@sedadncr
|
"Yaşam, zorluklar karşısında yenilgiye uğramak değil, her yenilgiden sonra tekrar ayağa kalkabilmektir." Bu defter, benim için sadece bir kâğıt yığını değil; içimdeki fırtınaların, sessizce bekleyen umutların ve geçmişle gelecek arasındaki köprülerin yansımasıydı. Yazdıkça, kendi iç dünyamı daha iyi anlıyor, kendimi daha da güçlü hissediyordum. Notu birkaç kez okudum. Tanımadığım birinin kaleminden çıkan bu basit ama anlamlı sözlerin bana ne kadar güçlü bir destek verdiğini fark ettim. El yazısının sıcaklığı, notun içindeki mesajın derinliğini ve samimiyetini hissettiriyordu. Gizli kalmış bir şeyin er ya da geç ortaya çıkacağını biliyordum; bu yüzden içim rahattı. Karşılaştığım zorluklara rağmen, bu küçük ama güçlü destek bana umudumu kaybetmemem gerektiğini hatırlatıyordu. Gece boyunca gözlerim kapalıydı ama uyuyamadım. Uykusuzluk ve yorgunluk giderek arttı. Gözlerim kapalı şekilde rahatlamaya çalıştım. Sessizlikte düşüncelerle boğuşurken, sonunda uyuyakalmışım. Sabah olmuştu. Depremin üzerinden ne kadar zaman geçtiğini hatırlamakta zorlanıyordum; günler birbirine karışmış, takvim yaprakları hızla dönüyordu. Zaman, bir nehrin akışı gibi hızla geçerken, bizler eski düzenimize geri dönmeye çalışıyorduk ama her şey artık çok farklıydı. Geceyi gündüze, akşamı sabaha karıştıran bir belirsizlik içinde bir günün süresini bile kestiremiyordum. Her an, geçmişin ve geleceğin arasındaki ince çizgide savruluyor, zamanı anlamak yerine onun hızına kapılmak zorunda kalıyordum. Her şeyin değiştiği bu dünyada, değişmeyen tek şey buydu: zamanın akışı ve bizim ona tutunmaya çalışmamız. Kapı çaldığında irkildim ve karşımda doktor beyi gördüm. “Bahar Hanım,” dedi gülümseyerek. “Nasılsınız bugün?” “Merhaba doktor bey.” "Sizin için güzel haberlerim var. Ayağınızdaki iyileşme beklediğimizden daha hızlı ilerliyor. Dikişleriniz de gayet güzel kaynamış. Artık yavaş yavaş yürümeye başlayabilirsiniz." “Gerçekten mi? Bu harika bir haber!” Dikişlerin iyileştiğini ve yürümeye başlayabileceğimi duymak, yalnızca bir tıbbi gelişme değil, aynı zamanda içimde sıkışıp kalmış korkuların da çözülmesi gibiydi. Artık adımlarımı dikkatle atacak, bedenimle birlikte ruhumu da iyileştirecektim. "Bu noktaya gelmenizde sabrınız ve güçlü iradeniz etkili oldu. Şimdi, küçük adımlarla başlayacağız ve bu süreçte Melis Hanım size rehberlik edecek. Kendinizi fazla zorlamamanızı öneririm; önemli olan sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesidir." "Başka bir şikâyetiniz var mı?” diye sordu doktor. “Hayır, şu anda başka bir şikâyetim yok. Yürümeye başlamak için sabırsızlanıyorum. Çok teşekkür ederim.” Doktor odadan çıkarken, hemşire Melis ile baş başa kaldım. Mutluluğumu paylaşarak sordum: “Yürüyebilir miyim?” Melis Hanım gülümseyerek yanıtladı: “Çok az işim var, hemen geliyorum ve yürümeye başlıyoruz, tamam mı?” "Olur, sizi bekliyor olacağım," dedim. Elif’in desteğiyle lavaboya gitmeye alışmıştım. Onun olmadığı zamanlarda hemşire hanım yanımda olmuştu. Ancak Elif odada olmadığı için, kendi başıma hareket etmenin yollarını aramaya karar verdim. Koltuk değneklerini dikkatlice kolumun altına yerleştirerek lavaboya yöneldim. Her adımı titizlikle atıyor, her şeyin yolunda olduğundan emin olmaya çalışıyordum. Hareket ederken kendimi yorgun hissetsem de cesaretimi kaybetmedim. Her küçük adım, özgürlüğümü geri kazanmanın bir parçasıydı ve bu düşünce beni motive ediyordu. Lavabodan dönerken bir ses duydum. Kapı açıktı ve konuşma sesleri geliyordu. Melis Hanım’ın telefonla biriyle konuştuğunu fark ettim ve konuşmanın detaylarını anlamak için dikkatle dinledim. Hemşire Melis'in Konuşması "Merhaba, odadaydım, telefonuma bakamadım. Durum hakkında sana biraz bilgi verebilirim. İyileşme süreci olumlu yönde ilerliyor. Dikişler iyice kapanmaya başladı ve artık adım adım yürümeye başlıyoruz. Umarım bu gelişmeler seni de sevindirir." Sözleri olumlu olmasına rağmen, sesindeki titreme beni huzursuz etti. Kime bilgi verdiğini tam olarak anlamasam da bu konuşmanın benimle ilgili olduğu aşikardı. "Ayaklanmışsınız Bahar Hanım," dedi, sesi hafifçe titreyerek. "Kapı açık kalmış, kusura bakmayın. Telefon konuşmamı duydunuz sanırım?" Melis Hanım’ın gözlerine bakarak hafif bir gülümsemeyle yanıtladım: "Evet, konuşmanızı duydum." Kendimi olabildiğince rahat göstermeye çalışsam da içimde tuhaf bir huzursuzluk vardı. Melis Hanım'ın konuştuğu kişinin kim olduğu ve neden böyle kaygılı olduğu konusunda kafamda birçok soru belirdi. "Ameliyatınıza katılan diğer doktorunuz da durumunuzu öğrenmek için aramıştı. Ona iyileşme süreciniz hakkında bilgi verdim." Melis Hanım’ın biraz tedirgin ve kaygılı tavrı, içimde bir huzursuzluk yaratıyordu. Nedenini tam olarak bilmiyordum ama ona tam anlamıyla güvenemiyordum. "Şimdi biraz yürüyebilir miyim?" diye sordum, huzursuzluğumu gizlemeye çalışarak. "Tabii ki, Bahar Hanım," dedi. "Küçük adımlarla başlayabiliriz." Sesinde hâlâ bir miktar tedirginlik vardı ama bu sefer, profesyonelliği devreye girmiş gibi görünüyordu. Yanıma yaklaştı ve koltuk değneklerini doğru tuttuğumdan emin olmak için hafifçe destek verdi. Adımlarımı atarken cildimin her gerilmede hafifçe acıdığını, üzerine bastığımda ise ağrıyı hissediyordum. Bu, zorlayıcı bir deneyimdi ama ayakta durup yürüyebilmenin, kendi ihtiyaçlarımı karşılayabilmenin mutluluğunu yaşıyordum. O anlarda acı, bir yandan beni zorlasa da bir yandan da iyileşme sürecinde olduğumun bir işaretiydi. Hastaneden bir an önce taburcu olmayı o kadar çok istiyordum ki, koridorda yavaşça ilerlerken her adımda hastane odalarından gelen sesler ve yayılmış ilaç kokuları beni bu sürecin gerçekliğiyle yüzleştiriyordu. Sağlığın ne kadar kıymetli olduğunu her adımda, her nefeste daha iyi anlıyordum. Yanımda sessizce yürüyen hemşire Melis, cesaret verici bakışlarıyla bana destek oluyordu. "Harikasınız, Bahar Hanım," dedi. "Her adımda daha da güçleneceksiniz." Onun bu sözleri bir anlık bir sıcaklık verdi içime. Melis Hanım’ın rehberliğinde dikkatlice yürürken, koridorun sonunda hızla yaklaşan bir sedye dikkatimi çekti. Üzerinde genç bir kız yatıyordu; oldukça bitkin görünüyordu. Gözleri kapalıydı, teni solgundu ve derin bir uykuya dalmış gibiydi. Solgun yüzü, yaşadığı zorlukları ve mücadeleyi anlatır gibiydi. Sedyeyle geçen genç kıza merakla baktım ve hemşire Melis'e sordum: "Bu kızın durumu nedir? Enkazdan mı kurtarıldı?" Hemşire Melis, başını yavaşça sallayarak, “Evet, Bahar Hanım, enkaz altından kurtarılanlardan biri. Durumu hakkında daha fazla bilgi veremiyoruz, hasta hakları nedeniyle. Umut edelim ki sağlığına kavuşur,” dedi. Kısa bir sessizlik oldu. Hemşire Melis'in desteğiyle koridorda dikkatlice ilerlerken gözlerimi yere dikmiş, düşüncelere dalmıştım. Bir süre sonra, Melis Hanım'ın sesi beni kendime getirdi. "Bahar Hanım, biraz dinlenmek ister misiniz? Çok yoruldunuz." "Hayır, devam edebilirim," dedim kararlılıkla. Kendi sınırlarımı zorlamak istiyordum; bir an önce güçlenip hastaneden çıkmak, normal hayatıma geri dönmek için. Koridorda ilerlerken diğer hastaların ve sağlık çalışanlarının gözlerindeki umut ve endişeyi görmek, yaşadıklarımın gerçekliğini bana tekrar hatırlatıyordu. Herkesin kendi savaşı vardı; kimisi sevdiklerinin iyileşmesini bekliyor, kimisi ise kayıplarının yasını tutuyordu. Hayat gerçekten de garip bir yolculuktu. Odaya dönerken Melis Hanım, “Şimdi biraz dinlenme vakti,” dedi. “Kendinizi fazla zorlamayın.” Derin bir nefes aldım. Bu yürüyüş hem bedenime hem de ruhuma iyi gelmişti. Melis Hanım, yatağıma uzanmama yardımcı oldu. "Biraz dinlenin, Bahar Hanım," dedi ve "İhtiyacınız olursa ben buradayım," diyerek odadan çıktı. Ancak Melis Hanım odadan çıktıktan sonra, aklımda hâlâ Elif vardı. Şarjım bitmişti ve Elif’in geç saatte hala gelmemesi endişe vericiydi. Şarj aletini Elif’ten istemeyi unutmuş olmam da benim hatamdı. Yatağımda bir süre dinlenmeye çalıştım ama içimdeki sıkıntıyı bir türlü atamıyordum. Elif’e ulaşmanın bir yolunu bulmalıydım. Onun iyi olduğundan emin olana kadar rahatlayamayacaktım. Melis Hanım odadan çıkarken, "Bir şeye ihtiyacınız olursa çağırın," demişti. Şarj aletini bulmam gerekiyordu. Elif'in iyi olduğunu öğrenmeden gözlerimi kapatıp uyuyamazdım. Yavaşça yerimden kalkıp koltuk değneğimi kullanarak kapıya yöneldim. Kapıyı açıp koridora çıktım ve uzakta bir hastayla ilgilenen Melis Hanım'ı gördüm. "Melis Hanım," diye seslendim. Bana doğru dönüp gülümseyerek yanıma geldi. "Evet, Bahar Hanım? Bir şeye mi ihtiyacınız var?" diye sordu. "Telefonumun şarjı bitti ve acil bir arama yapmam gerekiyor. Şarj aleti temin etme imkânımız var mı?" diye sordum. "Tabii, elimde bir şarj aleti olabilir. Hemen kontrol edip, bulduğum takdirde size getireceğim," dedi. Melis Hanım şarj aletini getirmeye giderken ben de odamın kapısının önünde bekliyordum. O sırada koridorda bir genci gördüm. Yaklaşık 19-20 yaşlarındaydı, yorgun ve halsiz görünüyordu. Bugün sedyede gördüğüm kızın yakını olmalıydı; kız, bulunduğum kapının tam çaprazındaki odada kalıyordu. Çocuk tam odaya girerken seslendim, "Bakar mısınız?" Genç çocuk, seslendiğimi duyunca hafif bir tereddütle durdu ve bana doğru döndü. Yüzündeki yorgun ifade belirgindi. “Buyurun?” dedi, yüzünde şaşkın bir ifadeyle. “Şey, merak ettim,” dedim. “Yakınınızın durumu nasıl?” Bir an duraksadı, sonra başını hafifçe eğerek cevap verdi, “Ablam. Durumu pek iyi değil ama iyileşmesi için elimizden geleni yapıyoruz.” Gözlerinde endişe ve çaresizlik gördüm. O an, hastanedeki her bireyin kendi savaşını verdiğini bir kez daha anladım. “Ablanız umarım en kısa sürede iyileşir,” diyebildim. “Ben de enkazdan kurtarıldım ama ailemi kaybettim.” Sözlerimi bitirirken, boğazıma düğümlenen o yoğun duyguyu hissettim. “Yanlış anlamayın, sadece önemli bir şey olup olmadığını merak ettim.” Başını öne eğdi, sesi kısık çıktı: "Biz de ailemizi kaybettik." Bir an duraksadım, kelimeler boğazıma düğümlendi. "İyi misin, abla?" diye sordu ve yanıma geldi, gözlerinde derin bir hüzünle bana baktı. Kendimi kötü hissettim. "Kusura bakma," dedim, gözlerim dolarak. "Başınız sağ olsun. Sen sağlıklı görünüyorsun, çok şükür." "Üniversite evime yakın, duyduğum gibi geldim. Ablam çok zor bir süreçten geçiyor." Sesi titriyor ve gözleri doluyordu. Onun cesaretine hayran kalmıştım. Bu yaşta bu kadar büyük bir sorumluluğu üstlenmek, kendinden önce sevdiklerinin iyiliğini düşünmek, kolay değildi. "Neyi var tam olarak?" diye sordum nazikçe; sorularımla daha fazla üzmek istemiyordum. "Gördüğümde vücudu bir binanın çıkıntısından baş aşağı sarkıyordu. Bacağı, çok küçük bir parçasıyla asılı kalmıştı; aksi halde daha fazla kan kaybedebilirdi. Belki de herkesten önce yetişmiş oldum. Ablamı asılı gördüğümde hemen müdahale ettik ve onu kurtardık." Tüylerim diken diken olmuştu; duyduklarım kanımı dondurdu. "Nasıl, bacağını mı kaybetti?" diye sordum, sesim titreyerek. "Evet, bacağı ampute edildi. Ama şükürler olsun, hayatta. Ben onun ayağı olurum, yeter ki yanımda olsun. Çok kayıp verdik," dedi, gözleri dolarak. Çenesinin büzüldüğünü fark ettim; ağlamamak için kendini tutuyordu. Gözlerim istemsizce doldu; çok üzülmüştüm. Bu genç kızın yaşadığı travma, hayatını nasıl etkiler bilmiyordum. Kendi yaşadıklarımı düşündüm ve böyle büyük bir acıyı hissetmek gerçekten çok zor. Hayatın ne kadar kırılgan olduğunu ve her şeyin aniden değişebileceğini bir kez daha anladım. "Ablan için en büyük destek sensin. Bu zor zamanlarda birbirinize sahip çıkmanız çok önemli," dedim. "Yalnız değilsiniz. Burada, sizin gibi savaş veren birçok insan var." Sözlerimden ona bir nebze de olsa güç vermeye çalışıyordum. İki yabancı gibi görünsek de içimizde yaşadığımız duygular benzerdi. Ortak acımız bizi bağlayan bir köprü olmuştu. "Ne kadar güçlü bir kız ve senin gibi güzel kardeşi olduğu için çok şanslı. Ben de senin ablan sayılırım. Bir şeye ihtiyacın olduğunda bana gelebilirsin. Benim de kimsem yok artık," dedim, gözlerim dolarak ve ağlamaya başladım. Bu sözler, boğazımdaki düğümü çözmüş gibiydi. Karşımdaki çocuk da gözyaşlarına hâkim olamadı. İki yabancı, aynı acının getirdiği bir bağla o an için birbirimize sarılıp teselli bulduk. O sırada hemşire Melis geldi, elinde şarj aletiyle. "Bahar Hanım, iyi misiniz?" diye sordu. Genç çocuk hemen gözlerini sildi, toparlanmaya çalıştı. "Benim gitmem gerek; kendine iyi bak, abla," dedi ve hızla ablasının odasına girdi. Ona bir şeyler söylemek istedim ama sözler ağzımdan çıkmadı. Sadece başımı sallayarak veda ettim. Hemşire Melis bana dönüp, "İyi görünmüyorsunuz, biraz dinlenmek ister misiniz?" diye sordu. Melis Hanım’ın gözlerinin içine bakarak, "Herkes hayatında kayıplar vermiş, veriyor da... Siz de görevinizi yaptınız, söylemeyerek. Ama gerçekler çok acı, maalesef," dedim. Şarj için teşekkür ederek odama geçtim. Telefonu şarja taktım ve açılmasını bekledim. Telefon açıldığında, gözyaşlarımı koluma silerek hemen Elif’i aradım. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra sonunda cevap verdi. “Elif, neredesin? İyi misin? Çok merak ettim seni. Şarj aletini de senden almayı unutmuşum.” “Bahar, annemle ilgileniyordum, sana ulaşamadım. Endişelendiğini biliyorum. Ben de seni çok merak ettim.” “İyi misiniz, Elif? Sesin tuhaf geliyor. Neredesin şimdi?” “İyi değilim, Bahar. Sadece biraz sakinleşmeye çalışıyorum. Şu anda hastanedeyim. Annemin tansiyonu aniden yükseldiği için acile geldik. Evde ne yaptıysam düşüremedim, çok korktum. Senin yanına da gelemedim. Yalnız bırakmak istemezdim.” “Elif, önemli olan annenin iyi olması. Meral teyze şimdi nasıl?” “Annem şu anda daha iyi. Doktorlar dil altı ilaç verdi ve dinlenmesi gerektiğini söylediler. Onunla ilgileniyorlar. Ama seni orada yalnız bıraktığım için çok üzgünüm. Senin yanına hemen gelmek istedim ama annem... Anlayışını bekliyorum,” dedi titreyen sesiyle. “Elif, böyle düşünme. Senin annenin yanında olman gerekiyor. Meral teyze ile ilgilen. Ben odamda dinleniyorum, merak etme. Telefonda haberleşiriz.” “Sen de dikkat et, Bahar. En kısa zamanda görüşürüz. Kendine iyi bak, tamam mı?” “Sen de, Elif. Annenle ilgilen ve kendine dikkat et. Her şey yoluna girecek.” Telefonu kapattıktan sonra zihnimde oluşan düşünceleri durduramıyordum. Bugün yürümeye başladığımın ilk günüydü ve bu yüzden sevinçliydim. Peki şimdi? Herkesin hayatında zorlu bir mücadele vardı. Çok fazla acı yaşadık; bu acıların üstesinden gelebilecek miyiz, kim bilebilir ki? Hastaneye geldiğimden beri haberleri hiç kontrol etmemiştim; insanlar neler yaşıyor, ne kadar kayıp var, hiçbir fikrim yoktu. Hastanede geçirdiğim süre boyunca, insanların yaşadığı acıları ve kayıpları daha derinden hissediyordum. Haberleri takip edememek, dış dünyadan kopmuş hissetmeme neden oldu; ama burada olanlar, gerçek hayatın ta kendisiydi. Her birimiz farklı zorluklarla boğuşuyoruz ama özellikle o kızın hikayesi beni derinden etkiledi. Hissettiğim yoğun duygular, denizin ortasında çırpınan birinin yaşadıkları gibiydi. Ağlarken kapı çaldı. Gözyaşlarımı koluma silerek sakinleşmeye çalıştım. Melis Hanım gelmişti. "Bu güller sizin için, Bahar Hanım," dedi hemşire. Çiçekleri alırken teşekkür ettim ve odadan çıktı. Çiçeklerin arasına iliştirilmiş yine küçük bir not vardı. El yazısıyla yazılmıştı. "Sevgili Bahar, Not: Hayatının her anında güçlü olmayı hatırla. Mavi gül, sakinliği ve derin düşünmeyi simgeler. Sen de her adımda sakin kalarak ilerle. Güçlü olacaksın, eminim." Bu umut dolu mesaj, içimdeki fırtınaları tamamen dindiremese de kalbimde bir ışık yakmayı başarmıştı. Tanımadığım bir elden gelen bu satırlar, birinin bana umut vermek istemesi, yüreğime dokunmuştu. "El yazısıyla notları yazacak kadar cesaretliyse, karşıma çıkma konusunda da aynı cesareti gösterebilecek miydi? Bunu ancak zaman gösterecekti." Yeni bir gündü... Uyandığımda odada hafif bir loşluk hâkimdi. Dün akşamın getirdiği yorgunluk gözlerimde derin bir ağırlık bırakmıştı. Yeni bir gündü ve her şeyin daha güzel gitmesi umuduyla başlamasını diledim. Tam o sırada kapının çaldığını duydum; yemeğim gelmişti. Yemeğimi yerken Elif’e bir mesaj attım: "Meral teyze nasıl oldu? Lütfen beni bilgilendir." Tam o anda Melis Hemşire, yüzünde hafif bir gülümsemeyle odaya girdi. Sessizce yanıma oturdu ve günün planını anlatmaya başladı: "Artık fizik tedaviye başlayabiliriz. Sıradaki adım güçlendirme çalışmaları olacak," dedi. “Kendimi güçlü hissediyorum, Melis Hanım. Bugün başlayabileceğimiz fizik tedavi seanslarına dışarıdan katılarak taburcu olmak istiyorum. Bu mümkün mü?” diye sordum. Aklım hâlâ Elif'ten gelecek cevaptaydı. Telefonumun ekranına baktım, henüz bir mesaj yoktu. Hemşire Melis bir an düşündü ve ardından, "Bahar Hanım, bu oldukça büyük bir adım ve önemli bir karar. Öncelikle doktorunuzla bu konuyu görüşmemiz gerekecek. Eğer doktorunuz da onaylarsa, taburcu olma sürecini başlatabiliriz ve fizik tedavi seanslarına dışarıdan devam edebilirsiniz," dedi. Doktor beyle konuşmak için Hemşire Melis odadan çıktı. Telefonumdan gelen bildirim sesini duydum. Elif’ten gelen mesajı hızla açtım: “Bahar, annem şu an daha iyi. Evdeyiz, sana geliyorum birazdan. Sen nasılsın? Seni çok merak ettim.” Hemen mesajı yanıtladım: “Elif, annenin iyi olmasına çok sevindim. Ben de iyiyim; taburcu olmayı çok istiyorum ve büyük ihtimalle bugün ya da yarın taburcu olacağım. Seninle görüşmek için sabırsızlanıyorum. Nasıl gidiyor? Seni çok özledim.” Bir süre sonra Hemşire Melis tekrar odaya geri döndü. "Çabuk geldiniz, Melis Hanım. Sanırım her şey yolunda?" dedim. Elindeki dosyaya bakarak yanıma geldi. "Gerekli kontrolleri yaptık, Bahar Hanım," dedi Melis Hanım. "Doktorunuzla görüştüm; taburcu olma sürecinizi başlatmak için onay alındı. Çıkışınız için her şeyi organize ettim. Sadece belgelerin imzalanması gerekiyor, onu da çıkışta halledersiniz." Bu sözleri duymak için haftalardır beklediğim an gelmişti; nihayet eve dönebilecektim. Ancak Melis Hanım, gitmeden önce bir öneride bulundu: "En azından bugün bir seansımıza başlayalım. Uygun mudur?" "Tabii, başlayabiliriz," dedim. Artık taburcu olacaktım ve içimdeki heyecanı hissettim. Tedavinin odak noktası, ayağımın hareket kabiliyetini geri kazandırmaktı. Fizik tedavi odasına adımımı attığımda, diğer hastaların yakınlarıyla yan yana olduklarını gördüm. Bu görüntü, içimde tarifi zor bir boşluk bıraktı. Ailemin yokluğunu daha da çok hissettim. Kapıda bekleyen herkesin bir yakını vardı. Bu anlar, yüreğime saplanmış bir hançer gibiydi; içimdeki hüzün, keskin bir acı bırakıyordu. Fizik tedavi seansının başladığı odada, çevremdeki herkesin destekleyen bakışlarını hissetmek beni biraz daha güçlendirdi. Her adımı sabırla ve azimle atıyordum. Melis Hanım, bana rehberlik ederken, "Yavaş ve sabırlı ol, Bahar; her adım önemli," dedi. İlk birkaç hareket ağrılıydı, ama bu beklenmedik bir durum değildi. Zamanla, vücudum yeniden eski esnekliğini kazanacaktı. Melis'in yönlendirmeleriyle, her adımda biraz daha ilerleme kat ediyordum. "İyi gidiyorsun, Bahar, aynen böyle devam et," diyerek beni teşvik etti. Seansın sonunda, yorgun ama gururlu bir şekilde içimden "Başardım," dedim; bu adımı da atlattım. Ter içinde kalmış ve bitkin düşmüştüm, bu yüzden hemşireler beni tekerlekli sandalyeyle odama götürdü. Hemşire Melis, nasıl dinlenmem gerektiği konusunda bazı önerilerde bulundu. "Bugün güzel bir iş çıkardın, Bahar. Eve döndüğünde bu tempoyu korumaya çalış, dinlen ve kendine zaman ver," dedi. Yatağıma uzandım ve yorgunluğun verdiği ağırlığı tüm vücudumda hissettim. Tam o esnada hemşire Melis'in telefonuna bir mesaj geldi. Gözlerinde bir anlık endişe belirdi, kaşları hafifçe çatılmıştı ama hemen ardından hafif bir gülümsemeyle, "Birazdan geliyorum, Bahar Hanım," diyerek odadan çıktı. Melis'in bu ani değişimi beni biraz meraklandırmıştı; ne olduğunu anlamaya çalıştım ama çok yorgundum. Telefonumu elime aldım ve bir bildirim vardı. Hemen açtım, Elif yazmıştı: "Yola çıktım Bahar, geliyorum." "Tamam dostum, bekliyorum," dedim. Telefonumu masaya bırakıp odanın penceresinden dışarı bakmak istedim. Hava serindi, sonbaharın kendini iyice hissettirdiği o dönemlerden biriydi. Güneş neredeyse hiç görünmüyordu, gökyüzü bulutlarla kaplıydı. Ağaçların yaprakları sararmış ve bazıları dallardan süzülerek yere düşmüştü. Derin bir nefes alarak pencerenin pervazına yaslandım, bu anın tadını çıkarmaya çalışıyordum. Başımı aşağı eğdim ve hastane bahçesinde hemşire Melis’in bir adamla ciddi bir konuşma yaptığını fark ettim. Adamın sırtı dönüktü, bu yüzden yüzünü görememiştim. Melis’in yüz ifadesi, bir şeylerin yolunda gitmediğini düşündürecek kadar ciddiydi. Konuşurken bakışlarında bir gerginlik vardı. Bir süre ikisini izledim; Melis sonunda başını eğerek durdu ve adamla vedalaşır gibi bir hareket yaptı. Bu sırada ben de pencerenin kenarından uzaklaşarak tekrar odanın içine döndüm. Melis'in dışarıda kimle ve ne hakkında konuştuğunu bilmiyordum; ama az önce gördüklerim, içimde beliren o küçük endişe kıvılcımını alevlendirmeye yetmişti. Yatağıma geçtim. Tam bu düşüncelerle boğuşurken cep telefonum aniden çalmaya başladı. Ekranda gördüğüm isimle kalbim duracak gibi oldu. Numara tanıdıktı. Annem! |
0% |