@sedeffa
|
KARMAŞALAR
Sadece sevilmek istedim. Babamın sevgisini hissetmek… Saçlarımı okşarken, bana içten bakışları ile ne kadar değerli olduğumu hissettirmesini istedim. Ama olmadı. Çocukluğumla, kayıp giden umut yığınlarının ve hayal kırıklıklarının mezarlığında bir yer buldu kendine. Gözlerim dolarken, bir damla yaşın kaçınılmazca süzülmesine engel olamadım. "Nasılsın?" Bu soruyu öylesine sordu. Bunu bilmek can yakıcıydı. "İyiyim. Sen nasılsın?" Boğazıma oturan lanet olası yumru... Koltuktan kalktım sessizce. "Bende iyiyim. Düğünde yoktun. Bir kaç yakın dostla akşam beraber bir yemek ayarladık. Sende yanımızda olursan güzel olur. Beklerim." "Söz veremem." Kısa bir sessizlik oldu. "Benim için önemli. Ortaklık adımı atılacak. Aile bağlarına önem veren biri." Acı dolu bir gülüş kaçtı dudaklarımdan. "Bende diyorum vardır sebebi. Böyle pat diye söylemezdin ama öncesinden yolunu yapardın." "Güneş dinle…" "Senin için önemli olan, benim için önemli değil." Sesim titrek ama sertti. Kendime bunu yapmayı ne zaman bırakacaktım. "Biliyorum ama ben..." Küçük bir pişmanlık kırıntısı, beni yumuşatan o ses tonu... "Sen busun. Bende her şeye rağmen sana tamam diyen o aptal kız çocuğu." Dudaklarımı ısırdım. Gözyaşlarımı sildim ve başımı dikleştirdim. "Bu sefer farklı, yanında o kadın varken…" "Onunla tanışmanı çok isterim. İyi biri, çok iyi biri." Kendi içimdeki fırtınayla savaşırken sessizliğim uzun sürdü. "Evet olarak kabul ediyorum. Bir saat bile olsa." "İyi bir fikir olur mu bilemem." Gülümsedi. Nadir gülümseyen o adam gülümsedi. Mutluydu. O kadın onu gerçekten mutlu ediyor olmalıydı. Benim aksime… "Akşam sekiz. Rica ediyorum, önemli olmasa…" "Bir dakika." "Dinliyorum." Onu ben neden mutlu etmemiştim? Neden ona yetmedim? Bu soruyu kendime hep sordum. Cevabını geç öğrendim. Peki neden bana gerçekler aktarılmadı? "Akşam geldiğimde sana soracağım soruların cevabını yalansız istiyorum." "Bana ne gibi sorun olabilir?" "Öz kızın olmadığım." "Güneş. Bunu nereden çıkardın?" "Önemi var mı?" Kısa bir sessizlik… "Akşam yalansız bir konuşma sözünü aldım varsayalım. Gerçekleri bilmek istiyorum. Bu akşam seninle benim bir bağım kalmayacak. Bu gece son. "Anlaştık." "Anlaştık." Bir yabancı gibi kapattık telefonu. ... Evden çıkarken Timuçin'i uyandırmamak için sessizlik içinde hazırlanmıştım. Kapıyı ardımdan yavaşça çekerken, Gölge indi arabasından. Kızıl saçları dağınık, yüzünde ise ciddi bir ifade vardı. Sanki karanlık düşüncelerle yüklüydü. Karşıma geldi ve hiçbir kelime etmeden önümde sessizce beklemeye başladı. "Bana söylemek istediğin bir şey mi var?" Merakla sordum, gözlerini delercesine bakarken… "Bilmeni istediğim bir şey var. Timuçin bilmeni istemiyor, ama ben saklamak istemiyorum." "Söyle. Er geç öğreneceğim nasılsa." "Artık Avcılar topluluğunda değil. Kuralı çiğnedi ve yok sayıldı." Sesinde buruk bir tat vardı. Büyük bir hayal kırıklığı içindeydi. Kaşlarımı çattım hayretle. "Nasıl mümkün olabilir? Tarık Karalay Vega'nın kurucusu. Timuçin onun torunu. O Vega'ya ait." "Sana ulaştırdığı o kan, onun sonu oldu." "Hadi ama Gölge. Ulaştırdığı kan hayat vermedi." "Kural kuraldır. Karalay soyundan gelsen bile. Amacı ne olursa olsun. Aldı ve bitti." Dedi, acı bir gerçeği kabullenir gibi… "Yaralandığım o gece ne oldu?" "Neden bunu şimdi soruyorsun?" "Çünkü düşünmedim. O sırada tek bir amacım vardı ve benim gözüm hiçbir şeyi göremez vaziyetteydi." "Hayati riskin yoktu. İyi olacaktın. Buna rağmen istedi o kanı. Seni o halde görmek bile delirtmişti onu. Aslında Vega'dan ayrılmaya o zaman karar verdi. Seni korumak için geçmişinden vazgeçti. Tarık bey'i karşısına aldı. Varol artık daha güçlü." ... Eski evime uğramadan önce deniz havası almak iyi geldi. Mavi dalgalara bakıp nefes almak… Soğuk rüzgarlar saçlarımı dalgalandırıyor. Ben rüzgarı dinliyorum. Dalgalar dans ediyor. Dalgalar bana hüzün dolu bir ninni söylüyor. Saçlarımı okşuyor hoyratça da olsa… Soğuğu duvarlarıma çarpıyor. Soğuğu beni sızlatıyor. Bazı anlar canımı hiç yakmıyor. Ben, o anlarda ölmek isterken buluyorum kendimi. Son akşam yemeğini düşünüyorum; babamla son akşam yemeğimi... Bir yanda Timuçin var; Vega'ya olan vedası, emeği, yuvası… Bir yanda Savaş; hayal kırıklıkları içinde debelenen çoçukluğum… Diğer yanda Mavi, öz annem , asıl benliğim… Ah, ne çok şey var… Delirmemek elde değil. Diyorum Güneş. Sen neler ile başa çıkmadın? Çalan telefonuma baktığımda yazan isme bakıyorum bir süre. "Efendim Savaş?" "Konuşabilir miyiz?" "Ne hakkında? Dün geceyse konu inan saçma sapan bir andı. Çok sarhoştun." "Evet. Ben kendimde değildim." "Evlilik haberini bu şekilde almak istemezdim. Gerçi şaka gibi geliyor, inanamıyorum." "Ani oldu. Kararımız çok yeni." "Öyle olduğu belli zaten. Magazine düşmemişsin." "Sen ne düşünüyorsun bu konu hakkında?" "Çok erken. Önünde koca bir yol var. Bir aşk evliliği olması seni mutlu edebilirdi." "Nereden biliyorsun arada bir aşk olmadığını?" "Seni bilirim Savaş. Sen kısa ilişkilerin adamısın. Umarım pişman olmazsın." "Güzel tavsiye veriyorsun. Keşke biraz da karar alırken sende mantıklı olan yolu seçsen." "Hoşuna gitmeyecek madem. O zaman fikrimi sorma Savaş. Ben sana sormuyorum öyle değil mi?" "Neyse, toplantım var. Kapatmam gerek. Görüşürüz. " "Görüşürüz." Telefon cevabımı beklemeden kapandı. Bir anda olup bitiyordu onunla olan her şey. Ani bir fren yapmak gibi, ya da frene basamadan son hızla duvara toslamak gibi… "Çay?" Başımı telefondan kaldırdığımda öfkeliydim. "Senin ne işin var burada?" "Almayacak mısın?" Sıcak bir çaya hayır demezdim. Uzandım ve aldım. Banka yanıma oturdu. "Rica ederim." Bu lafı üzerine gözlerimi devirdim. "Zahmet ettin."derken bir yudum almıştım bile. "Bugün annenle konuştum. Senden bahsettim." Karton bardağı tutan elim titredi. "Bana ondan bahsetmeni istemiyorum. Ama benden bahsetmiş olman güzel." Çayımdan hızlı bir kaç yudum daha aldım. Gülümsedi. Başımı çevirip ona baktım. Okyanus mavisi o gözlere... "O da senin gibi inatçı. Dolaylı yoldan sordu aslında. Asıl merak ettiği sendin." Bardağı bırakıp ayağa kalktığımda kolumdan yakaladı. "Kaçacak mısın?" "Gitmem gerek. Kaçmıyorum." Ayağa kalktı ve tam karşıma geçti. Elini kolumdan usulca ayırdı. "Onunda senin gibi simsiyah saçları ve yeşil gözleri var." "İnan bana umurumda değil." Attığım adımla tekrar yakaladı kolumdan. "Seni korumak için uzak tuttu kendinden. Onun doğru bildiği buydu." Sesi kulağımın hemen dibinde… "Elini çek. Canını yakmayım." Keyif dolu bir kahkaha attı. "Yüzüme neden bakmıyorsun?" "Sen kendini ne sanıyorsun?" Yüzümü yüzüne çevirdim. "Cidden?" Kolumu kurtardım ve dibine girdim. Gözlerinin içine baktım. Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. "İnan bana Güneş. Kendini affetmeden anneni affedemezsin. İzin ver, seni saran kara bulutlarından çekip alayım. Özgürleşmeden dağılmayacak bu sis bulutu, görmüyorsun…" "Başıma psikolog mu kesildin? Üstelik bu kanıya nereden vardın? Sen beni ne kadar tanıyorsun?" "Bu soruyu bana gerçekten soruyorsun?" "Sabrımı zorlama." Bir iki adım geri çekildim. "Sana iyi çalıştım diyelim. İzleme fırsatımda oldu." "Sende çıkarımlarda bulundun. Güzel. Ne gördüğünü bilmiyorum ama gördüklerin yetmez. Çünkü bazen görülen şey ile gerçekte olan şey farklıdır. Görmek yetmez. Duymak, anlamak ve hissetmek gerekir. "Seni öfkelendiriyor muyum? Bu güzel. Öfke güçlü bir duygudur." Sakinliği beni delirtiyordu. Gözlerimin içine baktı meydan okurcasına. Pes etmeyecekti. "Gerekmedikçe seni etrafımda görmesem iyi olur." "Gerçekler ağır mı geliyor? Yoksa zamanlamam mı yanlış?" İçimden bir küfür homurdandım. Ona çarpıp hızla arabaya doğru adımladım. "Bence doğru yoldayım." Arabaya binmeden son kez dönüp baktım ona. Bu adamın dengemi altüst etmesine izin veremezdim. ...
|
0% |