Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@sedeffa

 

BEKLENEN GÜN

 

Gözüm karaydı. Bu süreçte tek odak noktam Mavi ve ben onun bana gelmesini bekliyorum. Tehlikenin gölgesi içinde yürüyordum, kendi düşüncelerimle baş başa. Lanet olsun, lanet olsun! Canım niye böyle yanıyor? İçimdeki nefret niye bu kadar büyüyor?

Biyolojik annemin beni yok sayışı… İçimde asla kapanmayacak bir yara açmıştı. Canını yakmak istiyordum. Boş versem peki olmaz mıydı? Olmuyor, lanet olsun ki olmuyor.

Zaman sancılı geçti. Öyle yavaş… Mavi'nin bana gelmesini beklemem boştu. Etrafım avcılarla sarılıyken bu pekte mümkün değildi.


Timuçin zor yoldan ikna olacaktı ve o yol bu karşılaşmaydı.

Birkaç günüm dolu dolu geçti. Kendimi Mavi’ye her açıdan gösterdim. Bu ona bana gel demenin dolaylı bir yoluydu. Bu süreçte Timuçin’in benden ayrı geçirmek zorunda olduğu zaman dilimlerini takip ettim. Beni kollamak için koyduğu adamlarının da yerini…

O gün geldiğinde yalnız olacaktım. En azından bir süre. Mavi, yalnız olduğumdan emin olmadan harekete geçmeyecekti. Bunu, birkaç günlük süreçte anlamıştım.


Beklenen gün geldi. O gün sonunda geldi.

Mavi, uzun kahverengi saçları küt kesilmiş bir şekilde karşımda duruyordu. Buz gibi yeşil gözleri, avına kilitlenmiş bir avcı gibi… Hareketleri mekanik, dudakları ise tehlikeli bir gülümseme ile süslüydü.

Gece kulübünde, yanıp sönen ışıkların arasında dans eden kalabalığın ortasında duruyorum. Gözlerimiz teması bir an bile bırakmadan birbirine kenetli. Beni yeterince tanımıyordu. Haline bakılınca onun için zayıf bir avdım. Bu işime geliyordu. İçkimi havaya kaldırıp ona bir selam çakıyorum. Yakıcı sıvı mideme doğru yol alırken, o da bardağını bıraktı.

Başımla lavaboların olduğu tarafı işaret ederek ilerlemeye başlarken, avcım peşimde…

 

Kendime güveniyordum. Herhangi bir terslik anında-yani beni öldürmeye kalkarsa ki, bu muhtemeldi- bende pençelerimi çıkarmak zorunda kalacaktım. Zamanım sayılıydı.
Timuçin sinyal takibi yapıp bulabilirdi. Ya da avcılar topluluğuna ifşa edilmiş olabilirdim. Çünkü onlar her yerdeydi.
O yüzden uzak bir yer seçtim. Her açıdan zaman kazanmalıydım.
Evden çıktığımda Vega'nın adamları takipteydi. Atlatmam zor olmadı.
Ama Timi haberi anında almış ve telefonumu cevapsız çağrılarla doldurmuştu bile.

Lavaboya doğru ilerlerken adım sesleri arkamdaydı. Kapıyı aralayıp içeri girdim. Bir kaç saniye sonra ise benim gibi siyahlar içinde olan Mavi girdi. Eli kilidi kavradı ve mekanik bir hareketle çevirip kilitledi. Gözlerimi devirdim. Sırtını kapıya yaslarken göz göze geldik. Aynı renk gözlere sahiptik.
Bakışlarımız birbirine meydan okurcasına kenetlendi. Ellerim iki yanıma düşmüş ve ortada öylece dikiliyordum. Çalan telefonumu cebimden çıkarıp sessize aldım. Ardından deri ceketimin cebine geri yerleştirdim. O ise bu süre zarfında gözlerini bir an bile ayırmadan izledi beni. Rahattım. Bakışlarım yine onu buldu. Bu kritik anın ortasında, onun sessiz çığlıklarına yaklaştık.

"Nick hayatı boyunca tek bir insana bile zarar vermedi. Aksine o hep ilaç oldu"

Sesi, soğuk bir rüzgar gibi ruhumuzu ürpertti. Acılıydı ama bunu hissiz ifadesiyle güzelce maskeliyordu. Çökmüştü, gözleri şiş ve kızarıktı. Kısacık kestirdiği saçları karmakarışıktı. Bir kabus gibi gözüküyordu.

"Ben böyle olmasını istemedim."

"Bende inandım. Yanlış taraftasın Avcı." derken sırtı kapıdan ayrıldı, kendi iç dünyasında kaybolmuş acılı bir ruhtu.

"Ben avcı değilim."

Ruhsuzca güldü.

"Ne de güzel yalan söylüyorsun."

"Çünkü gerçek."

Bana doğru adımlamaya başladı. Her adımı bir tehditti. Ne o ayırdı gözlerini ne ben.

"Vega, vega, vega..." diye fısıldayarak yaklaştı. Aramızdaki mesafe eridi. Dip dibe girdik, nefeslerimiz birbirine karıştı.

"Yavaş yavaş açığa çıkıyorsunuz. Sözde gizli ha? William'ın kulağına gittiği an işiniz bitti." Dedi, gözleri karanlık bir öngörü ile parlıyordu.

"O da kim?" Diye sorarken, cevap ötesinde bir tehlike sezinledim.

"Hiç tanışmak istemeyeceğin kadar kötü biri; düşmanlarına karşı…" Dedi, nefes kesen bir gerilimin içinde…

Nefesi yüzüme çarparken başını usulca geri çekti. Meydan okuyan bakışlarım onu sinir ediyordu. Gülümseyip,udaklarımı birbirine bastırdım. Sonra kaşım alayla havalandı.

"Her kimse zerre korkum yok."

Bakışları, bir öfke deniziyle sertleşti. Çenesi gerildi.

"Cesur olduğunu mu sanıyorsun?"

Dudaklarında sinirle yoğrulmuş bir ifade belirdi.

‘’Evet.’’

Yüzünü daha da yaklaştırdı, gözleri daha vahşi bakıyordu.

"O senin yüzünden öldü. Senin peşindeyken… Neden senin peşindeydi? Neden riski göze aldı seni pislik!" Kükremesi, içinden bir canavarın feryadını taşıyordu. Sinirlerime hakim olmaya çalışırken büyük bir çaba harcıyordum.

"Belki de aşık oldu." diyerek dalga geçtiğimde, karnımda keskin bir sızı hissettim. Acı hücrelerimi ele geçirirken yüzüm buruştu. Karşımdaki keyifle sırıtan bir yaratığa dönüşmüştü. İçimden afili bir küfür savururken acıyla birbirine kenetledim dişlerimi…

Bakışlarım. Acı ile birlikte karnıma indi. Bıçağın saplı olduğu yerden çekti elini. Damla damla akan kan, beyaz fayansla buluşup küçük bir gölcük oluşturmaya başladı. Bir kaç adım geriledi. Bıçağı tutup bir köşeye savurduğumda, bunun yanlış bir hareket olduğunu biliyordum. Konuşması ile bakışlarım ona çevrildi.

"Ölümcül bir darbe değil. Bu avcılara küçük bir mesaj."

Telefonu çaldı, kısaca dinledi ve kapattı.

"Ekibin yolda, birazdan burada olurlar."

Yaramın üzerine ellerimi sıkıca bastırırken, kanı yavaşlatmaya çalıştım.
Ellerim sırılsıklam oldu. Ilık kanım usulca süzülürken, bedenim tuhaf bir hâl aldı. Aldığım nefes kan kokusunu taşıyordu. Gözlerim, yerdeki kırmızılığa değdiğinde güçsüzleştiğimi hissettim. Kulaklarımdaki çınlama yavaş yavaş uğultuya dönüşürken bedenim halsizleşiyordum.

"Neden karşı koymadın? Neden o bıçağı çıkardın?"

Geriledim. Bir, iki, üç, dört, beş...

Sırtım duvarla buluştuğunda çarpmanın etkisiyle acı nefessiz bıraktı bir an beni. Ardından kalan son gücümü kullanmaya çalıştım. Başımı kaldırıp avcım ile göz göze geldim.

"Belki bir amacım vardır. Belki de sadece ölmek istiyorumdur."

Kim bilir?

Şeytani bir gülümseme yolladım güç bela. Bacaklarım beni zor taşıyordu.
Daha fazla ileri gitmeyecekti. İstediği mesaj vermekti. Oyununu kurmuştu ve yıkmayacaktı. Böyle bir teselli bulmuştu kendince; acısını hafifletmek adına… Bu benim işime geldi.
Aksi halde onu etkisiz hale getirmek zorunda kalacaktım, bu ihtimal çok zor olacaktı…

Gidecekti. Buna izin veren bendim ama bundan onun haberi bile yoktu.
Beni zayıf hedef olarak görmesi işime gelirdi. Çünkü ikinci karşılaşmamızda hiçte nazik olmayacaktım. Hesabını verecekti ve büyümeden bitecekti.

"Aslına bakarsan umurumda bile değil. Ben istediğimi aldım ama şimdilik."

Sonra hızla bana doğru atılıp, saçlarımı sert bir şekilde kavradı. Gözlerim bulanık bir şekilde karşıladı gözlerini… Midem bulanırken güçten düşüyordum.

"Nick'in intikamını alacağım. Sizin için geleceğim. Ne zaman nerede olacak bilemeyeceksiniz. Ölüm bir gölge gibi peşinizde olacak. O hissi tadacaksınız. Onun ve onun gibilerin kelle koltukta yaşadığı hayatı sizde tadacaksınız. Aylar olsa da, uzun zaman geçse bile bekleyeceğim. Sabırla ve ilk senin nefesini keseceğim. "

Sesi sonlara doğru boğuk ve yankılı işittim. Gözlerim kararırken yeşil gözler uzaklaştı. Bir gölge gibi kapıya doğru ilerledi ve çıktı.
Bacaklarım beni daha fazla ayakta tutmayı beceremedi ve kayarak oturdum yere… Ellerim yarama artık güçsüz bir şekilde baskı uyguluyordu.

Sıcaklık ne zaman gitti bilemiyorum. Soğuktu. Titrediğimi hissediyorum.
Etrafı bir sis bulutu kaplıyor sanki…

Tok bir ses… Derinden gelen boğuk tok sesler. Bir kaç kez üst üste. Ağzımı açamadım.

"Giriyorum."

Yankılı sesi işittim. Ellerim yeri boylarken soğuk, bir iğne gibi saplandı. Gözlerim kana bulanmış fayansta. Kızıl, kırmızımsı kan. Soğuk, çok soğuk.

"Timuçin kız yaralı."

İşittiğim derinden gelen sesle beraber bilincim kapandı.

...

Gözlerim aralanıyor. Başımda iki doktor, yüzleri maskeli…

"Uyanıyor." Dedikleri sesle birlikte bedenim buz gibi titriyor. Delicesine üşüdüğümü hissediyorum, ancak sesim çıkmıyor. Ardından gözlerim kapanıyor, bedenim yumuşak bir zemine konuyor. Soğuk bir sessizlik içinde sedye ilerliyor. Sonrası… Bilincim devre dışı kalıyor.

...

Gözlerim karanlığı savuşturup aydınlığa ulaşmak için çabalıyordu. Aşırı bitkin ve uykuya meyilli bir haldeyim. Büyük bir uğraş sonucunda araladım gözlerimi… Gözlerimi alan beyaz ışıkla ise tekrar kapatıyorum. Monitörden çıkan bip sesi, kolumdaki damar yolu, serum...

"İyi olacaksın," diyor, boğuk ve yankılı bir erkek sesi. Gözlerimi aralıyorum. Etraf puslu. Bir beden bana yaklaşıyor. Beyaz giysili bir figür… Sonra her şey silikleşiyor. Gözlerim kapandığında ise tekrar uykunun bilinmez kollarına teslim oluyorum.

...

Yine bir uyanış ama bu sefer kontrol bende… Dudaklarım birbirine yapışmış, boğazım kuru…
Gündüzün acımasız ışıkları odanın içine sızarken, başımı yavaşça çeviriyorum. Timuçin’in başı elimin yanı başında, bir eli ise avuçlarımda…

Elimi kıpırdatıp hafifçe baskı uygulayarak sıkıştırıyorum, sessiz bir çığlık içimde. Susadım, çölde kaybolmuş bir yolcu gibi, kurumuş dudaklarımdan adeta buharlaşan özlemin çığlığını hissediyorum. Başını kaldırıp bana bakıyor uykulu ve yorgun gözlerle…

"Güneş?"Siyah saçları alnına düşüp gözlerini kapatmış. Bir kaç saniye sonra doğruluyor. Elleriyle saçlarını geriye atıp tekrar bana doğru eğiliyor. Berbat görünüyordu, eminim bende öyle.

"İyiyim." diye fısıldadım.

"Beni çok korkuttun."

Bir eli yanağımı kavradığında saçlarımı usul usul okşuyor. Gözlerini kapattı ve bir müddet öylece bekledi. Kaşları çatık, acı çeker gibi…

"Çok." diye fısıldadı ve eli uzaklaşırken gözlerini araladı.
Bana öyle bakmamalıydı. Buradaydım. Ölmedim. Ölmedim!

"Su."

Hızla ayağa kalkıp suyu bardağa doldurdu, içimdeki kuru toprakları serinletirken… Bir eli beni ensemden tutup hafifçe doğrulturken bardağı dudaklarıma değdiriyor. Bir kaç minik yudum alabildim. Başımı tekrar yastığa bırakırken elini ensemden yavaşça çekti.

"Elâ ve Savaş'ın haberi olmasın. Babamın da…"

Başını olumlu anlamda salladı. Tam karşımda volta atmaya başladığında ortama sessizlik hakim oluyor. Sırtını duvara yasladı ve yorgun gözlerini gözlerime kenetlediğinde, içinde biriken kelimeleri dışarıya savuruyor.

"Ölebilirdin."

"Ölmedim. "

Ruhsuzca güldü.

"Ölmedim ha? Bu kadar kolay. Ölmedin. Ama ölebilirdin."

Cevapsız.

"Kızı tespit ettik. Lavaboya senden hemen sonra giriyor. Kısa süre sonra çıkıyor. Elini kolunu sallaya sallaya çıktı. Sen buna izin verdin. Engel bile olmadın değil mi?"

"William kim?"

Öyle bir sessizlik hâkim oldu ki, sanki odadaki her şeyin nefes alışını bile duyabilecektik. Gözlerimiz birbirine kenetlenmiş, sorgulayıcı, endişeli bakışlar arasında savruluyordu. Yanıma gelip yatağımın ucunda dururken, sesi durgunlaşmış, bir huzursuzluk fısıldar gibi gelmişti.

"Ne söyledi sana?"

Adı, sinsi bir gölge gibi dolaşıyordu etrafta. Bir bilinmezlik daha…

"Bizim için geleceğini… Vega'nın yavaş yavaş açığa çıktığını ve William'ın kulağına giderse hiç şansımız olmayacağını."

"Başka?"

"İlk hedefi benim."

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%