Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. Bölüm

@sedeffa

 

ACI EŞİĞİ

 

Hayatın perdesi, gizemli bir tiyatro sahnesi gibi… Kocaman bir perdede kendi hikâyesini yazan, oynayan ve izleyen bir aktör gibiyim. Yaşamak ya da yaşamamak arasında ki bu çizgide, garip bir yalnızlık duygusu içindeyim.

Ölüm düşüncesi, bir gölge gibi peşimde… Belki de sadece kayıplar ile yoğrulmuş, acıların şahidi olanlar bu hissi tam olarak anlayabilirler.

Annem öldü. Öz annem sandığım annem… Gerçek annem ise yaşıyor.
Babam sandığım adam nerede biliyorum. Ama uzağım. Gerçek babam hakkında ise en ufak bir fikrim yok.

İkimiz de battaniyeye sarılı bir şekilde acı dolu bir film izliyoruz. Duygusal bir ritimle işlenmiş, can yakan kayıplarla dolu bir film…

Gözyaşlarım, sessizce yanaklarımdan süzülüyor. Başım Elâ’nın omzunda; o da benimle birlikte ağlıyor. O bu filme, ben hayatıma dair her şeye…

"Sen kolay kolay ağlamazdın.’’ Dedi sesi çatallanırken. Elini saçlarımda dolaştırırken, bir annenin şefkatiyle okşayıp, yumuşak bir öpücük bırakıyor. Saçlarından yayılan lavanta kokusu, hüzünlü kalbimi bir nebze olsun sakinleştiriyor.

‘’Bu oldukça hüzünlü…’’

Sesim boğuk. Koca bir yalanın içinde kaybolmuşum. Lanet olası koca bir yalan.

...

İnsan ne kadarına dayanır? Herkesin acı eşiği farklı olurmuş.
Genimin getirdiği avantaj dayanıklı yapıyor beni evet. Peki ya ruhum?
Ruhuma ne etkisi var? Ya da yok. Yok çünkü kendimi bu sıralar oldukça zayıf hissediyorum. Ruhum çırpınıyor. İçimdeki o kız çocuğu krizde. Krizde ama atlatacak. Zorunda, zorundayız, zorundayım.
Ona ben yardım edeceğim. Elinden tutacağım ve gerçeğe uyanacağız.

Bu karanlık kuytu köşede haykıran o kız çocuğu kim? Beyazlar içinde.
Beyaz... Masumiyetin rengi ve ben bu rengi nefretle karışık duyguyla taşıyorum. Biliyorum. Lanet olsun biliyorum. Ben beyazımı lekeledim.

Koruyamadım. Koruyamadık.

Deliler gibi ağlıyor arkası bana dönük kız çocuğu. Ayaklarım ona doğru adımlarken bir güç beni ona doğru sürüklüyor. Ağlaması şiddetli. Hıçkırıklar içinde acı dolu. Yarı öfkeli sesi…

İçimi dağlıyor. Nefesim bana yetmiyor. Bedeni yavaş yavaş bana dönüyor. O an ayaklarım yere mıhlanıyor. Kıpırdayamıyorum.

"Yardım et bana!"

Bağırıyor. Üzeri kanlı. Elini karnından sızan o uğursuz renk ıslatıyor. Kırmızılık git gide artarken üzerine vuran beyaz ışık her şeyi göz önüne seriyor.

"Kanıyorum yardım et."

Acı içinde sesi yardım dileniyor çaresizce. Sesi daha alçak. Ne bir söz çıkıyor ağzımdan ne de hareket ediyorum. Bu canını yakıyor ve bana doğru adımlamaya başlıyor.

"Ölüyorum yardım et!"

Bu sefer öfkeli… Yeşil gözler öfke ve acı içinde parlıyor. Geriye adım atmaya başlıyorum. Bir adım, iki, üç...

"Durdur şu kanı!"

Siyah saçları omuzlarına dökülmüş. Bir tutamına kan bulaşmış, ıslak. Kanın kokusunu alıyorum. Halâ bana doğru adımlıyor.

"Dur, gelme."

Bende geriye doğru adımlıyorum. Sesim kısık ve korku dolu. Dehşet ve şaşkınlık içindeyim.

"Kanımızı durdur." derken adımları duruyor. Bende olduğum yerde duraksıyorum.

"Ölmek mi istiyorsun?"

Hüzün dolu bir bakış atıyor. Sonra gözlerinden yaşlar süzülmeye başlıyor.

Çocukluğum karşımda. Benim. Biziz. Karşı karşıya. Benle, bizle. Gözleri bana kenetli.

"Ölmemi istiyorsun. "

Kanlı elleri gözyaşlarını silerken kan bulanıyor o beyaz tene, masum yüzüne…
O anda ellerimdeki ıslaklığı hissedip havaya kaldırıyorum ellerimi. Ellerim kanlı. Gözlerim dehşetle irileşirken ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Çocukluğum o an yere yığılıyor.
Telaşlanıyorum. Ellerimdeki kanı korku ile temizlemeye çalışırken üzerime siliyorum. O uğursuz sıvı benimde üzerimi kaplıyor. Yerde yatıyor.

"Ölmemi istiyorsun." derken sessizce fısıldıyor.

Ona doğru hızla koşmaya başlıyorum. Yere diz çöküyorum. Kanlı elim kanlı yüzüne değmeden bedeni yok oluyor. Sonra kulaklarımı acı dolu bir çınlama sarıyor ve karanlık yavaş yavaş dağılıyor.

"Güneş?"

Her yanı beyaz ışık kaplıyor.

"Güneş, uyan."

Gözlerim hızla aralanırken doğruluyorum. Gözlerim odağını buluyor. Elâ. Saçları dağınık, uykudan yeni uyanmış. Bir elim bileğini sıkıca kavramış. Nefes nefeseydim. Bileğindeki elimi gevşetirken derin bir nefes veriyorum.

...

Elâ ile erkenden kalkıp sabah koşusuna çıktığımızda izlendiğimizin farkındayım.
Timuçin dün akşam benden habersiz Elâ'ya mesaj atmış ve kız kıza film gecesi teklifinde bulunmuştu.
Derdi benim yalnız kalmamam ve kendimi toparlamamdı.
Şafak konusunda ısrarlıydı. Bende gelmesi konusunda… Ama kaçınılmaz sonu erteleyemeyecekti. Biliyordu.
Oyunun kazananı ben olacaktım ama o denemekten ve ümit etmekten vazgeçmeyecekti.

Spordan sonra duş alıp güzel bir kahvaltı yaptık. Sonra evden çıktık.
Güzel sakin bir kafede kahvemizi yudumlarken eskilerden bahsedip keyiflendik.
Örgülü altın sarısı saçlarından firar eden tutamları kulağının arkasına sıkıştırdı.

"Çalışmalar nasıl gidiyor?"

"Yorucu ama güzel."

Heyecanla gülümserken küçük zarif beyaz dişler ışıl ışıl parıldıyor.

"Güzel bir müzikal olacak. Tema neydi?"

"Güç, aşk ve masumiyet üçlüsü. "

"Masumiyet…"

"Evet."

"Biçilmiş kaftansın. Eminim aşk teması da Leyla'nın ruhunda can bulur."

"Ya Güneş." derken gülümsüyor.

"Ne? Aşk kadını işte. Tutku, ihtiras, dişilik."

Kahkaha attık.

"Hiç sevmiyorum o kızı."

"Öyle olduğuna bakma."

"Tamam, olabilir ama sahnede çok iyi." dedim. Yetenekli bir sürtüktü.

Savaş denince akan sular duruyordu Leyla için. Ama Savaş onun için sadece ulaşılmaz bir hayal olarak kalmıştı.

"İsim netleşti mi?"

Sütlü kahvesini yudumladı.

"Günahın üç rengi."

"İlgi çekici."

"Evet. Farklı isimler üzerinde düşünsek bile oyun kendi adını kendi koydu aslında. Sıradan gibi ama bozmak istemedim. Üç renk konseptimiz. Gelenler bu temaya bağlı kalıp bu üç renkten birine bürünecek. Siyah, beyaz ve kırmızı… Maske gibi düşün."

"Farklı. Kimin fikriydi?"

"Bizim çocukların fikriydi. Büyülü bir ortam yaratmak istiyorlar."

"Mükemmel olacağından eminim. İşin içinde sen varsın."

Utangaç bir şekilde gülümsüyor. Evet iltifatlar onu utandırıyor.

"Senaryoyu yazan kız çok yetenekli. Tesadüfen karşılaştık bir kitap kafede. Onun için büyük bir şans bu. Umarım hayallerini gerçekleştirmesinde başarılı olurum. Gerekli kişiler ile görüşeceğim. Bu onun için bir başlangıç olacak."

"Ne şanslı ki senin gibi biriyle tanıştı."

"Kader diyelim. Olacağı vardı. Bende aracı oldum. Gerçekten hak ediyor."

"Bu kahve beni kesmedi ya. Bakar mısınız? Bir filtre kahve daha alabilir miyim?"

"Hemen geliyor."

"E, Güneş. Yeni yıldan dileğin ne?"

"Sadece takvim değişiyor işte. Bir dileğim yok."

"Hiç mi?"

"Hiç."

"Ya senin?"

"Ben her şeyin olduğu gibi yolunda devam etmesini istiyorum. Bilindik işte."

"Umarım her şey çok güzel olur. Seni iyi bir gelecek bekliyor."

"Peki ya seni?"

...

Karanlık bir gece gibi… Önümde iki yol ayrımı duruyor; bir yanı aydınlık, diğeri zifiri karanlık.
Seçsem birini, yolum beni kendine çeken o karanlık sokak oluyor.
Neden böyle bilmiyorum. Niye aydınlığı isteyen o tarafta olmadım? Biliyorum. Biliyorsun diyor içimdeki o kız çocuğu. Hayal kırıklıkları ile inşa ettin bu taştan duvarları. Yıktın ve o enkazdan çıkamadın. Yolum belli belki, belli ama bazen de istiyorum o karanlık gecemi mum ışığı ile aydınlatmayı…

Ama o kısacık anda canlı ışık yerini cılız bir ışığa bırakıyor.

Sanat okuluna Elâ’yı bıraktığımda, içeri adım attım ve kendimi müziğin dinginliğine bıraktım. Salon, birbirinden yetenekli gençlere ev sahipliği yapıyordu. Sanat çocukları, on iki güzel ruh, her biri elinde bir enstrümanla bir bütün haline gelmişti. Piyano, gitar, çello, keman, bateri, flüt… Müzik adeta büyülü bir güçtü. İnsanın içine işleyen mükemmel bir tat… Kapı pervazına yaslanmış, bu muhteşem manzarayı izliyordum. Elâ, burada bambaşkaydı. Yüzünde huzur vardı. Eviydi burası, sığınağıydı; dışarıdaki gerçeklerden ve tehlikelerden habersiz…

Aklıma o karşılama anı geliyor sonra. Zihnimde Mavi’nin yüzü beliriyor. Ardından o anlar ve karanlık gerçekler… Şimdi, farklı ve temiz bir sayfanın kapısındayım. Geriye dönüp, büyülü gerçeklikten çıkarak kendi gerçekliğime doğru adımlıyorum.

 

Loading...
0%