Yeni Üyelik
24.
Bölüm

💜 Bedenlere Tutsak 24 💜

@sedefyyy5252

​Ataş ekle kutucuğuna basmayı unutmayın lünfenn 💦

Oy ve yorum atmayı unutmayın lütfen.

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum.🦋

Hissizlik mi kötüydü yoksa vücudumu sarıp sarmalayan ürperti mi?
Hangisi olmalıydı bilmiyorum ama şu an için istediğim tek şey üşümemekti. Titremekten yorulan çenemi sıkıca kapatıp titremenin geçmesini beklemek ise beterin beteriydi. Ölümün kıyısından dönüp ölümden beter bir yere getirilmiştim. Üzerimdeki battaniyeye daha çok sarıldım. Bomboş bir odanın kenarına itilmiş bir yatağın, üzerinde kıvrılmış yatıyordum. Acınası bir durumun içerisindeydim. Boğazımdan firar eden kuru öksürükle elimi ağzıma götürdüm ve ciğerim sökülürcesine öksürdüm. Canım çok yanıyordu. Gözlerimden akan yaşları silmeye dahi mecalim yoktu.
Birkaç gündür bu odadaydım. İlk getirildiğim günü hayal mayal hatırlıyordum. Başımda dikilen bastonlu bir adamla yanında duran 17 yaşlarında bir genç vardı. Başımda bir şeyler konuştuklarını hatırlıyordum. O günden sonra bir daha onları görmemiştim. Odaya baştan aşağıya siyah giyinen bir kadından başka kimse gelmiyordu. Ona bana yardım etmesi için çok yalvarmıştım ama o, aldırış dahi etmemişti. Sadece bana kinli gözlerle bakıyor, sebebini bilmediğim şekilde kaba davranıyordu.

Çok korkuyordum. Annemden uzakta, bilmediğim bir evde, tanımadığım insanların insafına kalmıştım. Onu en son gördüğümde, bir kaldırımın üzerinde oturmuş ona sarılıyordum. Beni arıyor mudur diye çok düşünüyordum. Bir an önce ona kavuşmak için saniyeleri dakikaları sayıyordum. Burada bu insanlar bana ne yapacak diye düşünmek istemiyordum.

Başımda ince bir sızı belirmişti. Ara ara başım böyle ağrıyordu. Buz tutmuş parmaklarımı şakalarıma götürüp, ovalamaya çalıştım. Parmaklarım öyle soğuktu ki şakalarıma değer değmez içimi bir ürperti esir almıştı. Daha ne kadar bu halde bu izbe odada kalacaktım. O kadında henüz gelmemişti. Her ne kadar bana iyi davranmasa da yemek ve ilaç getiriyordu. O ilaçlar sayesinde az da olsa toparlanmaya başlamıştım.

Gözlerim dalmış, ellerim şakaklarımda hareketsiz kalmıştı ki odanın kapısının gıcırdayarak açılmasıyla silkelenip, kendime gelmek zorunda kaldım. Buraya getirildiğimden beri bu kapı her açıldığında, içimi tarifsiz bir korku esir alıyor, yüreğimi bir mengene gibi sıkıyordu. Yine kadının geldiğini düşünerek kapıya bakarken, içeriye giren uzun boylu, genç bir adamla göz göze geldim. Bu adamı hayal mayal bir yerden hatırlıyordum sanki. Üzerime diktiği kahverengi gözlerinin odağını hiç değiştirmeden, elindeki tepsiyle beraber bana doğru yaklaştı. Onun varlığı beni rahatsız etmişti. Gözlerinde gördüğüm duygu korkmam için büyük bir sebepti. Elindeki çeşitli yemeklerin koyulmuş olduğu tepsiyi, yatağımın yanında bulunan küçük masanın üzerine koyup, tahta sandalyeye oturdu.

Yatış pozisyonundan oturma pozisyonuna geçip, kucağıma koyduğum ellerimi izlemeye başladım. Genç adam, gözlerini benden ayırıp odada gezdirdi ve beklemediğim bir anda konuşmaya başladı.

"Bugün daha iyi misin?"

Bu sorusuyla yüzüme diktiği gözlerine gözlerimi kenetleyip merakla soru sordum.

"Sen kimsin? Beni nereye getirdiniz?"

Genç adam sorumla gülümseyip:

"Kim olduğumu yakında öğreneceksin. Nerede olduğuna gelirsek de evine getirildiğini söylesem kâfi olur sanırım." dedi.

Bu ne demekti şimdi. Burası benim evim değildi. Yoksa babam beni buldu da buraya mı kapattı?

"Babam mı getirdi beni buraya?"

Genç adam bu sefer kahkaha attı. Sorduğum soruda komik olan kısım neydi anlamamıştım.

"Neye gülüyorsun!"

Kahkahasını durdurup konuştu.

"Annen ve baban seni ölü biliyor Hafsa Hanım. Burası artık senin yeni evin."

Kulaklarım çınlıyordu. Bu duyduklarım doğru olamazdı. Yalan söylüyordu. Annem beni öldü bilemezdi. Benim burada tutsak olduğumu bilmesi gerekiyordu. Gözlerimden akan gözyaşlarıma hâkim olamadım. Bu kadarı fazlaydı. Hem de çok fazlaydı.

Ellerini dizlerine koyup bedenini bana doğru eğdi ve gram acımadan konuştu.

"Seninle daha çok vakit geçireceğiz Hafsa. Artık yeni ailen benim."

Hayır o benim ailem değildi. Hiçbir zamanda olmayacaktı.
Yanaklarımda iz bırakan yaşları sildim ve öfkeyle bağırdım.

"Sen benim hiçbir şeyim değilsin! Olamazsın da!"

Bu söylediklerim onun keyfini bozmaya yetmemişti. Elini dizlerine bastırıp ayağa kalktı ve bana üstten üstten bakarken:

"Göreceğiz Hafsa Asgari! Yakında benim nikahlı karım olduğunda her şeyi açık ve seçik bir şekilde göreceğiz. Şimdi yemeğini ye. Karımın bu kadar zayıf ve çelimsiz olmasını istemem." dedi.

Ne diyordu bu pislik herif. Ben daha çocuktum. Ne nikahından bahsediyordu.

"Ben daha çocuğum pis sapık! Reşit kız bulamadın mı da çocuklara göz koyacak kadar alçaldın!"

Bu söylediğim onun öfkelendirmişti. Kahvelerinin beyazına düşen kızıllıktan, bu bariz bir şekilde anlaşılıyordu ama onun kızdırdığım için pişman değildim. Her ne amaçlıyorsa buna izin vermeyecektim. Adımlarını harekete geçirip tam yatağımın dibinde durdu ve üzerime doğru eğildi. Dişlerini gıcırdattıktan sonra konuşmaya başladı.

"Aramızda o kadar da çok yaş farkı yok Şehzat'ın kızı! Ben de reşit değilim ama bu ikimizin de evlenmemize engel değil. Bir daha bana sakın bu tarz ithamlarda bulunma. Canını sıkarım haberin olsun!"

Tehdidi ve yakınlığıyla kendimi geriye çekip duvara yaslandım. Gözleri kalbime korku salıyordu ama tam anlamıyla çaresiz ve korkak bir kız olarak görünmek istemedim.

"Bana istemediğim hiçbir şey yapamazsın da yaptıramazsın da. Hem annem ve babam beni ölü biliyorsa devlette ölü biliyordur. Bu şartlarda nikahın nasıl olmasını bekliyorsun?"

Güldü. Hep gülüyordu zaten. Bu durum canımı sıkmaya başlamıştı. Neyin içine düşmüştüm ben böyle.

"Sen orasını merak etme. Biz her şeyi halledeceğiz."

Biz derken kimden bahsediyordu. Aklımı kaçıracaktım. Bu adamlar kimdi?

"Siz kimsiniz söylesene be!"

Başını sağa sola muzipçe salladı ve:

"Hayır söylemeyeceğim." dedi.

İyi de neden? Manyak mıdır nedir?

"Sebep? Ruh hastası mısın sen?"

Bu iğneleyici sorumla duruşunu dikleştirdi ve:

"Öyleysem ne yapacaksın Şehzat'ın kızı! Canım şu anda söylemek istemiyor. Yakında öğreneceksin zaten."

Bu manyakla uğraşılmazdı. Saçmalamaktan başka bir şey yapmıyordu. Onunla evlenmeyecektim.

"Ben evlenmek falan istemiyorum. Okuyacağım. Kafanda kurduğun bu saçmalıklardan kurtul."

Kafasını sağa sola sallayıp bu söylediklerimi reddetti.

"Mümkünatı yok."

Resmen benimle dalga geçiyordu. Bu hasta halimle daha fazla onu çekemeyecektim. Gitmesi için kapıyı gösterdim.

"Diyeceğini dediysen git artık. Canım burnumda zaten. Bir de seni çekemem."

Yine ve yine güldü. Hayatımda ilk defa bu kadar çok gülen bir erkek görmüştüm. Asgari erkekleri fazla gülmezlerdi. Bu gülüşüne aldırmadım. Bir an önce gitmesini istiyordum. Onun varlığını yok sayıp, dinlenmek için can atan bedenimi yatağa yatırdım ve üzerimdeki yorganı kafama kadar çektim. Ağrıdığını unuttuğum başım tekrar kendisini hatırlatmaya başlarken onun bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum. Bir süre olduğu yerde hareketsiz durduktan sonra sıkılmış olmalı ki hiçbir kelam etmeden kapıyı açıp çıkmıştı. Onun çıkmasıyla rahat bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Uyumak istiyordum. İlk defa kendimi bu kadar kimsesiz ve yalnız hissetmenin ezici duygusu altında kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Üç saat sonra:

Beynimin patlarcasına zonklamasıyla kapalı olan gözlerimi açtığımda, karşımda dikilen ve bana bakan kadını gördüm. Bu, o bana yemek getiren ve düşman gözlerle bakan kadındı. Yüz ifadesi her zamanki gibiydi. Elinde tepsi yoktu. Doğruya o genç adam getirmişti. Peki şimdi bu kadın neden buradaydı?

"Daha ne kadar böyle aptal aptal bakacaksın! Kalk hadi!"

Direktifiyle ne yapacağımı şaşırmıştım. Benden neden kalkmamı istiyordu? Yoksa bu odadan dışarı mı çıkaracaktı? Merak ettiğim bu sorunun cevabını, ancak onun direktifine uyarak öğrenebilirdim. Bacaklarımı toplayıp yatakta oturur pozisyona geçtim.

"Neden?"

Kadın sorumla sabır dilercesine gözlerini kapattı ve öfkeyle konuştu.

"Sorgulama! Ben ne diyorsam onu yap!"

Onun bu katı sözlerine omuzlarını dikleştirerek karşılık verdim.

"Yapamam! Annem bana başkalarının söylediği sözleri sorgulamamı öğretti."

Kadın bu sözlerimle dalga geçercesine güldü.

"Hangi annen? Hani, şu seni ölü olarak bilen annen mi? Bak kızım! Sen bir ölüsün."

Hayır ben ölmemiştim. Tüm benliğimle hayattaydım. Onlar bir oyun kurmuşlardı ve kurdukları bu oyuna uymamı istiyorlardı.
Uymayacaktım! Onların ellerinden kurtulacaktım. Şu an için bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum ama elbet bir gün başaracaktım.

Kadın hâlâ yataktan kalkmadığım için öfkelenip yanıma geldi ve tırnaklarını etime geçirircesine kolumu sıktı. Canım yanıyordu ama ona boyun eğmeyecektim. Ben Hümeyra'nın kızıydım. Kendisine kötülük yapanlara boyun değmeyen bir kadının kızıydım.

"Bırak kolumu! Seninle hiçbir yere gitmeyeceğim."

Kadın bu söylediğimle ateş fışkıran gözlerini gözlerimin en derinine dikip:

"Baban benden kızımı, Leyla'mı aldı. Bende ondan seni aldım. Artık Berdan ailesine aitsin. Ben sana ne diyorsam onu yapacaksın!"

Berdanlar mı? Tabi, ben bunu nasıl düşünmemiştim. O genç adam da babamın beni evlendireceği kişiydi. Allah'ım! Ben şimdi ne yapacaktım. Bu evlilikten kurtulmak için onca çileye katlanmıştık. Yaptığımız şey bu evliliği geciktirmekten başka bir şey yapmamıştı.
Kolumu kadının ellerinden kurtarmak için çırpındım. Öyle sıkı tutuyordu ki başarılı olmam güçtü.

"Rahat dur artık! Benim canımı sıkma, canını yakmaktan çekinmem."

Bu sözlerin ardından yüzüme yediğim darbeyle yere kapaklanmam bir olmuştu. Yüzümün sol tarafı adeta yanıyordu. Titreyen elimi yanağıma götürüp acısının geçirmek için sıvazladım. Ağlamamak için kendimi sıkıyordum ama başarılı olamamıştım. Maruz kaldığım muamele çok iğrençti.
Kadın başımda durulmayan öfkesiyle dikilirken konuştu.

"Kızımı, attan düştü süsü vererek öldürdünüz! Ona hiç acımadınız. Yemin olsun bende sana acımayacağım! Öyle şeyler yaşayacaksın ki kendini, seni bu duruma düşüren babana, her gün sitem ederken bulacaksın!"

Sol gözümden akan gözyaşımı elimin tersiyle silerken kadın hareketlenip kolumdan tuttu ve beni ayağa kaldırdı.

"Şimdi yürü! Daha çok işimiz var seninle gelin hanım!"

İçim yanıyordu. Düştüğüm durumun acziyeti tüm yüreğime sanki iğneler batırıyordu. Ben daha çok küçüktüm. Evlilik şu an için düşüneceğim son şey bile değildi. Korkuyordum. Bu merhametsiz insanların elinde masumiyetimi kaybetmek istemiyordum.
Anne seni çok özledim!
Bul beni!
Korkuyorum!

Kadın bir yandan kolumu sıkıca tutuyor, diğer yandan üzerindeki uzun, siyah elbisenin etek kısmından tutarak ilerliyordu. İlk önce benim kaldığım küçük, izbe odadan çıktık. Sonra bizi bir merdiven karşıladı. Seri adımlarla oradan da çıktıktan sonra geniş hem de çok geniş bir avluya çıkmıştık. Kadının birkaç saniye olduğu yerde durmasıyla ağlamaktan kızaran gözlerimi, büyük avluda gezdirdim. Avlu büyük olduğu kadar da gösterişliydi. İran'a özgü her şeyi burada kullanmışlardı. Ortada bulunan koskocaman su havuzunun içinde yüzen balıklara boş gözlerle bakmayı sürdürürken kadın, kolumu çekiştirip beni avlunun ortasına fırlattı. Düşmemek için zar zor dengemi kurmaya çalıştım. Etrafımıza bir sürü insan doluşmaya başlamıştı.

Hiç durmadan akan gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken, sabah bana yemek getiren genç adamla gözlerimiz kesişti. Bunca insanın önünde maruz kaldığım davranış gururumu incitiyordu. Hasta bedenim de bana hiç yardımcı olmuyordu. Titreyen bedenim dikkatini çekmiş olmalı ki kaşlarını çattı. Gözlerimi ondan çekip diğer insanların üzerlerinde gezdirdim. Hepsi bana tiksinircesine bakıyordu. Ben bu bakışları hak etmiyordum. Aralarından en yaşlısı olan adam, bastonunu yere sertçe vurup dikkatleri üzerine çekti.

"Bu karşınızda gördüğünüz kız, kızım Leyla'nın kefareti. Onun babası, kızıma acımadan canına kıydı. Bizde onun kızına bu hayatta ölümlerden ölüm beğendireceğiz!"

Adamın bu sözleri kanımı dondurmuştu. Ben onlara hiçbir şey yapmamıştım ki. Neden bana bu muameleyi reva görüyorlardı. Dayanamadım ve figanımı dilime döktüm.

"Ben size hiçbir şey yapmadım! Babamın yaptığı hatanın bedelini bana ödetemezsiniz. Ben daha küçüğüm! Benim hakkımda kurduğunuz planlar çok adice!"

Yaşlı adam sözlerimle bana yaklaşıp, gözlerimin içine baka baka bastonunu bacağıma geçirdiğinde sanki bir anlık şuurumu yitirmiştim. Yediğim darbeden dolayı bacaklarım bükülmüş ve yere düşmüştüm. Bastonun değdiği yer alev gibi yanıyor, aklımı başımdan alıyordu. Benim sızlanmalarımın yanı sıra yaşlı adam, sert ve sorgulanmasını istemezcesine konuştu.

"Baban ne ki, sen ne olasın edepsiz! Alçaklık sizin sülalenize mahsus diyeceğim ama can dostumun kanını taşıyorsunuz diye diyemiyorum. Artık bize aitsin! Torunumla evleneceksin!"

Başımı, acıdan sızlayan bacağımdan kaldırıp, kızarmış gözlerimi adamın üzerine diktim.

"Evlenmeyeceğim! Beni buna zorlayamazsınız!"

Adamın yüzünde soğuk bir gülüş belirdi.

"Sen öyle san Şehzat'ın kızı! Burada bizim insafımıza muhtaçsın. Sen bir ölüsün! Şimdi şurada, silahı çekip seni vursam kim bana hesap sorabilir? Söyle hadi!"

Adam doğru söylüyordu. Burada beni öldürseler kimsenin umrunda olmazdı çünkü ben onlar için çoktan ölmüştüm. Şimdi ben ne yapacaktım. Bu insanların elinde, hiç olup gidemezdim. Kurtulmanın bir çaresini bulmalıydım.

Yorgunluk ve tükenmişlikle derin bir nefes alıp, gözlerimi yere sabitledim. Yapacak bir şeyim yoktu. Onlara ne dersem diyeyim, tüm sözlerim kifayetsiz kalacaktı. Şimdilik onlar ne diyorsa onu yapmalıydım. Fırsatını bulduğum ilk anda anneme ulaşmaya çalışacaktım.

Adam delici bakışlarını üzerimden çekip karısına döndü.

"Bu kansızı iyice temizleyin! Yarın Asil ile nikahı kıyılacak. Onu Berdanlara yakışır bir şekilde hazırlayın!"

Evlenmeyeceğim. Buradan bir şekilde kaçmalıyım. Yoksa gerçekten ölürdüm. O adamın karısı olmak benim için ölümden beter olurdu.
Gözlerimi Asil denen adamın gözlerine diktim. Ona olmaz dercesine baktım ama umursamadı. Gözlerimin içine ukalaca bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. Ben ona ne yapmıştım ki. Artık dayanamıyordum. Ruhum da bedenim de için için ağlıyordu. Onun acımasız bakışlarına daha fazla katlanamadım ve gözlerimi onun kahve gözlerinden çektim.

Yaşlı adamın karısının bana yaklaşıp, kolumdan tutmasıyla irkilirken, Hüseyin Berdan, torununa dönüp gülerek konuştu.

"Bundan sonrası sende torunum. Halanın canına karşılık bu kansızın canı! Ona Berdanlar kimmiş göster."

Bu insanlar nasıl bu kadar acımasız olabiliyorlardı. Güçleri bir tek bana yettiği için mi bu kadar zalimlerdi.

Asil Berdan, dedesinin elini öpüp:

"Sen hiç merak etme dede! Halam mezarında rahat uyuyacak."

Korkuyordum. Bana ne yapacaklardı.
Kadının kolumu koparırcasına çekmesiyle güçlükle yerden kalktım.
Kolumu elinden kurtarmak için çekiştiriyordum ama öyle sıkı tutuyorduki bir türlü onun kıskacından kurtulamadım. Onun yönlendirmesiyle avludan bir odaya girmiştik. Odaya girmeden önce arkamı dönüp baktığımda, yine Asil denen o genç adamla göz göze geldim. Onun keskin bakışlarına aynı şekilde karşılık verirken, yaşlı kadının bedenimi odaya çekmesiyle gözlerimiz birbirinden ayrıldı.

Yaşlı kadın karşıma geçip, beni baştan aşağıya süzerken konuştu.

"Yaşın küçük ama bedenin gelişmiş. Asil'im senden daha iyilerine layık lakin; bu evlilik olmak zorunda."

Kadının bu sözlerine, alayla gülmekten kendimi alamadım.

"Bende sizin asilsiz Asil'inize meraklı değilim. O bana layık mı ki ben ona layık olayım."

Yüzümde patlayan tokatla acıyla sersemledim. Daha ne kadar bu duruma maruz kalacaktım.
Kadın kolumu sıkıp beni kendisine yaklaştırdı ve öfkeyle konuştu.

"Haddini bil artık!"

Asıl hadsiz olan onlardı. Hakları olmadan bana bunları yaşatıyorlardı.

"Yarın tüm hayatın kararacak! Şimdi otur da kararacak olan hayatına ağla kızım."

Kadın kulağıma bunları fısıldayıp gitmişti. Kucağıma her an patlayacak bir bomba bırakmıştı. Şimdi ben ne yapacaktım? Kaderime boyun eğip, onların hayatımı mahvetmesine izin mi verecektim, yoksa onların bana biçtiği kadere asi olup karşı mı çıkacaktım.

-Bölüm sonu-

Evet bölümün sonundayız.
İnşallah beğenirsiniz.

OY VE YORUM ATMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN

Loading...
0%