ne ya?

Sitemle konuşan Derin’in sözlerine karşılık mutfağa gitti Deniz, Ama çok geçmeden geri döndü.

“Sodam nerede Deniz?” soruyu soran Derin az önceki sitemini konuşturuyordu.

“Yok, yani kalmamış” dedi Deniz yorgunca evet Deniz yorgun ve bitkindi ama nedenini anlamıyordum. Zaten soda olmasını da beklemiyordum. Durumu toparlamak adına ayağa kalktım ve Derin’in manasız bakışlarına marus kaldım. “Kahve bence güzel fikir, sence Derin?”

“Güzel fikir ama konumuz bu değil-” şimdi lafını bölen ben oldum.

“Güzelse o zaman ben hemen yapıp getireyim nasıl içersin?”

“Sade içer” dedi Deniz anında. Ben mutfağa koşmuşken içimden mutfağın içinde kahve olmasını umut ediyordum.

Dolapları karıştırırken bu işin böyle olmayacağını anlayıp Deniz’e seslenmeye başladım.

“Deniz!”

Çok geçmeden geldiğinde sorarcasına bakıyordu.

“Kahve? Nerede yani? Tabi varsa”

“Soldaki dolapta olması lazım”

Sol dolaba doğru ilerledim dolabı açtım ama görünürde kahve yoktu.

“ ‘Olması lazım’ derken? ” diye sordum onu taklit ederek.

Gülümseyerek yanıma yaklaştı ve üzerimden elini boyumu geçecek kadar ileri doğru uzattı, geri çekildiğinde elinde bir kahve kavanozu vardı. Bu bana yapılan bir boy gösterisi miydi? Ne yapabilirdim ben mi seçmiştim 1.71 olmayı?

“Soldaki üst dolapta demek istemiştim” dedi kahve kavanozunu uzatırken. Kavanozu alıp ısıtıcıya su koyup beklemeye başladım. “Ne oluyor kardeşinin ne işi var burada? Bana bundan bahsetmemiştiniz!” dedim kısık sesle konuşmaya çalışırken.

“Ben mi çağırdım?” diye sordu.

“Yok ben çağırmışımdır kesin!” dedim sinirle.

“Ya hadi çağırmadın neden ‘Eşim’ diye tanıştırıyorsun ?” dedim sinirle.

“Sol elini kaldırır mısın?” dedi oldukça sakin bir ifadeyle, sırf ne saçmaladığını anlamak için sol elimi kaldırdım. “Şimdi de yüzük parmağına bak,” dedi ve ekledi “Benim sol elimde ki yüzük parmağıma bak şimdi” dedi aynı sakinlikle. İkisine de baktım ve konuşmasını bekledim. “Her odada en az bir tane beraber fotoğrafımız var ve bunlardan bir tanesi halkın ‘evlilik’ diye adlandırdığı fotoğraf, parçaları birleştir şimdi,” dedi yine aynı zor sabrıyla. “Anladık benden daha kıdemlisin ama sana bunu her dakika hatırlatıp egonu okşamayacağım” dediğimde bak sen bakışını attı ve beni mutfakta tek başıma bırakarak salona Derin’in yanına gitti. Kahveleri doldurduğumda tam tepsiyi alıp içeri gideceğimde neden tepsiyi ben taşıyorum ki? Diye düşündüm ve “Deniz!” diye bağırdım birkaç saniye sonra karşımda durmuş durum kontrolü yapıyordu. Onu onun silahıyla vuracaktım. “Ellerini kaldırır mısın?” dediğimde birkaç saniye ne yaptığımı tartmaya çalışsa da ardından çaresizce ellerini kaldırdı. Ellerine dokunduğumda temasımdan dolayı şaşkındı, tepsiyi tutacak konuma getirdiğimde tepsiyi tezgahtan alıp ellerinin üzerine koydum. “Bravo” dedim ve onu mutfakta bırakıp çıktım Derin’in yanına oturduğumda arkamdan Deniz’in gelmesini bekledim ama gelmemişti. Birkaç saniye sonra “Karıcığım!” diyen sesini duyduğumda sinirlerim tepeme çıkmıştı. “Kocam diye söylemiyorum bensiz hiç bir şey yapamaz,” dediğimde Derin kahkaha atmıştı ve ardından ekledi “Abim diye söylemiyorum yemekten gram anlamaz!” dedi gülümserken.

“Karıcığım!” diye bir kez daha beni çağırdığında kahkahamın arasından “Geliyorum” dedim, ayağa kalkarken. Mutfağa girdiğimde yüzünde eğlenen bir gülümseme vardı.

“Ne var? ‘Karıcığım da karıcığım’ Ne var yani ne bağırıyorsun?” dedim onu taklit ederek. Deniz benim aksime sakince gülümsüyordu. Oturduğu sarı bar sandalyesinden kalktı elindeki tepsiyi tezgaha bırakıp sakince mutfağı terk etti. Elime ilk gelen araç bir kepçeydi, kepçeyi alıp Deniz’in kafasına vurmama ramak kala Derin’in “Kahveler tam olarak nereden geliyor?” diyen sesini duyduğum için kepçeyi sinirle yerine bırakıp kahve tepsisiyle salona yöneldim. “Allah belanı versin Deniz!” dedim kısık sadece onun duyabileceği bir sesle ama o hiç istifini bozmadan gülümsüyordu. Kahvelerimizi orta sehpaya bıraktığımda Derin kupa bardağı eline alıp ilk yudumunu aldı. “Evlilik nasıl gidiyor Abicik?”

“Neden sordun Derin? Yakın zamanda evlenmeyi mi planlıyorsun?” dedi Deniz oldukça sert ve tehditkar bakışlarıyla.

“Yo ne alakası var?” dedi Derin ama bence kesinlikle alakası vardı.

“Öf abi ya, Ada sen söyle o zaman evlilik nasıl gidiyor?” diye sordu Derin.

Ne diyeceğimi bilemediğim için Derin ile göz teması kurmaktan kaçındım. Deniz’in gözlerine bakarken imdadıma yetişen bir telefon melodisiydi. Derin apar topar çantasından çıkardığı telefonunu açtı konuşması sadece iki kelimeden ibaretti.

“Tamam, geliyorum.” Telefonu kapattığı an Deniz’e baktı ve benim bilmediğim bir çeşit alfabe ile bakışlarıyla anlaştılar. Derin bana dönüp, “Kusura bakma Ada bir sorun var onu çözmem lazım,” dedi mahcubiyetle. Ayağa kalkıp onu kapıdan geçirmek için ilerlediğimde, “Deniz geçirir sen yorma kendini” deyince sanki yorgun bedenim bunu bekliyormuşçasına kendini koltuğa bırakmıştı. Deniz Derin’i gönderip salona geldiğinde kendisi de karşımda ki koltuğa oturmuştu.

Merakla, “Bugün ne yapacağız?” diye sordum.

“Bugün bir şey yapmayacağız.” Dedi genel kesin tavrıyla.

“Ne demek bir şey yapmayacağız? Sen beni oyalayarak kendi başına halletmeye mi çalışıyorsun? Sen beni Aptal mı sanıyorsun-” dediğimde son söylediğim cümleyi yarıda kesti. “Aptal değilsin.” Dedi yeterince anlaşılır bir şekilde.

“Ne demeye çalışıyorsun? Açıklamak bu kadar zor mu senin için?”

“Dinleyecek misin?” dedi çok garip bir şey sormuşum gibi.

“Ne?” dedim şaşkınca.

“Şöyle sorayım, Anlayacak mısın?” dedi bana kendimi salakmışım gibi hissettirmişti.

“Neyden bahsediyorsun?” dediğimde yüzü öyle bir hal almıştı ki sanki biliyormuş gibi hissetmiş gibi.

 

“Tamam,” dedi sakince ama sakinleşmeye çalışıyormuş gibi kendini dizginlemeye çalışıyormuş gibi öfkesini bastırmaya çalışıyormuş gibi, Ama benim burada anlamadığım şey böyle düşünmesine sebep olacak şeyin ne olduğuydu?

“Alice’in balosuna gitmeden önce seni hangi konuda uyarmıştım Mavi?” dediğinde hafızamı yoklasam da hatırlayamamıştım.

“Hatırlamıyorum, hangi konuda?” dediğimde bilmişçe ama hüzünle baktı yüzüme özellikle de Mavilerime.

“Verilen ikramlardan almamanı söylemiştim” dediğinde söyledikleri kulağımda çınlamıştı.

"Birazdan ineceğiz , içkilerden içme verilen küçük lokuma benzeyen ikramlardan yeme"

“Ee bunun konumuzla ne alakası var?” dediğimde beni hafife alan bir gülüş ile konuşmaya başladı.

“Sana içmemenin ve yememeni söylememin bir sebebi olduğunu anlatmaya çalışıyorum. İçinde bulunmaması gereken şeyler vardı ,çünkü ve sen bu testlerden geçmeden göreve atılmaya çalışıyordun izin veremezdim.”

Haklıydı hiçbir testten geçmeden acil durum alarmıyla görev için seçilmiştim hem de binlerce eğitimi tam kişi arasından.

“Normalde Harikalar diyarının sabahları böyle sessiz değildir, akşamları da, hatta geceleri de gündüzlerinden daha seslidir. Peki sen uyandığından beri tek bir ses duydun mu Mavi?”

Uyandığımdan beri çıt bile duymamıştım aklıma ilk gelen soruyu hızla sordum.

“Bitti mi yani? Yakalandılar mı? Ne çabuk!” dedim ani tepkilerimle.

Deniz ise alışmışçasına , “Hayır, daha değil” dedi heyecanımı bölerek.

“Ne o zaman?” diye sordum.

“İçmemen gereken içeceklerde Waya Mirza Akalı’nın imzası vardı o yüzden henüz kimse uyanmadı ve,” diyerek saatine bakıp küçük bir hesaplama yaptıktan sonra, “Ertesi sabaha kadar uyanmazlar.” Dedi gayet net bir biçimde. “Sen, ciddisin?” dedim sorarcasına. “Evet ciddiyim” dedi.

“Şaka filan mı zannediyordun?” İçimden iyi ki o yenilen içecekleri içmediğime dair övgüler yağdırıyordum ama emindim tory0potyroptyoptylpopğytploki bu övgüler kesinlikle Deniz’e aitti.

“Peki, ne yapacağız?” dediğimde kollarını açıp evi gösterdi ve ekledi, “Gezmek istiyorsan etrafı gezebilirsin evde kalacağım diyorsan kalabilirsin.” Dedi.

“Ama ben burayı bilmiyorum kaybolurum çok büyük!” dedim ek olarak abartarak.

“Bulurum” dedi şaşkınca bakarken.

“Nasıl?” dediğimde, “Her zaman,” dedi.

“Benden kıdemli olduğun için mi?” dediğimde alaycı kısa bir gülüş ve

“Evet” dedi ama bu evet zoraki bir evetti.

“Anlaşıldı bütün gün sıkılmaktan başka hiçbir şey yapmayacağım,” dediğimde kapı çalmıştı.

“Derin bir şey unuttu herhalde,” dediğimde Deniz lafımı böldü “Derin değil”

“Ne?”

“Gelen kişi Derin değil” dedi.

“Onu anladık zaten,” dediğimde kapıya bakmaya gitmişti.

Acaba kim gelmişti? İçimden Tarık Abinin gelmesini umuyordum.

“Ada Selam nasılsın?” dedi Ege. Üzerinde aynı gözleri gibi Deniz mavisi bir tişört vardı. Ege’nin yüzünü incelediğimde aslında hem saçlarımızın rengini hem de gözlerimizin ne kadar benzediğini fark etmiştim, özellikle de yüz hatlarımızın. Belki de Ege benim başka bir evrende ikizimdi.

“İyiyim Ege sen” dediğimde koltuğa oturmuştu ama Deniz ortalıklarda görünmüyordu.

“Bende iyiyim,” dediğinde bir sessizlik çökmüştü. “Deniz nerede ya?” diye sordum. “Mutfakta, bir şeyler aldım da onları hazırlıyor” dedi Ege. “Zahmet ettin- ” dediğimde “Ne zahmeti beraber bir şeyler atıştırırız” dedi.

“Nasıl gidiyor?” diye sormuştu Ege.

“Her zaman ki gibi” dediğimde.

“Her zaman nasıl gidiyordu?” diye sordu bu genel bir soru değildi acaba gerçekten merak ediyor muydu?

Herkese açık bir karakter değildim ama içimden bir ses Ege farklı diyordu yakın hissediyordum Ege’ye karşı.

İçimdeki sesi dinlemeye karar vermiştim.

“Benim hiçbir zaman kolay bir hayatım olmadı Ege” dedim .

“Anlatmak istersen her zaman yanındayım” dedi içten bir gülümsemeyle.

“Yetimhanede büyüdüm ben” dedim.

“Bende” dediğinde gerçekten şaşırmıştım.

“Gerçekten mi?” dedim şaşkınca.

“Evet” dedi.

“Hangi şehirdeydin?” dedim içimdeki meraka engel olamadan.

“İstanbul, sen?” diye sordu ama yüzüm düşmüştü.

“Ankara” dedim.

“Aynı yerde değilmişiz” dedi onun da yüzü düşmüştü ama rol kesiyor gibiydi.

“Söylediğin gibi bende kolay bir çocukluk, kolay bir hayat geçirmedim” dedi.

“Ailen peki” dedim merakla. Sonuçta herkes benim gibi değildi belki Ailesi onu bulmuştur diye düşünerek sormuştum.

“Benim ailem kız kardeşim” dedi, kız kardeşim derken gözlerinin içi parlamıştı.

“Kız kardeşin mi var?” dedim merakla.

“Evet ama nerede bilmiyorum” dedi.

“Nasıl yani? Varlığından haberdarsın ama nerede olduğunu mu bilmiyorsun?” diye sordum.

“Onun benim varlığımdan haberi yok” dedi sanırım onu üzmüştüm.

“Peki sen? Senin kardeşin Abin var mı?” dedi umutla.

“Hayır ben tek çocuğum” dedim ve o an keşke kardeşim olsun diye geçirmiştim içimden.

“Anlıyorum peki olsun ister miydin mesela Abin?” diye sordu.

“Abim mi?” dedim bir an garip gelmişti.

“Evet Abin” dedi.

“Bilmem ki , sen kardeşlik nasıl bir şey biliyorsun çünkü ‘kardeşim' derken bile gözlerinin içi parlıyor istemsizce gülümsüyorsun, ama ben bu duyguya yabancıyım” dedim.

“Anlıyorum” dedi ama bu sadece bir sözden ibaret değildi beni gerçekten anladığını hissetmiştim.

“Nasıl biri peki hiç gördün mü kardeşini o seni gördü mü?” diye sordum merakla.

“Gördüm,” dedi.

“Ama o beni görmedi.”

“Beni bilmiyor”

“Varlığımdan haberdar değil”

“Belki de biliyor ama unuttu”

Söyledikleri kolay şeyler değildi üzüntüsünü hissedebiliyordum.

“Nasıl biri dersen eğer, Çok güzel biriymiş” dedi.

“Sapsarı saçları var benimkiler gibi Deniz gözleri var” Anlatırken anı yaşıyor gibiydi.

“Ne güzel çok benziyorsunuz demek” dedim gülümserken.

“Benziyoruz ama o beni fark bile etmiyor” dedi yeniden.

“Üzülme demek isterdim ama bu sadece basit bir teselli olur” dediğimde ifadesizce bakıyordu.

“Yanlış anlama sakın! Üzül de demek istemedim” dedim panikle.

“Sakin ol yanlış anlamadım ki” dedi gülümserken.

Deniz mutfaktan elinde çeşit çeşit atıştırmalıkla dolu bir tepsiyle gelmişti.

Ve bir poşet de vardı elinde sanırım içkiydi.

“Atıştırmalık almış Ege beraber yeriz” dedi Tepsiyi masaya bırakan Deniz.

Bakışlarımla onaylamıştım onu.

“Oyun oynayalım o zaman hem sıkılırız böyle” dedi Deniz Ege ile bakışarak.

“Ne oynayacağız ki” dedim garipseyerek.

“Soru oyunu” dedi Ege birden.

“Maalesef bahsettiğiniz oyunu bilmiyorum” dedim.

“Anlatırım” dedi Ege ve anlatmaya başladı.

Kısacası üçümüzün sıraya birbirimize soracağı bir oyundan ibaretti.

Yarım saattir alakasız ama güldüren bir sürü soru sormuştuk birbirimize.

“Bu önceki sorular gibi komik değil biraz ciddi kaçacak ama” dedi Deniz, soru sorma sırası Denizde cevaplama sırası ise Egedeydi.

 

“Olsun” dedi Ege.

“En büyük hayalin” dedi Deniz.

“Kardeşime sarılmak” dedi bir saniye bile düşünmeden.

Deniz, “ Sanırım bu kadar yeterli” dedi. Çünkü bilmeden Ege’yi üzmüştük.

Ayağa kalktım sabit bir noktaya dalmış Ege’ye sarıldım neden yaptığımı asal bilmiyordum sadece sarılmıştım. Ege kollarını belime dolayıp sıkıca sarılmıştı.

“Biliyorum kız kardeşin gibi olamam ama-” derken lafımı bölmüştü.

“Artık kız kardeşimsin” dedi.

“Yani seni de kız kardeşim gibi görüyorum” dedi düzelterek.

Hem ortamı germemek adına hem de Ege’yi yanlış anlamadığımı belirtmek istercesine gülümsedim.

Geri çekilip yerime geri oturduğumda Deniz ile bakışmıştık benim masmavi gözlerimin aksine kapkara gözleri bir film izliyormuş gibi bakıyordu.

Verandadan dışarı baktığımda havanın yavaş yavaş karardığını görüyordum.

Deniz ile Ege kendi aralarında küçük bir maç muhabbeti yapmaya başlamıştı.

Ben ise sabit bir noktaya odaklanmıştım ta ki kapı çalana kadar.

“Birini mi bekliyorduk?” dedim anında.

“Hayır” dedi Deniz. Ege de sanırım kimin geldiğini bilmiyordu yani bakışları bunu anlatıyordu.

Ne Deniz ne de ben kalkıp kapıya bakmadığımız için kalkan Ege olmuştu.

Ege kapıya gittiğinde aklıma takılan bir soru vardı ve ben bunu Deniz’e sorabilirdim tabi terslemezse.

“Deniz” dedim.

“Mavi?” dedi sorarcasına.

“Bir soru sorabilir miyim?” dediğimde gülmüştü.

“Komik mi?” dedim tersçe.

“Sor hadi” dedi.

“Neyi” dedim az önce sorabilir miyim dediğimi unutarak.

“İçini kemiren soruyu” dedi.

“Ege ile ne zamandan beri arkadaşsınız?” diye sordum.

“Sekiz yıldır” dedi Sekiz beni hiçbir evrende rahat bırakmayacaktı artık bundan emindim.

“Ege kaç yaşında ki?” diye sordum.

“otuz iki” dedi ama size yemin ederim en fazla yirmi altı gösteriyordu.

“Aa benimm resmen abi demem gerekiyor” dedim garipseyerek.

“Sen kaç yaşındaydın?” dedim merakımla.

“Yirmi sekiz” dedi.

Sekiz lanetinden ne zaman kurtulacaktım?

Deniz söylediğime gülmüştü.

Ege’nin, “Deniz!” diye bağıran sesini duyduğumuzda ikimizde sanki anlaşmalıymışız gibi ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledik.

Kapıya baktığımızda Ege öyle bir bakıyordu ki.

Söyleyebileceği o kadar şey vardı ki ama hiçbirini söyleyemiyormuş gibi.

“Misafirin gelmiş” dedi kendini sıka sıka.

Gelen kişiyi merak ettiğim için Deniz’i ittirip önüne geçip baktığımda. Saçları sanki güneş kadar canlı sarı tonuna sahipti ve gözleri elanın en açık tonuydu ve neredeyse saçlarıyla aynı ton gibiydi. Yüzünde dağılmış bir makyajı vardı ama her şeye rağmen çok güzeldi.

Deniz gelen kişiye bakmak için önüme geçti. “Abla?” dedi şaşkınca Deniz.

Gelen kadın Ablası mıydı?

“Ne işin var burada?” dedi Deniz. Ege kendini zor tutuyordu ama ben nedenini bilmiyordum.

“Evime gelirken izin mi alacaktım?” dedi Ablası olduğunu söyleyen kadın zira adını bilmiyordum. Derin’i görmüştüm geriye iki şık kalıyordu, Güneş mi? Gece mi?

“O anlamda dememiştim,” dedi Deniz Ablasına saygısızlık etmek itemiyordu sanırım.

“Deniz, Ada güzel bir gündü şimdiye dek” dedi ve zaten açık olan kapıdan çıkmak istedi ama Deniz’in ablası izin vermemişti, Ege’yi kolundan tutup, “Nereye!?” diye bağırdı evet bağırıyordu. “Seni ilgilendirmez!” dedi, Ege bağırmıyordu ama o kadar sert konuşuyordu ki bağırsa daha az duyulurdu gibiydi. “İlgilendirir Ege!” diye bağırdı Deniz’in Ablası.

“Bırak Güneş!” dedi Ege aynı sert ses tonuyla. Gece elendi yarışmaya Güneş ile devam edebilirdim. Demek Güneş kadar parlak olan kadının adı zaten Güneşmiş.

“Bırakmayacağım! Bu mu bana verdiğin değer?” diye bağırıp duruyordu Güneş.

 

“Deniz” dedi Ege çünkü Deniz’in Ablası Ege’nin sabrını sınıyordu.

“Abla,” dedi Deniz olumlu yaklaşmaya çalışıyordu. Artık aralarında her ne geçtiyse çünkü ben bilmiyordum.

“Deniz karışma!” dedi Bağıran Güneş.

“Yeter bu kadar” dedi Ege sanırım ön kapıdan çıkamayacağını anlamış gibi verandaya doğru ilerledi.

Güneş hiç durmadan sanki ev onunmuşçasına koridorları bile ezbere biliyormuşçasına hiç çekinmeden evin içine geçip Ege’yi takip ediyordu ama üzerindeki ağır elbise ve topuklu ayakkabıları onu yavaşlatıyordu.

Ege durmuyordu hızlı adımları bitmiyordu Güneş ise ayağındaki topuklulara ağır elbisesine rağmen koşmaya çalışıyordu. Güneş düşecek sandığımda gerçekten de yere düşmüştü ayağındaki topuklu ayakkabıyı sinirle çıkardığında topuğunun kırıldığını anca fark edebilmiştim. Güneş ayakkabıyı hızlıca Ege’nin önüne fırlattı. Ege o an durdu. Güneş ayakkabısının tekini de çıkarttığında bahçeye çıplak ayakla çıkmıştı. Ben peşlerinden ilerlemek istediğimde Deniz beni durdurdu ve “Karışma” dedi.

Deniz’e sinirle bakarken onu dinlemeyip onun tabiri ile karışmaya giderken kolumdan tutup merdivenlere doğru ilerliyordu, “Sana karışmamanı söylüyorum” dedi ve beni sarı ağırlıklı renklerle olan odanın içine kapattı, evet resmen kapattı.

“Deniz!” diye bağırıyordum ama duymuyordu. Kapıyı açmak istedim ama kilitliydi.

Resmen fare gibi kapana kısılmıştım!

__________________________________________________

Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum!

Yeni bölü geldiğinde anında haberdar olmak için sayfamı takip edebilirsiniz!

Loading...
0%