@sedefyyy5252
|
Ataş ekleye basmayı unutmayın lütfen. Beni takip ederseniz de çok mutlu olurum. 💚 ❤️❤️❤️
Her yerden insan sesi geliyordu. Bir köşede annesinin bacaklarına sarılan çocuğun ağlayış sesi, sokağın ucundan kulaklara ulaşıyordu. Kadınlar ellerindeki alışveriş çantalarıyla evlerine dağılıyorlardı. Hümeyra, Mehveş ile konuştuktan sonra Farah ile hiç konuşmamıştı. Hep beraber arabada inmişler ve bagajdan yiyecek çantasını çıkarıp karınlarını doyurmuşlardı. Hümeyra sakin gözlerle etrafını keşfediyordu. Aklı çok bulanıktı. Havanın sıcak olması da onu bunaltan başka bir etkendi. Farah elinde meyve suyu ile yanlarına geldiğinde gözlerini etraftan çekip ona yöneltti. Kadının yüzünde gülümseme vardı. Hümeyra da ona aynı gülümsemeyle karşılık verdi ve aklındaki soruyu sordu. "Şimdi nereye gideceğiz? Neredeyse akşam olacak. Yola devam edemeyiz gibi duruyor." Farah onun bu sorusuyla biraz düşünüp konuştu. "Haklısın, gece yolculuk yapmak bizim için tehlikeli olabilir. Geceyi geçirecek bir yer bulsak iyi olur." Hümeyra kafasını sallayıp onu onayladı. "Nerede kalacağız peki?" Bu soru uzun süredir sessizliğini koruyan Hafsa'dan gelmişti. Farah önce bu soruyla duraksamış sonra cevap vermişti. "Bu şehirde bir arkadaşım var. Belki o bizi evinde bir gece misafir eder." Hümeyra tamam deyip kızına döndü. "Herhangi bir ihtiyacın yoksa arabaya binelim." Hafsa annesinin sorusuyla kafasını sağa sola sallayıp konuştu. "Herhangi bir ihtiyacım yok anne." Hümeyra arabaya binmek için hareketlenmişti ki Farah'ın elinde içinde meyve suyu dolu bardakları göstermesiyle durmak zorunda kalmıştı. Farah onlara yaklaşıp elindeki bardakları anne kıza uzattı. "Bunları içinde öyle binelim. Bu sıcakta ne kadar soğuk olabilirlerse o kadar soğuklar." Hümeyra, Farah'a temkinli bakışlarla bakıp elindeki bardağı aldı. İçmeden: "Sen içmeyecek misin?" diye sordu. Farah uzun sayılacak bir sessizlikten sonra tebessüm edip: "Elbette içeceğim. Önce size vereyim dedim." deyince Hümeyra muzip gözlerle gülümseyip tamam manasında kafasını salladı. Sonrasında Farah'ın gözlerinin önünde bardağı dudaklarına götürdü. Farah, onu gözleriyle takip ettikten sonra tebessüm edip arkasını onlara döndü ve arabaya doğru yürüdü. Tam o sırada Hümeyra, içeceği içecek olan kızının elinden bardağı hızlıca alıp kendi bardağıyla beraber Farah'ın göremeyeceği bir yere döktü. Hafsa, annesinin bu yaptığına anlama veremeyen gözlerle bakıyordu. Nesne böyle bir şey yaptığını sormak için dudaklarını hareketlendirmişti ki Hümeyra, elini kendi dudaklarına götürdü ve sus işareti yaptı. Hafsa anlam veremese de annesinin komutuna uymuştu. Hümeyra, Farah'ı kontrol edip kızının yanına yaklaştı ve kulağına fısıldadı. "Farah geldiğinde bardağı dudaklarına götür ama sakın tek bir damlasını dahi içme." Hafsa kafasını sallayıp annesini onaylayınca, Hümeyra ondan uzaklaştı ve etrafı tekrardan kolaçan etti. O sırada da Farah, elinde meyve suyu koyduğu bardakla yanlarına geldi. Hafsa annesinin söylediği gibi bardağı dudaklarına götürdü, aynı şekilde annesi de... "Beklediğim bir telefondu hemen açmam gerekiyor. Siz arabaya geçin ben geliyorum. Burası çok sesli ben şu sessiz köşeye geçiyorum." Hümeyra anlayışlı bir gülümseme sunup: "Peki, biz arabaya geçiyoruz." dedi. Farah, elindeki telefonla beraber bahsettiği sessiz köşeye geçince Hümeyra, arkasından ona şüpheyle bakmıştı. Hissediyordu, bu kadın onları korkunç bir tuzağa çekiyordu. Ona artık güvenmiyordu. Aynı şekilde Mehveş'e de... "Hafsa, arabaya bin kızım. Benim ufak bir işim var. Sakın neler olduğunu sorma. Sadece bir aksilik hissettiğin zaman bu çantayı da yanına alıp, benim şimdi gideceğim yöne doğru koş. Tamam mı güzelim." Hafsa korkmuştu. Annesinden ayrılmak istemiyordu ama onun dediklerini yapmak zorunda olduğunu biliyordu. Bu sebeple: "Tamam anne." demiş ve arabaya binmişti. Hümeyra çantanın içindeki silahı, siyah elbisesinin arasına saklayıp gözüne kestirdiği köşeye doğru ilerledi. Aynı zamanda Farah'ı da gözleriyle kontrol ediyordu. Onun bulunduğu binanın arka tarafından dolanıp görünmeden telefon konuşmasını dinledi. Her duyduğu sözle dehşete düşmekten kendini alamamıştı. Nasıl bir kötülüğün içine düştüklerini anlamak dizlerinin bağlarının çözülmesine sebep olmuştu. Ellerini duvara iyice yaslayıp ayakta durmaya çalıştı. Bir bataklığa batmışlardı ve o bataklıktan bir an önce kurtulmaları gerekiyordu. "Hala bize güveniyorlar. Az önce ilaçlı içecek verdim ikisine de. Faris'in yanına gidene kadar çoktan hayal alemine dalarlar. Merak etme Mehveş, her şey benim kontrolüm altında. Hümeyra sandığın kadar zeki bir kadın değilmiş. Tuzağımıza çok çabuk düştü. Hazel de gelseydi iyi olurdu. O da en az ablası kadar güzel. Bize iyi para kazandırırdı." Hümeyra daha fazla dinleyememiş elindeki silahı Farah'a doğrultmuştu. Onun gözlerine bakan herkes nasıl çileden çıktığını açık bir şekilde görürdü. Sonra nedense Farah'ın vurmaktan vazgeçti. Onu vurmanın kendisine bir faydası olmaz ancak zararı olurdu. Bu sebeple silahı indirip tekrar elbisesinin arasına sakladı. Farah'ın hala telefonda konuşmasını fırsat bilip arabaya doğru koştu ve şoför kapısını açıp bindi. İyi ki Şehzat'tan ona araba sürmesini öğrenmiş, ehliyetini almıştı. Şehzat, sırf onunla vakit geçirebilmek için ona araba kullanmasını öğretmişti. Hümeyra arabaya biner binmez çalıştırıp Farah'ın şaşkın gözlerine baka baka sürdü. Hem ona hem de Mehveş'e çok öfkeliydi. Onlara nasıl inanıp güvenmişti. Az kalsın yağmurdan kaçayım derken doluya tutulacaklardı. "Hafsa bu saatten sonra bir başımızayız kızım. Mehveş de Farah' da sinsi yılanlarmış. Bizi para karşılığında satacaklarmış. Eğer o meyve sularını içseydik hayatımız alt üst olacaktı. O, Farah yılanı içeceklerin içine ilaç katmış." Hafsa duyduklarından sonra şaşkınlığını gizlemek için elini ağzıyla kapatmış sonrasında ise gözyaşlarını akıtmaya başlamıştı. "Anne ne diyorsun sen böyle? Şimdi ne yapacağız peki? Bu koskoca ülkede kimi kimsemiz yok. Varsa da nerede yaşadıklarını bilmiyoruz." Hümeyra içine derin bir nefes alıp geri verdi. O da ne yapacağını bilmiyordu. Çok çaresizdi. Pişmanlığın kızgın ateşinde yanıyordu. Kocasından kaçmakla doğru mu etmişti? Şimdi hayatları daha mı güzel olmuştu sanki. Hümeyra pes edeceğini anladığında kafasını sağa sola sallayıp içinden asla dedi. Asla geri adım atmayacaktı. Bu yola çıkmıştı ve sonunu getirmek zorundaydı. Eğer dönerse bir daha özgürlüğe bu kadar yaklaşamazdı. Kızının bir cevap beklediğini anlayıp konuştu. Aynı zamanda da etrafı inceliyor nereye gitmesi gerektiğini tayin etmeye çalışıyordu. "Akrabalarımın adresini bulabilirsem eğer onlara gideceğiz. Yoksa bir yerde arabayı park edip geceleyeceğiz ve sonra yola devam edeceğiz. Sınıra kadar nasıl gideriz bilmiyorum ama Allah büyüktür. Ona sığınıp ona güveneceğiz." Annesinin bu sözleri Hafsa'yı pek tatmin etmemişti. Çok zor bir durumun içerisine çekildiklerinin o da farkındaydı. "Anne peki akrabalarının adresini nasıl bulacağız? Bir telefonumuz bile yok." Hümeyra, Hafsa'nın telefon demesiyle bir an için aynadan onun gözlerine baktı ve gözlerinde bir parıltı belirdi. "Hayır güzel kızım aslına bakarsan bir telefonumuz var." Hafsa annesinin söylediğine anlam veremeyip: "Nasıl var?" diye sorarken Hümeyra arabayı durdurmuş ve torpidoya eğilmişti. Hafsa'da annesinin ne yaptığını görmek için öne doğru biraz eğildi. Hümeyra torpido gözünü açtı ve gördüğü aletle zafer kazanmış bir kahkaha patlattı. Hafsa'da annesine eşlik etmişti. Aradıkları telefon şu an da Hümeyra'nın elinde adeta parıldıyordu. Hafsa dayanamayıp merakla sordu. "Anne, orada bir telefon olduğunu nereden biliyordun?" Hümeyra kızına dönüp kurnazca gülümsedi. "Onlar bizi fazla saf zannettiler kızım. Onlar gelirken ben babandan kurnazlığın eğitimini alıyordum. Arabaya ilk bindiğimizden beri sürekli etrafı gözlerimle kontrol ettim. Nerede neyin olduğunu öğrendim. Bu telefonu da Farah bana su şişesini verirken gördüm. Tabi başta uzakta olduğu için doğru mu gördüm diye sorguladım. Bu sebeple ilk anda telefonun varlığı aklıma gelmedi." Hafsa, annesine hayranlıkla bakıyordu. Eğer o böylesine zekice davranmasaydı şimdi kim bilir ne halde olurlardı. Onlar bir bilinmezliğe doğru giderken Hümeyra'nın arkasında bıraktıklarından Farah, sinirden duvarları yumrukluyordu. Nasıl oldu da bu kadının oyununa geldim diye kendini yiyip bitiriyordu. Şimdi Mehveş ve Faris'e ne söyleyecekti. Hem kendisini hem de onları büyük bir zarara uğratmıştı. Arabayı da alıp kaçmışlardı şimdi ne yapacaktı. Öfkeyle nefes alıp verdi ve elindeki telefonla Faris'i aradı. Faris, bu sefer telefonu açmamıştı. Farah şiddetli bir şekilde oflayıp olduğu yerde telaşla volta attı. Sinirleri alt üst olmuştu. Farisi bir daha aradı. Eğer bu sefer de açmazsa son çare olarak Mehveş'i arayacaktı ama gerek kalmadı. Telefonun ikinci çalışında Faris açabilmişti. "Faris biz bittik." Karşı tarafta Faris, neler olduğuna anlam veremediği için merakla: "Neden bitiyormuşuz?" diye sordu. Sonrasında ise konuşmasına tekrar devam etti. "Yoksa kadınla kızı planımızı anladılar mı? Bana bunun olmadığını söyle Farah." Faris'in sesi sona doğru kızgın çıkmıştı. Farah, korkuyla onun sorusuna cevap verdi. "Anlamakla kalmadılar arabayı da alıp kaçtılar." Faris bu sözlerle etrafında tutunacak bir şeyler aramıştı. İşte şimdi onlar kesinkes bitmişlerdi. Mirşah onları diri diri toprağa gömecekti. Şoku yavaş yavaş üzerinden atarken öfkeyle Farah'a çıkıştı. "Şimdi biz Mirşah'a ne söyleyeceğiz? Paranın da yarısını almıştık. Bu işin içinden nasıl çıkacağız Farah Hanım?" Farah durumun verdiği acziyle neredeyse ağlayacaktı. "Bilmiyorum Faris. Bu duruma bir çare bulmalı." Faris yanında bulunan eşyaları yere fırlatıp bir yılan edasıyla tıslayarak konuştu. "Ne çaresinden bahsediyorsun sen kadın? Neden dikkatli olmadın? Senin yüzünden tüm planımız alt üst oldu. Sen amacımızı belli etmeseydin şimdi kalan paramızı almış elimizde sayıyor olurduk." Farah da biliyordu hatanın kendisinden kaynaklandığını ama elden gelen bir şey yoktu. Hümeyra sandıklarından da kurnaz bir kadın çıkmıştı. "Çok uzaklaşamamışlardır. Eğer beni bulunduğum yerden alırsan peşlerine düşer onları yakalarız. Sonra da onları Mirşah'ın önüne atarız. Şimdi hayıflanmanın, suçlamanın zamanı değil." Faris, Farah'ın haklı olduğunu biliyordu ama ona karşı da çok öfkeliydi. "Dua et Farah, onları yakalayabilelim. Yoksa Mirşah'ın önüne atılan onlar değil sen olursun." Farah, Faris'in tehdidiyle sertçe yutkunmuştu. Yaptığı bu hatayı bir şekilde düzeltmeliydi "Faris, oyalanmayalım. Peşlerine düşelim. Biz burada birimizi yerken onlar çoktan izini kaybettirmişlerdir." Telefondan Faris'in sıkıntılı soluğu işitilmişti. Sonrasında ise Farah'ın kulağına sesi geldi. "Tamam geliyorum neredesin?" Farah bulunduğu adresi Faris'e söyleyip telefonu kapattı. Sonunda onu ikna etmeyi başarabilmişti. O Hümeyra karısını yakaladığında ona ne yapacağını çok iyi biliyordu. Hümeyra ve Hafsa sonunun nereye ulaşacağını bilemedikleri bir yolda ilerlerken Farah ise Faris ile onların peşin düşme planı kurarken Şehzat Asgari hastanede, annesinin ve kız kardeşinin kaçtığını öğrenen Civanmert 'e olup biteni anlatıyordu. Civanmert, en az babası kadar bu duruma öfkelenmiş annesinin ve kardeşinin peşine düşmek istemişti. Onu Şehzat durdurmuştu. Elbet onun da zamanı gelecekti ama öncesinde Mehveş'i konuşturmaları gerekiyordu. Şehzat onu hastanede konuşturamayacağını düşünüp adamlarına Mehveş'i iş çıkışı kaçırıp çiftliğe götürmelerini söylemişti. Adamları onun emrine harfi harfine uyup Mehveş'i çiftliğe götürmüşlerdi. Mehveş onlara çok direnmeye çalışmıştı ama bu nafile bir çabadan ileriye gidememişti. Şehzat ve Civanmert, elleri kolları bağlı Mehveş' in karşısına geçip onu sorgulamaya başlamışlardı. Mehveş inatla bu konuyla alakalı bir bilgisi olmadığını söylese de Şehzat ona kesinlikle inanmıyordu. Mutlaka birisi karısına dışarıdan yardım etmişti. Yoksa Hümeyra bu işe tek başına kalkışamazdı. Zaten telefon konuşmasıyla da bu işin içinde olduğunu açık bir şekilde kanıtlamıştı. "Karım ve kızımı nereye kaçırdın?" Mehveş kafasını sağa sola sallayıp: "Benim karının ve kızının kaçmasıyla hiçbir alakam yok. Şimdi burada durup benimle uğraşacağına git karınla kızını ara." deyince Karşısındaki kadının konuşmamakta ısrarcı olduğu kadar, o konuşturmakta ısrarcıydı. Yanına yaklaşıp tam ayaklarının dibinde durdu ve Mehveş'in gözlerine tehditvari bir bakışla baktı. "Telefon konuşmanı duydum. Daha fazla inkâr etme istersen; çünkü bu saatten sonra onların yerini söylesen de söylemesen de hayatın her türlü kayacak. İlk iş mesleğini elinden alacağım senin. Sonrasında sana ait geride ne varsa onları." Mehveş, onun bu söyledikleriyle korkuyla gözlerini açıp güçlükle yutkundu. Artık direnemeyeceğini o da anlayınca el mecbur her şeyi anlatmaya başladı. "Karın ile kızına kaçmaları konusunda yardım ettim çünkü onları Suriye'de komutan Mirşah'a sattım. Karının bundan haberi yoktu. O sadece senden kurtulmanın derdindeydi." Mehveş daha fazla konuşamadı çünkü Şehzat belinden tabancasını çıkarıp onun kafasına dayamıştı. Kara gözlerinde adeta şimşekler çakıyordu. Öfkeyle Mehveş'e bağırdı. "Devam et." Mehveş kafasındaki silahın baskısıyla ağlamaya başlamıştı. Bu adama bulaşmaması gerekirken sırf para uğruna bu işlere kalkışmıştı ve şimdi de bedelini ödüyordu. Hıçkırıklarının arasından korkarak anlatmaya devam etti. "Sen onu dövünce, hastaneye kaldırıp oradan kaçmalarını sağlamak benim fikrimdi. O sırada karın kendinde olmadığı için Hazel fikrimi onayladı ve detaylı bir plan kurduk. Ben onlar için gerekli olan her şeyi ayarlayacaktım onlar ise kaçacaklardı. Öyle de oldu. Ben her şeyi ayarladıktan sonra kaldıkları hastane odasının penceresinden kaçtılar lakin Hazel, Şehsuvar geldiği için kaçamadı." Şehzat karşısındaki kadına vurmamak için ellerini yumruk yapıp sıktı. Akıllıca davranması gerekiyordu. Bu kadına olan hıncını, ona vurarak değil elimde avucumda ne varsa alarak atacaktı. Para uğruna kendisini karşısına alıyorsa onu o parayla sınayacaktı. Elini kadının çenesine götürüp kavradı ve sertçe sıktı. Mehveş acıyan canıyla durmakta olan gözyaşlarını tekrar akıttı. Onun canının yanması Şehzat'ın umurunda bile değildi. Eğer Mirşah denilen sapık adam karısına ve kızına dokunsun, işte asıl o zaman bu kadına can acıması ne demekmiş gösterecekti. Şehzat, Mirşah'ı tanırdı. Birkaç kez karşı karşıya geldikleri olmuştu. İkisi de birbirlerinden pek hazzetmezlerdi. "Karımla kızımı, Mirşah denen soysuza kiminle gönderdin?" Mehveş canının acısıyla inlerken konuştu. "Farah adında bir kadınla." "Başka kim var bu işin içinde? Eksiksiz söyle." Mehveş kuruyan boğazını tükürüğüyle ıslatıp kendisini konuşmaya zorladı. "Başka kimse yok. Farah, onları Faris'in yanına götürecekti. Faris'de Mirşah'a teslim edecekti." Şehzat'ın sıkıntıdan başı ağrımaya başlamıştı. Karısına ve kızına çok kızgındı ama onlar için endişelenmekten de geri duramıyordu. "Bu şahısların telefon numarası vardır sende. Şimdi sana telefonunu vereceğim, onları arayacaksın." Mehveş, kendisinde itiraz edecek gücü bulamamıştı. Kafasını olumlu anlamda sallayıp: "Tamam arayacağım." dedi. Şehzat sağ kolu Cihan'a dönüp: "Cihan şu kadının çantasını getir." dedi. Cihan patronun emriyle hızlı adımlarla çantayı koydukları tekli mavi koltuğun yanına gitti ve çantayı eline alıp tekrar patronunun yanına gitti. Şehzat, kendisine uzatılan çantayı eline aldı ve içini açtı. Biraz kurcaladıktan sonra telefonu bulabilmişti. Küçük, siyah aleti eline alıp çantayı Cihan'a geri verdi. "Telefon numaraları kayıtlı mı?" Mehveş, sorulan soruya kafasını sallayarak cevap vermişti. Şehzat telefonda kişiler bölümüne girmeden geçmiş aramaların kayıtlarına baktı ve orada Farah'ın numarasını buldu. İsmin üzerine tıklamadan önce Mehveş'i iyice tembihledi. "Şimdi Farah denen o kadını arayacağız. Sakın bizim elimizde olduğunu belli edeyim deme. Oldu ki belli ettin. İşte o zaman kafana yiyeceğin kurşunu soluksuz bekle." Mehveş korkuyla konuştu. "Merak etme belli etmem." Şehzat muzipçe gülüp: "Ne merak edeceğim. Bu saatten sonra olacakları sen merak et." dedi. Mehveş onun alaylı konuşmasıyla kafasını ayaklarına eğip içinden bir an önce bu durumdan kurtulmak için dua etti. Şehzat, Farah'ın ismine tıklayıp onu aradı. Birkaç saniye sonra çağrı bir kadın tarafından yanıtlanmıştı. "Alo, Mehveş." Şehzat telefonu hoparlöre alıp Mehveş'e yakınlaştırdı. Mehveş onun sessiz komutunu anlayıp Farah'a cevap verdi. "Yolculuk nasıl gidiyor. Faris'in evine ulaşabildiniz mi?" Karşı taraf bir süre sessiz kalınca Mehveş bir terslik olduğunu anlamış ve konuşmasına devam etmişti. "Neden cevap vermiyorsun? En son ki konuşmamızda her şeyin kontrolün altında olduğunu söylemiştin. Yoksa bir aksilik ile mi karşılaştınız?" Şehzat'ta bir terslik olduğunu hissetmiş kaşlarını olabildiğince çatmıştı. Farah'ın sıkıntılı sesi ahizeden duyulana kadar adeta nefes almayı bırakmıştı. "Mehveş çok kötü bir şey oldu. Hümeyra senin ile olan son konuşmamızı dinledi ve arabayı da alıp kaçtı. Anlayacağın tüm plan darmaduman oldu; ama merak etme Faris ile peşlerine düştük. Çok geçmeden onları yakalar, Mirşah'a teslim ederiz." Mehveş, başına aldığı ikinci belayla gözlerini yenilmişlikle yumup ağladı. Şimdi bu işin altından nasıl kalkacaktı. Şehzat'ın elinden kurtulsa dahi Mirşah'ın elinde can verecekti. Farah Mehveş'in sessiz kalmasıyla tekrar konuştu. "Alo Mehveş orada mısın?" Şehzat, Farah ve Faris'in durumu anlamamaları için Mehveş'i omzundan dürtüp konuşmaya zorladı. Mehveş öfkeli çıkarmaya çalıştığı sesiyle Farah'a çıkıştı. "Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirsin? Şimdi ne yapıp edip onları bulun. Yoksa Mirşah hepimizi diri diri toprağa gömer." "Merak etme Mehveş. Onları bulacağız. Suriye'ye dair hiçbir şey bilmiyorlar." Farah bu son cümleleri söyledikten sonra telefonu kapatmıştı. Şehzat sonlanan çağrıyla telefonu hırsla koltuklardan birinin üzerine atmış Mehveş'in mor şalının altında kalan saçlarına asılmıştı. Öfkesi o kadar büyüktü ki nasıl çıkaracağını, kimden çıkaracağını bilemiyordu. Mehveş acıyan saç dipleriyle bağırırken Şehzat öfkeyle kükredi. "Şimdi sizde karımın ve kızımın nerede olduğunu bilmiyorsunuz demek. Söyle kadın bana şimdi ben seni nasıl öldüreyim? Eğer Hümeyra'mı bir daha asla bulamazsam işte o zaman yandınız siz." Mehveş bağırmaktan kısılan sesiyle konuşmaya çalıştı ama boğazının acımasıyla bu girişimi başarısız olmuştu. Şehzat, ne yapacağını bilemez halde ellerinin arasında can çekişen saçları bırakıp odayı turladı. Karısının tuzaktan kurtulduğuna sevinmeli miydi? Yoksa şu an da nerede olduğunu bilmediği için öfkeden çıldırmalı mıydı? Uykusuz oluşu da onu fazlasıyla zorluyordu. Yapacaklarını kafasında tartıp harekete geçti. Öncelikle Şehsuvar'ı arayıp tüm adamları Suriye'ye yönetmesini istedi. Sonra ise kendi adamlarından bir ekip oluşturup Suriye'ye doğru yola çıktı. Yanında Civanmert 'i de götürüyordu. Kendi arabalarıyla beraber altı araba konvoy halinde İran'dan Suriye gitmek için harekete geçti. Mehveş'i ise çiftlik evinde Cihan'ın gözetimi altında bırakmışlardı. Hümeyra ve Hafsa, peşlerine düşen insanların uzağında nereye sığınacaklarını düşünüyorlardı. Ellerindeki telefonla akrabalarına ulaşmak ilk planları arasındaydı; lakin şöyle bir sorun vardı ki Hümeyra, numaranın sonunu hatırlamıyordu. Neredeyse bir saat onu hatırlamak için çabalamış ama başarısız olmuştu. Hafsa annesine yardımcı olamamanın sıkıntısını yaşıyordu. "Anne iyice düşün. Ben inanıyorum hatırlayacaksın." Hümeyra, ellerini kafasında birleştirip zihnini tekrardan yokladı. Numaranın sonu ya elli altıydı ya ya yetmiş altı. Bu ikisinden birinin olduğuna emindi ama doğru olan hangisiydi. Bunu öğrenmenin tek yolunun her iki sayıyı da denemekti. "İlk önce elli altı olanı deneyelim." Hafsa, annesini başıyla onayladı ve numarayı tuşladı. Her ikisi de nefeslerini tutup telefonun ucundan gelecek sese kilitlendi. Telefon uzun uzun çaldı ama açan olmadı. Anne kız umutlarını yitirmemeye çalışıp diğer numarayı aradılar. Bu sefer çok bekletilmeden telefon cevaplanmıştı. "Merhaba ben Hümeyra. Ahmed amca'nın evini aramıştım. Doğru mu aradım acaba?" demişti. Karşı taraftaki adam düz çıkan ses tonuyla: "Yanlış aramışsın kızım. Burada Ahmet diye biri yaşamıyor." deyince anne kızın umutları yıkılmıştı. Şimdi ne yapacaklardı. "Alo buyurun kimsiniz?" Hümeyra sevincini arka plana atıp cevap verdi. "Merhaba ben Hümeyra. Ahmed amcanın evini aramıştım." Telefonun ucundan gelen kadın sesi: "Doğru aradın kızım; lakin seni çıkaramadım. Kimlerdensin?" Hümeyra kadına kendini iyice tanıttıktan sonra kadın onu hatırlamıştı. "Hümeyra kızım, uzun zaman oldu sizinle görüşmeyeli. Duydum ki evlenip barklanmışsınız. Annen ile babanda hakkın rahmetine kavuşmuş. Haberlerini aldığımızda çok üzüldük." Hümeyra kadının sözleriyle hüzünlenip onu onaylamıştı. Geçmişe duyduğu özlem çok büyüktü. Kadını bekletmeden asıl niyetini söyledi. "Meryem teyze, ben kızımla birlikte Suriye'ye geldim. Gelmişken sizi de bir görmek istiyorum müsaitseniz?" Hümeyra'nın sorusu üzerine Meryem teyzesi mutlulukla: "Tabi müsaidiz güzel kızım. Ne zamandır sizi görmedik. Ahmed amcan da duyduğunda çok sevinecek. "dedi. Hümeyra rahat bir nefes alıp verdi. Geceyi geçirecek güvenli bir yer bulabilmişlerdi. Şimdi adresi öğrenmesi gerekiyordu. Emine teyzesinden adresi de öğrendi ve çağrıyı sonlandırdı. Hafsa'ya dönüp mutlulukla sarıldı. "Sonunda kalacak güvenilir bir yer bulduk kızım. Bir iki gece orada kalır sonrasında Türkiye'ye geçmenin yollarını ararız." Hafsa da annesine kollarını dolayıp onun sevincini paylaştı. İkisinin de kalbi buruktu. Hazel'in ve Dilruba'nın yanlarında olmamaları sevinçlerini kursaklarında bırakıyordu. Hümeyra, kardeşinin ne halde olduğunu çok merak ediyordu. Mehveş'in onun hakkında söylediklerine asla inanmıyordu; çünkü kocasını çok iyi tanıyordu. Hazel'i ondan Şehsuvar bile koruyamazdı. Kalbine çöreklenen sıkıntıyla önceden park ettiği arabayı çalıştırdı. Neredeyse hava kararmak üzereydi. Gökyüzünü saran kara bulutlar soğuk bir gece geçireceklerinin habercisiydi. BÖLÜM SONUNA GELDİK. |
0% |