@sedefyyy5252
|
Ataş ekle kutucuğuna basmayı ve oy atmayı unutmayın lütfen. 💦💦💦
Kırmızı kıvılcımlar titreşiyor, gözler önüne güzel bir şölen sunuyordu. Gökyüzü gecenin esaretine girmiş onun önünde referans yapıyordu. Odada yalnızlığın pençesine düşmüş adam ellerini birleştirip çenesine dayamış alevlerin dansını izliyordu. İçindeki kasvet onun bu güzelliklere boş bakışlarla bakmasına sebep oluyordu. Hayatında ilk defa gücünü kullanmaktan bu kadar aciz oluşu gerçeği, onu yiyip bitiriyordu. Alevlere o kadar çok dalmıştı ki odaya girip yanına kadar gelen kadını fark edememişti. Kadın, adamın omzuna elini koyup destek verircesine sıktı. Adam, elini onun elinin üzerine koyup: "Anne" dedi. Kadın oğlunun saçlarına bir öpücük kondurup konuştu. "Sıkma canını oğlum. Bu halin beni çok üzüyor. Ne yemek yiyorsun ne doğru düzgün uyuyorsun. Bu hayat o kadından ibaret değil." Şehzat yorgun gözlerini kapatıp: "Benim hayatım Hümeyra'dan ibaret. İçtiğim su, yediğim yemek, uyuduğum uyku, aldığım nefes hepsi bana Hümeyra'yı hatırlatıyor." deyince Cavidan, oğlunun sözleriyle öfkelenip konuştu. "Sen Şehzat Asgari'sin sana başka kadın mı kalmadı ki seni terk edip giden bir kadının yasını tutuyorsun. Anla işte oğlum o kadından sana şerden başka bir şey gelmiyor. Kendine de bize de yazık etme." Şehzat ona inatçı gözlerle bakıp, konuştu. "Ben hayatıma Hümeyra'dan başkasını almam. Başka bir kadına kadınım deyip yatağıma sokmam. Anla artık şunu. Benim bir tane karım var. Şu anda yanımda olmasa bile bir yerlerde yaşıyor ve ben, onu bulup tekrar bu haneye getireceğim." Cavidan uslanmaz, akıllanmaz oğluna sitem edercesine bakıp: "Böyle yaparak hiçbir yol kat edemiyorsun farkında değil misin? Bak kardeşine, krizi nasıl fırsata çevirdi. Hafızasını kaybeden karısıyla yeni bir hayata başladı." Şehzat bu sözlerin üzerine alay edercesine gülüp: "Krizi fırsata çevirmekmiş. Senin o aptal oğluna ben söylemeseydim karısı hafızasını kaybetti diye neredeyse oturup ağlayacaktı be. Sen ne krizinden ne fırsatından bahsediyorsun anne. Ne yani, bende Hümeyra'yı bulup kafasına iyi bir tane geçireyim tüm hafızasını kaybetsin. Bizde onunla yeni bir hayata başlayalım o zaman öyle mi?" dedi. Söylediklerinin saçmalığına gülmekten kendisini alamamıştı. Cavidan Asgari, oğlunun kendisiyle dalga geçmesine öfkelenip: "İyi ne halin varsa gör o zaman. Ben senin burada iyiliğini düşünüyorum sen ise benimle kafa buluyorsun. Böyle bu koltukta çürü." dedi ve odaya geldiğinin aksine gürültülü bir şekilde odadan çıktı. Şehzat onun gitmesiyle rahat bir nefes alıp sırtını koltuğa yaşlandı ve kafasını arkaya eğip gözlerini kapattı. Bacaklarını ise uzatıp üst üste koydu. Dışarıdan bakan onun keyif yaptığını düşünürdü ama içindeki yangını bilen tek kişi, kendisiydi. Cavidan, büyük oğlunun odasından öfkeyle çıktıktan sonra küçük oğlunun odasına gitti. Kapıyı çalma gibi bir girişimde bulunmayı odanın kapısını açtı ve içeriye girdi. Oğlu, gelinine elleriyle yemek yediriyordu. Bu manzaraya göz devirdi. Şehsuvar annesinin destursuz odasına dalmasına sinirlenip: "Evli oğullarının odasına girerken keşke izin istesen anne. Hayır ben senin için söylüyorum, bizi uygunsuz bir şekilde yakalarsan utanan sen olursun diye önceden uyarıyorum." Cavidan, oğlunun iğneleyici çıkan sesiyle yanına gidip ensesine bir tane yapıştırdı. Bu davranışı Şehzat'a yapmayı göze alamazdı ama Şehsuvar'a yapmaya da hiç çekinmezdi. "Edepsiz." Şehsuvar kendisine yapılan bu hareket ve hakaretle karısının eğlenen gözlerine baktı ve sırf o gülsün diye: "Odamıza dalan sensin edepsiz olan benim. Bu işte bir terslik var ama neyse." dedi. Aslında kısmen de başarılı olmuştu. Hazel'in yüzünde küçük bir tebessüm belirmişti. Cavidan kendisini ciddiye almayan oğullarına sitem ede ede odadan çıkarken Şehsuvar sesli bir kahkaha koy vermiş Hazel'de ona eşlik etmişti. Son kaşığa da çorba doldurup karısının dudaklarına uzattı. "Bitti güzelim. Eğer karnın doymadıysa tekrar getirteyim." Hazel doyduğunu söylemek için dudaklarını hareket ettirdi. "Doydum, istemiyorum." Şehsuvar elindeki tepsiyi odadaki masanın üzerine koyup tekrar karısının yanına geldi ve ilaçlarını ona uzattı. Hazel ilaçları alıp içtikten sonra gözlerini kapatıp dinlenme moduna geçti. Şehsuvar üzerine geceliklerini giyip tekrar yanına geldiğinde yorganı açıp, karısının yanına kıvrıldı. Burnuna gelen muhteşem kokuyla gözlerini kapattı aynı zamanda da kollarını karısına sarmıştı. Hazel, onun ellerini itmedi aksine ellerini belindeki ellerin üzerine kapatıp uyudu. Şehsuvar için bu an bir hayal gibiydi. Onlar huzurlu uykularının içine çekilirken Şehzat yatak odasına girmiş Hümeyra'nın kokusunun sindiği kıyafetlerini kokluyordu. Hasreti bir dağ gibi kocaman olmuştu. Karısının peşini bırakmamıştı. Hala izini sürüyordu. Adamları Suriye'yi karış karış aradıktan sonra Şehzat, karısının kızıyla beraber Türkiye'ye geçtiğini düşünüyordu. Bu sebeple adamlarını oraya göndermişti. Kendisi Suriye'deki iz sürmeden sonra annesinin ısrarıyla eve gelmek zorunda kalmıştı ama adamlarından küçücük bir haber gelsin o da kalkıp Türkiye'ye gidecekti. Elindeki şalı kemikli eline dolayıp yatağına uzandı. Hümeyra'nın hayaline tutunarak kendisini uykunun kollarına bıraktı. Belki yarın onun için güzel bir gün olurdu, belki. İran'da durumlar böyleyken Türkiye'de ise biraz faklıydı. Hümeyra ve Hafsa yeni kurdukları hayata yavaş yavaş alışıyor, Türkiye'nin kültürüne ayak uydurmaya çalışıyorlardı. Buraya gelişlerinin üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti. Oğuzhan Yüzbaşı onları buraya yerleştirdikten sonra birkaç defa onlara görünmüş sonrasında ise tamamen ortadan kaybolmuştu. Hümeyra ve kızını annesi Zehra Hanım'a emanet etmişti. Zehra Hanım, bu anne kıza pek ısınmasa da sırf oğlu istediği için ara ara evlerine gidiyor ve onlara eksiklerini soruyordu. Bu süre zarfında Hafsa okuluna başlamıştı. Hümeyra, ona iyi bir hayat sunmak için elinden geleni yapıyordu. Bir yandan da oğluyla ara sıra konuşuyor kardeşinin durumunu soruyordu. Hazel'in başını çarpıp hafızasını yitirdiğini öğrenince elinin ayağının boşalıp, kanepeye yığılması ile oğlu Civanmert'i fazlasıyla endişelendirmişti. Kardeşinin bu hale gelmesini kendi suçu olarak görüyordu. Eğer onu arkasında bırakıp buralara gelmeseydi böyle olmazdı diye düşünüyordu. "Hoş geldiniz Zehra Hanım, buyurun içeri geçin." Bu kadından pek hoşlandığı söylenemezdi. Kendisine bir kötülüğü dokunmamıştı ama dili bir akrebin zehri kadar öldürücüydü. "Hoş buldum Hümeyra. Ne yapıyorsunuz diye bir bakayım dedim. Oğuzhan sürekli sorup duruyor. Komşularımızla ilgileniyor musun diye." Zehra bu sözleri söylerken kapının eşiğinden girmiş oturma odasına geçmişti. Hümeyra, arkasından onu takip edip konuştu. "Sağ olsun, kim bilir nerede nelerle uğraşıyor ama bizi de sormaktan geri durmuyor. Allah ondan da senden de razı olsun." Zehra nefeslenip rahat, mavi koltuğa oturdu ve hafif sesli bir ses tonuyla âmin dedi. Hümeyra oturan kadına: "Fırından daha yeni kurabiye çıkardım. Çay ile getireyim." dedi. Zehra kafasıyla onu onaylayınca arkasını dönüp mutfağa geçti. Bu kadın onu gereksiz yere geriyordu. Oğluyla anlaşamadığı yetmiyormuş gibi bir de annesi çıkmıştı başına. Onlara karşı saygısını ve terbiyesini bozmamaya karar vermişti. Ne de olsa onlar sayesinde kolay bir şekilde yeni hayata başlayabilmişlerdi. Mutfağa geçip kurabiyeleri ve çayları hazırlayıp, Zehra'nın yanına gitti. Geniş kanepenin bir köşesinde Zehra Hanım oturuyordu. Diğer köşesine de kendisi geçti. Ortalarına da ikramlıkları koydu. "Buyurun, kurabiyeleri inşallah beğenirsiniz. Tarifini yeni öğrendim." Zehra Hanım tabakta bir tane kurabiyeyi alıp ısırdı ve Hümeyra'ya baktı. Hümeyra, kadının ağzından çıkacak kelamları merakla bekliyordu. "Tarifi yeni öğrenmene rağmen güzel olmuş eline sağlık." Hümeyra, kadından kötü sözler beklediği için utansa da bozuntuya vermeyip gülümsedi. Bu gerçek bir gülümsemeydi. "Teşekkür ederim, afiyet olsun." İkili arasında bir sohbet başladı. "Hümeyra senin kocan çok zengindi değil mi? Şimdi zor olmuştur zenginlikten çıkıp buraya düşmek?" Hümeyra daha az önceki utanmasının ardından dakikalar geçmeden duyduğu sözlerle histerik bir gülüş sergiledi. Bu kadın da böyleydi demek ki. Tatlı dilinin ardından bet dilini göstermekten geri duramayan biriydi. "Düşündüğünüzün aksine hiç de öyle olmadı Zehra Hanım. Evet kocam zengindi hem de çok. Bu evden kat ve kat büyük, görkemli bir evi, malikanesi vardı. Bir sürü arabası, emrinde çalışan hizmetlileri vardı; ama önemli birkaç eksiği de vardı. Huzur gibi, özgürlük gibi, saygı gibi. Para insana mutluluk getirmiyor bazen. Bana o beş yıldır, bir an olsun getirmedi." Zehra, Hümeyra'nın konuşurken gözlerinde acıyı görmüştü. Her ne kadar hoşlanmasa da bu kadından ona üzülmüştü. "Haklısın kızım, para sana pek mutluluk vermemiş. Bu saatten sonra mutlu olmaya bak." Hümeyra başını sallayıp onu onayladı. İkili bir süre daha sohbet edip ayrıldılar. Hafsa'nın okuldan gelmesine az bir vakit kalmıştı. Hümeyra onun için yemekler hazırlamış sofrayı kurmaya başlamıştı. Kapı zilini çalmasıyla elin de ki bardağı hızla masaya koyup kapıya koştu. Şalı her zamankisi gibi başındaydı. İran'da nasıl alıştıysa öyle devam ediyordu. Aslında aklında, saçlarını tamamen kapatıp tesettüre girmek vardı. "Hoş geldin Hafsa, yemek hazır kızım." "Bana da sofra da bir sandalyelik yer var mıdır acaba?" Hümeyra duyduğu kalın, erkek sesiyle başını o sesin sahibine çevirip: "Sen, ne zaman geldin? Zil çalınca Hafsa geldi sandım." Oğuzhan kapının eşiğinde, kendisine şaşkın gözlerle bakan kadına sırıtıp konuştu. "Yeni geldim sayılır. Eve uğradım ama annemi bulamadım. Anahtarda yok ki içeri girip, aç karnımı doyurayım. Bende komşumdan yana şansımı kullanarak buraya geldim." Hümeyra adamın sözleriyle gözlerini devirmekten kendisini son anda alıkoyup, sıkkın sesiyle konuştu. "Annen burada yemek yediğini öğrenirse kızabilir. Bir de komşularınız tarafından zaten sürekli izleniyoruz, yanlış bir şeye yorup huzurumuzu kaçırırlar diye korkuyorum." Oğuzhan, Hümeyra'nın sözleriyle ciddileşip: "Haklısın açlıktan mantıklı düşünemedim kusura bakma. Annem nereye gittiyse birazdan gelir zaten." "Dur bir dakika. Sen aşağıda çardakta otur. Ben sana yemek getireceğim. Aç aç durma şimdi." Hümeyra dayanamamış merdivenleri inen adama bu sözleri söylemişti. Oğuzhan arkasını dönüp ona baktı ve: "Zahmet etme bir daha." dedi. Hümeyra elini beline koyup: "Bekle burada Yüzbaşı, getiriyorum yemeğini." dedi ve onun konuşmasına müsaade etmeden içeriye girdi. Oğuzhan onun arkasından sırıtıp: "Emredersiniz komutanım." dedi. Hümeyra birkaç dakika sonra elinde yemeklerle dolu tepsiyle geldi ve onu Oğuzhan'a uzattı. "Teşekkür ederim." "Rica ederim, afiyet olsun. Şey, annen gelmeden yede tabakları getir olur mu?" Oğuzhan kaşlarını çatıp konuştu. "Annem ile aranızda bir sorun mu var? İkidir bunu söylüyorsun da." Hümeyra çekingen gözlerini Oğuzhan'dan kaçırıp konuştu. "Annen bizimle sürekli ilgilenmenden hoşlanmıyor sanırım. Bizi ne zaman yan yana görse, yüzü memnuniyetsiz bir hal alıyor." Oğuzhan histerik bir gülüş sergileyip: "İyi de ama neden?" dedi. Hümeyra omzunu silkip konuştu. "Seni kıskanıyordur. Anneler evlatlarını kıskanır." Oğuzhan, bu söze gülmekten kendisini alamamıştı. "Annemin beni sizden kıskanması için hiçbir sebep yok. Hayır anlamıyorum, ben evli bir kadına bakacak kadar şerefsiz bir adam gibi mi duruyorum oradan?" Hümeyra onun son söyledikleriyle öfkeli gözlerini onun mavi gözlerine dikti. "Ben sana öyle birisin mi dedim şimdi? Neyse yürü git yemeğini ye. Bu konuşmanın sonu iyi yerlere gitmiyor." Hümeyra, Oğuzhan'a arkasını dönüp eve giriyordu ki Oğuzhan: "Bana emir verip durma. Askeriz diye herkesten emir almıyoruz." diye bağırdı. Bu bağırış kızgınlıktan öte tatlı bir sitemdi. Hümeyra hadi oradan der gibi elini sallayıp Oğuzhan'ın yüzüne kapıyı kapattı. Bu hareketiyle Oğuzhan gülüp: "Manyak kadın, hayır ben bu kadını bu hareketlerine rağmen neden evimde barındırıyorsam. Demek ki asıl manyaklık bende." deyip elindeki tepsiyle çardağa gitti. Güzelce karnını doyurduktan sonra tepsiyi sahibine geri vermek için ayağa kalkarken bahçe kapısının açılmasıyla elinde tepsiyle hareketsiz bir şekilde kaldı. Annesinin geldiğini düşünerek tepsiyi masanın altına gizleyip delilleri ortadan kaldırdı. Aynı zamanda da Hümeyra'ya içinden söylenip duruyordu. Kafasını çardağın dışına çıkarıp gelene baktı. Gördüğü kişiyle rahat bir nefes alıp ona seslendi. "Kız, küçük hanım. Okul nasıldı?" Hafsa, kendisine seslenen adamla bir anlık boşluğuna gelip sıçradı. Sonra ise Oğuzhan ağabeyinin geldiğini idrak ederek, mutlulukla yanına koştu. "Oğuzhan ağabey, hoş geldin? Ne zaman geldin?" Oğuzhan kendisine gülen gözlerle bakan kıza sarılıp: "Geleli iki saat olmamıştır herhalde." dedi. Hafsa otuz iki diş sırıtarak: "Zehra teyze çok sevinecek. Ne zamandır söyleniyordu. Oğlumun yüzünü göremiyorum diye." dedi. Oğuzhan imalı bir sırıtışla: "Klasik annem, söylenmek onun için bir spordur Hafsa'cığım." demesiyle ikili gülüştüler. Hafsa, saatine bakıp konuştu. "Ayy, benim eve gitmem gerekiyor. Annemin belirlediği saatte evde olmazsam olacakları sende tahmin edebilirsin." Oğuzhan sırıtışını bozmadan başını salladı ve: "Tahmin etmez miyim hiç. Aramızda kalsın, annen biraz kafadan çatlak." dedi. Hafsa buna kahkaha atıp: "Duyarsa yanarsın benden söylemesi." deyince Oğuzhan yalandan sitem ederek: "Boşuna aramızda kalsın demiyorum ya küçük hanım." demişti. İkili tekrar gülüştükten sonra, Oğuzhan'ın aklına masanın altına gizlediği tepsinin gelmesiyle, Hafsa'ya bir dakika işareti yapıp, eğildi ve tepsiyi masanın altından çıkardı. "Bu ne" demişti. Oğuzhan gözlerini devirip: "Tanıştırayım tepsi. İnsanların yegâne dostu." dedi ve güldü. Hafsa kendisiyle dalga geçen adama: "Oğuzhan abi dalga geçme benimle. Sen ne demek istediğimi biliyorsun." dedi. Oğuzhan başını sallayıp: "Tamam, tamam. Annem evde olmayınca annen verdi aç karnımı doyurayım diye. Yalnız bunu hemen eve götür, annen iyice tembihledi. Annemin görmesini istemiyormuş." Hafsa, annesinin bu isteğini gayet makul buluyordu. Neticede Zehra Hanım bu tarz şeylere takılacak bir kadındı. Oğuzhan'ın elinden tepsiyi alıp ona veda etti ve merdivenlerden çıkıp eve gitti. Annesi geç kaldığı için onu azarlayacakken elindeki tepsiyi göstererek kendisini açıkladı. "İstediğin saatte geldim anne. Bahçede Oğuzhan ağabey ile karşılaştığım için biraz oyalandım." Hümeyra belindeki ellerini indirip: "Tamam, hadi içeri geç. Acıkmadın mı sen?" Hafsa çantasını odasına koyarken annesine cevap verdi. "Çok acıktım. Bir an önce yemek yemeliyim." Hümeyra, işaret parmağıyla hazır yemek masasını işaret ettikten sonra, kendi sandalyesine oturdu ve yemeğini yemeye başladı. Hafsa elini yüzünü yıkayıp kendi sandalyesine oturdu ve yemeğinden bir kaşık aldı. "Okul nasıldı? Alıştın mı?" Hafsa, lokmasını yutup: "Güzel geçti. Bazen derslerde zorlanıyorum ama alıştım sayılır." dedi. Hümeyra başını sallayıp onu onayladı ve ikili arasında gerçekleşen son konuşma bu oldu. Sonrasında ikisi de güzel bir akşam geçirip uyumak için odalarına çekilmişlerdi. Gecenin korkutucu yüzü insanların ruhlarını ele geçiriyor onları kıskacı altına alıyordu. İnsanlar başlarını yastıklarına koyup, gerçekleşmesini istedikleri hayaller kuruyorlardı. Kimisi sevdiğini hayal ediyor, kimisi almak istediği bir eşyayı, kimisi de kariyerinde ulaşmak istediği makamı. Hümeyra ise Şehzat'sız bir hayat düşlüyordu. Aslında o hayalini gerçekleştirmişti; ama korkuyordu. Bu hayalin, kabusa dönüşmesinden delicesine korkuyordu; çünkü o da biliyordu, kocasının asla peşini bırakmayacağını. Belki de çoktan Türkiye'de olduklarını anlamış adamlarını peşlerine takmıştı. Gerçi koskoca Türkiye'de onları bulmaları o kadar kolay olmayacaktır diye düşünüyordu. Tabi hiç bulamayacakları anlamına da gelmezdi. Hümeyra içini yiyip bitiren bu düşünceleri aklından defetmeye çalışıp, huzurlu bir uyku çekmeyi arzuladı. Sabahın gülen yüzü, insanları kucaklarken Asgari malikanesinin ahalisi yavaş yavaş uyanmaya başlamıştı. İlk uyanan hiç şüphesiz Şehzat olmuştu. Hümeyra'yı düşünmekten uyuyamıyordu. Yatakta onun yokluğu tüm bedenini buz kestirip üşütüyordu. Uykusuzluktan ve asabilikten çatılan kaşlarıyla, hazırlanan yemek masasında, baş köşeye oturmuş ev ahalisinin masaya teşrif etmesini bekliyordu. Onu çok bekletmeden annesi Cavidan gelmiş ve oğluna tavırlı bir şekilde yerine oturmuştu. Yani onun tam karşısındaki baş köşeye. Şehzat, onun bu tavırlı halini hiç takmayıp kahvesinden bir yudum aldı ve çatalını peynire batırıp ağzına götürdü. Cavidan oğlunun kayıtsızlığıyla, dışa vuracak şekilde sabır çekip kahvaltısını etmeye başladı. Onlar sessiz bir şekilde önündeki tabaklarına odaklanmışken içeriye el ele Şehsuvar ve Hazel girdi. Anne oğul başlarını onlara çevirince sabır dileyip kendi kendilerine söylendiler. Şehsuvar onları duyuyordu ama keyfini bozmalarına izin vermeyecekti. Tabi karısının da keyfini bozmalarına müsaade etmeyecekti. Hazel'e oturması için sandalyesini geriye çektikten sonra kendisi yerine oturdu ve neşeyle kahvaltısını yapmaya başladı. Onun bu neşesi hem annesini hem de ağabeyini çılgına çeviriyordu. Şehzat, kendi karısı kayıpken kardeşinin karısıyla nispet yapar gibi ortada dolanmasına tahammül edemeyip ayağa kalktı. Onun kalkmasıyla saygı göstergesi mahiyetinde herkes elindeki çatalı bırakıp onun gitmesini bekledi. Bu Asgari ailesinin temel kurallarından birisiydi. Evin büyüğü ve lideri Şehzat'tı ve herkes ona saygı göstermeliydi. O gittikten sonra çocuklar gelmiş ve masadaki yerlerine kurulmuşlardı. Civanmert kimseyle muhatap olmadan kahvaltısını yaparken Cavidan onu göz hapsine almıştı. Torunu şu birkaç gündür ondan kaçıyor, onunla konuşmak istemiyordu. Çok defa ona derdini sormuş ama öğrenememişti. Civanmert, üzerindeki bakışların rahatsızlığıyla yerinde kıpırdandı. Ağzına birkaç lokma daha atıp masadan kalkıyordu ki Cavidan'ın müdahalesiyle karşılaştı. "Nereye gidiyorsun Civanım? Karnını iyice doyur öyle kalk." Civanmert, sıkıntılı bir nefes alıp: "Doydum daha fazla yemeyeceğim. Arkadaşlarımla dışarıda buluşacağım, acıkırsam onlarla yerim." dedi ve babaannesinin konuşmasını beklemeden amcasından ve teyzesinden, masadan kalkmak için izin istedikten sonra odadan çıktı ve gözden kayboldu. Cavidan sıkıntısını belli edercesine ofladıktan sonra oğluyla gelinine ters bir bakış atıp masadan kalktı. Hazel, kendi dışında gelişen olaylara garipseyen gözlerle bakarken Şehsuvar'ın umurunda olan tek şey karısıydı. Onlar neşelerini bozmadan kahvaltılarını yaparken dışarıdan öfkeli bir ses işitilmişti. "Şehzat Asgari! Dışarı çık." Ev ahalisi olan bitene anlam veremeyip, bulundukları odalardan hızla çıktılar ve merakla birbirlerine baktılar. Şehsuvar, öfkeden kızaran ağabeyine korkarak: "Ağabey neler oluyor. Bu bağıran da kim?" dedi. Onun korkusu dışarıdaki adama karşı değil ağabeyine karşıydı. Şehzat, onun bu sorusuna karşılık sadece soğuk bir ifadeyle bakmıştı. Sonrasında ise, davetsiz misafirini karşılamak için dışarıya çıktı. Bağıran kişi, Hafsa'yı evlendireceği çocuğun dedesi, Hüseyin Berdan'dı. Şehzat, bu adamın buraya sorun çıkartmak için geldiğini anlamış ve çatık kaşlarını iyice çatıp yanına gitmişti. Saçları beyazlamaya dönmüş, 1.70 boyunda adamın karşısına dikildiğinde: "Hayırdır Hüseyin Berdan? Kapımda ne bağırıp duruyorsun?" diye sormuştu. Hüseyin Berdan elindeki bastonu eliyle iyice sıkıp, onun sorusuna cevap verdi. "Ne hayrından bahsediyorsun Şehzat! Verdiğiniz sözü tutmadınız. Hani nerede gelinim olacak kız?" Şehzat, dişlerini sıktığı için ağrıyan başını düşünmemeye çalışıp, Hüseyin Berdan'ı oyalayacak bir şeyler söylemeye çalıştı. "Biraz sakin ol Hüseyin amca. Gelinin evde, başka nerede olacak?" Yaşlı adam, Şehzat'a küçümseyerek bakıp: "Bana yalan söyleme Şehzat!" diye bağırdı. Şehzat kendisini açıklamak için konuşacaktı ki Hüseyin Berdan elini sertçe kaldırıp, onu susturdu. "Karının, kızını kaçırdığını biliyorum. Ne zamana kadar, bizden gizlemeyi düşünüyordun?" Şehzat, kırılan gururunun parçalarını yerlerden toplama çabasıyla konuştu. "Kızgınsın biliyorum; ama müsterih ol, gelinini bulup getireceğim. Biz de söz namustur bilirsin." Yaşlı adam, bu sözlere alay edercesine güdükten sonra, bir anda ciddileşti ve Şehzat'ın hoşuna gitmeyecek o sözleri söyledi. "Şimdi sözü namusu barakta kulaklarını aç ve beni iyi dinle. Kızın evime gelin olarak gelmeyecekse, en başta nasıl anlaşıldıysa öyle hareket edilecek. Kızım Leyla ile evleneceksin." Şehzat duyduklarıyla birden kahkaha atıp herkesi şaşırtmıştı. Öyle gür bir kahkahaydı ki bu, kendisi bile ilk defa böyle bir kahkaha attığını biliyordu. Birden gülüşünü kesip, ateşler fışkıran kahve gözlerini Hüseyin Berdan'a dikti. Ona birkaç adım atıp, tehlike barındıran ses tonuyla konuştu. "Sınırı aşma Hüseyin Berdan! Benim bir karım var. Senin kızın benim karım olamaz." Yaşlı adam, küçümseyen gözlerini Şehzat'tan hiç ayırmadan onu dinlemişti. Histerik bir gülüş yüzünde peydah oldu ve: "Hani, nerede karın? Daha sen bile nerede olduğunu bilmiyorsun." dedi. Şehzat, karşısındaki adamın yaşlı olmasından dolayı sinirlerine hakim olmaya çalıştı; lakin çok da başarılı olduğu söylenemezdi. Onun, Hüseyin Berdan'a zarar vereceğinden korkan Cavidan, ikilinin yanına gelip ortamı yumuşatmak için konuştu. "Hüseyin, gel buyur evde konuşalım. Bu konular böyle ulu orta yerde konuşulacak konular değil. Şehzat, oğlum sende sakin ol." Şehzat, annesine dik dik bakarken Hüseyin Berdan: "Ben söyleyeceğimi söyledim Cavidan. Oğlun kızımla evlenecek. En kısa sürede hazırlıklarınızı yapın." dedi ve cevap beklemeden arkasını dönüp, koruması eşliğinde siyah cipinin arka koltuğuna oturdu ve Asgari malikanesinden uzaklaştı. "Anne çok sinirli. Bırak önce sinirini atsın." Cavidan üzgün gözlerini Şehzat'tan çekmeden başını salladı ve Şehsuvar'ı onayladı. "Şehzat! Nereye gidiyorsun oğlum?" Şehzat, annesini kolundan tutup, önünden çekti ve: "Çiftliğe gidiyorum", dedi ve arabaya bindi. Araç devasa mülkün bahçesinden çıktı ve gözden kayboldu. Cavidan, oğlunun arkasından kederli gözlerle batı ve derin bir iç çekti. Oğluna baktığında gözleri önüne, kocası Serhat Asgari geliyordu. Bu sebeptendir ki Şehzat'ı, Şehsuvar'dan daha çok severdi. Oğlunun gidişinin ardından çaresiz, malikaneye girdi. İçi hiç rahat değildi. O, kendi kabuğuna çekilirken Şehzat, malikaneye çok da uzak olmayan çiftlik yoluna girmişti. Aklından birden fazla düşünce geçiyordu. Hümeyra'nın yokluğu canını sıkmıyormuş gibi bir de Hüseyin Berdan ile kızı çıkmıştı. Ağrıyan şakaklarına elleriyle masaj yapıp gözlerini kapattı. Ruhu daralıyordu. Içine düştüğü bu çıkmazdan bir şekilde çıkması gerekiyordu; ama nasıl? Araba toprak yolda ilerleyişini durdurmuş çiftlik evinin önünde durmuştu. Tamamen taştan yapılmış çiftlik evi bir konağı anımsatıyordu. Her yerde elma ağaçları dikilmiş, evin etrafını büyük bir bahçeye çevirmişti. Bu elmalar on iki yıl önce bizzat Şehzat tarafından dikilmişti. Sebebi ise, Hümeyra'nın elmaları çok sevmesiydi. İstop eden arabadan acele olmayan hareketlerle inip gözlerini meyve veren elma ağaçlarına dikti. Onları görmesiyle, karısına olan özlemi depreşmişti. Mehveş'in başına diktiği sağ kolu Cihan, onun geldiğini öğrenince yanına gelmiş ve emre amade bir duruşla beklemeye başlamıştı. Şehzat, elma ağaçlarında gözlerini gezdirirken Cihan'a emretti. "Bir sepet getir Cihan." Cihan, patronun emrine şaşırmayıp harekete geçti; çünkü patronunun elmalar konusundaki hassasiyetini çok iyi biliyordu. Bildiği bir şey daha vardı ki o elmalara kendisinden ve karısından başkasına dokundurtmazdı. Bu elmalar sadece onlara özeldi. Bir keresinde yoldan geçen bir araçtan birkaç kişi inmiş korumalardan elma istemişlerdi. Korumalar, Şehzat'a sormadan birkaç tane elma verince, dünyevi kıyamet kopmuştu. Korumalara adeta kan kusturmuştu. Onu bir tek Hümeyra sakinleştirmeyi başarabilmişti. O günden sonra elmalar konusunda azami dikkat gösterilmişti. Zaten aksine kimse cüret edemezdi. Cihan, beş dakika sonra elinde küçük bir sepetle Şehzat'ın yanına döndü. Şehzat, adamının elinden sepeti alıp, meyvelerin ağırlığı sebebiyle yerlere eğilen ağaçlardan, gözüne kestirdiği elmaları teker teker topladı. Her bir elma koparışında karısının elma yerken ki tatlı hali geliyordu gözlerinin önüne. Onsuz daha fazla yaşamaya katlanamıyordu. Bir an önce onun hakkında net bir bilgi alıp peşine düşmesi gerekiyordu ama öncesinde şu evlilik saçmalığından kurtulmalıydı. Ağaçtan son bir elma almayı düşünürken kulağına gelen at kişnemesiyle odağını atların tutulduğu ahıra yöneltti. Bu atın sesini her zaman tanırdı. Ona Hümeyra'yı getiren Ahenk'ti. Elmalarla doldurduğu sepeti elinde taşıyarak Ahenk'in bulunduğu ahıra doğru ilerledi. Peşinden de Cihan onu takip ediyordu. Şehzat, kahverengi atın yanına gelip elini kafasına koydu. At onun dokunuşuyla asileşip kişneyince Şehzat sırıtıp: "Aynı sahibin gibi asi ve güzelsin. İkinizden de az çekmedim; ama san bir teşekkür borcum da yok değil. Sen olmasaydın Hümeyra'm ile karşılaşamazdım." dedi ve attan biraz uzaklaştı. Atın asi kişneyişi bir daha duyulduğunda Şehzat'ın gözlerinde bir ışık parıldamıştı. Cihan'a dönüp: "Ahenk'i hazırlayıp Hüseyin Berdan'ın evine yollayın. Müstakbel karıma hediye olarak yolluyorum." dedi ve sırıttı. Cihan, patronun bu emrine bir anlam vermemişti ama sormaya da yürekli değildi. Kim bilir patronun aklındaki tilkiler ona ne söylüyordu. Emri yerine getirmek için harekete geçti. O Ahenk'i hazırlarken Şehzat sepetten bir elma alıp günler sonra keyiflenerek bir ısırık aldı. At hazırlanırken Cihan' yanına çağırıp kulağına fısıldadıktan sonra çiftlik evine gitmek için harekete geçti. Keyfi o kadar yerindeydi ki elinde ki elmayı sonuna kadar yiyip bir de ıslık tutturmuştu. ✨ Bölüm sonu ✨ 🔥Sizce Şehzat Ahenk ile neler planlıyor? 🔥Peki evlilik işine ne diyorsunuz? İnşallah bölümü beğenirsiniz. 🦋 OY VE YORUM ATMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN. ✨ |
0% |