Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. 🌼 Gizli Satırların Fısıltısı

@sedadncr

 

Ey karanlıklar içinde kalan yüreğim! Öyle bir yara aldın ki, zamanın bile tedavisi yetmiyor…

Gece boyunca hemşireler düzenli aralıklarla odama gelip durumumu kontrol etti. Zaman geçtikçe bedenimde hafif bir iyileşme hissetsem de yorgunluğum, uykusuz gecelere daha fazla direnemedi.

Sabahın erken saatlerinde aniden sıçrayarak uyandım. Kalbim hızla çarpıyor, alnımdan soğuk terler dökülüyordu. Kendimi dinlenmiş hissetmiyordum, bilakis, içimde büyüyen dipsiz bir boşluk beni yerin derinliklerine çekiyor gibiydi. Elif, sessizce uyanmış, laptopunun başında işlerini hallediyordu. Kahvaltı gelmişti ama bir lokma bile yiyesim yoktu. İçimdeki boşluk, bir fırtınanın habercisi gibiydi, beni hiçliğin ortasında savuruyordu.

“Bahar, hadi kahvaltımızı yapalım. Bitkin görünüyorsun. Güçlü olman için bir şeyler yemen gerek… Bahar, duyuyor musun beni?”

İçimdeki duygular kontrolden çıkmaya başlamıştı. Göğsümde büyüyen acı dayanılmaz bir hale gelmişti. Gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı ve hıçkırıklarım odanın sessizliğini bozdu. Yatağın içinde ellerimle yüzümü kapatarak ağlamaya başladım. Elif, sessizce yanıma oturdu ve kollarını yavaşça omzuma doladı. Beni kendine doğru çekti, başım usulca omzuna yaslandı.

"Ne oldu, anlat hadi," dedi Elif. "Rüya mı gördün?"

"Deprem olmuştu," dedim, sesim titreyerek. "Annemle babamı kurtaramıyordum. Düşünsene, rüyamda bile kurtaramıyorum."

Elif, yavaşça başımı omzundan kaldırdı. Gözlerimdeki yaşları silmeye çalıştı; fakat kendi gözleri de bu acıyı taşıyamayacak kadar dolmuştu. İçindeki fırtınayı bastırmaya çalışıyordu, ama belli ki benimle birlikte o da derin bir sızı çekiyordu. Onun da canı yanıyordu, ama güçlü durmaya çalışıyordu.

Durduramadığım gözyaşlarımla Elif’e sımsıkı sarıldım. Gözlerimdeki yaşlar, birikmiş acıların seline dönüşmüş, yanaklarımdan süzülüyordu.

“Bahar, günler geçtikçe acın hafifleyecek. Belki tamamen geçmeyecek ama yaşamayı öğreneceksin,” dedi.

Elif’in sözleri gerçekti; ancak acım da öyleydi. “Elif, seni şimdi daha iyi anlıyorum. Babanı kaybettiğinde yanındaydım, acını paylaştım ama babam hayattaydı. Meğer ben acını tam anlamamışım. Ailemi kaybedince seni daha iyi anladım."

Elif, gözlerindeki yaşları silmeden beni dinliyordu.

“Ailemi kaybetmek… Onları bir daha göremeyecek olmak… Canımı yakıyor.” Her şey bir anda oldu; ne olduğunu bile anlayamadım. Yanımda babam, karşımda annem vardı. Dünyanın en güvendiğim dağları bir anda yıkıldı, yerle bir oldu. Hayattayken değerlerini yeterince bilememişim, kaybedince anlayabiliyorum.

Anlatırken Elif’in duygularını izlemek, sanki kendi acımı bir kez daha yaşamaktı. Onun bana güçlü görünmeye çalıştığını ama içten içe aynı kederin yükünü taşıdığını görebiliyordum. O da aynı fırtınada savrulmuş, ama şimdi benim için bu fırtınaya karşı dimdik duruyordu.

Elif, elimden tutarak, “Bahar, güçlü olmaya çalışma; ağla, ne hissediyorsan bırak dökülsün.

“Şu an her şey anlamsız gelebilir, hatta nefes almak bile... Ama seni böyle güçsüz görmek, aileni üzmez miydi?”

“Benim gücüm, ailemmiş Elif... Onlar gidince ben, göğsü delik bir ağaç gibiyim, köksüz kaldım.”

Elif’e döndüm ve yavaşça, bir çocuk gibi çekinerek sordum: “Senden bir şey isteyebilir miyim?”

Elif hafifçe başını eğerek bakışlarını yüzümde gezdirdi. “Elbette, Bahar, ne istersen.”

“Lavaboya gitmeme yardımcı olur musun? Seni yoruyorum ama... Kusura bakma, olur mu?”

“Hiç önemli değil, senin için buradayım,” dedi, kollarını belimden geçirip bana destek olurken.

Gözlerimi kaçırarak devam ettim: “Birkaç gün daha idare ederim, en azından doktorla konuşuruz. Eğer izin verirse, ihtiyaçlarımı kendim gidermeye başlarım.”

Desteğine ne kadar ihtiyacım olsa da ona yük olmak istemiyordum. Elif'in gözlerine bakarak, ondan bu yükü almak için güçlü görünmeye çalıştım. Onun da bir hayatı ve sorumlulukları vardı. Ancak dikişlerim zarar görürse her şey daha da zorlaşacaktı. Elif’in gözlerine bakarak güçlü görünmeye çalıştım. Bir an önce iyileşmek zorundaydım hem kendim hem de Elif için.

Elif, yüzümdeki endişeyi fark etmiş olmalı ki beni teselli etmek için elini omzuma koydu. “Bahar, saçmalama. Sen benim canımsın; sana destek olmayacaksam kime olacağım?” dedi. Birlikte ağır adımlarla yürümeye başladık.

“Hatırlıyor musun, Bahar? Mutfakta denediğin o yeni tarif vardı ya, çok güzel görünüyorlardı. ‘Parmaklarınızı yiyeceksiniz, ağızda mükemmel dağılıp eriyecekler,’ diyordun.”

Gözlerim kısılarak gülümsemeye başladım.

“Lütfen o konuyu açma, Elif,” dedim, biraz utanarak.

“Pudra şekerini içine koymayı sen unutmuşsun. Ne tadı vardı ne lezzeti; sadece kıyır kıyır un yedirdin bize. Neyse ki çayı şekerli içtiğim için bir nebze kurtardı diyebilirim.”

Gülümsemeye devam ettim. “Nereden aklına geldi bu şimdi?”

“Sen yeter ki gül, seni güldürmek için aklıma her şey gelir.” Elif’in desteğini hissettiğimde biraz olsun rahatladım. Yatağıma geçtikten sonra gözlerimi kapadım ve içimden dua ettim: “Lütfen Allah’ım, bana bir an önce sağlığımı geri ver.”

“Bahar, şimdi dinlenmen gerekiyor. Hadi gözlerini kapat ve rahatla.”

“Ya uyuya kalırsam?”

Elif gülerek, “Rüyanda beni görürsün, Bahar, bir şey olmaz,” dedi.

“Ah Elif... Bu zor zamanlarda bile gülümsetebilen tek kişisin. Ağrılarım biraz azalsa da, içimdeki acıyı dindiremiyorum. Biraz sabredeyim, ağrım dinsin, uyurum.”

“Hemşireyi çağıralım, hemen gelsinler. Bahar, ağrı çekmen için burada değiliz; ağrın giderilsin diye yatıyorsun.”

“Hemşire Melis birazdan gelir, kontrol saatine az kaldı. O zamana kadar dayanırım.”

“Tamam, o zaman seninle sohbet etmiş oluruz.

Elif Hafızam eskisi gibi değil sanki; bazen anılarımı hatırlamakta zorlanıyorum. Gerçek ile hayal arasındaki sınır giderek belirsizleşiyor. Ailemi kaybettiğimi gözlerimle gördüm, ama içimde sanki onlar hâlâ hayattaymış gibi bir his var. Özlemim o denli büyüktü ki, bu derin acıyı hissetmekten mi yoksa kaybetmenin ağırlığından mı bilemiyorum. Üzüntümü seninle paylaşmak istiyorum, fakat seni üzmekten de korkuyorum; bu yüzden içimi dökemiyorum.

Elif, derin bakışlarıyla gözlerimin içine dalarak, "Acın bu denli derinken hâlâ beni düşünüyor musun, Bahar? İyi ve kötü günlerimizi birlikte yaşadık. İçine atmakla değil, konuşarak çözüm bulabiliriz," dedi. Bir an duraksadı, gözleri hüzünle parlayarak doldu. "Babamı kaybettiğimde ben de benzer duygular yaşadım ve hâlâ hissediyorum. Sanki bir gün çıkıp gelecekmiş gibi, hâlâ aramızdaymış gibi... Bu hisler, bu duygular benim için de uzun süredir devam ediyor ve belki de ölene kadar sürecek, bilmiyorum. Belki de bu yüzden onları kaybettiğimizi kabullenmek zor geliyor bize."

Elif'in sözleri, sanki kalbimdeki yaralara dokunmuştu. Onun yaşadığı acıyı, o derin boşluğu çok iyi anlıyordum. Birinin artık yanında olmadığını kabul etmek, içimden geçen binlerce anıyı bir kenara koymak hiç de kolay değildi. Sessizce gözlerine baktım. Onun paylaştığı bu acı, benim kalbimdeki acının bir yansımasıydı.

 

Elif’in gözlerinde kendi yansımamı gördüm; kaybettiğimizin geri gelmeyeceğini bilmenin verdiği o derin boşluk...

Elini elimin üzerine koyarak, "Aynı duyguları yaşamış biri ancak seni anlayabilir; o da benim, Bahar," dedi Elif. Sözleri öylesine içtendi ki, onun yanımda olduğunu hissetmek biraz olsun içimi rahatlatmıştı.

Tam o sırada kapı nazikçe çalındı ve içeri hemşire Melis girdi. Gözlerinde hafif bir gülümsemeyle, "Merhaba Bahar Hanım, nasılsınız?" diye sordu. Yüzümü dikkatle incelerken, "Yüzünüz biraz sararmış gibi görünüyor. Ağrınız mı var?" diye sordu.

"Evet, biraz ağrım var," diye yanıtladım, zorlukla gülümsemeye çalışarak.

"Şöyle yapalım, ağrı kesici ve serum takacağım. Bir saat sonra tekrar yanınıza gelip kontrol edeceğim. Ağrılarınızın geçmesini umuyorum. Ancak yüzünüzdeki sararma devam ederse doktor beyi çağırmamız gerekebilir, şimdiden bilginiz olsun," dedi.

"Anladım. Melis Hanım, çok teşekkür ederim," dedim. Melis, serumu bağlayıp ağrı kesiciyi uyguladıktan sonra yavaşça odadan çıktı. İçimden yalnızca dua etmek kalmıştı. Ağrılarımın dinmesi için, bu bitmek bilmeyen sancının az da olsa hafiflemesi için.

Zaman zaman ağrılarım o kadar şiddetleniyordu ki, yüzümdeki sararmayı ben bile fark edebiliyordum. Geceleri uyku bana neredeyse imkansız hale gelmişti; her kapanan gözümle sancılarım yeniden canlanıyor, gündüzleri ise yorgunluk tüm ağırlığıyla omuzlarıma çöküyordu. Kısaca geceleri uykusuzluk, gündüzleri ise yorgunluk peşimi bırakmıyordu.

"Elif, ben biraz dinlensem iyi olacak. Ağrılarımla başa çıkamıyorum. Uyursam belki biraz rahatlarım," dedim, gözlerimi kısarak. Gücüm tükenmişti ve uyumaktan başka hiçbir şey istemiyordum.

Elif hemen yerinden kalkarak üzerimi örtmeme yardımcı oldu. "Tabii ki, sen dinlen. Ben de burada olacağım, ihtiyacın olursa seslenmen yeterli," dedi, o güven veren yumuşak sesiyle.

Elif, sessizce sandalyeye geri oturdu ve eline bir kitap aldı. Kitabını huzur içinde okumaya başladı.

Bir süre sonra hemşire Melis tekrar içeri girdi ve "Bahar Hanım, ağrılarınız nasıl şimdi?" diye sordu. Uyuyakaldığım için ne kadar zaman geçtiğini anlamamıştım. Saate baktım; yirmi dakika geçmişti.

"Ağrılarım hafifledi, şu an iyiyim," dedim, içimde biraz rahatlama hissederek.

Hemşire Melis, biraz daha dikkatlice inceledi ve “İyi görünüyorsunuz; dinlenmeye devam etmeniz önemli. Eğer bir şeye ihtiyacınız olursa buradayım,” dedi.

“Teşekkür ederim, Melis Hanım,” dedim ve gözlerimi tekrar kapatarak rahatlamaya çalıştım.

Zaman hızla akıp geçiyordu; bir buçuk hafta geride kalmıştı. İlaçlarım her gün tam vaktinde veriliyor, kan değerlerim düzenli olarak izleniyordu. Hemşireler her gün dikişlerimi ve açık yaralarımı dikkatle kontrol ediyor, pansumanlarımı büyük bir özenle yapıyordu.

Elif’e döndüm. “Sen de artık dinlenmelisin. Beni burada beklemekten yoruluyorsun. Bu geceyi annenle geçir, benim aklım Meral Teyze’de kalmamış olur. Merak etme, ben iyiyim. Sabah gelirsin,” dedim.

Elif'in gitmek istemediğini görünce, ona "Kaş göz yapma lütfen, beni kırma. Eve git, bugün güzelce dinlen ki bana bakabilmek için daha da güç biriktirip gel," dedim, gülümseyerek.

Elif, "Yarın erken saatte buradayım inşallah, kahvaltıya yetişmeye çalışırım. Yetişemezsem de endişelenme, sana mesaj atarım," dedi. Çantasını aldı, beni öptü ve "Dikkatli ol, acil bir durumda beni bilgilendirirsin," diye ekledi.

“Sende beni merak etme,” dedim ve Elif çıkarken üzerimi örttü.

Elif gittikten sonra internette gezinip sosyal medya hesaplarıma göz atmak istedim. Akrabalarımın resimlerini görünce içimde bir hüzün belirdi. Sanki hayatta yokmuşum gibi davranıyorlardı. Bu ne merhametsizlikti? Hiç arayıp sormuyorlar, ziyarete de gelmiyorlar. "Bu kız nasıl, iyi mi?" diye merak eden kimse yok mu? Onlar benim yerimde olsalardı, babam ve annem perişan olurlardı. Gerçekten bu vefasızlık buna değer miydi?

Akrabalarımın davranışları beni üzse de, onların vefasızlığına takılıp kalmak yerine, kendi iyiliğimi ön planda tutarak bu süreci daha güçlü bir şekilde atlatmayı arzuladım. Zor zamanlarda beni nasıl yalnız bıraktıklarını asla unutmayacaktım. Bu düşüncelerle kendimi toparlamaya çalıştım ve telefonu üzgün bir şekilde kenara koydum.

Gözyaşlarımın yerini derin bir hüzün almıştı; içimdeki boşluk, geceyi daha da uzun ve sessiz kılmıştı. Yağmurun sesi o kadar şiddetliydi ki, uyuyamıyordum. Enkazın altındaki o anı hatırladım; yağmurun altında kalmak bir zamanlar hoşuma giderken, şimdi yağmuru sevmekten vazgeçmiştim. Yastığımı sıkarak sessizce ağlamaya başladım. İçimdeki karanlık bulutlar, huzurlu bir uykuyu imkânsız kılıyordu. Bir süre yatağımda sessizce oturduktan sonra, derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Ne yazık ki, uykusuz bir gece geçirmiş ve sabahı karşılamıştım.

Kapı çaldı ve kendime gelmeye çalışırken içeri giren hemşire Melis’i gördüm.

“Merhaba, nasılsınız bugün?” diye sordu.

“İyiyim,” dedim.

Kendime 'iyiyim' demeyi alışkanlık haline getirmiştim; bazen gerçeklerden kaçmak, en güvenli liman olabiliyordu.

Melis Hanım elindeki çiçeği uzatarak, “Bu çiçekler sizin için,” dedi. Şaşkınlıkla çiçeği aldım.

“Bana mı geldi?”

“Evet, Bahar Hanım, sizin için.”

“Bir dakika bekler misiniz, Melis Hanım?” dedim ve üzerindeki notu incelemeye başladım.

“Tabii, buyurun Bahar Hanım.”

“Bu çiçeklerin kimden geldiğini öğrenebilir miyim? Üzerinde isim yok.”

Melis Hanım'ın cevabı beklediğim gibiydi. “Sadece çiçekçi getirip bırakıyor. Kimden geldiğini maalesef bilmiyoruz.”

Çiçeklerin burada olmasına şaşırmıştım; genelde hastanede çiçeklerin yasak olduğunu duymuştum, ama belli ki bu kural burada geçerli değil. Teşekkür edip Melis Hanım'ın odadan çıkmasını bekledim.

Notu tekrar okudum: “Hayatın zorlukları karşısında pes etme. Beyaz güllerin saflığı ve umudu sana güç versin,” yazıyordu.

Odada yalnız kaldığımda, notu ve çiçekleri düşünceli bir şekilde inceledim. Belki eski bir arkadaş ya da tanıdık beni mutlu etmek için bu jesti yapmıştı. Derin düşünceler içindeyken kapı bir kez daha çaldı ve içeri psikolog Aylin Hanım girdi.

“Merhaba Bahar Hanım, bugün kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”

“Merhaba Aylin Hanım,” dedim, kendimi toparlayarak. Derin bir nefes aldım, sanki içimdeki düğüm çözülecekmiş gibi ama bir türlü çözülmüyordu. “Kafam çok karışık… Sanki her şey üstüme üstüme geliyor.” Gözlerim dolmaya başladı, boğazımda düğümlenen kelimeleri zorla dışarı çıkarıyordum. “Elif’e bir şey belli etmek istemiyorum, ama içimde öyle büyük bir ağırlık var ki… Bu kadar güçlü görünmeye çalışmak beni mahvediyor.”

Aylin Hanım, her zamanki sakin ve güven veren bakışlarıyla bana döndü. Gözlerimin içine bakarken sanki tüm o karanlık noktaları görebiliyordu. Yumuşak bir ses tonuyla konuştu:

“Bahar Hanım, şu an yaşadıklarınız çok doğal. Keder, zaman zaman dalgalar halinde gelir, üzerimize çöküverir ve o anlarda bu yükle başa çıkmak kolay değildir. Ama bu süreçte yapabileceğiniz en önemli şey, duygularınızı bastırmamak, onları kabullenmektir. Kendinize karşı nazik olmalısınız. Elif’e yük olmak istemediğinizi anlayabiliyorum, ama şunu unutmayın: O da sizin yanınızda olmak istiyor. Paylaşmak, bu süreci daha sağlıklı atlatmanız için önemli bir adımdır.”

Bir an sessizlik oldu. Aylin Hanım dikkatlice notlarını alırken ben de gözlerimi yere dikmiştim. Sanki tüm bu kelimeler, içimde sakladığım karanlık hisleri biraz daha görünür hale getiriyordu.

“İsterseniz biraz daha konuşalım,” dedi Aylin Hanım, gözlüğünü düzelterek. “İlk seansımıza göre daha iyi olduğunuzu görüyorum. Daha önce söylediğim gibi, duygularınızı not almayı denemiş miydiniz? Yani üzüldüğünüz anlarda notlarınızı aldınız mı? Bu, sürecinizi daha iyi anlamanıza yardımcı olabilir.”

“Aldım desem yalan olur. Bugün başlamayı düşünüyorum.”

Aylin Hanım hafifçe gülümsedi, başını onaylar şekilde salladı. “Bu harika bir adım olur, Bahar Hanım. Duygularınızı yazıya dökmek, kendinizi daha iyi anlamanızı sağlayacak ve ilerleyişinizi görmenize yardım edecektir. Unutmayın, ben buradayım. Kendinizi ifade etmekten çekinmeyin.”

Çiçekleri gösterdim: “Bu çiçeklerin kimden geldiğini bilmiyorum, sadece üzerinde motive edici sözler yazıyor.”

Aylin Hanım notu inceledikten sonra, derin bir nefes alarak konuşmaya başladı:

“Bahar Hanım, kimden geldiğini bilmediğiniz çiçeklerin sizi kafa karışıklığına sürüklediğini anlıyorum. Ancak, unutmayın ki bu çiçeklerin ardında sizi desteklemek isteyen bir niyet yatıyor. Belki de gönderen kişi, zor bir dönem geçirdiğinizi bilip size moral vermek istemiştir. Tıpkı bir dostun zor zamanlarda elinizi tutması gibi, bu destekler de size güç verebilir.”

Duygusal destek bulmanın, yaşadığınız zorlukların yükünü hafifletebileceğini vurguladı. “Belki de eşiniz, dostunuz ya da yakın arkadaşınız, bu süreçte sizin yanınızdadır; onun varlığı, zor zamanları daha kolay atlatmanızı sağlar. Her zaman olumlu düşünmek, hayatın sunduğu güzelliklere odaklanmak önemlidir.”

“Doğru söylüyorsunuz, Aylin Hanım, belki de çok fazla düşünüyorum.”

Sustum ve gözlerim doldu. İçimi dökmeye başladım: “Nasılsınız diye sormuştunuz Aylin Hanım. Bilmiyorum nasılım, çok sıkılıyorum. Ailemin öldüğünü kabul edemiyorum. Onları morgda veya mezarlıkta gömülürken gördüm, sanki çıkıp geleceklermiş gibi, hâlâ yaşıyorlarmış gibi hissediyorum.” Gözlerim dolduğunda ağlamaya başladım, kendimi durduramıyordum.

Aylin Hanım, derin bir anlayışla yanıtladı: “Bahar Hanım, kaybetme duygusunu yalnızca siz yaşamıyorsunuz. Hastanede enkaz altında kalan, kurtarılan ya da maalesef kurtarılamayan birçok insan var. Bacağını kaybedenler, çocuk yaşta annesini yitirenler, evladını kaybeden anne babalar ve ailesini tamamen kaybedip tek başına kalan pek çok insan mevcut. Yaşadığınız acı, yalnız olmadığınızı gösteriyor. Sevdiklerimizi kaybettiğimizde yaşadığımız acı derin olabilir. Hastane ortamının zorluğunu ve Elif’e yük olma hissinizi anlıyorum. Ailenizi kaybetmek ve onların yokluğuna alışmak gerçekten zor bir süreçtir; bu yüzden güçlü olmalısınız.”

Aylin Hanım’ın sözleri içimdeki karmaşık duyguları anlamamı sağlıyordu. Morg veya mezarlıkta yaşadığım duyguları düşündüm; geçmişte yaşadıklarım ile bugünkü duygularım arasında köprü kurmanın zorluğunu daha iyi anladım. Aylin Hanım’a duygularımı açmak, bu süreçte attığım önemli bir adımdı.

Aylin Hanım, nazik bir şekilde devam etti: “İçinde biriktirdiğin duygular, sana zarar verebilir. Ağlamaktan çekinme, ama aynı zamanda hayallerini ve planlarını da düşün. Gelecekte ne yapmak istediğini biliyor musun? Belki de bu zorlu süreçte sana yol gösterecek bir plan yapmanın zamanı gelmiştir.”

“Öğretmenlik bitirdim, atanıp mesleğimi yapmak istiyorum,” dedim.

“Sizi içtenlikle tebrik ediyorum. Size tavsiyem, bu yıl önce sağlığınıza odaklanarak kafanızı toparlamaya çalışın. Ardından, hayalleriniz ve hedefleriniz doğrultusunda seneye sınavlara hazırlanabilirsiniz. Sağlığınız yerinde olduğunda, başarıya ulaşmanız çok daha kolay olacaktır.”

Gözyaşlarımı silerken, “Çok zor bir süreçten geçiyorum. Umarım dediklerinizi başarabilirim,” dedim.

Aylin Hanım, yanımdan ayrılmadan önce son bir kez bana gülümsedi. “Hayatın getirdiği her zorluk sizi daha da güçlendirir. Ben size inanıyorum, siz de kendinize inanın.”

Aylin Hanım’ın odadan çıkmasının ardından, tek başıma kaldım. Gözlerimi kapatıp düşüncelere daldım. Aylin Hanım’ın söyledikleri aklımdan çıkmıyordu. Güçlenmek ve kendime inanmak. Belki de içimdeki gücü yeniden keşfetmenin zamanı gelmişti.

Elif’i merak ediyordum; henüz gelmemişti. Telefonuma uzandım, ekran karanlıktı; şarjı bitmiş olmalıydı. Şarj aletini Elif’ten almayı unuttuğumu fark ettim. Acaba aradı mı? Bu saate kadar gelmemesi pek normal değildi. Umarım önemli bir şey yoktur.

Kısa bir süre sonra kapı yeniden çaldı ve içeri bir görevli girdi. Tepsiyle getirdiği yemeği yanımdaki masaya bıraktığında, teşekkür ettim. Yemek iştah açıcı görünüyordu, ancak iştahım hâlâ yerinde değildi. Tepsiyi yavaşça kendime çektim ve bir lokma aldım. Her lokma, iyileşme sürecimin bir parçası olduğunu hatırlatıyordu. Yavaş yavaş yemeğimi yerken, geleceğimle ilgili yapacağım planlar üzerine düşünmeye başladım.

Çiçeklerin kimin gönderdiğine değil, notlara odaklanmam gerektiğini fark ettim. Bu notlar, iyiliğimi düşünen ve tekrar ayağa kalkmamı isteyen birinin dilekleriydi.

Aylin Hanım’ın verdiği boş defter ve kalemi elime aldığımda, içimde kararlılık ve biraz endişe vardı. Defter, duygularımı ve düşüncelerimi kağıda dökmek için önümde duruyordu. Kalemimi elime aldım ve yazmaya başladım. Her harf, kalbimde biriken duyguları dışa vurmanın bir yoluydu. Bugün, yaşadıklarımı ve içimdeki boşluğu ifade etmek için bu satırları yazıyorum. Belki de kelimeler, içimdeki karmaşıklığı ve acıyı biraz olsun hafifletir.

Bu boş defter, artık benim en yakın arkadaşlarımdan biri oldu. Adını “Umudun Rüzgârı” koydum; her savrulduğumda yanımda olacak ve birlikte toparlanacağız. Yavaş yavaş, bu zorlu dönemin sonuna yaklaşmayı ve yeniden ışığı bulmayı diliyorum. Belki bir gün bu günlerin hatırası sadece bir geçmişin parçası olarak kalır ve yeniden başladığımda, daha güçlü ve umut dolu bir şekilde yoluma devam ederim.

Sevgili Günlük,

Hastanede kaçıncı günüm olduğunu artık bilmiyorum. Zaman kavramı benim için kaybolmuş gibi, sanki günler birbirine karışıyor.

Sabahları hep aynı şeyler: hemşireler, doktorlar, ilaçlar... Sanki bir döngüye hapsolmuşum ve hiçbir şey değişmiyor. Günler hızla geçip giderken, ben aynı yerde, aynı boşlukta takılıp kalmış gibiyim. Bu günlüğe yazarken içimdeki boşluğun ne kadar derin olduğunu tekrar fark ediyorum.

Annemin ve babamın olmadığı bir dünyada yaşamanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Gözlerimi kapattığımda, onların sesleri, gülüşleri, kokuları zihnimde canlanıyor. Ancak bu bir rüya değil, gerçek. Bu gerçeği kabul etmek ne kadar zor, kelimelere dökmek bile güç.

Bugün Aylin Hanım’la konuştuk. Bana, duygularımı yazmanın içimdeki yükü hafifledebileceğini söyledi. Başta tereddüt etmiştim; kalemi elime almak, o yükü yeniden yüzeye çıkarmak gibi geldi. Ama şimdi yazarken anlıyorum ki bu satırlar, içimdeki karmaşayı anlamama ve kabul etmeme yardımcı olabilir. İyileşmeye çalışıyorum ama ruhumun toparlanması bedenimden çok daha zor.

Yazmak bana bir kaçış gibi geliyor, belki de bir teslimiyet. Bu sessizlikte, içimdeki karmaşayı kâğıda dökmek bir nebze de olsa rahatlatıcı. Belki bir gün bu karanlık günlerin üstesinden gelebilirim. Belki bir gün yeniden ışığı bulabilirim.

Bu defter artık en yakın arkadaşım oldu. Ona "Umudun Rüzgârı" adını verdim. Her düştüğümde, her savrulduğumda yanımda olacak. Karanlık günlerimde bana güç verecek, aydınlık günlerimde sevincimi paylaşacak.

Umudun rüzgârı hiç dinmesin...

Loading...
0%