@sedefyyy5252
|
Merhaba sevgili okurlarım. Ataş ekle kutucuğuna basmayı unutmayın lütfen. Kitabımı okumaktan zevk alıyorsanız onu takip de edebilirsiniz 💦
🌟🌟🌟
Elinde poşetle tezgâhtan uzaklaşıyordu ki hızla gelen bir araçla bir anda kendisini yerde buldu. Poşetteki elmalar yerlere saçılmıştı. Hümeyra anın şokuyla ne olduğunu idrak edememişti. Sonrasında avuçlarının ve dizlerinin acısını yavaş yavaş duyumsamaya başlamıştı. Hızla gelen araç ona çarpıp yere savurmuş ve ellerinin ve dizlerinin yaralanmasına sebep olmuştu. Hümeyra, acıyla düştüğü yerde toparlanmaya çalışırken etrafına insanlar üşüşmüş ona iyi olup olmadığını soruyorlardı. Hümeyra onlara iyi olduğunu söyleyip başından gitmelerini sağlayacaktı ki onun, bunu yapmasına gerek kalmadan, ona çarpan arabanın arka kapısının açılıp, içinden uzun boylu, kahverengi gözlü, esmer tenli, yakışıklı bir adamın inmesiyle insanlar farklı yönlere kaçışmaya başladı. Hümeyra kendisine yaklaşan bu adamla ürküp ayağa kalkmak için çabaladı ama ne yazık ki başarılı olamadı. Adam onun bu çabasıyla çarpık bir gülümseme sergileyip tek dizini kırdı ve yanına çömeldi. Hümeyra, kendisini süzen bu adamla rahatsız olup gözlerini kaçırdı. Canının acısıyla mı yoksa bu adamın küstahlığıyla mı uğraşacağını bilememişti. Adam, söze kendisini tanıtarak başladı. "Ben Mirşah, buranın insanı beni iyi tanır. Sen yabancı gibi duruyorsun. Canın çok yandı mı? Şoförüm seni son anda fark edip yavaşlayabildi." Hümeyra, asi bakan gözlerini adamın gözlerine dikip konuştu. "Böylesine kalabalık bir yerde bu denli hızlı araba kullanmak doğru bir şey mi? Bir çocuğa da çarpabilirdiniz." Hümeyra, adamın bu teklifine şiddetle karşı çıktı. "Olmaz. Ben kendi başımın çaresine bakarım. Çok büyük bir durum yok." "Peki elmaların sultanı, senin istediğin gibi olsun. Şanslı günündeymişsin, acele işim olmasa benden bu kadar kolay kurtulamazdın." dedi ve adamlarına işaret edip arabaya bindi. Hümeyra adamın bu pişkince sözlerine sinir olmuş tüm acısını anlıkta olsa unutmuştu. Hatta öfkesi diline vurmuş, adama, hecelerini vurgulayarak: "Ne yaptın kızım sen? Keşke o güzel yüzünü o adama göstermeseydin." demesiyle Hümeyra, şalının yüzünden kayıp düştüğünü henüz yeni anlamıştı. Adamın bu sözleri nedense onu meraklandırmıştı. "Neden öyle söyledin amca? Kim ki bu adam?" Satıcı adam, Hümeyra'ya bir sır verecekmiş gibi yanına yaklaştı ve konuştu. "Buraların yabancısı olduğun belli. Bu adam, bu civarda acımasızlığıyla, kadınlara düşkünlüğüyle tanınan komutan Mirşah'tır. Terör gruplarına asilik edenlere kan kusturur, masum insanları evlerinden barklarından sürer, kadınlara, kızlara tec*üz eder. Gözüne kestirdiği biri oldu mu işte o zaman o kimseye büyük yazık olur. Bugün şansın büyükmüş, normalde seni bırakmazdı." Hümeyra, adamdan duyduklarıyla adeta dehşete düşmüştü. Az önce böylesine tehlikeli bir adamla konuşmuş, ona yüzünü göstermişti. Kendine çok kızgındı. Dikkatli olmalıydım diye hayıflandı ama artık çok geçti. Mirşah, bir kere onu görmüş ve hafızasına kazımıştı. Satıcı adam Hümeyra'dan uzaklaşıp yerlere saçılan elmaları tokadı ve yırtılan poşeti daha iyi bir poşetle değiştirip elmaları içine koydu. Poşeti Hümeyra'ya uzatırken: "Buralı değilsen bir an önce bu şehirden uzaklaş. Bu adamla ikinci karşılaşmanda, bu kadar şanslı olmazsın. Elmaları da iyice yıka tozlanmışlardır." dedi ve tezgahının başına geçti. Hümeyra adama teşekkür edip dalgınca arabaya bindi. Hafsa hala uyuyordu. Bir yandan onun uyuması Hümeyra'yı rahatlatmıştı. O pislik adamın gözlerinin kızına değmesini asla istemezdi. Elmaları yanındaki yolcu koltuğuna koyup arabayı çalıştırdı ve Ahmed amcasının evine doğru sürdü. Bir aksilikle daha karşılaşmak istemiyordu. Aklına bir anda oğlu Civanmert geldi. Oğlunun sözleri, sarılışı en çok da kendisine anne deyişi aklında dönüp duruyordu. Sonunda oğlunun gözlerinin açılıp babasının ve babaannesinin gerçek yüzlerini görmesi kendisini çok mutlu etmişti. Yıllardır süren bu soğuk savaş sonunda bitmiş anne oğulun gereksiz mücadelesi sona ermişti. Hümeyra oğluyla arasının düzeltmesine seviniyorken aklına Hazel'in gelmesiyle sol gözünden bir damla gözyaşı aktı ve kalbine damladı. Kardeşinden habersiz hayata devam etmek onun için çok zordu. Arayıp soracağı kimse de yoktu. Aslında aklına direk Civanmert geliyordu ama onu arayamazdı. Oğlu onu açık bir şekilde uyarmıştı. O armadan kesinlikle kendisi arayamazdı. O bu düşüncelerle boğuşurken karşısına çıkan evle Ahmed amcasının evine geldiklerini görmüştü. Buraya kadar hiçbir yol, iz bilmeden insanlara sora sora gelmişlerdi. Arabanın sesini duyan yaşlı çift, gelen misafirlerini karşılamak için evlerinden çıkıp onların arabadan inmelerini bekliyorlardı. Hümeyra arabayı park edip arka koltuğa döndü ve uyuyan kızını uyandırdı. "Hafsa, kızım, kalk hadi geldik." Hafsa uyku mahmurluğuyla yattığı koltuktan doğrulup etrafına baktı. Hümeyra kızının uyanmasıyla arabadan inip yaşlı çifte yaklaştı ve onlara sarıldı. "Emine teyze, Ahmed amca görmeyeli nasılsınız?" Yaşlı çift karşılarında gördükleri kadınla mutlulukla konuşmuşlardı. "Çok şükür Rabbime bir şekilde geçinip gidiyoruz? Asıl sana sormalı kızım. Seni en son on dört yaşında görmüştük. Sonrasında ise senin ile kardeşinin evlilik haberlerinizi aldık." Hümeyra hüzünle başını sallayıp: "Evet on beş yaşıma girdiğimde evlendim. Hazel ise o zamanlar on dört yaşındaydı." Ahmed amcası, tereddütle dolanıp duran soruyu sordu. "O zamanda anlam verememiştik. Neden o kadar erken yaşta evlendiniz kızım? Baban sizi o yaşta evlendirecek bir adam değildi." Hümeyra dolan gözlerini göstermemek için başını yere eğerek konuştu. "Mecbur kaldı. O da o yaşta evlenmemizi istemiyordu." dedi. Ahmed amcası konuyu daha detaylı öğrenmek için soru sıcaktı ki karısının engellemesiyle susmak zorunda kalmıştı. "Bunlar böyle ayak üstü konuşulacak mevzular değil. İçeri geçtiğimizde hasbihalimizi yaparız. Bu arkandaki kız senin kızın mı?" Hümeyra, arkasında duran kızını eliyle yanına çağırıp: "Evet benim kızım, Hafsa. Bir de oğlum var adı Civanmert." Emine teyzesi Hafsa'yı yanına çağırıp ona sarılmış ve hoş geldin demişti. İlerleyen dakikalarda yaşlı çift misafirlerini evlerine davet etmiş ve onların karınlarını doyurmuşlardı. Akşam olup karanlık gökyüzünü kapladığında ellerindeki şerbetlerle yer minderlerine oturup sohbete koyulmuşlardı. Hümeyra başlarına gelen her şeyi onlara anlatmış ve bu saate sonra yapacaklarından bahsetmişti. Emine ve Ahmed onun bu zorlu hayatını dinlerken hüzünlenmişlerdi. Hümeyra geldiğinden beri yaşlı çiftin kızlarını görmediği için merakla: "Aycan nerede Emine teyze? Normalde bizi karşılardı yoksa evlendi mi?" Sorduğu soru yaşlı çiftin omuzlarını çöktürmüştü. Hümeyra onların yüz ifadesinden Aycan'ın başına bir kötülüğün geldiğini anlamıştı. "Neden sustunuz? Yoksa..." Hümeyra devam edememişti. Aklına her türlü ihtimal geliyor ama bunların hiçbirinin olmaması için de dua ediyordu. Ahmed amcası onu fazla merakta bırakmamak için dolan gözlerini kırpıştırdı ve kederini belli eden sesiyle olan biteni anlatmaya başladı. "Aycan uzun süredir bizimle değil. Belki duymuşsundur, kızım okudu doktor oldu ve şehir hastanesinde çalışmaya başladı. Tam o yılda da Suriye karıştı ve iç savaş çıktı. Aycan bu sebeple gecesini gündüzünü hastanede geçirmeye başladı. Arada bir eve gelir birkaç gün kalır geri dönerdi. Bir gün hastaneden bir haber geldi. Aycan, birkaç adam tarafından zorla bir arabaya bindirilip götürüldü diye. Mirşah denen soysuz, vurulup hastaneye kaldırıldığında onunla Aycan ilgileniyormuş. O soysuz kızıma göz koymuş. O günden sonra Aycan'dan bir daha haber alamadık." Hümeyra, Mirşah ismini duyunca zorlukla yutkunup konuştu. "Mirşah denen adamla buraya gelmeden önce pazarda karşılaştım. Satıcı adamdan onun nasıl bir pislik olduğunu öğrendim. Aycan içinde çok üzgünüm. Evine sağ salim dönmesi için dua edeceğim." Ahmed, Hümeyra'nın sözleriyle endişeyle oturduğu yerde dikleşip: "Kızım bana o adamla yüz yüze gelmediğini söyle. Seni görmedi değil mi?" deyince Hümeyra, bu soru üzerine nasıl bir cevap vereceğini bilememişti. Doğruları söylemekte fayda gördü ve olayı başından sonuna kadar anlattı. Yaşlı çift onun anlattıklarıyla dehşete düşüp: "Ne yaptın kızım sen? Hayatında hiç konuşmaman gereken bir adamla konuşmuşsun. Allah verede senin peşine düşmeye." dediler. Hümeyra gergince oturduğu yerde hareket etti ve: "Zaten burada fazla durmayacağız. En kısa sürede Türkiye'ye geçmeye çalışacağız; lakin nasıl geçeceğiz bilmiyorum. Sınıra giden tüm yolların tehlikeli olduğunu düşünüyorum." Onun bu sözleri üzerine Ahmed ona babacanlıkla: "Burada kalmayı kendine sıkıntı etme kızım. Ben bir yavrumu o çakala yem ettim aynı şeyi sana da yapmasına müsaade etmem. Dilediğiniz kadar kalın burada. Ayrıca şöyle de bir durum var. Biz Aycan'dan haber alamadığımız zamanlarda bir Türk subayıyla tanıştık. Oğuzhan Yüzbaşı bir süre kızımın izini sürdü. Burada görevi bitip gitmek zorunda kalınca da Aycan konusunda pek ileriye gidemedik. Geçenlerde beni aradı. Timiyle beraber buralardaymış yanıma uğrayacaklarmış. Onlar geldiğinde belki Türkiye'ye gitmenizde size yardımcı olurlar." Hümeyra, bu sözlerle umutlanmıştı. Eğer o askerlerle Türkiye'ye geçebilirlerse çok iyi olurdu. "İnşallah bizi de yanlarında götürürler. Tüm belgelerimiz yanımızda. Tek sıkıntı sınırdan nasıl geçeceğimizi bilmemizdi." Ahmed ve Emine onu dinledikten sonra ayaklandılar. Ahmed: "Size hayırlı geceler kızım. Yol yorgunusunuz yarın dinlenin. Hele bir Oğuzhan komutan gelsin ben sizi de götürmesi için ona ricada bulunurum." dedi Hümeyra ve Hafsa'da oturdukları minderlerden kalkıp yaşlı çiftin karşısına geçti. Hümeyra onlara minnetini dile getirip teşekkür etti. Çift odadan çıkıp kendi odalarına gittiğinde anne kız yataklarını serdi ve içlerine girip uyku pozisyonunu aldılar. İkisi de rahat ve huzurlu bir uyku çekecekleri için mutluydular. Hafsa, annesine dönüp: "Anne sence komutan bizi de Türkiye'ye götürür mü?" diye sordu. Hümeyra bu soruya verebileceği tek cevabı verdi. "Bilmiyorum kızım, götüreceğini düşünüyorum. Türk askeri merhametlidir. Hem bizde onlardanız. Aynı kanı taşıyoruz." Hafsa annesinin cevabıyla gözlerini kapatıp ona iyi geceler diledi. Hümeyra kızına karşılık verdikten sonra aklındaki düşünceleri arka plana atıp gözlerini yumdu ve rahat bir uyku uyumayı diledi. Güzel ve sorunsuz bir sabaha uyanmak en büyük arzusuydu. Gece boyunca Şehzat ve beraberindekiler fellik fellik Hümeyra ve Hafsa'yı aramış ama hiçbir iz bulamamışlardı. Farah ve Faris'in durumu da onlardan farksız değildi. Birçok yeri aramışlardı ama bir sonuç elde edememişlerdi. Bir yandan da Mirşah ile uğraşıyorlardı. Sürekli ikisini arayıp kadınla kızını bulup bulmadıklarını soruyordu. Onlar ise aradıklarını, bir iz bulduklarında direk ona haber vereceklerini söyleyip telefonu kapatıyorlardı. Onların döngüsü hiç değişmiyordu. Güneşin ilk ışıkları Hümeyra ve Hafsa'nın kaldıkları odayı aydınlatırken doğada bin bir çeşit hayvanın sesi cümbüş oluşturuyordu. Anne kız gece boyunca deliksiz bir uyku çekmişlerdi. Hümeyra'nın kalbi, on beş yıldan sonra ilk defa bu denli bir huzura erişmişti. Şehzat'tan uzakta olduğu her yer onun için dünyevi bir cennetti. Gözlerini yeni güne açıp yatağında doğruldu. Kızı hala uyuyordu. Bedenini ona yaklaştırıp saçlarını okşadı ve öptü. Dışarıdan gelen koyun ve kuzu sesleriyle gözlerini pencereye dikip yatağından kalktı ve onları görmek için pencereye yaklaştı. Koyunlar ve kuzular sürü halinde otlamaya gidiyorlardı. Hümeyra bu manzarayı yüzünde gülümsemeyle izliyordu. Hatırladığı kadarıyla Ahmed amcasının beyaz bir atı vardı. Eğer hâlâ duruyorsa ona binip gezmek istiyordu. Üzerine bir hırka geçirip odadan çıktı. Ev iki katlı olduğu için mutfağa inmek için merdivenleri indi. Emine teyzesi yeni sağdığı sütü ateşin üzerine koymuş kaynatıyordu. Hümeyra yüzüne tebessüm kondurup: "Günaydın Emine teyze. Kolay gelsin, yardım gerekiyor mu?" dedi. Emine elindeki tahta kaşıkla kaynayan sütü karıştırıp gülümseyerek konuştu. "Günaydın güzel kızım. Sağ olasın, ben her şeyi hallederim sen geç otur. Birazdan Ahmed amcanda gelir kahvaltımızı yaparız." Hümeyra itiraz etmek için ağzını açacaktı ki Emine teyzesi onu eliyle susturup oturması için divanı gösterdi. "Hadi, hadi geç otur." Hümeyra onun kırmamak için divana geçip oturdu. Tahta masaya koyulan bin bir çeşit kahvaltılıklarla mahcupça: "Neden bu kadar yordun kendini Emine teyze?" dedi. Yaşlı kadın yanına gelip onun belini sıvazladı. "Ne yorulması kızım. Kırk yılın başında hanemize gelmişsin en iyi şekilde ağırlamak bizim üzerimize vazifedir." Hümeyra bu iyi insanların kendileri için çırpınmalarına mahcup bakışlarla karşılık vermişti. Onlar sayesinde ailesiyle geçirdiği güzel günleri tekrar yad edebilmişti. "Emine teyze, sizin bir atınız vardı. O hala duruyor mu?" "Duruyor kızım, binmek istiyorsan kahvaltıdan sonra yanına gideriz." Hümeyra hevesle başını sallayıp: "Evet istiyorum. Atları ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun." "Bilmez miyim? Ahenk adında bir atın vardı. Annen hep ona binip gezmenden şikâyet eder dururdu." Hümeyra hüzünlü bir tebessüm sunup: "Sürekli söylenirdi. Bazen keşke onun dinleseydim diyorum kendi kendime. Belki o zaman hayatım böylesine alt üst olmazdı." demesi üzerine Emine, Hümeyra'ya kollarını sarıp konuştu. "Kaderden kaçamayız kızım. Bazen olacak olan oluyor bir şekilde. Yoksa sen nereden bilecektin o adamla karşılaşacağını. "Doğru diyorsun da Emine teyze, bazen insan düşünmeden edemiyor işte." Emine Hümeyra'dan ayrılıp onun ay gibi parıldayan yüzüne ellerini koydu ve okşadı. "Güzellerin kaderi çirkin olurmuş kızım. Senin de yüzün güzel, kaderin çirkin olmuş. Rabbim bundan sonraki hayatında yüzünü güldürsün." Hümeyra Emine teyzesine sarılıp: "İnşallah sizde kızınıza sağ salim kavuşursunuz." demişti. Onlar birbirlerine sarılıp destek olurken mutfak kapısından içeriye Hafsa girmişti. Emine teyzesine ve annesine günaydın deyip, annesinin oturduğu divana oturmuştu. Emine ise kalkıp önceden ısıttığı ekmekleri sofraya koydu ve kocasını çağırmak için evden dışarı çıktı. Ahmed dışarıda su kuyusunun başındaydı. Elini yüzünü yıkarken karısının ayak seslerini işitip ona döndü. Emine kuyunun taşına koyulmuş havluyu eline alıp kocasına uzattı. Ahmed elini yüzünü kurularken Emine konuştu. "Hümeyra ile kızı uyandı. Kahvaltı hazır seni bekliyoruz." Ahmed işini bitirdikten sonra karısına: "Tamam hanım." dedi ve ikisi birlikte eve doğru yürüyorlardı ki kendi arazilerinden geçen konvoyla korkuyla birbirlerine baktılar. Ahmed gelen tehlikenin farkında olarak karısına neredeyse bağırarak: "Emine koş, Hümeyra ile Hafsa'yı sakla. Bu soysuz yine geldi." Emine korku ve telaşla koşar adım eve girdi ve Hümeyra'ya seslendi. "Hümeyra! Kızım saklanın çabuk. O geldi." Hümeyra, Emine teyzesinin bu telaşlı haline anlam veremeyip: "Neler oluyor Emine teyze. Neden bu kadar telaşlısın? Hem kim geldi?" diye sordu. Emine Hümeyra ve Hafsa'nın kolundan tutup gizli bölme gibi bir yerin üzerini açtı ve onları içeri sokarken konuştu. "Mirşah soysuzu geldi kızım. Hadi saklanın şuraya da sizi görmesin." Hümeyra, duyduğu isimle baştan ayağa titremişti. Bu adamın her yerde karşısına çıkması canını sıkmaya başlamıştı. Kendilerinden uzaklaşan Emine teyzesine: "Emine teyze sen de gel." dedi ama yaşlı kadın onu reddetti ve evin penceresinden kocasına baktı. Kuyunun başında duruyor arabadan inen Mirşah'a bakıyordu. Mirşah birkaç adımda yanına gelip gözlerindeki güneş gözlüklerini çıkarmadan konuşmaya başladı. "Görmeyeli nasılsın yaşlı bunak?" Ahmed, karşısındaki terbiyesiz adamın sorusuna nefret ve korku karışımı bir ses tonuyla karşılık verdi. "Sen gelene kadar iyiydik. Yine ne istemeye geldin? En değerlimizi almak neyine yetmedi? Mirşah beyaz dişlerini göstererek sırıttı ve Ahmed'e bir adım yaklaştı. Uzun boyunun avantajıyla ona tepeden bakıp konuştu. "Görüyorum da çok atarlı giderlisin. Merak ediyorum evde senden başka kim var. Tek kızın Aycan mıydı? Yoksa benden sakladığın başka kızların da var mı?" Ahmed, bu soruyla yutkunup yalan söyledi. "Bir Aycan'ım vardı onu da aldın benden. Daha ne kızından bahsediyorsun?" Bu cevap Mirşah'ı hiç tatmin etmemişti. Etrafı gözleriyle tarayıp bir şey bulmayı umdu. Birkaç saniye sonra da aradığını bulmuştu. Hümeyra'nın arabasına bakıp: "Bu araç kimin?" diye sordu. Ahmed, aracı saklamadığı için pişman olmuş ne yapacağını bilmez halde Mirşah'a bakıyordu. Şimdi ona ne söyleyecekti. Ne derse desin bu adamı kandıramayacağını biliyordu. Mirşah, karşısında sus pus olan adamla şüphelenip sesini yükselterek aynı soruyu tekrar sordu. "Sana bu araç kimin diye sordum yaşlı bunak." Ahmed kuruyan boğazını ıslatıp bir yalan uydurmaya çalıştı. "Dün bir adamla, bir kadın gelip arabayı bana teslim etti. Araba onların." Mirşah ona inanmayan gözlerle bakıp yönünü değiştirdi ve arabaya doğru yaklaştı. "Kim olduklarını bilmiyor musun yani?" "Bilmiyorum dediğim gibi buraya bırakıp gittiler." "Başka hiçbir şey söylemediler mi? Sonra gelip alacaklarına dair veyahut ta başka bir şey." Ahmed, Mirşah'ın yanına yaklaşıp: "Sadece bir kaç gün sonra almaya geleceklerini söylediler", dedi. Mirşah arabanın kapılarını açmaya çalışmıştı ama başarılı olamamıştı çünkü kapılar kilitliydi. "Arabanın anahtarlarını sana teslim etmediler mi?" diye Ahmet'e bir soru yönetti. Ahmed kafasını olumsuzca sallayıp konuştu. "Teslim etmediler." Mirşah şüphelenerek gözlerini etrafta gezdirmiş sonra da konuşmuştu. "Duyduğumuza göre bu çevrelerde bir Türk timi dolanıyormuş. Sen bu konu hakkında herhangi bir bilgi işittin mi?" Ahmed bu timin Oğuzhan Yüzbaşı'nın timi olduğunu anlamıştı. "Hayır işitmedim. Buralardan da dediğim o iki kişiden başkası geçmedi." Mirşah parmağını dudağının bir köşesine götürüp kaşır gibi yaptı. "Biz yine de bir arayalım evini. Belki senden habersiz evine girip saklanmışlardır öyle değil mi beyler?" Mirşah adamlarına dönüp bunları söylemişti. Adamları hep bir ağızdan gülüp bağırmışlardı. "Öyle Mirşah Komutan." Ahmed evinin aranacağını duyduğunda soğuk terler dökmeye başladı. Eğer arama yaparlarsa Hümeyra ve kızını bulurlardı. "Evimde karımdan başka kimse yok. Bakmak sizin için vakit kaybı olacaktır." Mirşah, Ahmed'in omzuna iki kere vurup: "Sen merak etme yaşlı bunak. Bizim için hiç vakit kaybı olmayacak. Hem biz misafir sayılırız. Önümüze bir sofra koyarsınız herhalde." dedi ve güldü. Adamları da onunla gülmüştü. Ahmed çok zor bir durumda kalmıştı. Ne yaparsa yapsın ne derse desin bu canilerin gitmeyeceğini biliyordu. O, orada Mirşah'ın karşısında ecel terleri dökerken Emine kocasının zor durumunu fark edip Hümeyra'ları sakladığı gizli bölmeye gidip kapağını açtı. "Hümeyra çıkın kızım. O soysuz caniler eve girecekler. Sizi burada bulabilirler. Arka kapıdan kaçmalısınız." Hümeyra, korkuyla kızının elini tutup gizli bölmeden çıktı. Beraberinde de Hafsa çıkmıştı. Emine onları evin arka kapısına götürüp dışarıyı kontrol etti ve onları evden çıkardı. "Hümeyra beni iyi dinle güzel kızım. Atı sormuştun ya bana. İşte o at şu ahırda. Oraya gidin ve atı çıkarın. Sessiz bir şekilde şu patika yoldan gidin. Merak etme ön harmandan burası gözükmez. Siz sadece sessiz olmaya bakın yeter." Hümeyra, Emine teyzesini iyice dinleyip başını salladı. "Tamam Emine teyze. Kendinize dikkat edin. O adam size bir şey yapacak diye ödüm kopuyor." "Sen bizim için korkma kızım. Onun derdi bizimle değil." Hümeyra ürkek ve mahcup gözlerle Emine'ye bakıp ona sarıldı ve her şey için teşekkür etti. İkili kollarını birbirinin bedeninden çekti ve Emine konuştu. "Telefonun yanında değil mi?" Hümeyra hırkasını cebine iliştirdiği telefonu çıkarıp ona gösterdi ve: "Evet burada." dedi. "İyi o vakit. Bu soysuzlar ne zaman giderler bilmiyorum. Belli ki zıkkımlanıp gidecekler. Onlar gittiğinde ben seni ararım geri dönersiniz." Hümeyra ona tamam deyip tarif ettiği ahıra doğru kızıyla beraber gitti ve bağlı olan beyaz atı çözüp ahırdan çıkardı. Ata ilk kendisi sonra da Hafsa bindi ve patika yoldan sessiz bir şekilde gitmeye başladılar. Akılları yaşlı çiftte kalmıştı. ✨Bölüm sonu✨ İnşallah beğenmişsinizdir. 🌟 Sizce bölümlerin uzunlukları nasıl? 🌟 Şu ana kadar birçok karakter okudunuz. En sevdiğiniz ve en sevmediğiniz karakterler kimdi? 💫 Diğer bölümde görüşmek üzere. LÜTFEN OY VE YORUM DESTEĞİNDE BULUNMAYI UNUTMAYIN ✨✨✨ |
0% |