Yeni Üyelik
12.
Bölüm

💖 Bedenlere Tutsak 12 💖

@sedefyyy5252

Merhaba sevgili okurlarım. Bölüme verdiğim emeğin karşılığı olarak ataş ekle kutucuğuna basıp kitabımı ve beni takibe alır mısınız.

Bir de sağ yukarı köşedeki yıldıza da basıp bana destek verirseniz çok sevinirim.

 

💦💦💦


Araba karanlık yolda orta hızda ilerliyordu. Issız yolun vermiş olduğu ürperti, kalplerde korkuya sebep oluyordu. Anne kız korku içinde yola devem ederken Hümeyra kızına dönüp konuştu.

"Korkuyor musun kızım?"

Hafsa, annesine korkusunu ne kadar belli etmek istemese de gerçekler açıkça ortadaydı.

"Sen ne kadar korkuyorsan ben de o kadar korkuyorum anne. Bir an önce akrabalarının evine varmak için dua ediyorum. Geceleri yolların ne kadar tehlikeli olduğunu biliyoruz. Özellikle burası Suriye ise tehlikenin her an bizi bulması muhtemel."

Hümeyra, kızının mantıklı konuşmasıyla kafasını sallayıp onu onayladı. Kızı doğru söylemişti. Her an tehlike onları bulabilirdi. Bu sebeple tedbir alması gerekiyordu.
Yan koltuktaki çantaya direksiyondaki bir elini uzatıp içinden demir ölüm makinesini çıkardı. Hayatında hiçbir zaman bu aleti kullanma gibi bir ihtiyaç duymamıştı. Şimdi ve sonra da ihtiyaç duymak istemiyordu. Hafsa annesinin elindeki silahla gözlerini büyütüp şaşkınlıkla konuştu.

"Anne o silah ile ne yapacaksın?"

Hümeyra aynadan kızının şaşkın gözlerine bakıp konuştu.

"Her an her şey olabilir Hafsa. Belki bu silah bizi tehlikelerden korur."

"Anne sen hiçbir canlıya zarar vermezsin ki."

Hümeyra kızının emin bir ses tonuyla söyledikleriyle ona soğuk bir gülümseme sundu. Mecbur olduğunda insan her şeyi yapardı. Bazen ölür, bazen de öldürürdü.

"Ben, bana zarar vermeyen canlılara zarar vermem kızım. Eğer bakıyorum zarar göreceğim işte o zaman zarar vermekten asla çekinmem."

Hafsa annesinin net çıkan sesiyle hafiften korkmuştu. Daha fazla bu konuda konuşmak istemedi ve uyumak için arka koltuğa iyice uzandı. Arabaya önceden yastık ve battaniye koyulduğu için az da olsa rahat uyuyabileceklerdi.

"Anne, benim çok uykum geldi. Uyusam senin için sorun olur mu?"

Hümeyra kızına aynadan şefkatle bakıp konuştu.

"Uyu güzel kızım. İleride bir minare gördüm. Arabayı caminin yakınına bir yere park edeceğim. Sabah ezanı okunana kadar rahat rahat uyuruz. Bizim için en güvenilir yer burası olur sanırım."

Hafsa annesini onaylayan mırıltılar çıkarıp kendisini uykunun tatlı kollarına bıraktı ve stresten, korkudan uzak bir uyku uyumayı diledi. Hümeyra uyuyan kızına kısa bir bakış attıktan sonra arabayı caminin az biraz uzağına park etti ve koktuğunu geriye yaslayıp, kendine bir yastık ve battaniye aldı ve uyku pozisyonuna geçti. Yarın güzel bir gün geçirmek için Allah'a dua etti.

Anne kız kendilerini güvende hissederek uyurlarken peşlerinde olan Farah ve Faris'ten habersizlerdi. İkisi pes etmeden Hümeyra ve Hafsa'yı arıyorlardı. Gerçi pes etmek gibi bir seçenekleri yoktu. Mirşah'a, o anne kızı mutlaka teslim etmeleri gerekiyordu. Aksi takdirde başlarına gelecekleri çok iyi biliyorlardı. Farah uykusu geldiği için sürekli esneyip duruyordu. Faris, onun bu esnemelerine sinir olup ona çıkıştı.

"Esneyip durma be kadın. Benim de uykumu getireceksin. Zaten senin yüzünden bu hallere düştük."

Farah, sürekli söylenen Faris'le artık dayanamayıp ofladı.

"Yeter artık Faris. Sürekli beni suçlayıp durma. Ben durumu gayet iyi idare ettim. Kadın bizim sandığımızdan daha akıllı çıktıysa ben ne yapabilirim."

Faris, Farah'a bu sözlerinden dolayı ters bir bakış atıp sabır çekti.

"Hani ilaçlı içecek verip uyutacaktın onları. Yoksa onu da mı beceremedin."

"Verdim, hatta içtiler ama nasıl ilaç etki etmedi anlamadım. Yanlarına gittiğimde ikisinin de bardakları boş görünüyordu. Hatta Hafsa, sanırım son yudumunu içiyordu."

Faris alayla gülüp konuştu.

"Bardağın içindeki içeceği döküp sana içtik diye yutturmuş olabilirler mi acaba Farah Hanım."

Farah bu ihtimalle öfkeyle gözlerini kapatıp sustu. Evet büyük ihtimalle böyle olmuştu.

"Neden sustun. Az önce konuşup duruyordun. Bu performansı Mirşah'ın karşısında da sergile tamam mı?"

Faris, Farah ile dalga geçmeye devam ediyordu. Farah her ne kadar bu durumdan rahatsız olsa da kendini savunacak haklı bir tarafının olmadığını iyi biliyordu.

"Bulamazsak ne yapacağız?"

Farah, aklında dönüp duran soruyu bir an da dilinden dökmüştü. Faris sıkıntıyla iç çekip ona bakmış ve direksiyonun üzerinde olan sağ elini onun dizlerinin üzerindeki sol elinin üzerine koymuştu. Her ne kadar yanındaki kadına öfkeli olsa da onu seviyordu ve böylesine üzülmesine dayanamıyordu.

"O zaman Mirşah'a haber salar. Kadınla kızının izini beraber süreriz."

Farah, elini tutan eli sıktı ve:

"Korkuyorum." dedi.

Faris, onun gözlerine kısa ama derin bir bakış atıp konuştu.

"Korkma ben yanındayım."

Farah ona tebessüm edip kafasını koltuğa iyice yasladı. İçinden keşke daha normal bir hayatımız olsaydı diye geçirdi.
Hümeyra, Hafsa'nın peşinde olan tek kişiler Faris ve Farah değildi. Şehzat ve Şehsuvar Suriye'de buluşmuş fellik fellik onları arıyordu. Şehzat he ikisini de bulamadığı her saniye çıldırıp duruyordu. Şehsuvar'ın ise aklı hastanede yaşam mücadelesi veren karısındaydı. Pişmanlıkları çoktu ama onlar için çok geç kalmıştı. Şimdi karısının yanında olması gerekirken uğraştığı iş sinirlerini hoplatıyordu. Bir an önce yengesini ve yeğenini bulup karısına dönmek istiyordu. Bir yerde durup aramaya ara verdiklerinde Civanmert, babasına dönüp aklındaki soruyu sordu.

"Baba sence burada bir eve sığınmış olabilirler mi? Uzun süredir arıyoruz ama hiçbir iz bulamadık. Belki de bir eve sığındıkları için bulamıyoruz."

Şehzat'ta oğlu gibi düşünüyordu. Hümeyra gece dışarı da geçirecek bir kadın değildi. Mutlaka bir eve sığınmış olmalılardı.

"Olabilir oğlum ama anneni biraz olsun yanıyorsam ki onun ciğerini bilirim, Mehveş'e olan güveninin kırılmasıyla kimseye güvenip evine gitmez. Büyük ihtimalle arabada kalıyorlardır."

Civanmert, sıkıntıyla kafasını sallayıp, bir anda durgunlaştı. Bu Şehzat'ın dikkatinden kaçmamıştı.

"Ne oldu birden, durgunlaştın?"

Civanmert dilinin ucuna gelen kelamları söylemekten çekinse de içinde tutup kendisine eziyet etmek istemedi.

"Eğer Hafsa'yı evlendirme konusunda bu kadar ısrar etmeseydin. O kadın kızını da alıp kaçmazdı."

Şehzat duyduklarıyla oğlunun yüzüne soğuk bir yüz ifadesiyle bakıp, ona buz gibi bir gülümseme sundu.

"Daha anne diyemediğin bir kadın için, bana bunları söylemen ne kader da garip Civanmert."

Civanmert, babasının alaylı imasıyla donup bir süre bir şey söyleyememişti. Sonrasında da ise içindeki tüm zehri akıtmak istercesine konuştu.

"Senin yüzünden. O kadına doya doya anne diyemiyorsam senin ve babaannemin yüzünden. İkiniz sürekli ona karşı doldurdunuz beni. Doğduğunda seni istemedi, sevmedi dediniz. Emzirmeyi geç yüzüne bile bakmadı dediniz. Bana sürekli ondan nefret etmem için sebepler sunup durdunuz. Şimdi söyle bana baba, anneme anne demememin sebebi tüm bunlar olabilir mi?"

Şehzat, oğlunun bu çıkışıyla şaşırmış biçimli kaşlarını kaldırmıştı.

"Evet bunları söyledik. Hiçbiri de yalan değildi. Hümeyra doğduğunda seni istemedi. Ağlamalarına, feryatlarına kulak asmadı. Şimdi bunun için beni mi suçluyorsun. Ya da babaanneni... Seni büyüten benim annem. Kendi annen yüzüne bile bakmazken benim annem seni bu yaşa getirdi. Şimdi bize şükran duyguları beslemen gerekirken nankörlük edip bizi suçluyorsun."

Civanmert, onun bu sözleriyle acıyla tebessüm edip:

"On beş yaşında ona teca*üz etmişsin. On beş yaşında... Ne yapmasını bekliyorduk ki? O teca*üzün eseri olan bir çocuğu bağrına basıp kabullenmesi mi? Başta çok düşündüm neden beni sevmedi diye. Sonra düşündükçe anladım aslında suçun onda değil de sende olduğunu. Ben doğduğumda, o zaten çocukmuş. Daha kendisi büyümeden beni büyütmesini beklemek nasıl bir akıl tutulması baba." deyince
Şehzat oğlunun suratına bir tokat geçirdi. Çok ileriye gitmişti.
Civanmert yanağında hissettiği acıyla bir an için ne yapacağını şaşırmıştı. Aslında bu sözlerin sonunda bu tokadı bekliyordu ama yine de şaşırması kaçınılmaz olmuştu.
Şehzat oğluna yaklaşıp yakalarına yapıştı:

"Ağzından çıkanları şu kulakların duysun artık. Karşında kimin olduğunu unutma. Bazen size baktığımda annenizin asiliğini görüyorum. Benim canımı sıkmayın canınızı yakarım."

Civanmert elleriyle babasının ellerini sertçe ittirip ondan uzaklaştı.

"Eğer anneme çektiysem, içimde hiç olmazsa insanlık namına bir şeyler kalmış demektir. Bazen senin kanını taşımak zulüm oluyor!"

Bu sözleri söyleyip babasına arkasını döndü ve onun tepki vermesini beklemeden yanından uzaklaştı. Ağır konuşmuştu ama karşısındaki adam ancak bundan anlardı.
Şehsuvar baba boğulun arasında geçen tartışmayı ağzı açık izlemişti. Abisinin saltanatı yavaş yavaş yıkılıyordu. İkisinin arasına karışmak istemedi ve susup izledi. Yeğeninin yanlarından uzaklaşmasıyla ona bağırıp:

"Civanmert nereye gidiyorsun?" diye sordu. Civanmert amcasına dönmeden:

"Buralardayım uzaklaşmak istiyorum." diye bağırdı.
Şehsuvar bir şey demedi ve öfkeden, kahve gözleri koyulaşmış ağabeyine döndü. Şehzat oğlunun son söylediği sözü düşünüyordu. Kanını taşımanın zulüm olduğunu düşündüğü bir evlata sahipti. Omuzları yenilgiyle çökecekken kardeşinin kendisine baktığını hissetti ve omuzlarını dikleştirdi. Yenilgisini kimseye göstermeye niyeti yoktu.
Şehsuvar ağabeyine çekinerek baktı ve dilinin ucunda dönüp duran o soruyu sordu.

"Ağabey, niyetim kararını sorgulamak değil ama neden Hafsa'yı evlendirmek için bu kadar acele ettin?"

Şehzat, kardeşinin sorusuyla burun kemerini sıkıp sıkıntılı ses tonuyla konuştu.

"Çünkü eğer onu o aileye Gelin vermeseydim. Hüseyin Berdan'ın kızıyla evlenmek zorunda kalacaktım. Ben Hümeyra'dan başka bir kadını nikahıma alıp ona dokunmam."

Şehsuvar duyduğu gerçekle şaşırıp abisine yaklaştı ve merakla sordu.

"İyi de ama neden?"

"Babamız, Hüseyin Berdan ile çok yakın dosttu bilirsin. Gençken aileleri evlilikle birleştirmek için birbirlerine söz vermişler. Babam da o zaman ben varım diye beni ortaya atmış. Geçenlerde Hüseyin Berdan karşıma dikilip bu sözü hatırlattı. Bende kabul etmedim, Hafsa'yı torununa verebileceğimi söyledim. O da kabul etti."

Şehsuvar duyduklarıyla şaşkınlığını gizleyemiyordu. Böyle bir konu hakkında nasıl bilgisi olmazdı.

"Şimdi ne olacak peki. Hafsa kaçtı."

Şehzat, kardeşine kahve gözlerini dikti ve net net ses tonuyla:

"Onları bulacağız. Hümeyra'dan asla vazgeçmem."

Şehsuvar abisinin bu sözü üzerine bir şey demek istemeyip konuyu değiştirdi.

"Abi kızacaksın ama Hazel'i merak ediyorum. Hiç olmazsa durumu hakkında bilgi ver."

Şehzat burnundan sıkıntıyla sert bir nefes verip:

"Ameliyattan çıktı. Şimdilik durumu stabilmiş. Uyanmasını bekliyorlarmış." dedi.

Şehsuvar sorusuna aldığı cevapla üzüntüyle başını eğdi. Kalbi acıyla kavruluyor karısını görmek için can atıyordu. Şehzat, kardeşinin üzülmesiyle omzuna iki el vurup onu teselli etmeye çalıştı.

"Merak etme Allah'ın izniyle iyi olur. Hastanede ona en iyi doktorları ayarladım. Güzel haberi çok geçmeden alırız."

Şehsuvar abisinin söyledikleriyle inşallah deyip suskunlaştı. Şehzat ise dalgınlıkla oğlunun gittiği yola bakıyordu.

"Nereye gitti kim bilir? Bari oyalanmasa da geri dönse."

Şehsuvar abisinin baktığı yola bakıp:

"Birazdan gelir merak etme." dedi.

Onlar Civanmert'in merak ederken o, ıssız yolda dolu gözlerle ilerliyordu. Babasından uzaklaşmak onu görmek istemiyordu. Ona göre bu hayatta sevilmemek kadar kötü bir şey yoktu. Hele de bir çocuğun annesi tarafından sevilmemesi insanı çok kötü hissettiriyordu. Ara yollardan birine girdiğinde karşısında bir cami gördü. Camiye doğru yaklaşırken bir siyah bir arabadaki hareketlilik dikkatini çekmişti. Arabaya yaklaşıp yaklaşmamakta kararsız kalıp seçimi yaklaşmaktan yana kullandı. Arabanın içi tam olarak görüş açısına girmişti ki tanıdık gözlerle gözleri kesişmiş, şaşkınca arabada ona bakan annesiyle karşılaşmıştı.
Hümeyra, oğluyla karşılaşmasının şokuyla elini direk anahtara götürüp arabayı çalıştırmaya çalışmıştı. Civanmert annesinin bu çabasıyla burukça gülümseyip şoför kapısını açtı ve:

"Nereye gidiyorsun Hümeyra Hanım, oğlundan kaçtığın yetmedi mi artık?" dedi.

Hümeyra, oğlunun sistemiyle üzgünce onun babasına benzeyen gözlerine baktı ve yalvararak konuştu.

"Civanmert, oğlum, affet beni. Bırak kardeşini kurtarayım. Sen buradaysan babanlarda buradadır."

Civanmert sol gözünden bir damla akıtıp sert zemine çöktü. Hümeyra onun bu haliyle endişelenip:

"Civanmert, iyi misin oğlum neyin var senin böyle?"

Civanmert'in dudaklarından bir feryatçasına hıçkırık koptu. Güçlükle içinde yıllar yılı büyüttüğü kırgınlığı diline döktü.

"Neden sevmedin beni? Neden bir gün olsun bağrına basmadın? Neden Cavidan babaannemin beni zehirlemesine engel olmadın? Neden anne neden? Hiç mi sevilesi bir evlat olmadım senin için?"

Hümeyra da oğluyla beraber ağladı. Onların bu seslerine uyanan Hafsa ağabeyini yerde dizleri üstüne çökmüş annesinin gözlerine bakarak ağlamasıyla bir an için rüya gördüğünü zannetmişti. Sonrasında gerçeğin gözleri önünde apaçık olduğunu fark edip korkuyla fısıldadı.
"Ağabey."
Civanmert onu duymamış annesinin gözlerine kenetlenmişti. Hümeyra'da oğluyla yüzleşmenin ağırlığını yaşıyordu. Oğlu ilk defa ona anne demişti. Nedense sonra oğlunun tüm sorularını cevaplamak için konuşmaya başladı.

"Ben seni her zaman sevdim oğlum. İnsan kendi canından bir varlığı sevmez mi? Sadece o zamanlar çok küçüktüm, tecrübesizdim. Yaşadıklarım ağır gelmişti. Evet başta seni kabullenemedim ama sonra içten içe sevdim seni. Tam sana, sevgimi dışarıdan gösterecektim. Sen önüme kalın kalın duvarlar ördün."

Civanmert, kızarmış kahve gözlerini annesinin ellerine indirip:

"Bir kere bile olsa bana sarılsan olmaz mı?" diye sordu. Hümeyra hıçkırarak oturduğu arabada hareket etti ve oğlunun geri çekilmesiyle arabadan indi. Kollarını oğlunun kaslı bedenine sarıp onu bağrına bastı. Anne oğulun bu ilk sarılışıydı. İlk defa birbirlerinin kokusunu bu kadar yakından duyumsuya biliyorlardı. Civanmert annesinin kokusunu iyice içine çekip ondan ayrılmadan konuştu.

"Annem, özür dilerim. Sana el kaldırdım, hakaret ettim, kötü davrandım. Tüm bunları nasıl telafi edebilirim bilmiyorum. Beni affet."

Hümeyra'nın dudaklarının arasından bir hıçkırık daha kopmuştu. Bu anı öyle çok hayal etmişti ki... Oğlunun bedenindeki ellerini sıkılaştırıp ağlamaklı çıkan sesiyle konuştu.

"Ben seni çoktan affettim oğlum. Sen beni affet, çok geç kaldım sana."

Civanmert burnunu çekip annesinden ayrıldı.

"Hadi gidin. Oyalanmayın burada. Babamla amcam iki sokak ötede. Eğer beni aramaya çıkarlarsa sizi yakalarlar."

Hümeyra Şehzat'ın yakında olduğunu tahmin ediyordu ama oğlunun söylemesiyle korkusunu dışında yaşadı.

"Sen de gel bizimle. Babandan sana hayır yok oğlum."

Civanmert kafasını olmaz dercesine salladı ve çaresizce konuştu.

"Olmaz anne. Ben sizinle gelmeyeceğim. Şimdi sana telefon numaramı vereceğim yanında telefon var mı?"

Hümeyra arabanın içinden telefonunu alıp oğluna gösterdi. Civanmert o telefona kendi numarasını kaydedip annesine geri verdi.

"Bu numaradan iletişime geçelim. Sakın ben aramadan arama."

Hümeyra kafasını sallayıp:

"Tamam oğlum." demişti.

Civanmert annesiyle ve kardeşiyle vedalaşmadan önce merak ettiği soruyu sordu.

"Gidecek bir yeriniz ve paranız var mı?"

"İkisi de var oğlum. Yakın şehirlerden birinde akrabam var. Birkaç gün onlarda kalmayı düşünüyoruz. Sonrasında yolumuza devam edeceğiz.

"Güzel ama babam orayı bulur. Ben eğer öyle bir durum olursa ararım sizi. Sanırım Türkiye'ye gideceksiniz öyle değil mi?"

Hümeyra oğlunu onaylamak amaçlı konuştu.

"Evet."

"Dikkat edin, Suriye- Türkiye sınırı çok tehlikeli. Bu işe hiç içim sinmedi."

Hümeyra'nın da içine sinmiyordu ama mecburlardı. Civanmert annesine bitmek bilmeyen bir özlemle bakıp sarıldı.

"Gitmelisiniz."

Hümeyra oğlunun kokusunu derin derin soluyup içine hapsetti. Özlemiyle yanıp tutuşacağı oğlunu ardında bırakıp gitmek, kabininde bir parçasını burada bırakmak demekti. Anne oğul birbirinden hiç kopmak istemeseler de mecburiyetler peşlerini bırakmıyordu. Civanmert annesinden ayrılıp kardeşine sarıldı ve onunla da vedalaştı.

"Kendine iyi bak kardeşim. Annemin sözünden çıkma, onu üzme."

Hafsa gözyaşlarını akıtarak:

"Merak etme Ağabey. Annemin sözünden çıkmam da onu üzmem de."

Havayı ağır hüzün kaplamıştı. Kalpler buruk, yüzler mutsuzdu. Ayrılık vakti gelip çatmış kalacak olan dönmüş gidecek olan yoluna devam etmişti. Civanmert kalp kırıklarını da toplayıp babasının ve amcasının yanına dönmüştü. Hümeyra ve Hafsa ise arabaya binip akrabalarının evine doğru yola çıkmışlardı. Şehzat oğlunun kızaran gözlerine içerlenip çok mu ileriye gittim diye düşünüyordu. Bir bilseydi oğlunun, karısının ve kızının kaçmasına müsaade ettiğini ona dünyayı dar ederdi. Şehsuvar havadaki gerginliği azaltmak amaçlı konuştu.

"Hadi bir şeyler yiyelim. Sonra da biraz uyur dinleniriz."

Şehzat, kardeşine olmaz dercesine sert bir bakış atıp konuştu.

"Ne uyumasından bahsediyorsun Şehsuvar? Aramaya devam edeceğiz."

Şehsuvar sıkıntıyla oflayıp gözlerini abisinin gözlerine kenetleyip:

"Ağabey, biraz dinlenmek hepimize iyi gelecek. Çok fazla uyumayız sadece bir iki saat dinlenir kalkarız. Uykusuz bir şekilde aramak daha zor olacaktır." dedi.

Şehzat kardeşine sinirle bakıp:

"Sadece iki saat. Sonrasında aramaya devam edeceğiz." deyince Şehsuvar rahat bir nefes alabilmişti. Bir an için abisinin inatçılığının tutacağını zannetmişti. Civanmert'in de ondan farkı yoktu. İki saat annesi ve kardeşinin uzaklaşması için çok iyi bir fırsat olacaktı. Asgari erkekleri yemeklerini yiyip uyumak için arabalara çekilirken Farah ile Faris Mirşah'a izahat vermekle uğraşıyorlardı. Mirşah kendisine teslim edilmesi gereken kadınların getirilmemesiyle Faris'i aramış ve hesap sormuştu. Faris başta kadınla kızın kaçtığını söyleyememiş onu oyalamaya çalışmıştı ama pek başarılı olamamıştı. Mirşah kuru laflara karnının tok olduğunu söyleyip onlara iki gün mühlet vermişti. Faris el mecbur kabul etmek zorunda kalmıştı. Aslına bakılırsa bu mühleti bir fırsat olarak görüyordu. Nihayetinde Mirşah öfkesini susturup telefonu kapatmış, Farah ve Faris rahat bir nefes almışlardı. Farah, Faris'e dönüp:

"Nereye gitti bunlar? Yol bilmiyorlar iz bilmiyorlar ama bir türlü karşımıza çıkmadılar. İki gün içerisinde onları nasıl bulacağız?"

Faris alt üst olmuş sinirlerini yatıştırmaya çalışırken kendisine sorulan bu soruyla bir an da Farah'a patlamıştı.

"Yeter artık Farah, yeter. Ben de bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var o da o kadınla kızını bir an önce bulup Mirşah'a götürmemiz gerektiği. Sürekli bana şu soruları sorup durma. Bende senin bildiğin kadarını biliyor gördüğün kadarını görüyorum."

Farah, sitem edercesine bağıran adamla başını önüne eğip parmaklarıyla oynadı. Amacı onu öfkelendirmek değildi ama istemeden bunu sağlamıştı. Faris sus pus olan kadına yandan bir bakış atıp durdurduğu arabayı çalıştırdı ve yolları kontrol ederek sürmeye devam etti.

"Bu kadınla kızının burada gidecek kimseleri yok mu? Belki bir yere sığınmışlardır."

Farah'ın bildiği tek bir bilgi vardı onu da Faris'le paylaştı.

"Akrabaları var diye biliyorum ama ne zamandır görüşmemişler. Adreslerini bilmiyordu."

"Sence oraya gitmeyi başarmışlar mıdır?"

Farah kendisine yöneltilen soruyla bir süre düşünüp:

"Adresi bilmeden nasıl gidebilsinler ki? Buna ihtimal vermiyorum. Ayrıca bizde de herhangi bir adres yok." dedi.

Faris, Farah'a hak verip başka bir çare düşünmeye başladı. Böyle, yollarda aramak mantıklı bir iş değildi. Ayrıca fazlasıyla zaman kaybıydı.

"Sence Mehveş biliyor mudur?"

Farah bu soruya telefonunu çıkarıp Mehveş'i arayarak cevap verdi.

"Bilme ihtimali var. Biz şansımızı denesek iyi olur."

Telefon uzun süre çaldı ama Mehveş tarafından yanıtlanmadı. Farah bir iki kez daha telefonu çaldırdı ama durum değişmemişti. Son bir kez daha numaranın üzerine tıklayıp arayacaktı ki Faris tarafından engellendi.

"Bırak açmıyor işte. Baksana saat gecenin üçü. Uyuyordur o şimdi."

Farah, ona hak verip telefonu cebine koydu.

"O halde sabah olduğunda tekrar ararım."

Faris başını sallayıp onu onayladı.

"Biraz uyusak iyi olur. Saatlerdir araba kullanıyorum dinlenmem lazım."

Farah, onun yorgun bakan gözlerine uykuya hasret kalmış gözlerini dikip:

"Haklısın ben de çok yorgunum. Büyük ihtimalle Hümeyra'da uyuyordur, yola devam edemez." dedi.

Farah hiç olmazsa öyle olmasını umut ediyordu. Aksi takdirde izlerini hepten kaybedebilirlerdi. Arabayı uygun bir yere park edip uyku pozisyonlarını aldılar ve onlarda tıpkı Şehzat ve beraberindekiler gibi uyudular. Hümeyra ve Hafsa ise o sırada yola devam ediyorlardı. Ellerindeki adrese çok bir yolları kalmamıştı. Tahminen dört gibi oraya varmış olurlardı. Tabi herhangi bir aksilik çıkmazsa. Yol hala ıssızlığını koruyordu. Hümeyra'nın içini bir sıkıntı sarmış nefesimin düğümlenmesine sebep oluyordu. Sağ salim Ahmed amcasının evine varmak için sürekli dua ediyordu. Bir süre sorunsuz bir şekilde yolda devam ettiler taki yolun ortasında beliren yüzleri siyah bir örtüyle kapalı iki adam karşılarına çıkana kadar. Hümeyra'nın korkudan eli ayağı buz kesmişti. Hafsa ise korkudan annesine:

"Anne bu adamlar da kim? Ne yapacağız şimdi?" diye soruyordu.


Hümeyra, kızına ne cevap vereceğini bilememişti. Bu adamların kim olduklarını bilmiyordu ama iyi kimseler olmadıkları bes belliydi. Kendi arabalarıyla onların arasında uzun bir mesafe olmasına rağmen Hümeyra, sanki bir an da yanlarına gelecekler ve kendilerine kötülük yapacaklar diye korkuyordu.

"Anne bir şeyler yapmalıyız. Adamlar bizi fark etti. Buraya doğru geliyorlar."

Hümeyra buz kesen ellerini direksiyona iyice yaslayıp içinden besmele çekti ve gaza basarak arabayı adamların üzerine sürdü. Yüzleri peçeli adamlar, üzerlerine hızla gelen araçla ellerindeki silahları arabaya yöneltip ateş etmeye çalıştılar lakin çok da başarılı olamadılar çünkü araba yanlarından adeta bir şimşek hızıyla geçip gitmişti. Yapabildikleri tek şey bir süre arabanın arkasından ateş etmek olmuştu. Aslında arabanın peşine takılırlardı ama o gece araçlarıyla gelmedikleri için bu girişimde bulunamamışlardı. Bu da Hümeyra ve Hafsa'nın büyük bir kötülükten kurtulmalarını sağlamıştı. Anne kız, anın şokuyla ne tepki vermeleri gerektiğini bilmiyorlardı. Az önce yaşadıkları onlara bir hayal gibi geliyordu. Durumun vahametini biraz zaman geçtikten, şoktan çıktıktan sonra anlamışlardı. Hümeyra arabanın arkasına bakıp takip edilip edilmediklerine baktı ve boş yolla rahat bir nefes alıp arabanın hızını az da olsa yavaşlattı. Az önce yaşadığı adrenalinden dolayı bacakları titriyordu. Kızına dönüp durumuna baktı.

"Hafsa, iyi misin kızım?"

Hafsa korkudan titriyor ve ağlıyordu. Hümeyra kızını yatıştırmak için konuştu.

"Korkma kızım geçti çok şükür. Bak ikimize de bir şey olmadı."

Hafsa akan gözyaşını elinin tersiyle silip annesinin söylediklerini içinden tekrar etti ve sakinleşmeye çalıştı. Hayatında ilk defa karşılaştığı bu durumlar tüm dengesini alt üst etmeye yetmişti.

"Anne artık bitsin bu kaçış. Ben şimdiden çok yoruldum."

Hümeyra bir an da kızının söylediği bu sözlerle titrek bir nefes alıp:

"Artık çok geç kızım ama az kaldı bitecek bu kaçış." dedi.

Hafsa annesinin bu sözlerine inanmak istese de başarılı olamadı; çünkü biliyordu onların bu kaçışı hiçbir zaman son bulmayacaktı. Hayatları boyunca hep birilerinden kaçmak zorunda kalacaklardı.

✨- Bölüm sonu-

Bölüm nasıldı?

Kitabın gidişatı sizi meraklandırıyor mu?

❗❗OY VE YORUM ATMAYI UNUTMAYIN ❗❗

Loading...
0%