@sedefyyy5252
|
Hepinize keyifli okumalar dilerim 💞 OY VE YORUM ATMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN 💘 Ataş ekle kutucuğuna basmayı unutmayın lünfenn. 🍃 Beni takip ederseniz de çok sevinirim. 26. Bölüm.
Mutfaktaki yalnızlığı canını sıktığında oradan çıktı. Büyük salonda gözlerini gezdirdiğinde Şehzat'ın burada olmadığını anlamıştı. Büyük ihtimalle dışarıya çıkmıştı. Hümeyra onu umursamamaya çalışıp, şöminenin karşısındaki büyük koltuğa doğru adımlayıp üzerine uzandı. Kıvılcımların dansı azıcık da olsa beyninin içinde dönüp duran düşüncelerini dağıtmayı başarmıştı. Uyumamak için iradesini sonuna kadar zorlasa da başarılı olamadı. Gözlerini yarı ölü hali olan uykuya teslim etti. O koltukta uyuyor, kocası dışarıdaki çardağa uzanmış gökyüzündeki yıldızları seyrediyorken, yaşadığından bir haber oldukları kızları esir tutulduğu evde, küçücük bir odada, yorganın altına gizlenmiş gözyaşlarını akıtıyordu. Birkaç güne tüm hayatının kararacağının bilincinde, çaresizlikle bekliyordu. Bu bekleyişin sonu hayra çıkmayacaktı ama şerre çıkmasına da müsaade etmeyecekti. Okuması gerekirken bir adamın hakimiyeti altına girip, onun kölesi olmayacaktı. O sevdiği, âşık olduğu adamla, kendini hazır hissettiği zamanda evlenecek ve güzel, hayırlı bir yuva kuracaktı. İntikamın gölgesi altında yapılacak bir nikahın esiri olmayacaktı. Peki hayalleri bu şartlar altında nasıl mümkün olacaktı? Bu hapishaneden farksız malikanede, ona yardım edecek tek bir merhamet sahibi insan yoktu. Onu en çok da üzen buydu. Zalim insanların elinde bir oyuncak gibi hunharca savruluyordu. Derin bir iç çekti. Artık ağlamamalıydı. Çünkü ona hiçbir faydası olmuyordu. Aklını kullanıp buradan kaçmanın bir yolunu bulması gerekiyordu. Aslında bir telefon bulsa her şey çözülürdü ama nereden bulacaktı. Kendisine yemek getiren çalışanlardan istemesi saçma olurdu. Hepsi ona, en az o yaşlı kadın kadar nefretle bakıyorlardı. Belki şu odadan çıkabilirse bir telefona ulaşabilirdi. Üzerindeki yorganı ayaklarıyla tekmeleyerek üzerinden arttı ve ayaklandı. Gücü kuvveti henüz yerine gelmemişti. Hâlâ üzerinde kırgınlık hüküm sürüyordu. Yavaş adımlarla kapıya doğru adımladı. Kapının kulpunu aşağıya indirecekken kendine kızarak elini geri çekti. Kilitlendiğine emin olduğu kapıyı açmaya zorlamanın hiçbir manası yoktu. Yenilginin verdiği öfkeyle kapıya arkasını döndü. Şansını bu sefer gözlerine çarpan pencerelerde denemeyi seçti. Heyecanlı adımlarla pencereye yaklaştığında yüzü sevinçten ay gibi parladı. Oda zemin katta olduğu için pencere ve zemin arasında onu zorlayacak bir mesafe yoktu. Hevesle pencereyi açıp sağa sola bakındı. Pencere konağın arka tarafına baktığı için ortalık sessiz sakindi. Kalbi kuş olup uçmuştu sanki. Bu sevinci kursağında kalmamalıydı. Etrafa daha iyi bakındıktan sonra pencereden geri çekildi. Şimdi kaçmak için iyi bir zaman değildi. Gecenin bu karanlığında başına bin bir türlü iş gelebilirdi. Daha uygun bir vakit bulması gerekiyordu. Pencereyi iyice kapatıp tül perdeyi üzerine çekti. Bu gece de bu odada esir hayatı yaşayacak, yarın gece ne pahasına olursa olsun buradan kaçıp gidecekti. Lakin öncesinde bir telefon bulması şarttı. Kafasındaki düşüncelerle odada ileri geri gezinirken kapıdan gelen sesle korkuyla adımlarını durdurdu. Gecenin bu saatinde kim gelebilirdi ki? Ürkek adımlarla geriye doğru kaçtı. Kapı yavaş yavaş açıldığında gelen kişinin yüzü de açıkça ortaya çıkmıştı. Bu evin çalışanlarından Zöhre idi. Elinde kıyafetler ile odaya girip tam Hafsa'nın önünde durdu. "Bunları büyük hanımım yolladı. Vefat eden kızı Leyla Hanımın gecelikleri... Hafsa bir türlü anlam veremiyordu. Babası ne zaman Leyla denen kadını öldürmüştü. O kadını bir kere gördüğünü hatırlıyordu. Hatırladığı kadarıyla oldukça güzel ve alımlı bir kadındı. Annesi Hümeyra ile karşı karşıya geldiklerini ve birbirleriyle hiç iyi konuşmadıklarını hatırlıyordu. Kadın güzel olduğu kadar yüzsüz olduğu için annesi ona haddini güzel bir şekilde bildirmişti. Şimdi ise o kadının öldüğünü duyuyor bir de bununla kalmayıp onun ölümünün cezası kendisine kesiliyordu. Derin bir iç çekip kadına sinirle baktı. "İstemiyorum! Onları sana kim verdiyse tekrar ona götür!" Zöhre siyah gözlerini kısıp elindeki gecelikleri, dağınık yatağın üzerine koydu. Sonra tekrar Hafsa'nın karşısına geçip: "Ben senden emir almam! O gecelikleri giymeni tavsiye ederim. Yoksa büyük hanım sana daha acı bir yolla giydirir." deyip Hafsa'nın konuşmasını beklemeden odadan çıktı. Hafsa kızın küstahlığına mı sinirlensin yoksa zorlandığı duruma mı karar verememişti. Yatağın üzerindeki gecelikleri eline alıp hınçla yere fırlattı. Giymeyecekti. Onu zorladıkları hiçbir şeyi yapmayacaktı. Sinirleri iyice yıprandığı için bıkkınlıkla yatağa çöküp kaldı. Bu yaşta göğüslendiği yükün ağırlığı altında bir kez daha ezildi. Berdan konağında durumlar böyleyken çiftlikte de durum pek farksız değildi. Şehzat uzandığı çardakta parıldayan yıldızları seyre dalmış karısı ile arasında geçen konuşmanın çetelesini tutuyordu. Gerçekten de Hümeyra gitmek isterse ondan boşanabilir miydi. Söz ağızdan bir kere çıkmıştı. O da yorulmuştu. Tek taraflı bir çabayla olacak bir mesele değildi. Evlilik her iki tarafında gayretine ihtiyaç duyardı. Sıkıntıyla aldığı nefesi geri verdi. Kalbi iyice daralmıştı. Yattığı yerden doğrulup ayağa kalktı. Etrafını çevreleyen elma ağaçlarında gözlerini şöyle bir gezdirdikten sonra acınası haline güldü. Karısı elmayı çok sevdiği için her yere elma ağacı diktirmişti. Sırf o mutlu olsun diye ama ne kadar başarılı olmuştu meçhuldü. Madem bir işe yaramıyorlardı bu durumda yapılması gereken tek şey onlara yüklediği değeri geri almaktı. Ağaçlarda olgunlaşmaya başlamış elmalara bakadururken pantolonun cebinden telefonunu çıkarıp Cihan'ı aradı. Telefon birkaç çalıştan sonra cevapladı. "Şehzat?" Şehzat, Cihan'ın nidasıyla gözlerini ağaçlardan çekip eve çevirdi. Gözleri direk pencerede görünen karısını bulmuştu. Aklına koyduğu işi yapıp yapmama konusunda kararsız kalsa da yapmak konusunda karar kıldı. "Cihan! Çiftlik evindeki ve malikanedeki tüm elmaları toplat ve fakir fukaraya dağıt. Yarın bu iş hallolmuş olsun!" Cihan telefonun diğer ucunda önce şaşırdığı için konuşamamış sonrasında dudaklarından bir soru firar etmişti. "Hallolur olmasına da sen o elmalara kimsenin dokunmasına müsaade etmezdin. Yelteneni de doğduğuna pişman ederdin. Şimdi ne oldu da bu kararı aldın?" Şehzat acıyan kalbinin figanını dudaklarına yansıtırken gözleri bu acıya sebep olan kadının güzel yüzünde takılı kalmıştı. "Artık bir değerleri kalmadı. Boşa çabaladığımı fark ettim." Cihan bu sözlere bir anlam verememişti. Çatık kaşları eşliğinde: "Bekle yanına geliyorum. Anlaşılan birisi yine aşk acısı çekiyor." dedi. Şehzat bu tespit üzerine gülümseyip sessizce fısıldadı. "Bu sefer çok fenayım." Cihan, derin bir iç çekip telefonu kapatmış ve arabanın yolunu çiftliğe çevirtmişti. "Ne oldu yine? Siz karı kocanın didişmesinden bana gına geldi ama sizde sıkılma hâlâ yok!" Şehzat sıkıntıyla yüzünü ovuşturup konuştu. "Bu sefer durum oldukça ciddi Cihan! Ben artık katlanamıyorum. Tüm çabamı görmezden gelmesi sinirlerimi bozuyor! Bana nefretle bakması canımı daha çok yakıyor! Ona isterse nikahımda kalmasını isterse de boşanmasını söyledim! Artık benden bu kadar!" Cihan duydukları karşısında şaşkınlıkla güldü. "Ben az önce doğru duydum değil mi? Sen Hümeyra'ya onu boşayabileceğini mi söyledin?" Şehzat başını sallayıp onu onayladı. Evet öyle bir şey yapmıştı ve sanki yavaş yavaş bu yaptığından pişmanlık duymaya başlıyordu. "Evet yaptım öyle bir salaklık!" Cihan, onun pişmanlık akana sözleriyle gülmekten kendisini alamamıştı. Şehzat, onun gülüşüne sinirlendi ve bağırdı. "Ne gülüyorsun lan! Sanki senin durumun benimkinden daha fena değilmiş gibi! Ben hiç olmazsa sevdiğim kadını nikahım altına almayı başardım. Tek sıkıntım onu nikahım altında zapt edemem." Sona doğru yüksek çıkan sesi kısılmıştı. Yüzünde gülümsemesi solan Cihan ise sırtını çardağa yaslayıp iç çekti. "Evet sevdiğim kadınla evlenemedim ama bu evlenemeyeceğim anlamına gelmiyor. Hayat insanı hep şaşırtır. Mesela sen beni bugün çok şaşırttın." Şehzat kibirli gülümsemesini takınıp: "Neyine şaşırıyorsun oğlum! Bunca zaman Hümeyra'nın peşinden ben koştum. Artık bu saatten sonra biri koşacaksa bir zahmet o kişi Hümeyra Hanım olsun." deyince Cihan güldü. "Ya senden boşanmak isterse? Büyük ihtimalle böyle olacak gibi görünüyor." Şehzat bu soruyla ciğerlerine temiz bir soluk çekip bıraktı. "İşte o zaman ben ölürüm. Laf ağızdan bir kere çıkar. Boşanmak isterse boşarım." Cihan anladığını ifade edercesine başını salladı. "Malikaneye ne zaman geçeceğiz? Cavidan Hanım sürekli arayıp duruyor. Sen neden kadının aramalarına dönmüyorsun!" Şehzat ofladı. Hiç bunları konuşacak havada değildi. "Birkaç güne gideriz. Şimdi hiç orayı çekecek halim yok. Belki hep burada kalırım. Sessiz sakin." Cihan, Şehzat'ın bıkkınlıkla söylediği bu sözlerle tek kaşını kaldırıp: "Ne oldu Şehzat Bey? Depresyona mı girdiniz? Dünyaya karşı ne bıkkınlık böyle?" dedi aynı zamanda gülmeyi de ihmal etmemişti. Şehzat oturduğu yerde dahada yayılarak esnedi. "Hümeyra Hanım sağ olsun! Tüm bunlar onun eseri." Bu sözleri söyledikten sonra birden ayaklandı ve: "Benim uykum geldi. Gideyim de yatayım sende git dinlen. Yarın kaldığımız yerden devam ederiz. Biraz da sen anlatırsın." dedi ve onun cevap vermesini beklemeden arkasını dönüp eve girdi. Girer girmez evin sıcaklığı yüzüne vurmuştu. Büyük holden geçip ana salona geçtiğinde gözleri karısını aradı ve onu koltuğun üzerinde uyur halde buldu. Onu uyandırmaktan korkarcasına yavaş hareketlerle yürüyüp onun yattığı deri koltuğun önünde durdu. Yanında durup onu izlemeyi öylesine çok arzuluyordu ki. Kararsızlıkla karısının, şömineden yansıyan ateşin iz bıraktığı yüzüne baktı. Ayakları da kalbi de orada kalmak istiyordu. Nefsine yenik düşüp dikildiği yere, Hümeyra'nın tam karşısına gelecek şekilde, yerdeki kırmızı siyah desenli halıya oturdu. Üzerindeki siyah ceketini bir çırpıda çıkarıp siyah gömleğinin kollarını dirseklerinin üzerine doğru kıvırdı. Yakınındaki sallanan sandalyelerden birinin üzerindeki yastıkları alıp, kendisine rahat bir pozisyon oluşturdu. Şömineden yayılan sıcaklık sırtına vuruyor içini ısıtıyordu. Başının altına elini koyup, karısının yüzüne bakarak hülyalara daldı. Bir süre sonra ise göz kapaklarına daha fazla hâkim olamamıştı.
Telefonun kötü bir haber gelecekmişçesine çalan melodisiyle, gözlerini açmak zorunda kalan Şehzat, daldığı uykusundan sıçrayarak uyanmıştı. Anlam veremeyen gözlerle etrafına bakınıp gözlerini ovaladı. Karısı uykusuna devam ediyordu. Telefonun acı çığlığının karısını uyandırmasını istemediği için hemencecik cevapladı. "Alo?" Karşı taraftan endişeli bir ses işitildi. "Beyim ben Nejat. Ahır yanıyor beyim!" Şehzat duyduğuyla telaşla oturduğu yerden kalkıp karısını uyandırmamaya dikkat ederek: "Ne diyorsun sen! Nasıl çıkmış yangın?" dedi. Endişeden dili damağı kurumuştu. "Nasıl çıktığını bilmiyoruz beyim ama büyük ihtimalle biri tarafından kundaklanmış. Etrafta yoğun bir benzin kokusu var." Şehzat, öfkeden dişlerini kırarcasına sıktı. Kim buna cüret edebilirdi. Çok kısa bir süre sonra beyninde ani bir ışık yandı. Bu işi yapsa yapsa anca Berdanlar yapabilirdi. Ahenk'i öldürememenin kinini güdüyorlardı. "Nejat! Hemen söndürün yangını! İçeride atımla, Ahenk var. Eğer o ikisine bir şey olursa sizi de ben yakarım. Anladın mı beni!" Karşıdan bir süre ses kesildi sonra ise titreyen bir ses işitildi. "Emrin olur beyim. Peki sen gelecek misin?" Şehzat burun kemerini sıkıp ellerimi öfkeyle saçlarından geçirdi. "Elbette geleceğim!" Nejat'ın konuşmasını beklemeden telefonu kapattı ve Cihan'ı aradı. "Efendim Şehzat?" "Ahır yanıyor Cihan! Ben oraya geçiyorum, sana haber vermediler mi?" "Nejat aramış ama telefon yanımda olmadığı için duymamışım. Sen arayınca fark ettim." Şehzat öfkeyle köpürdü ama tüm sinirini içine atarak konuştu. "Ulan biz yansak, en sona küllerimizi toplamaya gelirsin!" Cihan onun bu sözüyle oflayıp: "Acıtasyona bağlama Şehzat! Bir an önce ahıra gidilmeli. Ben geçiyorum." dedi ve telefonu Şehzat'ın yüzüne kapattı. Şehzat bir telefona bakıyor bir de içinden sabır çekiyordu. "Ahırdan emanetleri bir çıkarayım o zaman görürsün sen Cihan Efendi!" deyip son kez gözlerini karısının yüzünde gezdirip hızlı adımlarla evden çıkmıştı. Ahır, çiftlik evinden yarım saatlik bir uzaklıktaydı. Bunun sebebi de çiftlik arazisinin büyüklüğünden kaynaklanıyordu. Şehzat dışarı çıktığında soğuk havanın vücuduna nüfuzuyla ürpermekten kendisini alamadı. Vakit kaybetmeden arazi arabalarından birine binip ahıra doğru sürdü.
"Beyim, yangın iyice büyüdü! İçeridekileri hayvanları çıkartmaya çalıştık ama başarılı olamadık." Şehzat öfkeyle Nejat'ın yakasına sarılıp tehditvari bir dille haykırdı. "Ne demek çıkaramıyoruz lan! Eğer o hayvanlar ölürse bende sizi yakarım demedim mi!" Nejat yakasındaki ellerden kurtulmak için bir çaba göstermedi ama korkmuyor da değildi. "İçeri girmenin hiç mi yolu yok? O hayvanların diri diri ölümünü mü izleyeceğiz! Ahenk ile atımı oradan çıkarmam gerek." Nejat beyinin sorusuyla cesaretini toplayıp konuştu. "Beyim aslında bir yol var ama çok tehlikeli. Biz sana sormadan yapmak istemedik." Şehzat gözlerini ahırdan çekip Nejat'a yöneltti. "Neymiş o yol?" Nejat yorgunluktan kuruyan dudaklarını diliyle ıslatıp ahırın sağ tarafına bakan tahta pencereleri gösterdi. "Beyim ahıra girebileceğimiz tek yer o pencere. Lakin içeride durum hiç iyi değil. Yanmaktan hasar gören çatı git gide içe doğru çöküyor. İçeri biri girerse ne kendisi sağ çıkabilir ne de atları." Şehzat duyduklarını beyin süzgecinden geçirip adamlarını şöyle bir yokladı. Hepsi çok yorulmuştu. Eğer içlerinden birini gönderirse bu sadece onu ölüme göndermek olurdu. O yüzden içeriye kendisinin girmesine karar verdi. Bu işi kendisi yapacaktı. Sonunda ölüm dahi olsa o hayvanları ateş çemberinin içerisinden çıkaracaktı. Bölüm sonuna geldik. İnşallah beğenirsiniz. Yorum yapmayı unutmayın. Bölüm nasıldı? Şehzat yine kendisinden beklenmeyecek işler yapıyor. Bu adamın sonu nasıl olacak gerçekten çok merak ediyorum 😄 OY VE YORUM ATMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN ‼️ |
0% |