Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16. Bölüm

@sedeffa

 

HİSLER CEHENNEMİ

 

Çocuktum… Elimde masal kitabım evde dolanıp durur ve kendi kendime hikâyeler uydururdum. Sesli bir şekilde anlatırken gerçek gibi hayallere dalardım. Ev çok karanlıktı. Babam perdelerin açılmasını yasaklamıştı.

Kendi kendime oynadığım bir gün kapı aralandı. Gelen babamdı. Işığı yaktığında göz göze gelmiştik. O anı hiç unutmam. Masal kitabımı ellerimden alıp parçalara ayırırken onu sessizce izlemiştim.

(Bunların hepsi yalan, imkânsız. Kendini bunlarla avutma ufaklık. Hayaller sadece acı verir!)

Kolumdan çekip yatağa sürükleyişi halâ zihnimde. Sabah uyandığımda ise masal kitaplarım artık yoktu. Belki de o geceyle kayboldu içimdeki o ışık. İçimdeki bitmeyen karamsarlık tohumları o zamandan ekilmeye başlandı. İlk toprağım ise annemin ölümü ile yüzleştiğimde atılmıştı.

...

Şimdi, elimdeki tüpün içindeki bu kırmızı sıvı, bir mucize gibi… Masalların gerçek olmadığını söylemiştin. Ama bak. Elimde bir masal tutuyorum. Vampir kanı, tedavi ve ya mucize, adına ne dersen de… Boğazımdan aşağıya akan metalik sıvı, hayatı ve ölümü sorgulatıyor bana. Küçük bir yaralanma, kesik, akan kan...

Narin bedenimiz savunmasızdı. Ne kadar güçsüz olduğumuzu çarpardı yüzümüze… Ama buna rağmen güçlü olduğumuza inanmak garip bir ironiydi. Ben inanmaz mıydım mucizelere ha?
Bak şimdi bir mucizeye sahibim baba…
Dakikalar geçerken yaram usulca kapandı. Sanki görünmez bir el fırça darbeleri ile boyuyor gibiydi. Tenim beyaz ve eski pürüzsüz halini geri aldı. Aynanın karşısında bu mucizeyi dilsiz bir şekilde izlerken gözlerime inanamıyordum.

...

Odamın kapısı tıklandı. "Gir."

Timuçin içeri girdiğinde sıyırdığım siyah atletimi düzelttim. Artık rahat hareket ediyordum. Timuçin sırf Şafak'tan yardım almamam için getirmişti bu kanı bana.

"Levent bu kanla iyi olabilirdi. Bunu sindiremiyorum."

Odamın girişindeydi. Bende ilerleyip tam karşısında durdum.

"Bana nasıl yardım ettiysen ona da edebilirdin. Bu kadar kolaysa…"

"Kurallar Güneş."

"Peki şimdi değişen ne?"

Tam ağzını açacakken susturdum.

"Ya da sus. Artık faydasız. Giden gitti."

"Güneş."

"Timuçin."

Bakışlarımız yaralı. Kırgın, yorgun, bitik, çaresiz, kızgın...

"Git." diyebildim uzun bakışmamızdan sonra.

Başını olumlu anlamda sallarken sessiz kaldı ve çıktı ve gitti. Bende sonrasında spor odasına geçip içimdeki tüm duyguları sıfırlamak adına kum torbasına yöneldim. Ellerimi sardım ve pes edene kadar öylece debelenip durdum. Hırsla, inatla...

Şimdi söyle bana baba. Bir masalın içinde miyim?

Yoksa gerçeğin içinde ki bir masalın mı?

Masallar mutlu bitmez. Son denen şey acıdır ama bazı sonlar da başlangıçtır. Peki ya benim sonum? Yazıldı mı?
Rolümün gerektirdiği bir oyunun içinde piyon muyum? Bakınca başrol gözüküyorum aslında… Ama başrol hikâyeyi yazana ait değil mi baba? Baba diyorum değil mi, bakma, ağız alışkanlığı işte. Belki de bu yüzden sevemedin beni. Öz kızın değilim diye. Keşke en başından deseydin bana. Belki canım daha az yanardı. Halâ deli gibi seviyorum seni. Deli gibi...
Tut elimi, saçımı okşa istiyorum. İçimdeki o kız çocuğu bunun hayalini kuruyor aptalca. Kızım demedin bana hiç. Kızım de bana baba, yalan da olsa kızım de. Yalan olsa da inanırım sana.

Yalanda olsa...

...

Vega'yı tanıyorum sanıyordum. Hadi ama bu kadar mı aptaldın? Bu ringde yumruk salladım. Ya dibi, derini?

Bildiğim Vega, ringle sınırlı değildi. Bir alt kat daha vardı. İşte orası Vega'nın kalbiydi. Etraf bin bir çeşit silaha ev sahipliği yapıyordu. Cephanelikleriydi burası. Her türlü kesici aletin yanı sıra tahtadan kazıklar, oklar ve yaylar dikkatimi çekti. Burada çalışıp eğitim görüyorlardı ve gizli giriş kapısının ardında yer altına inen mahzenleri vardı. İçinde bir kaç esirin olduğunu da öğrendim. Etraf oldukça aydınlık ve genişti. Bölüm bölüm ayrım yapılmıştı. Bir diğer kapının ardında ise araştırma bölümü vardı. Bir diğer oda ise sorgu odası gibiydi. Masa ve iki sandalye demirdendi ve yere monteliydi. Zincirler ise yanı başında...
İçinde büyük ses geçirmez, kırılmaz camla yapılmış bir bölme vardı. Bölme içi ise bomboş.

İlgi duyardım hep silahlara, kılıçlara... Küçükken izlediğim filmlerde kendimi hayal ederdim. Güçlü olmayı diledim hep. Güçlü ve yenilmesi zor bir rakip…
Elime yayı aldım, sonra oku.
Timuçin geride ve sessizdi. Beni arayıp buraya çağırdı. Antrenman istiyordum. Savunma, saldırı her ne gerekiyorsa… Bana bir maç ayarladı. Maçtan önceki yarım saatte ise buraya indik. Yayı gerdim ve karşıdaki hedefe odaklandım.
Sonra bir kurşun gibi fırladı ve hedefini buldu. Yayı bırakıp hedefe yaklaştım. Tam on ikiden…
Geriye döndüm ve o an gözlerim asılı büyük silaha değdi. Keskin nişancı tüfeğine...
Dikkat gerektiriyordu. Ağır odaklanma. Sabır ve doğru zaman… İlerledim ve silahı kavradım.

"Nişancı ha?" diye sordu.

"Daha az riskli. Yakın dövüş gibi hasar bırakmaz ama eğitimi uzun iş."

İkimizde tebessüm ettik.

Silahı yerine bırakırken ucu sivriltilmiş kazığı kavradım.

"Ölümsüzlük sence de ürkütücü değil mi?" diye sorarken kazığı yerine bıraktım.

"Öyle, ama ölüm de öyle."

Göz göze geldik.

"Haklısın. "

Gözlerimle etrafı taradım.

"Yakın dövüşte iyiyim ama diğer şeylerde tecrübem yok."

"Buna gerek olmayabilir."

"Kendini kandırma."

Kısa bir bakışma...

"Hadi. On dakika kaldı. Hazırlanmalısın." derken geriye döndü.
Çıkışa doğru ilerlerken derin bir nefes aldım. Bedenimi esnetip arkasından adımladım.
Ring beni bekliyordu. Bu gece kan istiyordum. Bu gece acı istiyordum. Öyle bir acı ki ruhumda ki acıyı geri plana atsın. Zihnim sadece bedenimde var olanı hissetsin.

Soyunma odasına girip siyah taytı ve askılı beyaz tişörtü üzerime geçirdim. Saçımı tepeden topladım ve ellerimi sardım. Çığlıklar kulaklarımı doldurdu. Coşku, heyecan, sabırsızlık… Aç kurtlar gibiydiler. Kana aç. Acıya aç. Adımı haykırıyorlardı; alkışlar ve ıslıklar eşliğinde…
Bu maçı alacaktım. Alacaktım çünkü yenilmekten nefret ediyordum ve genimin getirdiği avantaja sahiptim.

...

Kızın saçlarını kavradığım anda gözlerindeki öfkeyi hissettim. Yumruğu hızla karnıma indi. Bir elimle at kuyruğu yapılmış saçlarını sertçe çekip onu geriye bükerken, diğer elim yumruğu indirdiği elini kavradı ve boşta olan karnına dizimi geçirip onu geriye doğru savurdum. Karnını tutup büküldüğünde bende nefeslenip ona zaman tanıdım. Toplu kızıl saçlar terden sırılsıklamdı. Ağzındaki kanı tükürürken soğuk bir gülümseme yolladı. Bağırarak bana doğru atıldığında uzanan yumruğu kendime çekip dizimi tekrar karnına geçirdim. Ama aynı anda saçlarımı kavrayan kızıl bana bir kafa darbesi indirmişti bile. Hızla arkasına dolanıp sırtımdan aldığım destekle onu yere serip kendime kısa bir zaman tanıdım. Burnumdan akan kanı silip hırsla bir tekme indirdim. Ama ikinciyi atamadan ayağımı yakalayıp beni yere serdi ve tek bir hamlede üzerime çıktı. Yumruğunu indirmesine fırsat vermeden iki elini kavradım. Oynatmasına müsaade etmedim. O boğazıma sarılmak için baskı uygularken ben sabit tutmak için güç kullanıyordum. Kahve gözler irileşti.
Ağzımdaki metalik tadı alabiliyordum. Dudağımın bir kenarı kıvrılırken o dişlerini sıkıp büyük bir öfke ile hırlıyordu bana. Kulaklarım artık gürültüden uğuldar vaziyetteydi. Kafese vuran eller, çığlıklar, ıslıklar...

Kızı hızla altıma alırken şimdi benim yerimde o vardı. Aynı pozisyonda. Ben yavaş yavaş yaklaşırken gücüme karşı koyamadı. Elleri baskım ile geri çekilirken yüzü kızarmaya başladı.
Karşı koyamayacağını anladığında elleri ellerimi bıraktı ve boynuma asıldı. Sonra benim ellerim boynunu kavrarken ikimizde birbirimizin boynunu sıkarak nefessiz bıraktık.
Altımda debeleniyordu. Kısa süre sonra elleri boğazımdan ayrılırken can havliyle beni üzerinden attı. Geriye düştüğümde hızla toparlanıp üzerine atıldığımda yumruklarımı yüzüne art arda indirmeye başladım.
Biliyordu kızıl. Birinin pes etmesi gerekiyordu. Bana karşı koyamazken elleriyle yüzünü kapatma çabası beni o an durdurdu. Yüzü kanlar içinde, elim kanlar içindeydi. Sendeleyerek ayağa kalktım. Ağzımda biriken kanı tükürdüm.
Kızıl yavaşça kalktı. Kalkarken geriye doğru sendelemişti. Pes etmeye niyeti yoktu.
Ama gücü de tükenmişti. Her an yığılacak gibiydi ama buna rağmen ağır ağır adımladı bana doğru. Yumruğunu sallamak için pozisyon aldı. Ağır çekimde gibi hareket ediyordu. Gözleri baygın, nefesleri dengesizdi. Yumruğu salladığı anda eğilip ıskalamasını sağladım ve aynı anda ardına geçip ensesine son darbeyi indirdiğim an yere yığıldı. Kulaklarım çığlıklarla uğuldadı. Kız bayındı. Nefes nefeseydim.. Ağzımdaki kanı tükürürken hakem içeri girdi. Bir elimi elinin arasına alıp havaya kaldırdı ve galibiyetimi sözlü şekilde dile getirdi. O an gözlerim balkon tarafına değdi. Okyanus mavisi gözleri gözlerimde... Aynı yüz, aynı ifade. Şafak buradaydı.
Timuçin merdivenlerden iniyordu o sıra. Elimi hakemden aldım. Gözlerim gözlerindeydi. Bakışlarım sert ve öfke saçarken baktım ona. Kalp atışlarım kulaklarımda ve nefes nefese...
Yine burada olmuştu onunla ilk karşılaşmamız.
Gerilediğimde gözlerim gözlerinden ayrıldı. O zaman elimi sıkmış, yüzüme bakmıştı. Gerçeği biliyordu ama o da sessiz kaldı. Tıpkı Timuçin gibi…
Kafesten çıktığımda Timuçin ardımdaydı.

 

Loading...
0%